Tanıtım Çalışanlar Veriler Eğitim Önemli Bilgiler Linkler Kapadokya Açılış Sayfası
HEKİMLERİN
YASAL SORUMLULUKLARI Dr.
Yaşar BİLGE, Dr. Ümit Naci GÜNDOĞMUŞ , Dr. Tarık GÜNDÜZ, Hukuk
devleti ilkesinin gereği olarak hekim de mesleki uygulamasından yasalar önünde
sorumludur. Hekimlerin kendileriyle ilgili yasaları ve yaptırımları bilmemeleri,
onları sorumluktan kurtarmamaktadır. Türk Ceza Kanununun 44. maddesine göre kanunu
bilmemek mazeret değildir. I-
HEKİMLERİN BİLİRKİŞİLİK GÖREVİ Adli
olaylarda bilgisinden yararlanılan kişilere bilirkişi denir. Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu'na göre (C.M.U.K); çözümü özel veya teknik veya teknik bir bilgiyi gerektiren
hallerde bilirkişinin oy ve düşüncesinin alınmasına karar verilir. Hakimlik
mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan
konularda bilirkişi dinlenemez. Bilirkişinin tayini ve üç kişiden fazla olmamak
üzere adedinin tesbiti hakime, gecikmesinde zarar olabilecek durumlarda Cumhuriyet
Savcısına aittir. Hekimlerin
sağlıkla ilgili konularda bilirkişilik görevi vardır. İnsan vücudunda meydana gelen
lezyonların niteliği, nasıl meydana gelmiş olabileceği, her türlü biyolojik
kanıtların incelenmesi bilirkişi hekim tarafından yapılır. Ayrıca suçlunun,
mağdurun ya da medeni haklarını kullanmak isteyenlerin durumlarının belirlenmesi ve
tanımlanması da bilirkişi hekim tarafından yapılır. Bilirkişilikle
ilgili cezai sorumluluklar:
Bilirkişi olarak görevlendirilmiş ve usulüne uygun davet edildiği halde gelmeyen veya
gelip de yemin etmekten veya görüş bildirmekten çekinen bilirkişi zorla getirilir ve
gelmemesinin sebep olduğu masrafları ödemekle ve hafif para cezasıyla
cezalandırılır (C.M.U.K 46, 70. m). Türk Ceza Kanunu (T.C.K) 282. maddesine göre;
bilirkişiler doğru olmayan bir neden ileri sürerek çağrıya gelmezler veya gelip de
bilirkişilik vazifesini yapmaktan çekinirlerse 6 aya kadar hapis, belli bir süre
mesleğini yapmaktan alıkonma cezası verilebilir. Gerçeğe
aykırı raporlar:
Bilirkişilik dışında hekim hükümetçe güvenilecek bir belgeyi (Sağlık ve
istirahat raporları gibi) gerçeğe aykırı olarak hatır için, para veya çıkar
karşılığında verirse cezalandırılır. T.C.K 354. maddesine göre; (hatır
karşılığı rapor verilmesi) hekim, hükümetçe emniyet ve itimat olunacak bir belgeyi
hatır karşılığı hakikate aykırı olarak verirse 3 aydan 8 aya kadar hapis ve para
cezasıyla cezalandırılır (354/1). Yukarıda belirtilen durumlarda (T.C.K 282, 354)
tazminat davası da söz konusudur. Adli
tabiplik görevi:
Adalet Bakanlığının her bölgeye yeterince adli tıp uzmanı atamasının
olanaksızlığı göz önüne alınarak adli tabibin bulunmadığı yerlerde ek görev
olarak bunlara ait işlerin sağlık ocağı hekimlerince yapılacağı hükümleri
getirilmiştir. Adli tabip bulunmayan yerlerde adli tabibin görevini sağlık ocağı
tabibi yapar (Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun). Keşif:
Herhangi bir adli olayın nasıl meydana geldiği, olayın oluş şekli, olaydan meydana
gelen zarar ve ziyanın tespiti, suçlu ve mağdura ait suç kanıtlarının elde
edilebilmesi için hakim yönetiminde olay yerinde yapılan incelemeye keşif denir.
Keşif hakim yönetiminde, gecikmesinde zarar doğacak durumlarda Cumhuriyet Savcısı
tarafından yapılır (C.M.U.K 78/1). Ölüm, yaralanma ve ırza geçme olaylarında
bilirkişi olarak muhakkak bir doktorun bulunması, olay yerinde bulunabilecek suç
delillerinin doktor tarafından incelenmesi gerekir. Yaralı ya da ölenlerin durumları,
kan lekeleri varsa yerleri, sıçrama yönleri, suçluya ait izler belirtilir. Kıllar ve
insana ait bütün biyolojik artıklar ve lekeleri incelenir (meni, tükürük vs). Keşif
sırasında hiçbir şeyin yeri değişmeden olay yerinin fotoğrafları çekilmeli,
krokileri yapılmalıdır. Kan, sperm ve kıl gibi biyolojik artıklar usulüne uygun
örneklenip ambalajlanarak laboratuvara gönderilmelidir. Keşif sonunda bir tutanak
düzenlenir. Buraya keşif esnasında görülenler, bulunanlar ile olayın özelliğine
göre bulunması umulup da bulunmayanlar kaydedilir (C.M.U.K 78/2). Bir
ölüm söz konusu ise keşif sırasında ölenlerin adli muayeneleri yapılır. Bir
ölünün adli muayenesi tabip huzuru ile yapılır. Adli muayenede ölünün tıbbi
kimliği, ölüm zamanı ve ölüm sebebini belirlemek için dış bulgular tesbit edilir
(C.M.U.K 79/1). Olay, olay yeri ve ölene ilişkin bilgiler, dış muayene bulguları
Cumhuriyet Savcısı tarafından saptanır. Daha sonra ölüm nedeninin ortaya konması
için ölü, hekimin muayene ve incelemesine bırakılır. Ceset elbiseli iken ve
elbiseleri çıkarıldıktan sonra muayene edilir. Keşif muayenesinde insizyon yapılmaz,
sonucunda otopsi işlemine gerek olduğu belirtilir. Ölüm olgularında keşif sonunda
düzenlenen tutanağa, ölü muayenesi tutanağı denir. Tutanak hakim veya savcı,
tutanağı yazan katip, hekim ve bu işlerde hekime yardımcı olan teknik hizmetli
tarafından imzalanır. Mezar
açılarak (fethi kabir) cesetlerin muayene ve otopsilerinin yapılması da bir keşiftir.
Gerekli eleman ve teknik donanım mezar açma işlemine karar veren C. Savcısı veya
ilgili mahkeme tarafından temin edilir. II-
ÖLÜLERİN DEFNİ ve ŞÜPHELİ ÖLÜMLERİN İHBARI Mezarlıklardan
başka yerlere ölü defni yasaktır (Umumi Hıfzısıhha Kanunu 211). Önceden belirlenen
bazı sıhhi ve fenni özellikleri olan alanlar mezarlık olarak seçilir (UHK 214). Defin
ruhsatı alınmadıkça ve ibraz olunmadıkça hiçbir cenaze gömülemez. Defin
ruhsatında ölenin kimliği, adresi, ölüm sebebi ve gömülmesine izin verildiği
açıkça belirtilir (UHK 215m). Belediye hekimi olan yerlerde defin ruhsatı bu tabipler
tarafından verilir. Belediye tabibinin bulunmadığı yerlerde hükümet tabiplerince
(günümüzde sağlık ocağı hekimince) ölünün muayene edilmesinden sonra verilir.
Ölümüne sebep olan hastalık sırasında öleni tedavi eden hekimin verdiği ruhsatname
resmi tabipler tarafından tasdik edilmek şartıyla geçerlidir (UHK 216m). Hükümet
ya da belediye tabipleri gerektiğinde hastayı tedavi eden hekimden ölüm sebebinin
saptanması için rapor isteyebilirler. Böyle bir istek yapıldığında o hastayı
tedavi eden hekim (müdavi hekim) bu raporu vermek zorundadır (UHK 217). Hastane ve
diğer resmi sağlık kurumlarında defin ruhsatı o kurum müdür veya baştabibi
tarafından verilir ve usülüne uygun olarak resmi tabiplerce onaylanır (UHK 218). Hekim
bulunmayan yerlerde ölülerin muayeneleri sağlık memurları ve bu iş için
yetiştirilmiş memurlarca yapılır ve defin ruhsatı bunlar tarafından verilir.
Bunların da bulunmadığı yerlerde Jandarma Karakol Komutanları ya da köy muhtarları
tarafından verilir (UHK 219). Her belediye ve belediye olmayan yerlerde defin ruhsatı
verenler bu iş için bir kayıt defteri tutarlar. Bu deftere ölenin ismi, adresi, ölüm
tarihi, belli ise ölüme yol açan hastalık ve defin ruhsatını verenin adı yazılır.
Bu bilgi her ay sonunda toplanarak öbür ayın 15'ine kadar en yakın hükümet
tabipliği veya sağlık müdürlüğüne bildirilir. Sağlık kurumlarınca da yerel
nüfus idarelerine ihbar olunur (UHK 220). Ölü muayenesinde kaza veya bulaşıcı
hastalıktan şüphe edildiğinde, ilgili makamlara haber verilmeden defin ruhsatı
verilmez (UHK 221). Mezarlıklarda her mezara bir ölü defnedilir ve mezarlıkların
bulunduğu arazinin yapısına göre belirlenecek bir zaman geçmeden aynı yerde ikinci
bir ölünün defnine müsade edilemez. Bu süre beş seneden az olamaz (UHK 223). Şüpheli
ölümlerin ihbarı:
Adli bir olay nedeni ile acil tedavi ve ameliyata tabi tutulan bir hasta ve yaralının
ölümü halinde hemen bölgenin Cumhuriyet Savcılığına ölüm ihbarı
yapılmalıdır. Suçlara dair ihbarlar sözlü veya yazılı olarak Cumhuriyet
Savcılığına, zabıta makam ve memurlarına ve sulh hakimlerine yapılabilir. Bu
ihbarlar kanuni makamlara iletilmek üzere vali ve kaymakamlara da yapılabilir. Sözlü
ihbarlar üzerine zabıt varakası tutulur (C.M.U.K 151) Adli
soruşturmayı gerektiren bir olayda, ölen kişiyi keşif ve otopsi yapmadan gömme
eylemi TCK 297. maddesine girer (Yargıtay 2. Ceza Dairesi 3.2.1988). T.C.K 297:
Maktülün (Ölenin) cesedini saklayan ve saklatan veya Hükümete haber vermeksizin ve
keşif olunmaksızın gömen veya gömdüren kimseler üç aydan bir seneye kadar hapis ve
ağır para cezası ile cezalandırılır. III-
TIBBİ GİRİŞİMLER NEDENİYLE HEKİMİN CEZA SORUMLULUĞU Ceza
hukuku " Kusursuz suç olmayacağını belirtmiştir". Kişi eyleminden doğacak
sonucu tahmin edemezse bu eylem suç olarak kabul edilmez. Sonuç öngörülebilir
değilse, kişi kendisinden beklenen özeni gösterse bile netice meydana gelebiliyor,
dikkat ve özene rağmen fiilin meydana gelmesine engel olunamıyorsa bu gibi neticeleri
doğurabilecek hareketlerden çekinmesi hiçkimseden istenmeyeceği için ortada
kusurluluk yoktur. Kusurluluğun kasıt (amaçlama) ve taksir (ihmal = savsama) olarak iki
türü vardır. Her iki kusur tipinde de ortak olan fiilin istenmesidir. Dolayısıyla
suçlar da kasıtlı ya da taksirli suçlar olmak üzere ikiye ayrılabilir. Kasıtlı
suçlarda kişi eyleminden doğacak sonucu öngörerek, tahmin ederek ve bu sonucu
isteyerek suçu işler. Kasıtlı suçlara örnek olarak kasıtlı adam öldürme (T.C.K
448, 449 ve 450. maddeleri) ile kasıtlı adam yaralama (müessir fiil=etkili eylem=darp)
(T.C.K 456 ve 457. maddeleri) suçları örnek olarak verilebilir. Ötenazi “iyileşmesi
mümkün olmayan hastanın öldürülmesi ya da tedavisinin kesilerek ölüme
terkedilmesi” kasıtlı adam öldürme suçuna girmektedir (T.C.K 448. m). Tıbbi
girişim esnasında neden oldukları yaralama ve ölüme sebebiyet durumlarında hekimler
hakkında özel yaptırım getiren bir kanun yoktur. Genel olan T.C.K 455 ve 459.
maddeleri kullanılmaktadır. Sağlık mensuplarının kusur oranları (kusurlulukları)
Yüksek Sağlık Şurasınca tespit edilir. IV-
YÜKSEK SAĞLIK ŞURASININ KURULUŞ VE ÇALIŞMA ESASLARI Yüksek
Sağlık Şurasının Kuruluş ve Çalışma esasları, Sağlık Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye göre yeniden
düzenlenmiştir. Anılan kararnameye göre Yüksek Sağlık Şurası, önemli sağlık
konuları hakkında ve tıbbi uygulamalar sonrası oluşan adli nitelik kazanmış
olaylarda görüş bildirmekle yükümlü kılınmıştır. Sağlık Bakanlığınca
ülkede hizmetleri veya eserleri ile tanınmış kişiler arasından 11 üye
seçilmektedir. Görev süreleri 1 yıldır. Ayrıca Bakanlık Müsteşarı, Araştırma
Planlama Koordinasyon Kurulu Başkanı, Temel ve Tedavi Hizmetleri Genel Müdürleri ile
Birinci Hukuk Müşaviri Şuranın doğal üyeleridir. Yılda en az bir kere toplanma
şartı getirilmiş olup, bakanlığın gerekli görmesi halinde olağanüstü
toplantılar yapılabilmektedir. 1219
sayılı Kanunun 75. maddesine göre tıbbi uygulamalar sonrası oluşan durumların adli
nitelik kazanması durumunda açılan ceza davalarında, ilgili mahkemenin diğer
bilirkişilere başvuru hakkı saklı kalmak kaydıyla Yüksek Sağlık Şurasının
görüşünün alınması zorunludur. Ceza Mahkemeleri için bağlayıcı niteliği olan
bu husus, Hukuk Mahkemeleri için geçerli değildir. Bu doğrultuda tıbbi yardım ve
müdahaleler sonrası oluşan durumlarda açılan tazminat davalarında mahkeme Yüksek
Sağlık Şurasının görüşünü almadan diğer bilirkişilerin görüşü
doğrultusunda da hüküm kurabilir. V- HEKİMİN ACİL MÜDAHALE ZORUNLULUĞU VE KAÇINMA
BİÇİMİNDEKİ SUÇLARI Hekimlik
mesleğini icra eden veya icra etmeye resmen yetkili olan kimseler, hayatı tehlikede olan
bir hasta veya yaralının tedavisi için davet edilmeleri halinde, zamanında çağrıya
uymak zorundadırlar. Ancak davetin hastanın yakınları ya da resmi görevliler (polis,
jandarma) tarafından yapılmış olması gerekir. Hasta ve yaralı ile ilgisi olmayan bir
kişinin haber niteliğinde olmak üzere doktora bir hastanın ya da yaralının tehlikede
olduğunu söylemesi çağrı sayılmaz. Hasta ve yaralının yeri uzaksa doktor uygun bir
taşıt aracı ile götürülür. Ancak ilkyardıma muhtaç hastanın bulunduğu bölgeye
yakın yerde resmi sıfatlı ve bu işlere bakmakla görevli bir tabip (sağlık ocağı
tabibi v. d.), sağlık merkezi ya da hastane gibi sağlık kuruluşları varsa, veya daha
yakında başka hekimler bulunuyorsa, davet halinde hekim isterse hastaya gidebileceği
gibi, yakında bulunan bir hekimin çağrılmasını ya da bir hastaneye götürülmesini
de önerebilir. Kamu kuruluşlarında ve tüzel kişiliği olan kurumlardaki hekim ve
diğer sağlık mensupları hastayı kabul etmek zorundadır. Özel olarak
çalışmasını yürüten bir hekim bir yerde yalnız çalışıyorsa hastayı kabul
etmemezlik yapamaz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 9.01.1991 tarih, E1, K1 sayılı
kararı, acil durumlarda hekimin hastaya gitmek zorunda olduğunu, aksi halde sorumlu
tutulacağını kabul etmektedir. İlk yardım ve acil tedavi yerel olanaklara ve
koşullara en uygun biçimde yapıldıktan sonra hekim tarafından gerekli görülürse
hasta bir hastaneye sevkedilir. Yerel olanakların kısıtlılığından gelişecek
durumlardan hekimin kanuni sorumluluğu söz konusu edilemez. Acil
tedavi; hayatı tehlikede olan ve erken müdahale ile kurtulması mümkün olan hastalar
ya da yaralılar için söz konusudur. Acil tedavide hekimin hem kısa sürede belli bir
disiplin içinde pek çok şey yapması birçok bilgi ile dolu olması ve öncelikle
hayatı kurtaracak şekilde hareket etmesi beklenmekte, hem de hukuki sorumluluklarından
hiç ödün vermemesi ve hukuk kurallarını eksiksiz olarak yerine getirmesi
istenmektedir. Hekimler acil durumdaki hastaya yardım etmekle yükümlüdürler. Eğer
hekim acil durumdaki bir hastaya yardım etmez ve hastanın ölümüne, hastalığının
ağırlaşmasına veya hastalığının ağır durumunun sürmesine neden olursa
“kusurlu etkili eylem” veya “adam öldürmeden” sorumlu olacaktır. (Yüksek
Sağlık Şurası 25.2.1970/6324, Yargıtay 4. Ceza Dairesi 28.2.1970, 28.2.1945/1394. 6).
Türk
Tabipleri Birliği Kanunu 38. maddesine göre; Türk Tabipleri Birliği Haysiyet Divanı
kanunun yüklediği görevleri yerine getirmeyen hekimler hakkında inzibati (mesleki ve
disiplin cezası) ceza vermeye yetkilidir. VI-
HEKİMLERİN SIR SAKLAMA VE İHBAR(HABER VERME) YÜKÜMLÜLÜKLERİ Hekimlik
gibi kişinin yaşama alanına giren mesleklerde kişinin gizli ve özel sırları
hakkında edinilen bilgilerin "meslek sırrı" olarak saklanması zorunludur.
Aksi takdirde "sır sahibinin kişilik haklarına " saldırı olacağından
doktorun cezai ve hukuki sorumluluğu olacaktır. Bazı mesleklerde çalışanların,
işlerini düzenli yapabilmeleri için kendilerine başvuranlar ile güvene dayalı bir
ilişki kurmaları gereklidir. Hekime başvuran kimse, zorunlu olarak, sağlığına
kavuşmak için kendisi veya yakınları ile ilgili bazı özel bilgileri aktarmak
durumundadır. Hekim bu bilgilerin yanı sıra bireyin kendisine özgü, başkaları
tarafından bilinmesi istenmeyen özellikleri hakkında da bilgi sahibi olur. Meslek
sırrı olarak nitelenen bu bilgilerin saklanması tıbbi deontoloji tüzüğüne göre
zorunludur, açıklanması meslek ahlakına aykırıdır. Ayrıca kişilik haklarına da
saldırı olması nedeniyle meslek sırrının açıklanması Türk Ceza Kanunu'nda da yer
almıştır. Bir
hasta ya da yaralının başkaları tarafından bilinmeyen ve duyulması hoş
karşılanmayacak özellikleri ve hastalıkları sır sayılır. Toplumun ayıplamasını,
tiksinmesini, hastanın ekonomik durumunu ve geleceğini etkileyen hastalık, yasal
olmayan kürtaj, evli olmayan kadının çocuk doğurması veya düşürmesi, intihar gibi
toplum içinde kişinin onur ve saygınlığı ile ilgili olaylar sırdır. Toplumun
üzerinde durmadığı, her yerde söylenebilen hastalıklarla ilgili bilgiler ya da
hastanın herkes tarafından bilinen yönleri sır değildir. Ancak grip, trafik
kazasında yaralanma gibi sır niteliğinde olmayan bu tip sağlık durumlarının gizli
tutulması için hekime tenbih edilmişse aynı şekilde meslek sırrı olarak
saklanmalıdır. Meslek sırrının ifşası (açıklanması) kanunla da
yasaklanmıştır. T.C.K’nun
198. maddesine göre; “bir kimse meslek ve sanatı icabı olarak açıklanmasında zarar
meydana gelebilecek bir sırra vakıf olupta yasal bir sebebe dayanmaksızın o sırrı
açıklarsa 3 aya kadar hapis ve para cezasına mahkum olur”. Meslek
sırrı; bir mesleğin yapılması sırasında öğrenilen, sır sahibi tarafından
açıklanmaması öngörülen ve gerçekte başkaları tarafından bilinmeyen, bireyin
özel yaşamına ilişkin bilgi ve olay olarak tanımlanmıştır. Meslek sırrı
yalnızca mesleğin yapılması sırasında öğrenilen bilgiler olmayıp aynı zamanda
mesleğin kendisi ile de ilgili olmak durumundadır. Yalnızca hastanın
aktardıklarından ibaret değildir, hekimin muayene bulguları da sır kapsamındadır.
Dikkatsizlik veya önlem almama gibi nedenlerle sırrın başkası tarafından
öğrenilmesi hekimin cezalandırılmasını gerektirmez, ancak hukuki sorumluluk
doğurur. Sırrın geçerli olmayan nedenlerle açıklanması suçu oluşturur. Kendileri
de meslek sırrı ile bağlı olanlara sırrın açıklanmasının suç olmadığı
bildirilmektedir. Olgu tartışmaları, hekimin hekime bilgi vermesi, hastane protokol
defterine kayıt yapılması gibi. Hekim,
resmi istemler veya mahkemeler dışında hiçbir kuruma hasta hakkında rapor veremez.
Aile çevresine hastalığın prognozunun söylenmesi suç değildir. Hukuki
konularda da hekimler meslek sırrını açıklayamaz. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
48. maddesine göre kendisine sır verilen kimse mahkemeye çağrıldığı takdirde
olayın meslek sırrı oluşturduğunu öne sürerek şahitlikten çekilme hakkına
sahiptir. Bunu mahkemeye bildirir. Ancak yasal bir sebep ve daha üstün bir çıkarı
korumak düşüncesi ile sırrın açıklanması olanağı vardır. Yaralı ya da
hastanın yararına olacaksa veya mağdur sırrının açıklanmasına izin verirse
sırrın açıklanması uygundur. Verdiği raporun gerçeğe uygun olmadığı ileri
sürülürse gerçeğin kanıtlanması için hekim meslek sırrını açıklayabilir. Halk
sağlığı için tehlikeli bazı bulaşıcı hastalıklar ve zehirlenmelerin de
duyurulması zorunludur. Sır
sahibi hastanın rızası ile yapılacak açıklama hukuka uygundur. Ancak hekim
açıklamanın zararlı sonuçları olacağı durumlarda konuşmamalıdır. TCK 530. madde
kapsamına giren hallerde (suç ihbarı söz konusu ise) sır saklama hasta ve yaralının
korkmadan hekime ve hastaneye gidebilmesi ve kendisini tedavi ettirmesi için insancıl
bir görüşle gerekli görülmüştür. Önemli bir sebepten ötürü hasta ve
yaralının zararına da olsa meslek sırrının açıklanması olanağı vardır.
Yaralanmış, zehirlenmiş veya saldırıya uğramış bir kimseyi tedavi eden hekimin
olayı adalete bildirmesi mağdura ait bir sırrın açıklanması anlamına gelmez.
Çünkü sır mağdura ait olmayıp saldırıyı yapan kişi için önemlidir. T.C.K.
530. maddesine göre “Hekim, cerrah, ebe yahut sıhhıye memurları eşhas
(şahıslar=kişiler) aleyhine işlenmiş bir cürüm asarını (suç belirtisini)
gösteren ahvalde (durumda) sanatlarının icabettirdiği yardımı ifa ettikten
(uyguladıktan) sonra keyfiyeti (durumu) adliyeye veya zabıtaya bildirmezler yahut ihbar
hususunda teahur (gecikme) gösterirlerse bu ihbar kendilerine yardım ettikleri kimseyi
takibata (koğuşturmaya) maruz kılacak ahval (durum) müstesna (ayrık) olmak üzere
hafif cezayı nakdiye (para cezası) mahkum olurlar”. T.C.K.'nun
235.maddesine göre “Memurlar görevlerini yaptıkları sırada kamu adına
kovuşturmayı gerektirecek bir suç işlendiğini öğrenip de ilgili yerlere bildirmekte
ihmal ve gecikme göstermeleri durumunda” cezalandırılır. TCK'nun
296. maddesinde; “Cürüm işleyenleri saklamak ve cürmün delillerini yok etmek
cürümlerini tanımlamaktadır. Bu madde kapsamında hekimler, tedavi ettikleri
hastalarının sanık veya aranan bireyler olması durumunda, "yardım ve yataklık
etme" suçlarından yargılanıp mahkum edilebilmektedirler. Sağlık
hizmeti yapan hekimler için düzenlenen bu yasa maddesinde hekimlerin suç duyurusu için
bazı koşullar söz konusudur: Yasaya göre suç duyurusu, kişi aleyhine işlenen
suçlar konusunda yapılabilecektir. Bu nedenle hekimin kişi aleyhine işlenen suçların
dışında suç duyurusu yükümlülüğü bulunmamaktadır. Şahıslar
aleyhine işlenen suçlar Türk Ceza Kanunu'nda tanımlanmıştır; bunlar adam öldürme,
yaralama, terk etme veya fena muamele gibi suçlardır. Ancak çocuk düşürme veya
intihar girişimi gibi olaylarla karşılaşıldığında bu suçlar kişi aleyhine
işlenen suçlar kapsamında olmadığı için hekim suç duyurusunda bulunmak zorunda
değildir. İhbarda bulunduğunda meslek sırrını açıklamaktan sorumlu tutulabilir. Bundan
başka, yasada, hakkında suç duyurusu yapılacak kişinin bir suçun faili olmaması
gerektiği belirtilmektedir. Muayene edilen hasta, hakkında kovuşturma yapılacak kişi
yani fail ise, hekimin bu durumda suç duyurusu yapma yükümlülüğü yoktur. Bu
özelliğin yasaya konmasının amacı; hekimin asıl görevi olan sağaltım işlevini
yerine getirebilmesi ve bu görevi nedeniyle ortaya çıkan sırrı saklayabilmesidir.
Buna ek olarak kişilerin sanık veya suçlu da olsalar, ihbar edilerek
yakalanacaklarını düşünüp hekime başvurmaktan çekinmelerinin önlenmesi, yani
yaşam ve sağlıklarının korunması amaçlanmıştır. Hekim
gerek suçun niteliği, gerekse kıygının (mağdurun) yasalar karşısındaki durumunu
bir hukukçu gözü ile değerlendiremez. Hekim, hastasının kişiler aleyhine bir suç
işleyip işlemediğini, bu suçun onu kovuşturmaya uğratıp uğratmayacağını
kişisel olarak değerlendirebilecektir. T.C.K. 296. maddesinin hekimlere uygulanması
söz konusu olabilmektedir. Ancak bu konuda hekimler için özel bir hüküm (530)
getirilmiş olması nedeniyle 296. maddenin uygulanma alanının kalmadığı öne
sürülmektedir. Bu konudaki bir başka görüş; devlet memuru olan hekimlerin ve resmi
sağlık kurumlarının, TCK 235. maddesi nedeniyle ayırımsız, hakkında suç duyurusu
yapılması gereken tüm hasta ve yaralıların ihbar edilmesi gerektiğidir. Bu konuya
tam bir açıklık getirilmemiştir. Yataklı
Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği 86. maddesine göre; yataklı tedavi
kurumlarında muayene ve tedavi edilen vakaların T.C.K. 530. maddesinin müstesna
kıldığı haller dışında gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığı'na haber verilmesi
zorunludur. Ayrıca yaralı ve cesetten elde edilen delil niteliğini haiz eşyanın adli
makamlara aynen ve gecikmeksizin teslimi gerekir. Resmi veya özel sağlık kurumlarında
çalışan hekimler muayene ve sağaltım yaptıkları hastaları ile ilgili
kayıtlarını titizlikle ve ayrıntılı olarak tutarlar. Gerektiğinde hastaları
hakkında adli kurumlarda bilgi vermeye çağırılabilirler. VII-
HEKİMLERİN KİŞİLER ALEYHİNE İŞLEDİĞİ SUÇLAR TCK’nun
448. maddesine göre; “Hekim bir kimseyi acısını dindirmek için kasten öldürürse
(ötenazi) 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezasına çarptırılır (adiyen
katil). Öldürülen kişinin cinsiyet, ırk, milliyet ve sağlık durumu yönünden
ayırımı söz konusu değildir. Anomalili doğan canlı varlıkların öldürülmesi de
bu suçu oluşturur. Uterustaki fetusa müdahale adam öldürme olarak nitelendirilmez.
Öldürme kasdıyla aç bırakma da bu madde içinde değerlendirilir. Kişinin isteği ve
izninin olması suçu kaldırmaz. Tedavi
amacına yönelik olmayan yardımlar hastanın rızası bulunsa da hukuka aykırıdır.
Hukuka uygunluk için tıbbi girişimin tedavi amacına yönelmiş olması gerekir. Her ne
sebeple olursa olsun (kanunda ayrıca belirtilmemişse) kişinin tedavi amacı dışında
bir organının kesilmesine rıza göstermesi suç kastını ortadan kaldırmaz. VIII-HEKİMİN
HUKUKİ (TAZMİNAT) SORUMLULUĞU Hekimler
meslekte bir kusur yapmaları halinde cezadan ayrı özel hukuk yönünden de sorumlu
olurlar. Ceza hukukunda hukuka aykırılık devletin cezalandırma hakkının
kullanılması; özel hukukta ise zarar görenin zararının tazminiyle
sonuçlanmaktadır. Bir kimseyi bile bile ya da ihmal yoluyla zarara uğratan kişi bu
zararı ödemekle yükümlüdür. Hukuk davaları ceza davalarının sonucuna bağlı
değildir (Borçlar Kanunu (B.K.) 53. madde). Ceza sorumluluğu olmayan bir kişinin
hukuki sorumluluğu olabilir. Bir ceza davasından beraat etmiş olabilen kimse hakkında
hukuk ve tazminat davaları açılabilir. Tazminat
miktarının kapsamını tespit etmeden evvel, zararın gerçek miktarının belirlenmesi
gerekir. Genellikle zararın kesin miktarı, zarar görenin mahkemeye sunacağı belgeler
ve bilirkişi incelemesi ile ortaya çıkacaktır. Zararın varlığının tartışmasız
olduğu ancak, miktarının kanıtlanamadığı hallerde hakim, B. K nun 42. maddesi
gereğince kendi takdir hakkını kullanarak zarar miktarını tespit edebilir. IX-
TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERE YÖNELİK HEKİM TUTUMU VE YASAL DÜZENLEMELER A-CEZAEVİ
HEKİMİNİN GÖREVLERİ: Ceza
İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair
Tüzük’e göre; müstakil müşahede ve sınıflandırma merkezleri ile müşahede ve
sınıflandırma merkezi olarak kabul edilen veya teşkilatı müsait bulunan kurumlarda
yeteri kadar tabip bulundurulur. Ancak müstakil tabibi bulunmayan kurumların sağlık
işleri mahalli hükümet veya belediye tabipleri tarafından asli görevlerinin müsadesi
oranında yerine getirilir (45. m). Tabip; kurumun şartlarını düzenlemek, hükümlü
ve tutuklularla kurum personelinin muayene ve tedavisini yapmakla yükümlüdür (37. m).
Tabip, kurumu sık sık denetler ve acele tedbir alınmasını gerektiren önemli
hastalıklar hakkında derhal müdüre rapor verir. En az onbeş günde bir defa olmak
üzere kurumu tamamiyle gezerek sağlık durumuna ve lüzumu halinde alınması gereken
tedbirlere dair düşüncesini raporla müdüre bildirir (38. m). Tabip, kurum tarafından
satın alınan bütün gıda maddelerini muayene ve bunların kabul veya reddine dair
düzenlenecek tutanağı imza eder (39. m). Tabip, temarüz eden hükümlü ve
tutuklularla tedaviden kaçmaya çalışanların ve kurumun sağlığını bozacak
şekilde hareket edenlerin adlarını müdüre bildirir (40. m). Tabip, kurumda çıkan
hastalıkların nev'i ve hastalananların sayısına, hastalıkların önüne geçmek
için uygun gördüğü tedbirlere ve ayrıca iaşenin kalitesine, miktarına ve
dağıtım şekillerine, hükümlü ve tutuklular ile personelin temizliğine ve
elbiseleri ile yatak takımlarına, kurumun sıhhi tesisat, ısıtma, aydınlatma ve
havalandırma tesislerinin sağlık şartlarına uygun bir şekilde yürütülüp
yürütülmediğine dair hususları, her ay sonunda, hazırlayacağı bir raporla müdüre
bildirir. Müdür bu raporda belirtilen tavsiyelerin yerine getirilmesi için gerekli
tedbirleri alır (41. m). Zincir
ve demire vurma önlem olarak uygulanamaz. Kelepçe, akıl hastaları için kullanılan
gömlek ve benzeri bedensel hareketi kısıtlayıcı araçlar aşağıdaki haller
dışında kullanılamaz: a) Sevk ve nakil sırasında kaçmasını önlemek için b) Tıp
görevlisinin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbi nedenlerle c) Diğer kontrol
yöntemlerinin yetersizliğinde hükümlü ve tutuklunun kendisine veya başkalarına
zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için müdürün emriyle tıp
görevlisine derhal danışılması ve durumun ilgili idari makama bildirilmesi koşuluyla
(172. m). Hücre hapsi cezasının infazından önce hükümlü; tabip tarafından muayene
edilir. Muayene sonunda hükümlünün bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa, infaz
sonraya bırakılır veya tabibin uygun göreceği aralıklarla yerine getirilir. Ceza
süresi içinde hükümlü, tabibin gözetim ve denetimi altında bulundurulur (173. m). B-
HASTANELERE GETİRİLEN TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERE YÖNELİK HEKİM TUTUMU: Tokyo
Bildirgesinin ön deyişinde "Tıbbı insanlığın hizmetine sunmak, kişiler
arasında herhangi bir ayrım yapmadan beden ve ruh sağlığını korumak ve
iyileştirmek, hastaların acılarını dindirmek ve onları rahatlatmak, tıp
doktorlarına tanınmış bir ayrıcalıktır" denilmektedir. Türk
Tabipler Birliği'nin Aralık 1994 te bu konuyla ilgili bir bildirgesi yayınlanmıştır.
1.
Hastanede karşılaştığımız mahkum bizim için bir hastadır. Bu bağlamda hasta
hekim ilişkisinin konusu olmayacak şekilde şahsın yargılanmasına veya hüküm
giymesine gerekçe olan nedenin araştırılması anlamlı değildir. 2.
Kişinin hastaneye giriş kaydının yapılması sağlanmalıdır. 3.
Sorulduğu takdirde, hekim adını ve soyadını açıkça belirtmelidir. 4.
Muayeneler sırasında hastaların kelepçeleri açtırılmalı, klinik özgürlük
koşullarına ve hasta haklarına uygun tam bir ortam sağlanmalıdır. Bunun için
muayene ortamlarında hasta ve sağlık personeli dışında kimse bulunmamalıdır. Bu
hasta ve hekimin hakkı ve hekimin görevidir. 5.
Muayene sırasında herhangi bir darp izi saptanırsa, bu bir tutanakla tespit edilmeli,
kurum amirliği ve ilgili tabip odasına bildirilmelidir. 6.
Tanısal yaklaşım için gerekli olan tüm tetkikler istenmeli ve bu konuda dış
etkilenimlere kapalı olunmalıdır. 7.
Hastalığı, tedavisi ve prognozu ile ilgili bilgiler bizzat hastanın kendisine
belirtilmelidir. 8.
Tüm bu bilgiler sevk kağıdına ad, soyad ve diploma numarası açık olacak şekilde
belirtilmelidir. 9.
Hastaneye yatırmanın gerekli olduğu durumlarda dış etkiye maruz kalmaksızın tıbbi
kanaatin gerektirdiği şekilde tavır alınmalıdır. Bu konudaki itirazlar resmi evraka
imzalı bir tutanak şeklinde geçirilmelidir. 10.
Mahkumların hasta yataklarına zincirlenmesi, kelepçelenmesi veya birtakım tıbbi
girişimlerin bunların eşliğinde gerçekleştirilmesi mutlaka engellenmelidir. 11.
Hasta odalarında jandarma ve gardiyan bulundurulmamalıdır. Hastane ve eklentilerinde
yetki ve sorumluluk hekimindir. Hekimler bu yetkilerini hekim dışı kişilere
devredemez. 12.
Mahkum koğuşları hastanelerin bir eklentisidir. Bu sağlık kurumunun iç
işleyişinden hekim sorumludur. Burada bulundurulan hastaların tedavi ve bakımları
aksatılmamalıdır. Gerekli sayıda sağlık personeli bulundurulmalı ve acil girişim
için gerekli donanım sağlanmalıdır. 13.
Hastaların tıbbi ve cerrahi tedavileri tıp dışı nedenler ve dinamiklerle
aksatılmamalıdır. 14.
Tüm hekimler bu tutumu almakla yükümlüdür, bu tutumlardan dolayı zarar gören
hekimler bu durumu acilen en yakın tabip odası ve TTB'ne bildirmelidirler. Konuyla
ilgili olarak Jandarma Genel Komutanlığı'nın 10 Ocak 1989 tarihli tamiminde şöyle
denilmektedir; Muayene
için jandarma muhafazasında sağlık kuruluşlarına götürülen hükümlü ve
tutukluların, muayene odalarında doktor tarafından muayene edilmeleri sırasında
meydana gelebilecek firar olaylarını önlemek üzere alınacak emniyet tedbirleri
aşağıda belirtilen esaslar dahilinde yapılacaktır.
1.
Muayene odasında kapının dışında firara yarayacak pencere veya başka bir çıkış
yoksa, yani oda muhafazalı ise bu takdirde muhafız jandarma, muayene sırasında
kapının dışında bekleyecek, içeri girmeyecektir. 2.Muayene
odasının dışarıya bakan penceresi varsa ve bina dışında emniyet tedbiri alma
imkanı mevcutsa, muhafız jandarma hem kapının dışında, hem de muayene odasını
görecek şekilde dışarıda tedbir alacaktır. 3.
Muayene odasının kapıdan başka dışarıya çıkışı varsa ve dışarıda emniyet
tedbiri alma imkanı yoksa bu takdirde muhafız jandarma muayene odasına girecek, ancak
doktorun muayene yaptığı paravanlı bölmenin uzağında emniyet tedbiri alacaktır. Yataklı
Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği 75. maddeye göre; Yataklı
tedavi kurumlarına yatırılan tutuklu ve hükümlülerin kurumda kaldıkları sürece
muhafazaları ilgili adli makamlarca sağlanır. Bu gibilerin kaçmasından veya suç
işlemelerinden kurum idaresi sorumlu tutulamaz. Ancak kurum yöneticileri tutuklularla
ilgili hasta ziyareti ve benzeri işlerle kontrol ve muhafaza işlerinde adli sorumlulara
yardımcı olacak özel tertip ve tedbirler aldırır, durumdan devamlı bilgi sahibi
olur. Kurumda hükümlülere mahsus demir parmaklıklı, pencereli koğuş veya oda
bulunmadığı veya bunlara ayrılan yataklar dolu olduğu takdirde hükümlü ve tutuklu,
ilgili adli makamlarca başka bir kuruma sevkedilir. Adli mercilerce müşahede altına
alınmasına lüzum görülen vakalar, ancak müsait yerleri veya ilgili uzmanı bulunan
kurumlara sevkedilebilir. Tutuklu ve hükümlülerin yattığı kurumlarda, bütün
inzibati sorumluluğu üzerine alan cezaevi sorumlularınca yeteri kadar muhafız
bulundurulur. Tutuklu ve hükümlü hastalar ve bunların muhafazası ile ilgili
görevliler kurum disiplinine uymaya mecburdurlar. X-
AÇLIK GREVLERİNDE HEKİM TUTUMU Türk
Tabipleri Birliği Merkez Konseyi'nin 5739-90 sayı 12.11.1990 tarihli genelgesi (Açlık
grevleri karşısında hekimlerin alması gereken önlemler): Açlık
grevi yapan kişiye hekimin karşılaşacağı tıbbi sorunları anlatması gerekir. Açlık
grevi yapan kişi zorla beslenmemelidir. (Dünya Tabipler Birliği Bildirgeleri-Tokyo
Bildirgesi Madde5.) Açlık
grevi yapan kişi sık sık muayene edilmeli, tespit edilen bulgular düzenli olarak
sağlık kartına kaydedilmelidir. Açlık
grevi yapan kişi direnci düşeceği için sessiz, havalandırması iyi, ılık ve hafif
nemli bir yerde bulundurulmalıdır. En basit travmalar bile bu kişilerde öldürücü
olabilir. Yaşamını
sürdürebilmesi için, dilerse tuz ve şeker almasına izin verilmeli, tuz-şeker
kısıtlaması yapılmamalıdır. Yapılan
muayenelerde, sağlık açısından kritik bir durum ortaya çıktığında tutuklu/mahkum
derhal hastaneye sevkedilmelidir. Açlık
grevini bırakan kişiler, hemen normal beslenmeye alınmamalı, grevde kaldığı
süreyle paralel olarak gerekirse damardan sıvı verilmesi şeklinde azar azar, yumuşak
basit gıdalarla beslenmelidir. Açlık
grevi sonrası oluşan enfeksiyon, bilinç bulanıklığı, derin anemi v.b durumlar özel
olarak değerlendirilmelidir. Açlık
grevinde bulunan kişinin sağlığının sorumluluğu büyük ölçüde hekimin
üzerindedir. Hekime bu çerçevede tıp-dışı gerekçelerle baskı yapılması
engellenmelidir. TTB'nin
1994 Aralık Tarihli Bildirgesi; Açlık
grevi, genellikle cezaevlerinde, daha az olarak başka yerlerde başvurulan bir protesto
biçimidir. Açlık grevi yapan kişi karşısında hekim şunları yapmalıdır; 1.
Açlık grevindeki kişinin sağlık durumu ile ilgili bir kart çıkarır. Kişinin
ayrıntılı bir tıbbi öyküsünü alır. Tam bir fizik muayenesini yapar. Hangi gün
(1. gün görmesi tercih edilir) kişiyi gördüyse; genel durum, kilo, tansiyon, nabız
vb. bulguları karta işler. 2.
Açlık grevindeki kişiye, açlık grevinin olası sağlık sorunlarını anlatır.
Vücut bakımının düzenli yapılması gerektiği konusunda bilgi verir (diş, ayak,
vücut, tuvalet bakımı gibi). 3.
Hergün kişiyi görür ve gereken muayeneleri yapar. Sonuçları karta işler. 4.
Olanak varsa, kan ve idrar tahlillerini yaptırır. 5.
Özellikle kalp, böbrek, karaciğer, mide, endokrin hastalıkları olanlara, açlık
grevinin daha fazla tahrip edici etkileri olduğunu anlatır. 6.
Açlık grevi ölüm orucu niteliğinde değilse, kişilere alabileceği kadar ağızdan
su, tuz, (beş bardak suya 1 çorba kaşığı), şeker (beş bardak suya 1 tatlı
kaşığı) almasını söyler. Bu maddelerin alınması konusunda tıbbi rapor düzenler.
7.
Kişinin durumu kötüye gittiğinde durumu kendisine iletir. Ancak açlık grevini
bırakması konusunda kendisine baskı yapmaz. Zorla serum vb. verilmesi doğru değildir.
Açlık grevi yapan kişilerin, ılık ve nemli bir ortamda, çok fazla fiziksel
aktiviteye tabi tutulmaksızın bulunabilmelerini sağlar. Bu amaçla rapor düzenler. 8.
Açlık grevinin 1. haftasından itibaren, olası acil durumlar için açlık grevindeki
kişileri bilgilendirir ve gerekli hazırlıkları yapar. 9.
Açlık grevi sırasında, kişilere zorla fiziksel aktiviteyi arttırıcı işler
yaptırılmaması konusunda, yetkilileri uyarır. 10.
Açlık grevi bir nedenle sona erdiğinde, tüm kişileri sistemik bir muayeneden
geçirilir. 11.
Açlık grevinden hemen sonra normal beslenmeye geçilmez. Özellikle ilk 3 gün
karbonhidrattan zengin, ama kalorisi yüksek olmayan, hafif katı besinlerle başlanır.
Giderek karbonhidrat miktarı azaltılarak, protein ve yağ oranları yükseltilir. Kalori
yavaş yavaş arttırılır. Normal beslenmeye 5 günden önce geçilmemesi önerilir. Diğer
Belgeler: Dünya
Tabipler Birliği Tokyo Bildirgesi Madde5: Bir
hükümlü beslenmeyi reddettiğinde, eğer hekim gönüllü olarak reddetmenin yol
açacağı sorunlar üzerinde kişinin tavrı ve doğru bir yargıya varacak yetenekte
olduğu kanısında ise, bu kişiyi damardan beslemeyecektir. Hükümlünün böyle bir
yargıya varma yeteneği ile ilgili karar, en azından bir başka bağımsız hekimce
onaylanmalıdır. Beslenmeyi reddetmenin yol açacağı sonuçların hekim tarafından
hükümlüye anlatılması gerekir. Konuya
ilişkin Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel
Müdürlüğü'nün 6.12.1993 tarih 52530 sayılı yazısında şöyle denilmektedir; “Adli
Tıp Kurumu Başkanlığının 4.12.1993 tarih ve 93-727 sayılı Başkanlar Kurulu
Kararı aşağıya çıkarılmıştır: “Gıda ve su almayı reddetme, tedaviyi kabul
etmeme hallerinde, vücutta yıkım iki aşamada olur. 1. aşamada bedende görülen
arızalar red olayının kalkması halinde kalıcı bir arıza bırakmadan düzelebilen ve
reverzibl denilen dönem olup, bu dönemden sonraki 2. aşama olan ve irreverzibl denen
dönemde kalıcı hastalıklar veya ölüm meydana gelir. Bunlar
kişinin bedensel yapısı, alışkanlıkları, yaşı ve başkaca kendisinde mevcut eski
bir hastalığın bulunup bulunmaması ile çok değişik durumlar gösterir. 20-60
yaş dilimindeki kişilerde, önceden bir hastalığın veya başkaca bir yetersizliğin
bulunmaması halinde su ve gıda almayı reddetmelerinde, 1. safhada; 1-Kiloda %15 kayıp,
2-Bacaklarda ve vücutta ödem başlaması, 3-Kan basıncının maksimum değerinin 90
mmHg nin altına düşmesi, 4-Vücut hararetinin 36°C
derecenin altına düşmesi, 5-Adelelerde myokimi ve fasikülasyon ile krampların
görülmesi, 6-Nabız sayısında azalma, 7-Solunum havasında aseton kokusunun
alınması, 8-İshal ve kusmaların başlaması Laboratuvar
olarak; 1- Gıda alınmamasına rağmen kan proteinlerindeki azalmanın düşme hızının
belirgin bir şekilde yavaşlaması, 2-Kan üresinin %60-70 mg. ın üstüne çıkması,
3-Kalp elektrosunda değişimlerin başlanması, 4-Kanda keton cisimlerinin (Asetoasetik
asit, aseton, beta-hidroksi bütirik asit) artması, 5-Kan lenfositlerinin milimetreküpte
1500 ün altına düşmesi, gibi durumlardan herhangi birinin görülmesi, su reddinin 4.
günü, gıda reddinin ise 10. günü geçmesi durumları hudut olarak 1. safhayı
kapsayıp, bunlardan daha ağır değişimlerin olması halinde kalıcı ve ölüme yol
açabilecek bir duruma işaret olarak kabul edilmesi gerektiği; dolayısıyla tıbbi
açıdan, şahsın iradesine bakılmaksızın tıbbi müdahale yapılması gerektiği
kanaatine Adli Tıp Kurumu Başkanlar Kurulunun 4.12.1993 günkü toplantısında
varılmıştır”. Adli
Tıp Kurumu Başkanlar Kurulunun söz konusu kararı gereğince; 1.
Açlık grevine giden ve tedavi kabul etmeyen tutuklu ve hükümlülerden kurum doktoru
tarafından uygun görülenlerin tam teşekküllü sağlık kuruluşlarına sevklerinin
sağlanması 2.
Mülki amirliklerle ve sağlık kuruluşu yöneticileriyle temasa geçilerek; Adli Tıp
Kurumu Başkanlar Kurulu'nun kararında belirtildiği şekilde, tutuklu ve hükümlülerin
rızalarına bakılmaksızın tedavi ettirilmeleri hususunda gerekli işbirliği
ortamının yaratılması için bilgi ve gereği rica olunur.
Adalet
Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 7.4.1993 gün 12796 sayılı
yazısında; 16-Açlık
grevine girenler için ilk gün yemek çıkartılacak, yemekler alınmadığı takdirde
makul bir süre beklendikten sonra geri alınacak, durum tutanakla tesbit edilecek ve
ancak yeniden talepleri halinde yemek verilecektir. Açlık grevini bir günden fazla
sürmesi halinde ikinci ve devamı günler için yemek çıkartılmayacak, açlık
grevinin devamı süresince iaşe bedeli karşılığında şeker, bal, tuz, ıhlamur,
çay ve meyvesuyu verilmesi sağlanacaktır. Hükümlü ve tutuklular tarafından ücreti
karşılandığı takdirde iaşe bedeli dışında bu uygulamaya yer verilecektir. 17-
Hükümlü ve tutukluların açlık grevine gitmeleri halinde veya varsa halen
sürdürmekte oldukları açlık grevi nedeniyle cezaevi tabipliğince muayeneleri
yapılarak, her bir tutuklu için düzenlenecek ayrı ayrı raporlardan sonra, hastaneye
kaldırılmaları gerekenlerin bekletilmeksizin tam teşekküllü sağlık kuruluşlarına
sevklerinin yapılması, buralara sevkedilen tutuklulardan tedavi kabul etmeyenler olduğu
takdirde yeniden cezaevine iade edilmeleri önlenerek gözlem altında tutulmaları ve
hayati tehlike sınırı içine girenlere tıbbi müdahalede bulunulması sağlanacak,
bunların sağlık durumlarını gösterir raporlar mutlak alınarak bakanlığımıza
faks ile gönderilecektir... Adalet
Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü’nün 1.12.1993
gün, 51420 sayılı yazısı; 1-Açlık
grevine giden tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumlarının, her gün sürekli
olarak, kurum doktoru tarafından takip olunması, her tutuklu ve hükümlü için
günlük sağlık durumunu gösterir takip dosyası açılması. 2-Açlık
grevi nedeniyle sağlık durumları ciddi görülenlerin mutlaka Devlet Hastanelerine
sevklerinin yapılması 3-İlgili
sağlık kuruluşlarıyla temasa geçilerek Devlet Hastanelerinde bulunan tutuklu ve
hükümlü koğuşlarındaki fiziki koşulların bir an önce düzeltilmesinin
sağlanması 4-Özellikle
süresiz açlık grevlerinde a)Kurumda
bir ambulansın devamlı hazır bulundurulması, kurumda ambulans bulunmadığı takdirde,
mülki amirliklerden bu konuda yardım talebinde bulunulması b)Kurum
revirlerinin ihtiyaçlarının biran önce giderilmesi, gerektiği takdirde
Bakanlığımızdan bu husus için ödenek istenilmesi. c)Kurum
doktoru yeterli olmadığı hallerde, vardiya sistemi uygulanarak 24 saat doktor
bulundurulacak şekilde düzenleme yapılması, eksik doktor ihtiyacı için mülki
amirlik ve sağlık müdürlükleri ile işbirliğine gidilmesi d)Hastaneye
sevkedildiği halde, tedaviyi kabul etmediği için cezaevine geri gönderilen tutuklu ve
hükümlülerin herbiri için "tedaviyi kabul etmediklerine dair" tutanak
düzenlenerek, tutanakların aslının takip dosyalarında saklanması, bir örneğinin
son sağlık durumunu gösterir bir raporla birlikte faksla Bakanlığımıza
gönderilmesi... XI-
TABİP ODALARININ GÖRÜŞLERİ Hekim
mesleğini uygularken deontoloji, tıbbi etik, uluslarüstü nitelikteki belgeler,
anayasalar ve yasalarda belirtilen kurallara vicdani, insani ve de yasal gerekçelerle
uymalıdır. Uygulamada hekimler sağlık hizmetinden kaynaklanan sorunlar dışında ek
olarak olağanüstü koşulların eklendiği durumları da sıkça yaşamaktadır. Hekim
mesleki uygulamalarından dolayı, işkence ya da kötü muameleye katılmayı
reddettiğinde kendisi ve yakınları baskı, tehdit, işi kaybetme riski gibi sorunlarla
karşılaşmamalıdır. Bu durumlarda hekimin tıbbi etiğe saygı duyabilmesi ve
ihlallere karşı çıkabilmesi için kendisine hertürlü destek verilmelidir. Bu destek
görevi Tabip Odalarına düşmektedir. Hekimler
hasta ile karşılaştığında hastanın ve koşullarının durumunu ayrıntılı olarak
değerlendirmeli ve hastanın yararına olan her şeyi yapmakla yükümlü olduklarını
bilmelidir. Hastadan müdahale izni aldıktan sonra bu yardımı yapabilmesi için
"klinik özgürlük" koşullarını sağlamalı, kimliğini hastaya
açıklamalı ve hastanın kimliğini de tespit etmelidir. Eğer hastada bilinç kaybı
varsa hekim herhangi bir acil vakada uygulanacak etik kurallara uygun biçimde müdahale
etmelidir. Tedaviyi kabul eden ve bilincini kaybetmiş hastaya tıbbi yardım yapmamak da
işkence anlamına gelir. İşkence sırasında sağlık durumu bozulan kişiye tedavi
istenebilir. Böyle bir durumda hekim hastaya müdahale etmezse ve bundan dolayı
hastanın sağlığında düzelmeyecek bir sonuca yol açacak bir bozulma meydana gelirse
sorumlu olur. Acil
müdahale durumunda kalan hekimin, başvurunun resmi olmasını, tıbbi müdahalenin kendi
inisiyatifinde ve belirlediği ortamda yapılmasını, müdahale sonrası izleme
olanağının verilmesini, muayene ve tedavi ortamında güvenlik görevlilerinin
bulunmamasını sağlamaya çalışması ve en kısa süre içinde durumu meslek
örgütüne bildirmesi ilkesel bir davranış biçimidir. 1-
ADLİ OTOPSİLER VE ADLİ PATOLOJİ 6- HEKİMLERİN YASAL
SORUMLULUKLARI 7- İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE HEKİM
SORUMLULUĞU 9- HEKİMLERİN YASAL SORUMLULUKLARI 10-ZEHİRLENMELER VE MADDE BAĞIMLILIĞI |