Tanıtım Çalışanlar Veriler Eğitim Önemli Bilgiler Linkler Kapadokya Açılış Sayfası |
ADLİ
PSİKİYATRİ Dr.
Ümit BİÇER, Dr. İ. Hamit HANCI Genel
olarak tıbbın çeşitli konularının yasal kavram ve sorunlarla ilişkileri adli tıp
başlığı altında ele alınmaktadır. Adli psikiyatri ise adli tıp ve psikiyatri
dallarının yasal sorunlar karşısında birlikte ele alındığı farklı bir uzmanlık
alanıdır. Bir suç ya da hukuksal bir işlem sırasında kişilerin irade, şuur ve
hareket serbestisi ile olayları değerlendirip onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme
yeteneğinin sağlıklı olması gerekmektedir. Bu değerlendirme adli psikiyatri
tarafından yapılmaktadır. Bir
adli psikiyatrik sorunun çözümü için konuyu geniş bir biyo-psiko-sosyal boyuta
oturtmak ve bu görüş spektrumunda hiç bir önyargıya kapılmadan objektif bir yargı
ile sorunu etik ilkeler ve yasalar çerçevesinde incelemek esastır. Adli psikiyatride
bir olayı aydınlatmak için temel olan bu yaklaşımın yanında, olayın yasalar
dışında varolan tıbbi boyutu da hiç bir zaman gözden kaçırılmamalıdır. Adli
olgularda hekimler tıbbi yardım ve tedavi konusunda -hele bu tedavi ve yardım
psikiyatrik bir boyut içeriyorsa- zaman zaman yeterli inceleme ve değerlendirmeyi
yapamamakta ya da eksik bırakabilmektedir. Karşımızdaki suçlunun bir insan, bir hasta
olduğu gerçeği hekimlik sanatının hiç bir zaman unutulmaması gereken temel bir
ilkesidir. Adli
psikiyatrik değerlendirmede dikkat edilmesi gereken noktalar şu başlıklar altında
toplanabilir: Kişinin
biyo-psiko-sosyal gelişimi, ruhsal sağlık ve durumu (Olay sırasındaki ruhsal durumu,
yapmış olduğunu eylemi değerlendirme şekli, olay öncesi-sırası-sonrası tutum ve
davranışları), tıbbi ve kriminal öykü, olayın türü, eylem veya suçun
gerçekleştirilme biçimi ve koşullarıdır. Biyo-Psiko-Sosyal
gelişim
Diğer
canlı türlerinden farklı olarak, insanın doğa karşısında gelişmiş ve
olgunlaşmış bir birey olarak kendi başına yaşayabilecek duruma gelme süreci daha
uzundur. İnsanın olgunlaşmasında, ergen bir birey olmasında bir aşama olarak kabul
edilen döneme çocukluk (ergenlik öncesi dönem) denir. UNICEF tarafından 2 Eylül 1990
tarihinde kabul edilen çocuk haklarına dair sözleşme ile bu dönemin 18 yaşına kadar
uzadığını belirtmiştir: “her insan uygulanan
kanunlara göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, onsekiz yaşına kadar çocuk
olarak sayılır.” Çocukluk
dönemini ergenlikten ayıran çeşitli özellikler sayılmakla birlikte temel ayrım
düşüncenin olgunlaşması süreciyle belirlenmektedir. Somut düşünceden kavramların
öğrenilmesi demek olan soyut düşünceye geçiş ile yüksek düşünce (kognisyon)
evresi başlar. Piaget çocuklarda 7-12 yaş
arası evreyi somut işlem, 12’den sonrasını ise lojik işlem olarak
adlandırmıştır. Algıyı oluşturan materyalin soyutlaştırılmış ve
genişletilmiş biçimi olan “düşünceden”, bir tecrübenin kalitesini kavrama olan
“anlama” ya gidiş uzun bir yoldur. Çocukluğun düşünsel dönemi çoğunlukla
somut verilerle oluşurken, ergenlikle birlikte artık daha soyut düşünmeye, gerçeği
gerçek olmayandan ayırmaya başlar. Çocuklar
belli bir devreye kadar başkalarına hatta kendilerine zarar verebilecek hareketleri
tahmin ve takdir edemezler. Bu nedenle yapılan hareketlerin anlamının ve sonucunun
takdir edilemediği çocukluk döneminde cezadan korkma ve ceza ile uslanma söz konusu
olamadığı gibi çocuk kendisine karşı işlenen suçların da ayrımına varamaz. Bu
dönemde çocukların çeşitli sosyal sorumlulukları yerine getirmeyeceği ve
dolayısıyla bu konularda herhangi bir sorumluluk üstlenip hareket edemeyecekleri kabul
edilmektedir. Ayrıca
sosyal gelişim de farklılık göstereceğinden; herhangi bir olay karşısında
çocukların farklı bilgi ve tecrübe içinde bulunabileceği, sosyal çevrelerinden
kaynaklanan ve kendi çevreleri içinde doğal olarak kabul edilebilecek
davranışlarının olabileceğini düşünmek gerekmektedir. Bu
gelişim sürecinin yasalar tarafından ortak değerlendirme kriteri yaş olmaktadır.
Yasalarda bu süreç kabaca çocukluk (11 yaş öncesi), ergenlik (11-15 yaş), adolesan
(15-18 yaş) ve erişkinlik (18 yaş üstü) olarak tanımlanmıştır. Sağır ve dilsiz
kişilerde ise anlama ve yorumlamanın daha geç başlaması nedeniyle sorumluluğun
olmadığı dönemin alt sınırı yasalarımızda 15 yaş olarak kabul edilmektedir. Yaş
verilen cezayı etkilediğinden tüm olaylarda dikkat edilmesi ve belirtilmesi gereken
temel bir unsurdur. Çocuklar
ergenlik hatta adolesan dönemleri sırasında bile karşılaştıkları olayları aynı
ölçüde sağlıklı yorumlayamayabilir (cinselliğin sözkonusu olduğu farklı ve
karmaşık bir olayda olduğu gibi). Bu nedenle çocuğun farklı alan ve kavramlar
konusundaki gelişimlerinin de değerlendirilmesi oldukça önemlidir. Ruhsal
durum
Çocuk
veya erişkinde biyo-psiko-sosyal gelişimin yanısıra ruhsal durum önem
taşımaktadır. Bir kişinin işlemiş olduğu bir suç veya yapmış olduğu işlemin
geçerli olabilmesi için tam bir akli sağlık içinde bulunması gerekmektedir. Tam bir
akli sağlık içinde bulunmayan kişilerin yapmış olduğu işlemler geçersiz olduğu
gibi işledikleri suçlardan da sorumlu tutulamazlar. Bazı hastalıkların da kişinin
ruhsal durumunu bir süreç için etkileyebileceği bilinmektedir. Bu yüzden kişinin
herhangi bir akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı içinde bulunmadığının
saptanması önemli bir adli psikiyatrik sorundur. Akıl
hastalıkları veya zayıflığının saptanması bir uzmanlık gerektirmekte ise de;
yargı bu durumun belirlenmesi amacıyla zaman zaman uzmanlığı olmayan hekimleri de
bilirkişi olarak atayabilmektedir. Böyle bir durumda hekimler verileri sağlıklı
olarak değerlendirebilmek için ayrıntılı bir psikiyatrik muayene yapmalı ve tüm
bulguları kaydetmelidir. Ancak bununla birlikte kesin bir kanıya varmak yerine bir
uzmanın görüşünü istemek; yasal yönden herhangi bir sakınca doğurmayacağı gibi
adaletin sağlıklı işlemesi için de daha yararlı olacaktır. Tıbbi
ve kriminal öykü
Kişilerin
daha önce geçirmiş oldukları hastalıklar ve işlemiş oldukları suçlar bir adli
psikiyatrik değerlendirmenin yapı taşlarıdır. Bazı psikiyatrik hastalıklar
dönemsel olarak ortaya çıkmakta ve bu dönemlerin dışında kişi sağlıklı bir
yaşam sürdürebilmektedir. Olay sırasında kişinin böyle bir durum içinde olup
olmadığı ancak ayrıntılı bir anamnezle ve kişinin daha önceki tıbbi
dosyalarının değerlendirilmesiyle anlaşılabilir. Ayrıca kişilerin işlemiş olduğu
suçlar ve özellikleri; olay hakkında aydınlatıcı ipuçları verebildiği gibi, bir
madde kullanımının alışkanlık veya bağımlılık düzeyinde olup olmadığının
yorumlanması sırasında da önem taşıyabilir. Ceza
Sorumluluğu (ehlİyetİ) Toplumsal
yaşamla ilgili kural ve düzenlemelerin yer aldığı yasalara aykırı davranışlar
suç olarak kabullenilmekte ve bu suçu işleyen kişiye bir ceza öngörülmektedir.
Yasalara
göre suç işleyen bir kişinin ceza görmesi için:
a) a) Yaş
ve ruhsal-zihinsel-bedensel olgunluk bakımından belli bir düzeye ulaşmış olmalı; b) b) Yaptığı
eylemin anlamını, doğuracağı sonuçları ve bunların toplum değer yargılarından
farkını bilmeli; c) c)
Eylemi
işlediği anda hareket ile irade ve şuur serbestisine sahip olmalı; d) d) Kendisine
uygulanan ceza ve infazından olumlu dersler çıkarabilmelidir. Belirtilen
bu temel özelliklere göre; bir kişinin, belirli bir tarihte, tam bir akli sağlık
içinde ve gerçekleştirdiği eylemin/suçun anlam ve sonuçlarını kavrayıp
sonuçlarını değerlendirme yeteneğinin kısaca bilinç ve eylem özgürlüğünün
yerinde olması ceza sorumluluğu olarak adlandırılmaktadır. Ceza sorumluluğu iki alt
başlık altında değerlendirilir. · · farik
ve mümeyyizlik
· · ceza
sorumluluğu Yaş,
sağır-dilsizlik, akıl hastalığı/ zeka geriliği gibi durumlar ceza sorumluluğunu
değişik oranlarda etkilemektedir. Farik
ve Mümeyyizlik;
“Fark etme ve sorumlu olma” olarak tanımlanan bu kavramın anlamı; iyiyi kötüden,
eğriyi doğrudan ayırt etme, görme ve seçme yeteneğidir. Bu yeteneğin çocuklarda
belli bir yaştan sonra oluştuğu bilinmektedir. Çocuklar ancak bu yeteneği
kazanmalarından sonra işledikleri suç karşısında sorumlu tutulabilirler. Türk Ceza
Yasası’nda çocuklara 11 yaşını bitirmeden önce herhangi bir suç için ceza
verilemiyeceği öngörülmektedir. Çocuklar TCK’na göre ancak 11 yaşını bitirip 12
yaşından gün almalarından sonra işledikleri bir suçun “farik ve mümeyyizi”
olabilecekleri kabullenilmektedir. “Farik ve mümeyyizlik” çocukların adolesan
dönemi olarak kabul edilen 15 yaşı bitimine kadar değerlendirilir, 16 yaşından gün
almış bir çocuk için artık “farik ve mümeyyizlik” geçerli olmayıp ceza
sorumluluğundan söz edilir. Özellikle
doğuştan sağır-dilsizlerde; algı ve ifade organlarındaki bozukluk nedeniyle
olayları gereği gibi algılayamayacakları ve hatalı reaksiyon gösterebilecekleri
gerekçesiyle yaş sınırları yükseltilmiştir. Sağır ve dilsiz çocuklar 15 yaşın
altında işledikleri suçlardan sorumlu tutulmamakta, bu çocuklar için “Farik ve
mümeyyizlik” 15 yaşını bitirmelerinden ve 16 yaşından gün almalarından sonra
söz konusu olmaktadır. Adli Tıp Kurumu uygulamalarında sağır-dilsizlerde farik ve
mümeyyizlik 24 yaşının bitip 25 yaşından gün almalarına kadar sürmekte ve 25
yaşından gün almış bir sağır-dilsiz için de artık “farik ve mümeyyizlik”
söz konusu olmayıp ceza sorumluluğu değerlendirilmektedir. Farik
ve mümeyyizlik muayenelerinde: Zeka
ve beden gelişimi, Suç
işlediği tarihte 11 yaşını bitirip 16 yaşından gün almamış olduğu, Herhangi
bir çocukluk devresi psikiyatrik sendrom bulgusu veya zeka geriliği bulunup
bulunmadığı, İşlediği
fiilin niteliğini ve bir suç olduğunu, yapılması ile başkalarının zarar
göreceğini ve kendisine ceza verileceğini bilecek derecede zeka gelişimine ulaşıp
ulaşmadığı,
Suçun
işleniş biçimi, İçinde
bulunduğu emosyonel koşullar ve sosyokültürel çevresi araştırılmalıdır. Farik
ve mümeyyizlik, özel uzmanlık alanlarınca çözümlenecek nitelikte yoğun bilgi ve
değerlendirme yöntemlerini gerektirmektedir. Hekim kendisine başvuran olgularda bu
konuları tüm ayrıntılarıyla araştırıp yargıya
sağlıklı bir sonuç vermelidir. 2253 sayılı Çocuk Mahkemeleri ile İlgili
Kanunun 20. maddesine göre “çocuğun
işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme yeteneğinin uzman kişilere tespit
ettirilmesi zorunludur.” Çocuk mahkemeleriyle
ilgili kanunun bu maddesine göre pratisyen hekimin verdiği “farik ve mümeyyizlik”
raporu geçerli değildir. Yargıtay kararlarına göre de; bu raporu veren hekimin
adli tıp, nöroloji ya da psikiyatri uzmanı olması gerekmektedir. Farik
ve Mümeyyizlikle ilgili yasalar TCK
53:
11 yaşını bitirmemiş bir çocuk her hangi bir suç işlediği takdirde suçun türü
ve çocuğun ruhsal-zihinsel gelişimi ne kadar mükemmel olursa olsun suçunun farik ve
mümeyyizi olarak addedilemez ve dolayısıyla hakkında herhangi bir ceza uygulanamaz. TCK
54:
Fiili işlediği zaman 11 yaşını bitirmiş ve 15 yaşını bitirmemiş çocuklar farik
ve mümeyyiz olmadıkları takdirde haklarında ceza uygulanamaz. 15
yaşını bitirmiş olup 18 yaşını bitirmemiş olanlar hakkında ceza indirimine
gidilir. TCK
57:
Fiili işlediği zaman 15 yaşını bitirmeyen sağır ve dilsizler hakkında ceza
uygulanamaz. TCK
58:
Fiili işlediği zaman 15 yaşını bitirmiş olup da yaptığı işin sonuçlarını
kavrıyamıyan sağır ve dilsizler hakkında ceza uygulanmaz. Ceza
Sorumluluğu (ehliyeti);
Yasalara göre; 15 yaşını bitirip 16 yaşından gün almış ve suç işlemiş olan bir
kişide -sağır ve dilsiz olmadığı takdirde- artık “farik ve mümeyyizlik” ten
söz edilemez. Yargılama sürecinde durumundan kuşku duyulan ya da akıl hastası
olduğu iddia edilen bir kişi 15 yaşının bitiminden sonra sanığı olduğu bir suç
karşısında ceza sorumluluğunun saptanması amacıyla uzman hekime sevk edilir.
Buradaki muayene sonucunda kesin karar verilemezse uzman hekimin önerisiyle kişi resmi
bir sağlık kurumuna gönderilerek gözlem altına alınır. Gözlem altındaki kişi
tutuklu kabul edilir ve bu süre cezadan sayılır. Verilen raporun yeterli bulunmaması
ya da raporlar arasında çelişki bulunması durumunda yetkili organ Adli Tıp Kurumu 4.
İhtisas Kurulu’dur. Yargı organları kişiyi Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’na
göndermeden önce Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas Dairesi’ne göndererek gözlem
altında bulundurulmasını isteyebilir. Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’nun vermiş
olduğu raporlara yargının itirazı olduğunda son karar organı Adli Tıp Kurumu Genel
Kurulu’dur. 18
yaşının bitiminden önce, 16-18 yaşları arasında olan çocuklarda impuls
kontrolünün yetersiz olması nedeniyle “yaşa
göre ceza sorumluluğu” uygulanır ve TCK’nın 55. maddesine göre, ceza 1/3
oranında indirilir. 18 yaşını bitirmiş ve 19 yaşından gün almış bireyde ise
yaştan kaynaklanan bir sorumluluk azalması söz konusu değildir ve “tam ceza sorumluluğu”ndan söz edilir.
Sağır-dilsizlerde ise “tam ceza sorumluluğu”ndan
24 yaşını bitirip 25 yaşından gün almalarından sonra söz edilir. Sağır
-dilsizlerde yaşa göre ceza sorumluluğu kavramı kullanılmamaktadır. Ceza
sorumluluğunda kişinin suç işlediği sırada ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracak
veya azaltacak kapsam ve nitelikte herhangi bir akıl hastalığı ya da akıl
zayıflığı içinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Kişinin
olaydan önce veya olaydan sonra herhangi bir psikiyatrik tablo içinde olması ceza
sorumluğunu etkilemez. Burada önemli olan suç işlendiği sırada ceza sorumluluğunun
(bilinç ve eylem özgürlüğünün) olmamasıdır. Psikiyatrik tablolar dışında
çeşitli tıbbi durumlar da kişinin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilir veya
azaltabilir. Psikotik
bozukluklar, şizofreni, paranoid bozukluklar, affektif bozukluklar, organik beyin
sendromu, demans, ileri derecede zeka gerilikleri (idiosi, embesilite) ceza
sorumluluğunun kalkmasına yol açan psikiyatrik tablolardır. Suç işlediği sırada bu
tablolardan biri içinde olan kişinin ceza sorumluluğu yoktur -herhangi bir ceza
verilmez- ve yargı organlarınca toplum güvenliği açısından bir akıl hastanesinde
muhafaza ve tedavi altına alınırlar (TCK 46). Sosyal
uyumun gerçekleşmesi ve bireyin toplum ve kendisi için bir tehlike oluşturmadan kendi
başına yaşayabilecek duruma gelebilmesi sosyal
şifa olarak değerlendirilmektedir. Muhafaza ve tedavi altındaki kişi bulunduğu
kurumun sağlık kurulunca şifa bulduğuna dair verilecek rapor üzerine mahkemece
serbest bırakılır. Bu raporda kişinin kontrol ve muayene edilip edilmeyeceği
edilecekse süre ve aralıkları belirtilir. Psikozların
daha hafif dereceleri, ağır nörotik bozukluklar, ağır kişilik bozuklukları,
alkolizm ve ileri derecede fobiler, ağır stres reaksiyonları, debilite-embesilite
sınırı ve aşağı debilite derecesindeki zeka gerilikleri’nde ise kişilerin ceza
sorumluluklarının tam olmadığı, yetersiz olduğu kabul edilir (TCK 47). Azaltılmış
ceza sorumluluğu uygulamada azami ve asgari olarak belirtilmektedir. Sorumluluğun ileri
derecede yetersiz olması veya yetersiz olması şeklinde yapılan bu nitelemeye göre
ceza 1/2 ile 1/3 oranında indirilir. Kişiler
hükümden sonra hastanede muhafaza ve tedavi altına alınmazlar. Bilinç
ve eylem özgürlüğünü ortadan kaldıran ancak akıl hastalığı veya akıl
zayıflığı olarak adlandırılmayan psikiyatri dışı çeşitli tıbbi tablolarda;
epilepsi krizi, üremi veya diabet koması, hipertiroidi krizi, karbonmonoksit,
karbondioksit, eter gibi maddelerin solunması, zehirlenmeler, yüksek ateş nedeniyle
oluşan bilinç bozuklukları’nda kişilerin ceza sorumlulukları ortadan kalkar veya
azalır. Alkol yada narkotik maddelere iptila derecesinde (fiziki bağımlılık)
bağımlı olanların bu maddeleri sağlamak için işlediği suçlara karşı ceza
sorumlulukları yoktur. Ancak kişinin istemli olarak alkol veya toksik madde alması ceza
sorumluluğunu hiçbir şekilde etkilemez. Yasada arızi durum olarak tamınlanan bu
tabloların sorumluluğa etki edebilmesi için etkenin oluşmasında suçlunun bir
kusurunun bulunmaması gerekir. Ceza
Sorumluluğu Muayenelerinde: Her ne kadar ceza sorumluluğunun saptanması uzman hekimler
tarafından gerçekleştirilmesi istenen bir işlem olsa da sanıklar çeşitli neden ve
muayeneler için hekimlere getirilmektedir. Gözlenen psikiyatrik bulgular, daha sonra
yapılan inceleme ve değerlendirmeler için yol gösterici özellikler taşıyabilir ve
zaman zaman da bir adli psikiyatrik durumun çözülmesinde en değerli bulgu olabilir. Bu
nedenle hekimlerin muayene sırasında saptadıkları bulguları ve kişinin ruhsal
durumunu -istenmese dahi- ayrıntılı olarak raporlarına kaydetmeleri, yalnızca
hekimliğin değil adaletin sağlıklı işlemesi için de oldukça önemlidir. TCK
46:
Fiili işlediği sırada şuurunun veya harekatının serbestisini tamamen kaldıracak
surette akıl hastalığına duçar olan kimseye ceza verilemez. Muhafaza
ve tedavi altında bulundurulma müddeti şifaya kadar devam eder, yalnız maznuna isnat
edilen suç ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz. Bu
raporda hastalık ve suçun içeriği gözönüne alınarak toplumun güvenliği
açısından kişinin kontrole tutulup tutulmayacağı, tutulacaksa süre ve aralığı
belirtilir. TCK
47:
Fiili işlediği sırada şuurunun veya harekatının serbestisini ehemmiyetli derecede
azaltacak surette akli malüliyete müptela olan kişiler hakkında verilecek cezada
indirime gidilir. TCK
48:
Suçu işlediği sırada arızi bir nedenden dolayı 46. ve 47. maddelerde sözü
edilenlerin dışındaki akli malüliyet durumlarında o maddelerdeki ahkam tatbik olunur.
İhtiyari sarhoşlukta veya ihtiyari kullanılan uyuşturucu madde etkisiyle işlenen
fiiller bu madde hükmünün dışında tutulur. Tahrİk Kişilerin
suç işleme nedenleri farklı olduğu gibi onları bu olaya iten nedenler de farklıdır.
Duygusal toleransa bağlı olarak, kişiler yaşadığı sıkıntı veya olaylara
değişik tepkiler gösterebilir. Tahrik olarak tanımlanan ve hakimin takdirine
bırakılan bu konu (TCK 51), çeşitli yazarlar tarafından adli psikiyatrik
değerlendirmenin bir boyutu olarak yorumlanmaktadır. DSM ve Dünya Sağlık
Örgütü’nün ICD sınıflamalarında yer alan; travmatik süreçlerin neden olduğu ve
değişik boyutlarda psikiyatrik bozukluklara yol açan stres reaksiyonları bu yorumu
güçlendirmektedir. Fizyolojik süreçte yer alan uyarı-yanıt ilişkisi, suçla
sonuçlanan olayın özelliği, süresi, şiddeti ve tekrarı yönünden insan
organizmasında bir yanıt yaratır. Olayın yaratmış olduğu duygusal yıkım sonucunda
kişinin vermiş olduğu tepki, kısacası bir suçta tahrik’in varlığı ancak
psikiyatrik açıdan sağlıklı olarak değerlendirilebilir. Madde
alIşkanlIğI ve bağImlIlIk
Bir
maddeyi kısa veya uzun bir süre kullandıktan sonra gittikçe artan miktarlarda almak,
aramak, kullanımına gerek duyulması durumunda kötüye kullanım, alışkanlık ve
bağımlılık kavramları gündeme gelmektedir. Toksik maddelerin bağımlılık
düzeyinde olmayan alışkanlığı başlıbaşına bir suç oluşturur. Madde kullanımı
bağımlılık düzeyinde ise kişiye bu nedenle bir ceza verilmeyip tedavisi amacıyla
bir hastaneye yatırılmasına karar verilir. TCK’da bağımlılık kavramı
karşılığı olarak iptila kullanılmaktadır. Bağımlılıktan söz edebilmek için
uygulamada Dünya Sağlık Örgütü’nün bağımlılık kriterleri kullanılmaktadır.
Bunlar; kişinin karşı konulmaz bir şekilde madde alımını sürdürmesi,
kullandığı madde nedeniyle çok sayıda sabıkası ve tedavi girişiminin bulunması
ile madde kullanımı sonucu sosyal yaşamının bozulmasıdır (iş, para kaybı vb.).
Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler “Zehirlenmeler ve Madde Bağımlılığı”
bölümünde aktarılmıştır.
HUKUKİ
SORUMLULUK (EHLİYET) Bireyin
bilinç ve eylem özgürlüğü içinde olayları kavrayıp onlardan sağlıklı
sonuçlara varabilme ve bilinçli, özgür seçimine dayalı, çıkarları doğrultusunda
tek başına karar alıp, kararlarını özgür iradesi ile eyleme dönüştürebilme
yeteneği, hukuki sorumluluk olarak adlandırılmaktadır. Hukuki sorumluluk, kişilerin
belli bir tarihte herhangi bir toplumsal sözleşmeyi gerçekleştirebilecek
sorumluluklarının/ehliyetlerinin varlığının değerlendirilmesine dayanır. Herhangi
bir akıl hastalığı, akıl zayıflığı içinde olmayan erişkin kişilerin hukuki
sorumluluklarının tam olduğu kabul edilir. Yargı hukuki sorumluluğun olmadığı ve
azaltılmış olduğu durumların değerlendirilmesini hekimlerden istemektedir. Adli
psikiyatrik açıdan ceza sorumluluğunda olduğu gibi hukuki sorumluluğun ortadan
kalktığı veya azaldığı durumlar benzerlik gösterir. Bu muayene ve kararlar özel
uzmanlık alanlarının bilgilerini gerektirir nitelikte olduğundan zaman zaman kişinin
bir süre yatırılarak değişik branşlarca takip edilmesi zorunluluğu doğmaktadır. EVLENME
ve BOŞANMA
Evlenme
bir medeni hak olup yalnızca aklı başında olan kişiler evlenebilir. Akıl hastaları evlenemezler (TMK 89). 17
yaşını bitiren erkek, 15 yaşını bitiren kızın evlenme hakkı vardır.
Olağanüstü durumlarda 15’ini bitiren erkeğin, 14’ünü bitiren kızın evlenmesine
hakim izin verebilir. Bu durumda hakim, bilirkişi sıfatıyla hekime başvurarak
gençlerin evlilik birliğini yürütecek cinsel gelişime ulaşıp ulaşmadığını
sorabilir. Evlenme özgür iradesiyle iki insanın yapmış olduğu toplumsal bir
sözleşme olduğundan evlilik sırasında karı
veya kocadan birinin akıl hastası olduğu ve mümeyyiz olmadığı akitten sonra
anlaşırsa evlenme hükümsüz sayılır (TMK 112). Akıl hastalarının evlenme
hakkı olmadığı gibi, boşanma hakkı da yoktur. Ancak evlendikten sonra ortaya çıkan ve evlilik yaşamını
karşı taraf için çekilmez bir duruma getirecek derecede ve son üç yıl içinde
sürekli olan bir hastalığın saptanması durumunda boşanma kararı verilebilir (TMK
133). CİNSEL
BİR EYLEMİN “AHLAKİ REDAETİNİ” ALGILAMA Cinsel
saldırı farklı boyut ve derecede “güçsüz” olanlara karşı uygulanan bir
şiddettir. Cinsel saldırı ve eylemlerde mağdurun bu eyleme yaklaşımı ve durumu
değerlendirmesi oldukça önem taşımaktadır. Cinsel saldırı kurbanları bu şiddetin
psikolojik etkilerini kısa ve uzun dönemde yaşarlar. Cinsel bir saldırıda eylemin
fiziksel bulguları dışında psikolojik boyutunun da araştırılması gereklidir. Bu
ayrıntılı bir psikiyatrik muayene yapılması ve zaman zaman da şiddetin
boyutlarının değerlendirilerek acil yardım sağlanması için hekimleri uyanık olmaya
zorlayan bir durumdur. Hekimler kendilerine getirilen cinsel saldırı kurbanlarına
oldukça hassas yaklaşmalı, yaşadıkları iddia edilen ya da yaşamış oldukları
şiddetin yeniden tekrarına yol açmadan muayene etmelilerdir. Adli
tıp ve adli psikiyatri uygulamalarında; hekime sık olarak mağdurun karşılaştığı
cinsel eylemin ahlaki redaetini algılayıp algılamadığı ve bu olaya ruhsal yönden
karşı koyup koyamıyacağı sorulmaktadır. Cinsel bir eylemin ahlaksal olarak
kötülüğünü anlamak “bir kişinin bir diğeri tarafından ırzına geçilmesi veya
o diğeri ile cinsel ilişkide-homoseksüel veya heteroseksüel- bulunma isteğinde
olması ve bu konuyu özgür irade ve kararı ile gerçekleştirmesi için, o kişinin,
giriştiği eylemin ruhsal-biyolojik-sosyal yönlerini tüm özellik ve ayrıntılarıyla
bilmesi, eylemin ileriki sonuçları ve neden olacağı durumları düşünebilmesi ve
bundan sonra istek ve arzusunun istikametinde karar vermesi” dir. Cinsel bir eylemin
ahlaki kötülüğünü algılamaktan ve olaya ruhsal yönden karşı koyma yeteneğinden
yoksun kimselerin “ırzına geçmek” bir suçtur. Cinsel bir saldırı ile
karşılaşan ve TCK’ya göre 15 yaşından küçük çocuklar ile aklen malüllerin bu
konudaki algılama ve anlama derecelerinin saptanması adli psikiyatrinin konusudur.
Kişinin bedenen olaya karşı koyup koyamayacağı önemli olmayıp, değerlendirme
kişinin ruhsal gelişimi değerlendirilerek yapılır. Yargı
açısından ahlaki redaeti algılamaya engel olan durumlarda sorulan diğer bir konu ise;
“mağdurda saptanan rahatsızlığın hekim olmayanlarca anlaşılıp
anlaşılamıyacağı ve mağdurun ifadelerine itibar edilip edilmeyeceği”dir. Konunun
uzmanları dışında olanların tanı koymak ve yasal yorumda bulunmak yerine;
saptadıkları bulgularla bir uzmanın konsültasyonunu istemeleri, çoğu durumda mesleki
pratiğimiz açısından en uygun davranış olabilir. Adli
psikiyatrik muayene sırasında dikkat edilmesi gereken bazı özel durumlar
Katastrofik
travmatik deneyimlerin ardından farklı ruhsal tepkiler gelişebilir. Bir çok insan
yaşanan şiddetli deneyime karşı sanki hiç bir şey olmamış gibi hayatını
bıraktığı yerden sürdürebilirken, ciddi psikiyatrik tablolara dek uzanan travma
öyküleri de gözlenmektedir. Olaydan hemen sonra ilk bir ay içinde başlayan ve biten
sorunlar bir ruhsal hastalık olarak görülmez. Bunların olağanüstü koşullara
verilen olağan tepkiler olduğu kabul edilir ve bozukluk adı verilmez. İlk altı ay
içinde başlayanlara akut bozukluklar, altıncı aydan sonra başlayanlara ise gecikmiş
başlangıçlar adı verilir. Ne zaman başlarsa başlasın altı aydan uzun süren
tablolar süregen bozukluklar olarak sınıflandırılır. Bir travmanın oluşturduğu
psikiyatrik bozukluklar müessir fiil kapsamında değerlendirileceğinden adli rapor
düzenlerken psikiyatrik değerlendirme ve bulguların mutlaka rapora kaydedilmesi
sağlanmalıdır. Travma
sonrası ortaya çıkan tepkiler farklı olabilmektedir. Bu tür yakınmalar akut stres
bozuklukları, posttravmatik stres bozukluğu (PTSD), depresyon, dissosiyatif bozukluklar,
uyum bozuklukları, alkol ve madde kötüye kullanımında artış, kısa psikotik
tepkiler, psikofizyolojik tıbbi hastalıklar gibi farklı belirtiler ve bozukluklar
içinde görülebilir. Epidemiyolojik veriler farklı tablolar içinde en çok
posttravmatik stres bozukluğunun görüldüğünü kaydetmektedir. (Breslau ve ark.
savaş dışı travmalara maruz kalan kişiler arasında PTSD görülme olasılığının
%23.6 olduğunu bildirmektedir. Daha
sonra ruhsal bir sorun gelişsin veya gelişmesin, katastrofik-travmatik deneyimleri olan
kişiler benzer devrelerden geçerler. İlk şaşkınlık devresinden sonra kişi otomatik
bir şekilde tehlike durumundan uzaklaşma ve kendini kurtarmaya çalışır. Toplu olarak
yaşanan bir felaket durumu söz konusu ise buna diğer canlıları kurtarma
davranışları da eklenebilir. Daha sonra durumunu yeniden değerlendiren kişi yeni
koşullar içinde kendine bir uyum sağlar. Uygun bir uyum sağlayan kişilerde
yakınmalar ilk ay içinde azalır veya kalkar: Ancak olağan insan deneyimi dışında
kalan yaşayan herkes için bir stres anlamını taşıyacak olan bu olayların ardından
ruhsal sorunların gelişmesi beklenebilir. Psikososyal travmalara neden olan temel
etkenler: iş veya trafik kazası geçirmek, bir yakınını veya uzvunu ani ve
beklenmedik bir biçimde kaybetmek, deprem, sel gibi doğal bir afet yaşamak, yaşamı
tehdit eden olağan üstü ortamlarda bulunmak, işkenceye maruz kalmak veya bunlardan
birine maruz bırakılmakla tehdit edilmek, askerlikte çatışmada bulunmak, soygun veya
benzeri bir saldırıya uğramak, çocukluk devresinde aile üyelerinden biri veya bir
yabancı tarafından fizik, cinsel, duygusal istismara uğratılmaktır. Posttravmatik
stres bozukluğunun erken uyarıları:
Yeniden canlanmalar, yineleyen kabuslar, bellek bozuklukları, alkol, ilaç, madde
kullanımında artış, öfke patlamaları, düşmanlık, huzursuzluk, içe kapanma,
dirençli bir depresyon, panik atakları, ağır korkuların gelişmesidir. Travma
sonrası yaşanan ruhsal sorunlar; olayı yeniden yaşama, kaçınma ve donukluk
belirtileri, artmış bir uyarılma hali şeklinde gözlenebilmektedir. Travmatik
bir deneyimin ardından yapılması gerekli olanlar:
Talep olmaksızın ivedi yardım önerilmelidir. Psikolojik destek; travmatik yaşantıyı
dinleme, empati, paylaşma, yakınlaşma zemininde başlar. Travmatik deneyimin hemen
ardından gözlenen her tepki olağandır. Olağandışı koşullara karşı gelişen bu
tepkilerin çok garip ve dramatik olarak sergilenmesi olağandır. Mağdurların önemli
bir bölümü (%80) kendi yakınlarının desteği ile profesyonel bir yardım almadan
travmatik yaşantı ile başa çıkabilmektedir, profesyonel yardım günlük yaşamı
anlamlı olarak bozan sorunlar ortaya çıktığında gereklidir.
Kişilerin
ilk tepkileri şiddetli bir panik atağından duygusal küntlüğe, sanki hiç bir şey
olmamış gibi inanılması güç bir sahte sükunete değişebilir. Bu tür tepkiler
bilinerek kişilere yaklaşırken cinsel travma örneğinde olduğu gibi travmatik
yaşantıyı yeniden tazeletecek olaya kişinin çok iyi hazırlanması gerekmektedir.
Özellikle karşı cinsten bir sağlık personelinin neyi neden yapacağını
açıklamadan muayeneye girişmesi ciddi sorunlar yaratabilir. Bu durumda kişinin yalan
söylediği önyargısına kolaylıkla varmamalı ve işbirliği için kişinin onayı
sağlanmalıdır. Cinsel travmalarda olduğu gibi eylemin doğurabileceği tıbbi durumlar
gözönünde bulundurularak cinsel yolla taşınan bir hastalığın bulaştırılıp
bulaştırılmadığı, gebelik olup olmadığı ve bunlara karşı alınabilecek
önlemler değerlendirilmelidir. Posttravmatik
Stres Bozukluğu: Aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde kişi
travmatik bir olayla karşılaşmıştır. A.
Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da
başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya
tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir. B.
Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır
(Çocuklarda bu dezorganize ya da ajite davranış tepkileri ile görülebilir.) Travmatik
olay aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) yoluyla sürekli olarak yeniden
yaşanır: A.
olayın, elde olmadan tekrar tekrar
anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların arasında düşlemler, düşünceler ya
da algılar vardır. (Küçük çocuklar travmanın kendisi ya da değişik yönlerini
konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler). B.
olayı, sık sık sıkıntı veren bir
biçimde rüya. (Çocuklar içeriğini tam anlamaksızın korkunç rüyalar
görebilirler). C.
travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi
davranma ya da hissetme (uyanmak üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile,
o yaşantıyı yeniden yaşıyor gibi olma duygusunu, illüzyonları, halüsinasyonları
ve dissosiyatif “flashback” epizotlarını kapsar) D.
travmatik olayın bir yönünü
çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun
bir psikolojik sıkıntı duyma E.
Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla
karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme Hekİm
- Kurban İletİşİmİnde (Kontur transferans) normalden sapma Kurbanda;
Korku, suçluluk, güvensizlik, izole olma duyguları hakimdir. Hekimde; travmanın
etkisini görmenin sıkıntısı, kendi düzenli dünyasının da bu duruma
gelebileceğini düşünerek güvensizlik ve anksiyete yaşanması olur. Reaksiyon olarak; l)
Olayı gözardı etmek ya da geri çekilerek duyarsızlığa kaçış. Bu bazı detayları
unutmaya yol açabilir. 2)
Meslek uygulanırken umutsuzluk duygusu. Becerilerin yetersizliğini düşünmek,
duygusallığın paralizisi, depresyon. Kurtarıcı kompleksine girip herşeyi
yapabileceğini düşünmek ama hiçbir şey yapmamak. 3)
Sadist duygular yaşamak. İşkenceciye karşı kızgınlık duyulması normaldir.
Anksiyete yaşattıklarından kurbanlara karşı iğrenme duygusu, ayrıca hekimler için
zor koşullara neden olduklarından kurbanlara kızgınlık duyguları ortaya çıkabilir.
4)
Hasta ile identifikasyon. Politik angajman, geçmiş travma, meslek benzerliği gibi
nedenlerin de yardımıyla kurban ile çok fazla özdeşleşme. 5)
Suçluluk duygusu. Annenin çocuğunun acısına duygusu gibi “o yaşadı ben
yaşamadım” yaklaşımı ile yetersizlik duygusunun doğması. Ayrıca politik düzeyde
yapılmayan şeylerden suçluluk duymak. 6)
Çevre tarafından böyle bir meslekte çalışmaktan ötürü marjinalize edilmenin
hıncını kurbandan almak şeklinde sorunlar yaşanabilir. 7)
Hekim kendi güvensizliği ile hekimlik normları arasında sıkışma, kararsızlık ve
çaresizlik duyguları yaşayabilir. 8)
Baskılara karşı çaresizlik duyabilir, boyun eğme tutumu alabilir. 9)
Karşısındaki hastanın yaşadığı koşullara bağlı psikolojik tutumunu -insanlara
güvenmeme, zarar görebileceğine ilişkin kaygıları- kendisine, kişiliğine
yöneltilmiş düşmanca tutum olarak algılayabilir, hastaya benzer duygularla yanıt
verebilir. 10)
Hekim kendi bireysel ahlaki, sosyal ve siyasi değerleri nedeniyle hastaya karşı
tarafsız bilimsel nesnelliğini koruyamayabilir. Kontur
transferansı aşmak için nedeni bulmak gerekir. 1-
ADLİ OTOPSİLER VE ADLİ PATOLOJİ 6- HEKİMLERİN YASAL
SORUMLULUKLARI 7- İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE HEKİM
SORUMLULUĞU |