Alishan Karsan
Serpil Demir
R. Bagciyan
M. Tornêşeyali
İsmail Kiliç
Adil Duran
Seyit Olgun
M. Hayaloğlu

Forum

Action
Links
Arşiv
 
Land

THE TURKISH ARMY OFFICER AND GOVERNER ARE NOT ABOVE THE LAW


Dersim carte

BİR DERSİM GEZİSİNDEN NOTLAR

Dersim Forum

Auteur - yazari: M. Tornêğeyali Tarih, gün ve saat : 16. Nisan 2005 01:51:47:

M. Tornêğeyali

Sonbaharda Bir Başka Güzeldir Dersim
I
Pülümür’den Mamekiye’ye

Son bir kaç yıldır, hep yaz tatilinde memlekete giderdim. Ama bu sefer, eylül ortasından ekim ortasına kadar süren bir sonbahara denk geldi. İstanbul’dan kiraladığım otoyla Erzincan üzeri Pülümür’e doğru yola koyulduk. Yolda bir gece konakladıktan sonra, ikinci gün Balaban Deresi’ndeki köyümüzdeydik. Birinci gün uyum sağlamaya çalışıp dinlendikten sonra, iki-üç gün bölgeyi gezdik. Köylerde kalmış olan dostlarımızı ziyaret edip, bilgi edinmeye çalıştık.

Derê Balabanu/Balavanu (Balaban Deresi), geniş sayılabilecek bir coğrafyaya tekabül eder. Batıdan doğuya doğru, uzunlamasına Erzincan’ı geçtikten sonra Kistım (Avcılar)-Tanyeri mıntıkasından başlar, Têrcan (Tercan) ovasında son bulur. Genişlemesine ise, Erzincan’ın Kuzey’inden geçen Zigana dağlarının güney etekleri boyunca doğuya doğru Çayırlı ve Tercan’ı içine alan, Güney-doğusunda Kiği ile sınır oluşturan Bağır dağı boyunca Güney-batıda Pülümür’e doğru uzanan bölgenin adıdır, Balaban Deresi. Aslında Türkçe olarak buna ‘vadi’ demek daha doğru olacaktır. Çünkü, Balaban deresi, Fırat’ın doğu kolu olan Karasu nehrinin aktığı vadinin ortasındaki bağlantı yeridir, aynı zamanda. Doğuda, Erzurum çevresindeki dağlık alanlardan doğan, bizim Zazaca’da sadece ‘Çhem’ dediğimiz ve öyle bildiğimiz -(bugün ‘çhemê ağwa şiaê’ şeklinde çevirebileceğimiz)- Karasu nehri, Aşkale-Têrcan ovasından geçerek çok dar bir boğazdan, Sansa boğazından, Erzincan ovasına ve oradan batıya doğru akar. Sansa boğazı ya da geçidi (Gavanê Sanse, Boğazê Sanse) Karasu vadisinin, bölgedeki en dar yeridir.

Tanyeri mıntıkasından Tercan’a bağlı -bizim Paulka/Pawılka dediğimiz- Mırcan (Mercan) kasabasına kadar demiryolu, nehir ve karayolu paralel durumdalar. Ancak bu paralellik, düz bir hat boyunca değil, nehrin kıvrımlarına göre belirlenen ve yer yer kesişen bir durum arzetmektedir. Nehrin oluşturduğu keskin kıvrım noktalarındaki bağlantılar, modern denebilecek köprüler vasıtasıyla sağlanmaktadır. Tanyeri köprüsünü, Sarqe/Derê Sarqe (Sarıkaya) köprüsü takip eder. Sonra sırasıyla Pırdê Mıti (Mutu), Pırdê Temti (Temt), Sansa-Bakımevi (Baxım) ve Demirkapı-Üçdam (Wustam) köprüleri gelmektedir. Otuz kilometrelik mesafede bulunan bu altı büyük köprü dışında, ayrıca az sayıda küçük ve tahta köprüler de vardır.

Doğu Karasu vadisi olarak da nitelendirilen bu bölge, Sivas-Erzincan hattını Erzurum’a bağlayan tek hat değilse de, en kısa ve en önemli hattır. Tarihi Dersim’in kuzey-doğusuna tekabül eden Balaban Deresi mıntıkası, TC’nin idari yapılanmasında nehir esas alınarak bölünmüştür. Tanyeri’nden Demirkapı’ya kadar yaklaşık otuz kilometrelik mesafede akan Karasu nehri aynı zamanda, Erzincan-Tunceli il sınırını oluşturmaktadır. Balaban Deresi, anlaşılacağı üzere, Balaban aşiretinin yerleştiği vadinin veya mıntıkanın adıdır. Tarihsel olarak belirsiz olmakla beraber, bugünkü duruma göre bölgenin adını, aşiretten aldığı anlaşılmaktadır. Dr. Vet. M. Nuri Dersimi, bölge için ‘Balabitın’ diye geçen bir addan bahs ediyorsa da, bununla olan ilişkisi kesin değildir. Doğu Dersim’ın en yaygın ve en kalabalık aşiretlerinden biri olan Balabanlar (Balabanu/Balavanu), bu idari yapılanma sonucunda Erzincan’lılar -(Tercan, Çayırlı, Üzümlü ilçeleri)- ve Tunceli’ler -(Pülümür)- olarak bölünmüş durumdalar.

1960’lı, 1970’lı yıllarda, çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği bu mıntıka’da deyim yerindeyse insan kaynıyordu. Bu yılların, Dersim’in de en kalabalık yılları olduğu anlaşılmaktadır. Ya bugün durum nasıl? Yine deyim yerindeyse, köyler adeta bom boş. Bölge köylerinin büyük bölümü ya tamamen ya da büyük oranda boş durumda. Eğer bir tahminde bulunmak gerekirse, bu boşalma ve boşaltılma oranının yüzde doksan civarında olduğu söyleyebilir.

Köye gidişimizin dördüncü sabahı, Pülümür üzeri Ovacık’a doğru yola çıktık. Erzincan-Erzurum yolunun Tunceli ayrımı olan Pırdê Mıti (Mutu) köprüsünün hemen bitiminde kimlik tespitinden sonra Pülümür’e doğru tırmanıyoruz. Pülümür-Mutu arası yolun, Mutu-Cankurtaran arası bölümü, yıllardır yapım halinde ve dolayısıyla asfalt değil. Aşırı tozlu, taşlı, kısacası berbat.
Pülümür-Mutu arasındaki köyler, diğer köylere nazaran nispeten daha bakımlı. Özellikle Dağyolu eski adıyla Şeteri (Seteriye), uzaktan bakıldığında yeni onarılmış şirin bir kasaba görünümünde. Zaten eskiden de nahiye merkezi idi. Karakol’un yeri değiştirilerek daha yukarıya -(Cankurtaran olarak adlandırılan)- bölgeye hakim olan tepeye taşınmış. Bu noktadan sonra düzeltilmiş asfaltlı yol başlarken, Pülümür de uzaktan görünmeye başlıyor.

Bir kaç poz resim çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Daha sonra da ziyaret ettiğimiz gibi Pülümür henüz depremin yaralarını saramamış. Binalar yapım halinde ve henüz bitirilememiş. Eski kaymakamlık binası kullanılamamakda, resmi işler barakalarda görülmektedir. Pülümür’ü geçtikten hemen sonra, iki dağın arasına sıkışmış olan dar Xarçık (Harçik) vadisi başlamaktadır. Bir taraftan yolun ve Harçik çayının her iki tarafında yükselen dik kayaları süzerken, öte yandan gözlerim Pırdê Xanıme (Hanım) köprüsünü aramaktadır. Ancak, derinleşmiş bir uçurumun dibindeki tarihi köprüyü göremeden, eskiden yatılı bölge okulu olan ve 1980’den beridir askeri kışla-karakol olarak kullanılan, Deste (Deşt/Balpayam) yol ayrımındaki Rabat (Turnadere) mıntıkasına varıyoruz. Eski nahiye merkezi olan Pırdo Sur (Kırmızıköprü) kasabasının Salördek’deki Milli Eğitime bağlı okul binası da kışla halinde.

Kırmızıköprü’yü geçer geçmez, dağdan inen ve yolumuzu kesen bir sürü ile karşılaşıyoruz. Pülümür bölgesindeki yaylalara çıkmış olan göçerler dönüş yolundalar. Yaklaşıp soruyoruz. Pertek’e gideceklerini belirtiyorlar. Sonra Xilvês (Hilbes) mıntıkasındaki ‘ağlayan kayalar’a rastlıyoruz.. İnce ince süzülen sularla kayalar, bir sanat eserini andırıyor. Bir yanda, doruklarına ulaşılması imkansız gibi görünen yalçın kayaların eteklerinde derin yarıklar ve mağaralar gözükürken, diğer yanda ormandaki ağaçlar birer renk cümbüşü oluşturarak adeta göz kırpmaktadırlar. Derken, erişilmez dediğimiz bu sivri kayalardan birinin doruğunda, bir bina gözüküyor. Kartal yuvası benzetmesi, ‘cuk’ oturuyor.

Niyetimiz, Düzgün Baba’ya da uğramaktı. Ancak, yolda vakit kaybetmemiz ve Nazımiye yolunun taze dökülmüş asfaltlama çalışması, bu planımızı değiştirdi. Biz de, Pülümür’den başlayan Xarçık (Pülümür) çayı boyunca, bol bol mola vererek resim çeke çeke ilerledik. Harçik vadisi boyunca gördüğümüz manzara, cezbediciydi. Hani derler ya, tam da ‘doğa harikası’ bir vadi. Yol, çok yakın mesafe ara ile çaya paralel olarak şehir merkezine varmaktadır. Çok kötü olduğu seylenemez. Avrupa’nın bir çok ülkesindeki dağ yolları ile benzer özellikler taşır. Ancak, bazı geçitler ve virajlar oldukça çetin ve tehlikelidir. Bir kaç yüz metre arayla çığ tünelleri var. Kışın, çoğu zaman bu yol kapalıdır.

Yol güzergahında rastladığımız binaların çoğu yıkılmış ya da tahrip edilmiş. Bunlardan biri de Zağge’deki (Sarıtaş) meşhur konaklama yeri idi. Tahrip edilmiş olmasına rağmen sağlam kolonları dim dik ayakta ve adeta direniyorlar. En çok merak ettiğim yerlerden biri de meşhur Kutuderesi’ydi. Bölgeden geçmişken, Kutudere’yi görememek, unutulması imkansız bir şey olacaktı. Dört gözümüz, bir işaret veya bir canlı aramaktadır. Derken, kuytuluk bir noktada, ağaç dallarının büyük oranda kapattığı küçük bir tabela gözümüze ilişiyor. Kutudere yazısını okurken sevinçten bağırıyorum. Hemen arabamızı durdurup bir kaç poz çekiyoruz. Ancak, derenin bulunduğu noktada vadi, o kadar dar ve dik yamaçlı ki, doğru dürüst bir poz yakalayamıyoruz. Hayıflanarak arabamıza binerken, yolun alt tarafında, daha sonra dinlenme tesisi olduğunu öğrendiğim bir restauranta gözümüz takılıyor. Henüz bir kaç yüz metre yol almışken, yürüyen orta yaşlı birine rastlıyoruz. Merhabalaştıktan sonra, Zazaca ve biraz da tatmin olmamış bir edeyla Kutudere’nin tam olarak neresi olduğunu soruyoruz. Adam gülerek bize, haa ‘Derê Roji’ diyor. ‘Ma cı ra Derêroji’ vame. (‘Roj deresi’ mi, biz ona Roj deresi’ diyoruz). Böylece, Kutudere (Derê Qutiye) olarak bildiğimiz yerin, aslında Türkçe karşılığının ‘Güneş deresi’olması gereken ve yerel dil olan Zazaca’da ‘Derêroji’ olduğunu da öğrenmiş olduk.

Yer isimlerinin değiştirilmiş olması, gezi boyunuca en büyük güçlüklerden biri olarak karşımıza çıktı diyebilirim. Bölge insanının duya duya ezberlemiş olduğu tarihi yer isimleri, çoğu uydurulmuş olan yeni isimlerle değiştirilmiştir. Dolayısıyla nerede olduğunuzu, nereye doğru gitmek zorunda olduğunuzu çoğu zaman bilemiyebilirsiniz. Bu, çoğu zaman yolunuzu şaşırdığınız ya da yabancı bir yerde olduğunuz hissini uyandırabilmektedir. Örneğin, yol güzergahı boyunca karşılaştığım bazı yerlerin eski ve yeni isimleri şöyledir: Eski ismi Tahsini olarak geçen, Zazacası Tasıniye/Tosıniye olarak bilinen meşhur köyün yeni ismi Gökçekonak, Rabat’ın ismi Turnadere, Murdafan (Murdıf) ismi Kangallı, Zağge’nin ismi Sarıtaş, İksor’un ismi ise Gözen’dir. (Daha sonraki günlerde Düzgün Baba’dan dönerken içinden geçtiğimiz ve ‘Çuxure’ olarak türkülere girmiş meşhur Çukurköy’ün yeni ve tuhaf ismini ise unuttum ve hala bir türlü hatırlayamadım).

Bu yazıda geçen yer isimlerini eski, yeni ve Zazaca veya yerel biçimleriyle vermeye çalıştım. Bugüne kadar ki Türkçe yazılarımda, dilbilgisi kurallarına uyarak resmi yer isimlerini esas alıp Zazaca veya diğer yerel biçimlerini parantez içinde veriyordum. Ancak, bu yazımla beraber bu kuralı artık bırakıyorum. Tarihi veya orijinal biçimleri esas alarak bundan böyle Türkçe yeni isimleri parantez içinde yazacağım. Çünkü, aslolan tarihi ve tanınan, bilinen yerel isimlerdir. Yer isimleri ile ilgili çalışma başka bir yazının konusu olabilir diye geçiyorum. Ancak, AB sürecindeki TC, tarihi yer isimlerini değiştirerek bir tarih ve kültür katliamı gerçekleştirmektedir. Bu konu iyi işlenerek, Avrupa ve dünya kamuoyuna taşınmalı ve bunun aslında dil ve isim yasağının, asimilasyon ve kültürel imhanın sürdüğü anlamına geldiği bilince çıkarılmalıdır.

Yolumuza devam ederek öğlene doğru şehir merkezine doğru yaklaşırken, şehrin bir dış mahallesine dönüşmüş olan Marçık’la karşılaşıyoruz. Yol üzerinde küçük bir tesis ve Harçiki gösteren plaj tabelalarını görüyoruz.Ve nihayet şehir gözüküyor. Şehir merkezinin tam karşısında, Harçik çayına hakim bir tepede Pir Sultan, adeta Mamekiye’ye hoş geldiniz diye karşılamada bulunuyor. Arabamızı hemen uygun bir yere çekip Pir Sultan heykelinin önüne dikiliyoruz. Yanı başında güzel ve bakımlı bir cemevi, çevre düzenlemesi yapılmış ve küçük sayılmayacak bir alan. Oldukça heybetli olan heykel ve harika manzara karşısında rahatlatıcı bir hava yakaladığımızı hissediyoruz. Bu tepeden, Harçik’ın Munzur’la birleştiği noktayı görüntülüyoruz. Elazığ’a ayrılan yol üzerindeki köprü, dağların eteklerine doğru yükselen şehrin dış mahalleleri, belki de en iyi bu noktadan gözlemlenebilmektedir. Bol bol resim çekerken, ruhumu hafif bir hüzün kapsamıyor değildi. Nedeni ise, Pir Sultan heykelinin yerinde, neden Seyit Rıza’nın heykeli durmuyor, diye düşüncelere dalmamdı?

Bu düşünce daha önce de aklımdan geçmemiş değildi. Heykelin, daha yapım kararı alındığı dönemde bu soruyu kendime sormuştum. Bir çok neden sıralanabilir. Acaba bu, bir kabullenme mi idi? Pir Sultan inandığı bir dava için dar ağacına çıkmıştı. Ya Seyit Rıza? Pir Sultan her yıl çeşitli etkinliklerle anılıyor. Ya Seyit Rıza? Ama bir gün Seyit Rıza’nın, böyle bir alandan şehri ve halkı selamladığını hayal olarak değil, ama gerçekte görmek isterdim. Ve, bu düşüncelerle şehrin içine giriyoruz.

Mamekiye! Namı değer, Dersim’den Kalan Tunceli! Kim söylemişse, hiç de fena bir tekerleme değil hani. Geçenlerde, internette Dersim, Kalan, Tunceli isimlerini kurcalarken, Munzur Vilayeti’nin oluşturulması ile ilgili kanun taslaklarına rastladım. Doğrusu, ilginç gelmedi değil. Hani derler ya ‘cuk’ diye oturan bir isim. Ama şanssızlık, bu döneme denk gelen A. Alpdoğan’ın genel valiliği mi, yoksa daha başka ‘derin’ nedenler mi? İrdelenmeye değer.

Evet, Mamekiye! Yeni kurulan kentin merkezi olan eski bir köy. Hoş, şimdi de şehirden öte bakımsız bir kasaba görünümünde. Etrafı dağlarla çevrili, bir şehir için küçük sayılan, ova değil, engebeli büyükçe bir çukurun içine kurulmuştur. Ama ortasından geçen Munzur’un Harçik ile birleşip dönerek çizdiği kavisle oluşan manzara, şehre bambaşka bir güzellik katmaktadır. Şehrin ortasında adı ‘Palavra Meydanı’na çıkmış küçük bir alan, etrafında bir kaç oldukça yüksek bina ve dağların eteklerine doğru merdiven misali dizilmiş diğer evler. Çay bahçesine geçerek birer çay içiyoruz. Manzara oldukça güzel. Munzur’u, üzerindeki eski tahta ve yeni demir köprüyü görüntülerken, nehrin kenarında düzenlenmiş bir spor sahası gözümüze ilişiyor. Oldukça derin bir yatakta akan nehrin, karşı yakasında da yine dağın eteklerine doğru dizilmiş evler. Aşağıya doğru indikçe Turusmege (Türüşmek/Aktuluk) yazısının şehirle birleştiği şehrin öte yakası var.

Tunceli şehir merkezine bu, ikinci gelişim. İlki, 1976’da yine bir sonbahar gününde Elazığ’dan (Elejiz) merkeze ve bir gece konakladıktan sonra ertesi gün, tek bağlantı yolu olan Harçik vadisinden Pülümür’e (Quziçan, Pulemoriye/Pulêmoriye/Pulêmuriye) ve oradan köyüme gitmiştim. Ama bugün, şehir merkezinden Ovacık’a doğru yola çıkıyoruz.


 


 

Cevaplar:
 

Dersim Forum

 


Hosted by www.Geocities.ws

1