AHMET KAHRAMAN
Attila İlhan, bir şiirinde, bütün zenciler
birbirine benzer diyordu. Kişilik yolu açık,
aleni olan, ya da böyle tanımlanmış bütün Nazi
ve Faşistler de birbirine benziyordu. Dilleri,
coğrafyaları farklı da olsa, hepsi birbirine
benzeriydi. Yalancı, dolandırıcı, hastalıklı ruh
halinin tetiklemesiyle terörist...
En hızlıları, dışardan yeni gelenlerdi.
Toplumsal aşı tutmayanlar...
Bunlar, bulundukları yerde tutunamadıkları için
kaçmak zorunda kalanlardı. Geldikleri yere,
yaşama biçimleri, terbiye ve adaplarıyla yabancı...
Görgüsüzlükleri yüzünden kabul görmeyip,
horlanan, dışlanan...
Tıpkı, Almana, Alman ırkçılığı satan Avusturyalı
Hitler gibi...
Türk Faşistlerinin öncüleri, hep başka
topraklarda doğanlardı. Bunlar, aşağılık
kompleksinden kurtulma ve kendilerini kabul
ettirme çırpışıyla, Türküm diye bağıranlara
karşı da Türklük savaşı başlattılar. Son
göçmenlerden biri, ya sev ya da terk et
sloganını bağırıyordu. Müslüman ayağı eksik,
topal kalmasın diye de yanına, Hira Dağı kadar
Müslüman, Tanrı Dağları kadar Türküz ibaresini
ekliyordu.
Hira Dağı ve Türk ırkçılarının sembolü Tanrı
Dağı böylece Türk Faşistlerinin alameti
ferikası haline geliyordu. Komünizme karşı
Hindistandan Bulgaristana kadar uzanan,
Afganistan, Pakistan, İran ve TCyi içine alan
bir yeşil duvar örmeye çalışan Amerikadan
izinli, icazetli olaraktan...
Bugünkü AKPliler, ırkçılıkla, dinciliği bir
arada bağıran kardeşleriyle dayanışma
içindeydiler. Düşman gördükleri ülke
insanlarına karşı, Ergenekoncuların
tetikçileri olarak ortak sefer düzenliyorlardı.
Maraşta, kör baltalarla Kürt doğruyor, Sivasta
diri diri yakıyorlardı.
Bugünkü AKPliler, Faşist kardeşlerinden farklı
olarak, arada bir kanımız aksa da zafer İslamın
naraları patlatıyorlardı. Ortak Hira ve Tanrı
Dağı sloganı, Amerikan destekli 1980
darbesinden sonra, Türk-İslam sentezi adıyla
resmi politika haline geliyordu. Fetullah Gülen
gibi göz açıklar, bundan faydalanarak, para
imparatorluklarını kuracak, ya sev ya da terk
et narası ise devlet eliyle, 2000lerde, tehdit
olarak sokaklarda Kürtlerin yüzüne
fışkırtılacaktı. Sistem, Türk-İslam sentezi
naralı Faşizme uygundu. Dönmüş, dönekleşmiş
olanları, el üstünde tutuyor, ödüllendiriyordu.
Mesela, dedesi asılmış, kendisi sürgünde doğmuş
bir Kürt, yıllarca ben Kürdüm diye beni bakan
yapmıyorlar diye ağlaştıktan sonra, günün
birinde, biz Türkler diyerek, dünyayı kendine
güldürmüş, ama bakan olmayı da başarmıştı. Bir
öteki, doğduğu köy dahil, Kürdistan yangınına
eveti basınca, geçinme karnesini pek iyi
notlarıyla doldurmuş, her dönem, generallerin
himayesine mashar devlet büyüğü olmuştu.
Faşizm, önce insan onurunu emip, puç ediyor,
ruhunu çürütüyor, sonra besliyordu. Dönmüş,
dönekleşmiş, köklerine küfreden utanmaz olmuş
Kürtlere de sofra hazırdı. Vicdanını cüzdan
yapanlar, Kürtlüklerinden pişmanlaşıyor,
kimileri halkına karşı paralı asker, korucu
oluyor, kimileri cellat...
Kimileri de, Kürdün kimliğini, dilini, ülkesinin
adını yasaklayan rejimin parlamentosunda hizmet
sunan... Erdoğan, bunlara bakarak, 75 tane
koyunum var diyen görgüsüz celep misali, benim
75 tane Kürt kökenli milletvekilim var diyordu.
Haklı, Kürt ana ve babadan oldukları doğruydu.
Hatta, içlerinde bazılarının yakınları, Kürdün
onur davasını savunan gerillaydı. Daha iki gün
önce, doğduğu yer olan Vanda yuhalanarak
susturulan, Eğitim Bakanı Hüseyin Çelikin bir
yakını PKK kurucuları arasındaydı.
İyi de, Erdoğanın koyun niyetine rakam olarak
tanımladıklarından, kaç tanesi halkının içine
çıkabiliyor, ailesinin onursal desteğini
yedekleyebiliyordu? Dönmüş, dönekleşmişlerin
itibarı var mıydı? Türlü, çeşitli biçimlere,
hallere, başkasının kimlik sıfatına girenlere
saygı varsa eğer, halk nezdinde kaç paralık
adamlardı?
Bilemiyorum, ama en birinci dindar benim
diyerek, saf ve temiz ruhlu dindarları kandırıp,
dolandırma dönemi geçti. Kör sandıkları gözler
açıldı. Çünkü, dünya tv ekranına sığacak kadar
küçüldü. Kürt yangınları, kutsal dokunulmaz
bildiği kadınlarının sokakta toplu dayakla
bayıltılmasını, üç yaşındaki, 6, 12 yaşındaki
çocuklarının kurşunlanmasını naklen yayından
seyrediyor. Döncü, dönek olmayan herkesi
düşman gören, kadın da olsa, çocuk da olsa
gözünün yaşına bakmayacağız diyen dudakları,
ardından gelen Faşist terörü canlı yayında
seyrediyor.
Gören gözler açılıyor. Onun için adama
soruyorlar:
Sen insanlık davasında kimden yana, kimin
hizmetindesin?
Erdoğan, bir zamanlar, bir yanda Kürtler için
toplama kampları niteliğinde cezaevleri inşa
edip, çocuk, ihtiyar tuttuğunu, Kuran adına kan
dökmeyin diyen din adamını içeriye tıkarken,
Kürtçe konuştu diye ceza davaları açarken,
cinayet işleyenleri terfi ettirirken, bir yandan
da divane gibi ortalıkta dolaşıp, doğrudan,
gerçeklerden uzak bir söylemle, ben herkesin
Başbakanıyım diyordu. Sonunda kendini ele
veriyor, Kürtlerin temsilcisi olan Ahmet Türkün
elini sıkmayarak, kendini yalanlıyordu.
Hitler de hiç bir Yahudiyle el sıkışmamıştı.
[email protected]
|