Erzincan/Երզնկա
Kazasi
1914 Oncesinde,24.000 nüfuslu Erzincan şehrinde
13.109,kazaya bagli 38 köy ve kasabada ise
toplam 12.686 Ermeni yaşiyordu.Bölgenin
tamaminda 53 kilise ve 24 manastir
bulunuyordu.Şehirde Surp Nisan,Surp Yerrortutyun,Surp
Sarkis,Surp Pirgiç ve Surp Astvadzadzin
kiliseleri bulunuyordu.
Şehirdeki Ermenilere ait okullarin adlari ve 20.
yuzyil basinda bu okullarda öğrenim gören
öğrencilerin sayilari söyleydi: Krisdinyan (330
kiz 20 erkek),Naregyan (60 kiz,100 erkek),
Yeznigyan (250 erkek),Getronagan (280 erkek),Aramyan
( 120 erkek).I Dünya Savaşi öncesinde okul
sayisi yediyi,öğrenci sayisi ise 1.500 'ü
bulmuştu.
Şehrin çevresinde yer alan Surp Kevork,Surp
Nerses,Surp Giragos,Nizipli Surp Hagop,Şoğagat,Surp
Garabed Miamor,Surp Bogos-Bedros,Surp Tateos,Surp
Astvadzadzin gibi manastirlar, hac donemlerinde
imparatorlugun dört bir yanindan gelen
Ermenilerce ziyaret edilirdi.
Şehirde Ermeniler tarafindan yayimlanan Arti (çagdas)
ve Aror (Orak) adlmi iki Ermenice dergi,Ermenilerin
kurduğu bir tiyatro ve uç halk kutuphanesi
bulunuyordu.
Şehirde yasayan Ermeniler dericilik ve
dokumaciligin yani sira çesitli zanaatlarla
uğraşmaktaydilar.
Bugün Erzincan Şehir merkezinin nufusu 107.175,
merkez ilçeye bağli köylerin nüfusu ise
63.683'tur.
|
Ikl Kızılhaç
hemşiresinin ifadelerinin bir Isviçreli tarafından iletisi
Erzincan : Danimarka’lı, daha önce Erzurum’da Alman
asleri misyonunda hizmet etmiş olan iki Kızılhaç
hemşiresinin ifadsi. Bir Isviçreli tarafından bize
iletilmiştir.
1915 Martında , daha sonra tifüsten ölen bir Ermeni
doktordan, Türk hükümetinin büyük çapta bir katliama
hazırlandığını duymuştuk. General Passelt'ten bu
söylentilerin doğru olup olmadığını öğrenmemizi istemişti.
Daha sonra generalin ( kibar bir subaydı) de aynı şeyden
korktuğunu duyduk , bu yüzden görevinden alınmasını
istemişti. Tifüse yakalandı ve... sonuçta hastanenin
kadrosunda bazi değişiklikler oldu... Erzurum'dan ayrılmak
zorunda kaldık. Iyi hizmetleriyle Ermenilerde güven
uyandıran, Erzurum Alman Konsolosu'nun aracılığı ile,
Erzincan Kızılhaç'ında iş bulduk ve yedi hafta orada
çalıştık..
Haziran başlarında, Erzincan Kızılhaç misyonu başkanı
Operatör Dr. A bize Ermenilerin Van'da isyan ettiklerini ,
onlara karsi sert önlemler alınacağını , kitle halinde
idamlar yapılacağını ve Erzincan'in bütün Ermeni nüfusunun
göç ettirileceğini , bu insanların Mezopotamya 'ya
yerleştirileceğini, artık azınlık olacaklarını söyledi.Her
nasılsa katliam yapılmamış ve göçmenlerin beslenmesi,
askerlerin muhafızlığında göç ettirilerek kişisel
güvenliklerinin sağlanması konusunda önlemler alınmıştı.
Erzincan'da vagonlar dolusu bomba ve silahların ele
geçirildiği söylendi; tutuklamalar yapılmıştı. Kızılhaç'ın
sürgünlerle herhangi bir ilişki kurulmasi yasaklandı.
Belirli bir çevreden uzaklaşmak belirlenen sınırın dışında
yayan ya da atla dolaşmak da yasak edilmişti.
Bundan sonra ,Erzincan halkına mallarını mülklerini
satmaları için yedi günlük süre verildi, tabii bu mallar yok
pahasına satıldı. Haziran'ın ilk haftasında ilk konvoy yola
çıktı, varlıklı olanların araba kiralamalarına izin
verilmişti. Harput'a gideceklerdi. Izleyen üç gün boyunca
bunu diğer sürgünler izledi.Birçok çocuk Müslüman
ailelerinin yanına bırakılmıştı. Daha sonra yetkililer bu
çocukların da kentten gönderilmesine karar verdi.
Hastanemizde çalışan Ermeniler de aileleriyle birlikte
gideceklerdi.Hasta bir kadın onlarla gitmek zorundaydı. Bu
kadını tedavi eden Dr. Neukirch'in protestosu, kadının yola
çıkarılmasının birkaç gün ertelenmesine yetmedi. Ayakabı
tamircisi olarak çalışan bir asker, Hemşire B.'ye şöyle dedi:
kırk altı yaşındayım , yine de askere alındım. Askerden muaf
tutulmak için her yıl para ödüyordum halbuki. Hükümete karşı
hiç bir zaman herhangi bir şey yapmadım .Şimdi bütün ailemi,
karımı, beş çocuğumu, yeimiş yaşındaki annemi benden
ayırıyorlar, nereye gideceklerini bile bilmiyorum." Bir
buçuk yaşındaki küçük kızına çok bağlıydı . " Öyle tatlı bir
çocuk ki , gözleri öyle güzel ki" diyordu. Ertesi gün çıka
geldi. Gerçeği biliyorum, " dedi, " Hepsi öldürülmüş". Evet
, gerçek buydu. Türk aşçımız ağlayarak geldi, Kürtlerin
Kemah boğazında konvoya saldırdığını, her şeyi
yağmaladıklarını, göç edenlerden çoğunu öldürdüklerini
anlattı. Bu olay ,14 Haziran'da olmuştu.
Harput kolejinde öğretmenlik yapan, iki genç Amerikalı
öğretmen katliamdan sağ kurtulmuştu. Bunlar, göçmen
konvoyunun çarpraz ateş içinde kaldığını , yanlardan ateş
edenlerin Kürtler ve geriden ateş açanlarınsa Türk
başıbozuklar olduğunu anlattılar. Öğretmenler, kendilerini
yere atmış, ölû taklidi yapmışlardı; sonra dolambaçlı
yollardan Erzincan 'a geri dönmeyi başarmışlardı.
Karşılaşdıkları Kürtlere rüşvet veriyorlardı. Birinin
yanında nişanlısı vardı ve kadın kılığındaydı. Türk sınıf
arkadaşı tarafından gizlendi. Erzincan'a vardıklarında, bir
jandarma kızı zorla kaçırmaya kalkıştı, nişanlısı engel
olmak istedi. Genç adam öldürüldü ve kızlar Türklerin
evlerine götürüldü. Onlara iyi davrandılar, fakat dinlerini
değiştirmeye zorladılar. Bu haberleri hastanemizde hastalara
bakan genç bir doktora ilettiler, biz de böylece
öğrenebildik. Onları Harput'a götürmemiz için haber
bıraktıbize. « Ellerinde zehir olsa, kendilerini zehirlerler
», dedi doktor. Yol arkadaşlarının başına neler geldiğini
bilmiyorlardı.
Ertesi gün, 11 Haziran günü düzenli birliklerden bir kısmı (
86. Süvari Tugayı) "Kürtleri zarpturapt altına almaları için
" gönderildi.
Daha sonra, bu askerlerden, savunmasız Ermenilerin nasıl
öldürüldüğünü öğrendik, bir kisi bile sağ kalmamıştı.
Katliam saatlerce sürmüştü. Kadınlar dizleri üstüne çökmüş,
çocuklarını Fırat Nehri'ne atmislardı, vb. Genç bir asker
söyle diyordu : "Çok korkunç bir olaydıi, ben ateş etmedim,
ateş eder gibi yaptım . " Bir çok Türk'ten olayı
kınamalarını ve duydukları üzüntüyü dinledik. Asker bize
cesetlerin nehire taşınması ve katliamın izlerinin silinmesi
için kağnıların bile hazır bekletildiğini anlattı.
Ertesi gün mısır tarlalarını silahlarla taradılar. (Mısırlar
insan boyuydu ve içlerinde saklanan Ermeniler vardı.)
O zamandan beri, sürgün konvoyları ardı ardına gelmeye
başladı, yolda öldürüyorlardı. Ayrı ayrı mahallelerden
aldığımız bilgilere göre , onların başına geleceklerden hiç
kuşkumuz kalmamıştı. Daha sonraları Rum şöförümüz
kurbanların elleri arkalarına bağlı olarak, nehir yamacından
aşağı atıldığını anlattı. Insanların sayısı çok fazla
olduğundan ve onlardan kurtulmak güçleşdiğinde, bu yöntem
uygulanıyordu. Katillerin işini kolaylaştırıyordu bu.
Hemşire B. ve ben, tabii ki önce ne yapabileceğimizi
düşünmeye başladık ve bu konvoylardan biriyle Harput'a kadar
gitmeyi kararlaştırdık. Yoldaki katliamların hükümetin
emriyle yapılıp yapılmadığını henüz bilmiyorduk.
Jandarmaların Ermenilere karşı sert muamelelerini kendi
gözlerimizle görebileceğimizi söylediler. Kürtçe
konuştuğumuzdan ve Kürt kabilelerle iyi ilişkilerimiz
olduğundan , Kürtlerin saldırılarını belki de
önleyebilecektik.
Erzurum konsolosuna telgraf çektik. Hastanedeki işimizden
çıkarılacağımızı söyledik ve Almanya'nın çıkarı bakımından
Erzincan'a gelmesini istedik. Cevap olarak: " Görevimi
bırakıp gelmem olanaksız. 22 Haziran'da buradan geçecek olan
Avusturyalıları bekliyorum....." şeklinde bir telgraf
gönderdi.
17 Haziran akşamı, Kızılhaç eczacısı Mr .C.ile yürüyüşe
çıkmıştık. Sürüp giden mezalimden o da bizim kadar dehşete
düşmüştü, bu konudaki duygularını açıkça anlattı. O da
işinden çıkarılmıştı. Yolda bir jandarmayla karşılaştık.
Bize on dakika uzaklıkta, Bayburt'tan gelen büyük bir göçmen
kafilesinin bekletildiğini söyledi. Heycanlı bir biçimde ,
insanların nasıl birer birer öldürülüp uçuruma atıldığını
anlattı. "Keze, keze, geliyorlar! Öldürün öldürün, itin
uçuruma bunları! diye bağrışıyorlarmış Kürtler.
Asker, bütün köylerde, kadınların nasıl ırzına geçirildiğini,
kendisinin de bir kızı kaçırmak istediğini, ama onun kız
olmadığını söylediklerinde vazgeçtiğini anlattı. Çocuklar
ağlarsa ve yürüyüşü aksatırlarsa , kafaları ezilerek
öldürülüyorlardı. "Üç kıziın çıplak ölüleri yerde yatıyordu;
bir hayır işlemek için onları gömdüm." Bu sözlerle ,
anlattıklarını bitirdi.
Ertesi sabah, çok erken bir saate, sürgünlerin yürüyüş
kolunun evimizin önünden geçtiğini gördük. Erzincan'ın içine
doğru giden şose boyunca ilerliyorlardı. Arkalarından gittik
ve kente varıncaya kadar, bir saat onlara eşlik ettik. Mr.G.'de
bizimle geldi. Çok büyük kafileydi, ama içlerinde yanlızca
iki-üç erkek vardı, gerisi kadın ve çocuklardan oluşuyordu.
Kadınların çoğu delirmiş gibiydiler. Durmadan bağırıyorlardı:
« Canımızı bağışlayın, müslüman oluruz, Alman oluruz, ne
isterseniz oluruz , tek ki öldürmeyin bizi ». « Kemah
Boğazı'na boğazımızı kesmeye götürdüler bizi », sonra
elleriyle bıçakla boğazları kesilir gibi bir işaret
yapıyorlardı. Bazıları sessizdi, sırtlarında birkaç çıkın ve
kucaklarında çocuklarla, sabırla yürüyüp gidiyorlardı.
Bazıları çocuklarını kurtarmamız için yalvardılar. Bir çok
Türk çıkıp geldi ve kimsenin iznini almadan, anneleri
istesin istemesin çocuklarla kızları alıp götürdüler.
Düşünmek için zaman yoktu, çünkü atlı jandarmalar
kamçılarını sallayarak kalabalığı yürümeye zorluyordu.
Kentin dış mahallelerinde, Kemah Bogazı'na giden yol,
anayoldan ayrılır. Işte bu noktada, ortalık tam bir esir
pazarına dönüştü. Biz de altı çocuktan oluşan bir grubu
yanımıza aldık, yaşları üç ile ondört arasında değişiyordu.
Eteklerimize sarılıyordu bu çocuklar, aynı şekilde bir küçûk
kız da bizimle geldi. Kızı orada bulunan aşcımıza emanet
ettik, kadın bu kızı Dr.A.'nin evinde mutfakta çalıştırmak
için götürmek istedi. Ama doktorun yardımcısı Rıza bey,
kadını dövdü ve çocuğu sokağa attı. Bu sırada sürgünler acı
çığlıklar atarak yürümeye devam ediyordu. Yanımızda altı
çocukla hastaneye döndük. Dr .A . eşyalarımızı toplayıncaya
kadar, çocukları odamızda tutmamıza izin verdi. Çocukların
karınlarını doyurduk, o zaman sakinleştiler. " Kurtulduk
artık" diyorlardı. Onları aldığımızda ağlıyorlardı,
ellerimizi bırakmak istemediler. Bayburtlu zengin bir
ailenin oğlu olan en küçükleri , annesinin mantosuna
sarılmış yatıyordu, ağlamaktan yüzü gözü şişmişti. Onu hiç
avutamayacağımızı sanıyorduk. Bir ara pencereye yaklaştı ve
bir jandarmayı gôstererek: " Babamı o vurdu" dedi. Çocuklar
üzerlerindeki paraları bize verdiler, 475 kuruş (dört
sterlin kadar) toplandı. Anne-babaları belki çocuklar
öldürülmez diye bu paraları onlara vermişlerdi.
Bu çocuklarin bizimle gelmeleri için izin almak
uzere kente gittik.Bize
yetkililerin yeni gelen konvoydakilerin akibeti
hakkinda karar vermek için toplantida oldugunu
soylediler.Hemsire B.tanidigi biriyle gorustu ve
çocuklari beraberinde goturmek için izin aldi.,
çocuklara baska isimlerle pasaport verildi.Bu
bizim için yeterliydi, hastaneye dondukten sonra,
ayni aksam esyalarimizla ve çocuklarla
hastaneden ayrildik ve Erzincan oteline
yerlestik.Hastanenin Turk hademesi ,bize karsi
çok iyi davrandi ve "Bu çocuklari almakla
hayirli bir is yaptiniz" dedi.Otelde sekiz kisi
kuçuk bir odada kaliyorduk.Gece kapi korkunç bir
sekilde vuruldu ve içeride hiç Alman kadini olup
olmadigi soruldu.Sonra her sey sessizlesti,
çocuklar da rahat bir nefes aldilar.Ilk
sorduklari , "Bizi zorla Musluman olmaktan
kurtaracakmisiniz?" oldu.Haçlarimiz (Hemsirelerin
Kizilhaç'i) onlarin istavrozuyla ayni miydi?Bunlari
ogrendikten sonra rahatladilar.Onlari odada
birakip çay içmek için otelin kahvehanesine
indik.Daha once hastanemizde yatmis ve bize
karsi daima minnet beslemis olan bazi eski
hastalarimizin, bizi gormezlikten geldigini fark
ettik.Otel sahibi de ileri geri konusmaya
basladi, soylediklerini herkes dinliyordu: "Hastanemizin
hocasi (Turk imam) da gelip bize birçok seyler
arasinda sunlari da soyledi : "Tanri bunlara
acimiyorsa biz niye aciyalim? Ermeniler Van'da
korkunç olaylara neden olmus, zulum
yapmislar.Butun bunlarin olmasinin nedeni
dinlerinin, imanlarinin eksik olmasi,
Muslumanlar onlarin yaptiklarini yapmamali,
katliami onlardan daha insanca yapmalilar ."
Onlara hep ayni cevabi veriyorduk : suçlulari
ortaya çikarip onlari cezalandirmaliydilar,
kadin ve çocuklari oldurmek, her zaman
cinayettir ve cinayet olarak kalacaktir.
Sonra , Mutasarrifa gittik, onunla daha once
gorusmeyi basaramamistik.Adamin gorunusu seytan
gibiydi, davranisi ise daha da beterdi. Bize
bagira çagira : "Kadinlar Politikaya karismamali,
hukumetin emrine uymalilar!" dedi. Biz de ona,
kurbanlar Musluman olsaydilar da ayni sekilde
davranacagimizi , bizim yaptiklarimizin
politikayla hiçbir ilgisi olmadigini
soyledik.Bize hastaneden kovuldugumuzu,
kendisinden de ayni muameleyi gorecegimizi
soyledi.Bizi desteklemedigini,Harput'a gitmemize
ve bize ait olan seyleri goturmemize izin
vermeyecegini sozlerine ekledi.Bizi Sivas'a
gonderecekti.En kotusu çocuklari yanimiza
almamizi yasakladi, hemen çocuklari otel
odasindan aldirmak için bir jandarma gonderdi.
Dondugumuzde, otelde çocuklara rasladik, ama
yanimizdan oylesine hizli geçip gittiler ki
paralarini geri vermeye bile firsat
bulamadik.Sonra parayi Dr.Linderberg'e emanet
birakip çocuklara vermesini soyledik.Fakat
çocuklari bulmak için sorusturma yaparken,bir
Turk subayindan durumu ogrenmisti.Tam yola
çikmak uzereydik ki, bize çocuklarin
olduruldugunu soyledi.O anda daha once sozunu
ettigimiz Riza Bey çika geldi ve çocuklarin bize
birakmis oldugu parayi istedi! O parayla baska
Ermenilere yardim etmeyi kararlastirmistik.
Artik , Erzincan 'da bize kuskuyla
bakiliyordu.Otelde daha fazla kalmamizi
istemediler, bizi bos bir Ermeni evine
gonderdiler.Kentin bu mahallesi bombostu, olu
gibiydi.Insanlar evlere girip çikiyor, ganimet
olarak ne bulurlarsa alip goturuyorlardi.Bu
evlerden bazilarina simdiden bazi Musluman
goçmenler yerlestirilmisti.Simdi basimizin
ustunde bir çati vardi, ama kimse bize yiyecek
vermeyecekti.Dr .A.'ya bir not gondermeyi
basardik, o da bizim hastaneye donmemize izin
verdi.Ertesi gun,Mutasarrif yaysiz bir yuk
arabasi gonderdi,Sivas'a kadar yedi gunluk
yolculugumuzu bununla yapacaktik.Buna
binemeyecegimizi soyleyince, Dr.A.'nin
araciligiyla, bir yolcu arabasi gonderdi ve
derhal yola çikmazsak, bizi tutuklattiracagini
bildirdi.O gun , 21 Haziran Pazartesi
gunuydu.Sali gunune kadar bekleyip
Avusturyalilarin gelisini gormek ve
yolculugumuza onlarla devam etmek istiyorduk,
ama Dr.A.artik bizi koruyamayacagini soyledi ve
yola çikmak zorunda kaldik.Dr.Lindengberg bize
Refahiye'ye kadar eslik etti.
Yolculugumuzun ilk gununde, bes ceset
gorduk.Birisi bir kadinin cesediydi ve
giyinikti.Otekiler çiplakti, birisinin kafasi
yoktu.Yolda,bizimle birlikte yolculuk eden iki
Turk subayi vardi, bize muhafizlik eden
Jandarmalarin soyledigine gore , bunlar aslinda
Ermeni'ydi.Bize kimliklerini açiklamadilar ve
çok mesafeli,saygili davrandilar; ancak
yanimizdan ayrilmamaya ozen gosterdiler.Dorduncu
gun ortalikta gorunmediler, onlari sordugumuzda,
onlarla ne kadar az ilgilenirsek o kadar iyi
olacagi soylendi.Yolda, bir Rum koyu
yakinlarinda mola verdik.Yol kenarinda, vahsi
gorunuslu bir adam duruyordu.Bizimle konusmaya
basladi ve orada gelip geçen Ermenileri oldurmek
için bekledigini, simdiye kadar 250 Ermeni
oldurdugunu soyledi. Bunlarin olumu hak ettigini,
liberal sosyalist degil,anarsist olduklarini
sozlerine ekledi.Jandarmalara,bize eslik eden
iki kisiyi oldurmek için telgrafla emir aldigini
soyledi.Demek ki iki kisi ve Ermeni soforleri,
bulundugumuz yerin yakinlarinda
oldurulmuslerdi.Bu katille tartismaktan
kendimizi alikoyamiyorduk, ama Rum surucumuz
bizi uyardi."Bir kelime bile soylemeyin, eger
agzinizi açarsaniz..." eliyle nisan alir gibi
bir hareket yapti.Bizim Ermeni oldugumuza
iliskin soylentiler almis yurumustu ,bunun
anlami da idam hukmumuzun onaylanmis olduguydu.
Bir gun bir Surgun konvoyuna rastladik, Kemah
Bogazi'na dogru yola çiktiklarinda, zengin
koylerine elveda demislerdi.Onlar geçip
gidinceye kadar, uzun bir sure yol kenarinda
bekledik.Bu sahneyi asla unutamayiz: Cok az
sayida yasli adam vardi, çok sayida enerjik
saglam yapili kadin,pek çok çocuk, Cocuklarin
bazilari mavi gozlu, sarisindi.Bir kiz çocugu
gorduklerine sasirmis, gulumsuyordu.Ama butun
yuzlerde olumcul bir ciddilik vardi.Hiç gurultu
çikarmiyor, duzenli yuruyorlardi; çocuklar
kagnilara bindirilmisti .Geçerlerken bazilari
bizi selamladi.Artik onlarin isileri Allah'laydi,
hiçkiriklarini baska isiten yoktu.Ihtiyar bir
kadin bindigi esegin ustunden dusmek uzereydi,semerin
uzerinde oturacak gucu kalmamisti.O da orada
oldurulmus muydu acaba?Bunu dusunurken yuregimiz
buz kesiliyor.
Bize muhafizlik eden jandarma Nenehatun'a (Erzurum
yakinlarinda) ve Kemah Bogazi'na 3.000 kadar
kadin ve çocuktan olusan bir konvoy goturdugunu
anlatti. "Hepsi gitti, hepsi oldu!" dedi."Niye
onlara boyle korkunç eziyetler çektiriyorsunuz,
niye onlari koylerinde oldurmuyorsunuz?" diye
sorduk. "Boylesi daha iyi Aci çekmeliler, hem
oluler ortada durursa Muslumanlara yer kalmaz,
cesetler kokar" diye cevap verdi. |
|