|
ERMENİ KIRIMLARI VE
DERSİM
Derleme-Çeviri-Yorum: Hovsep Hayreni
Kaynaklar:
Çarsancak Ermenileri Tarihi, Kevork Yerevanyan,
1954-Beyrut
Çemişgezek Ve Köyleri, Hampartsum Kasparyan, 1969-Erivan
Bu konu, henüz yayınlanmamış olan “Ermeni Kaynaklarında
Dersim” isimli kitap çalışması içinde yer alıyor.
Kitabın yayınlanması daha zaman alacakken, Ermeni
kırımlarıyla ilgili tamamlamış olduğum bölümünü bu
aşamada İnternet üzerinden sunmayı uygun gördüm.
Bunun iki bakımdan yararlı olacağını düşünüyorum.
Birincisi, Osmanlı’nın son döneminde yoğunlaşan
Ermenilere yönelik tasfiyeci politika ve kanlı
uygulamaların daha somut anlaşılmasına katkı yönüdür.
Özellikle 1915 Ermeni Tehciri’nin nasıl uygulandığına
ilişkin canlı tanıklıklar, bu olayın karakterini ortaya
koyması bakımından önemli. Yerel plandaki uygulama
örnekleri bu gibi merkezi politikaların aynası sayılır.
İkincisi, Ermeni kırımları zamanında Dersim’in duruşu ve
Kızılbaş-Zaza-Kürt (1) aşiretlerinin tutumunu
somutlamaya katkı yönüdür. Bu da özellikle 1915 ve
sonrası çok sayıda Ermeniler için Dersim’in oynadığı
kurtarıcı rolü göstermesi bakımından önemli. Bunun
yanında farklı ve çelişik tavır örnekleri de geçiyor, ki
bunlar ayrıca Dersimlilerin kendi yakın tarihlerini daha
bütünlüklü ve objektif değerlendirmelerine yardımcı
olabilir.
İÇİNDEKİLER
I Bölüm :
1895-96 ERMENİ TALAN VE KIRIMI
..................................... 3
Çemişgezek ve Köylerinde Yaşananlar
.......................................... 5
Şehrin Korunmasını Sağlayan Kirvelik
.............................. 5
Köylere Kanlı Saldırılar
..................................................... 6
Çarsancak’da Yaşananlar
...............................................................
10
Peri ve Hoşe’de Talan
........................................................
10
Mazgirt’te Dersim’in Dostluğu
.......................................... 12
II Bölüm:
1908 MEŞRUTİYET İLANI VE SONRASI
.............................. 13
Öz Savunma Denemeleri
...............................................................
16
Ermeni Partileri ve Fedailerin Çarsancak’a Girişi
………………. 17
Fırtına Öncesi Aldatıcı Hava
.........................................................
18
III Bölüm:
I DÜNYA SAVAŞI, SEFERBERLİK,
1915 ERMENİ TEHCİRİ VE SOYKIRIMI ...….….................
19
Çarsancak’da Yaşananlar
...............................................................
27
Peri’de Seferberlik
..............................................................
27
Kitlesel Tutuklama
.............................................................
28
Birinci Ölüm Kafilesi
.........................................................
29
Katliam Furyası ………………………………………….. 29
Türkleştirme ……………………………………………... 30
Kanlı Sürgün …………………………………………….. 31
Tıla Pert Katliamı ………………………………………... 36
Mazgirt Kırımı
....................................................................
37
Kırılan ve Sürülen Köyler
.................................................. 37
Çemişgezek’de Yaşananlar
............................................................
38
Şehirde İlk Önlemler
..........................................................
38
Tutuklama ve Katliam Serileri
........................................... 39
Kalanların Sürgün ve Kırımı
.............................................. 41
Çemişgezek Köylerinin Sürgünü
........................................ 44
IV Bölüm:
KAÇAK ERMENİLERİN SIĞINAĞI DERSİM ......................
54
Çemişgezekli Göçmenlerin Dersim Anıları
.................................... 55
Çarsancaklı Göçmenlerin Dersim Anıları
....................................... 60
Pertek’te Bir Kavuşma Öyküsü
......................................................
64
Peri’ye Dönüş ve Dersim’in Dayanışması
...................................... 67
Erzincan, Erzurum ve Kafkas Yollarında
....................................... 69
Çemişgezek’e Dönen ve Kalanların Durumu
................................. 71
1915’den 1938’e Kader Ortaklığı
................................................... 73
NOTLAR
........................................................................................
74
I BÖLÜM :
1895-96 ERMENİ TALAN VE KIRIMI
Osmanlı devleti içinde Ermenilerin görece önemli nüfus
yoğunluğuna sahip olduğu 6 vilayette (Erzurum, Van,
Bitlis, Sivas, Elazığ, Diyarbakır) ağırlaşan mağduriyet
koşulları ulusal ve sosyal reform talepleri ile Ermeni
sorununu öne çıkarmış ve uluslararası alana taşımıştı.
Bu sorun sömürgeci devletler arası rekabet ve paylaşım
kavgasına malzeme oluşturan genel doğu sorununun önemli
bir halkasını teşkil ediyordu. Yaşanan gelişmeler Ermeni
sorununu 1878’de farklı kanallardan iki ayrı
uluslararası anlaşmaya (San Stefanos ve Berlin) konu
etse de biri birini çelmeleyen bu devletler ve muğlak
ifadelerle dolu anlaşma maddeleri Osmanlı devleti
üzerinde ciddi bir yaptırım gücü oluşturmadı.
Osmanlı devleti sözkonusu 6 vilayetin hiç birinde
Ermenilerin çoğunluk olmadığını ileri sürerek en ufak
bir özerklik tanımamakta ısrar ediyordu. Türk, Kürt,
Zaza, Arap, Çerkez ve sair etnik gruplar (bunların Alevi
kesimleri de dahil olmak üzere) yekpare bir bütün gibi
“Müslüman nüfus” şeklinde ele alınıp Gayrı-Müslimler ise
en küçük etnik ve mezhepsel farklarına kadar ayrı ayrı
tanzim edilmekle, doğuda çoğunluk-azınlık dengesi
kolayca Ermeniler aleyhine gösterilmiş oluyordu. Son yüz
yıllara kadar bir çok yerde çoğunluğa sahipken baskı
altında gitgide dağılan Ermeni nüfusu artık tek başına
çoğunluk oluşturmuyordu belki, ama “Müslüman” kategorisi
içinde toplanan etnik gruplar da ayrı ayrı sayılsa çoğu
yerde muhtemelen hiç biri salt çoğunluk oluşturmayıp
göreceli çoğunluk hesapları yapmak gerekecekti. Böyle
adil bir yaklaşım gösterilse, doğu vilayetlerinde
Ermenilerin yer yer halen birinci, çoğu yerde ise artık
ikinci sırada olmak üzere Kürtlere yakın bir yoğunluk
arzettikleri görülürdü.
İslami esaslara dayalı Osmanlı politik sistemi bölgede
yerel otorite imtiyazını Müslüman olmalarından dolayı
fiilen Kürt feodal beylerine tanımış olup, bu durum
sürekli Ermeniler aleyhine gelişmeleri koşulladığından
dolayı, reform taleplerinin özellikle Ermenilerden
gelmesi doğaldı. Gayrı-Müslimlere yüklenen ağır vergiler,
toprak gaspları, ayrımcı ve keyfi yönetim, rüşvet,
suistimal, angarya ve zorbalıklar, Ermeni halkının önde
gelen şikayet nedenleriydi. Yavuz Selim zamanından beri
Şafi Kürtleri bölgede hem Şii ve Kızılbaş etkinliğine,
hem de Hristiyan yoğunluğuna karşı kendi merkezi
sistemine dayanak yapmış olan Osmanlı Devleti, onları
halen “ümmet” anlayışıyla kullanma çabasındaydı. Bu
durum kayırılan feodal üst zümreler ve nemalanan
çevreleri dışında Kürtlerin de yararına sayılamazdı.
Ümmet yerine millet olarak tanınmak ve gerektiğinde
bağımsızlık dahil ulusal hak ve özgürlüklere kavuşmak
onların da hakkıydı. Tarihte Ermenistan olarak bilinen
coğrafyanın Osmanlı hakimiyetinde kalan batı bölümünün
gelinen aşamadaki demografik yapısıyla tartışmalı bir
gerçeklik arzettiği de doğruydu. Kuzeye doğru yayılan ve
çoğalan Kürt nüfusu bölgede Ermenilerle o kadar içiçe
geçmişti ki, Batı Ermenistan ile Kuzey Kürdistan’ı belli
sınırlarla ayırt etmek iyice zorlaşmıştı. Durumun böyle
olması, özerklik taleplerinin her iki ulus açısından
dengeli bir düzenlemeyle karşılanmasına engel değildi
gerçi. Ama eski statüyü değiştirme niyeti olmayan
Osmanlı devleti, bölgedeki nüfus oranları konusunda
yukardaki kaba hileye başvurmanın yanında, Ermeni
nüfusunu rakam olarak da elden geldiğince az göstererek
özerklik ve reform taleplerini boşa çıkartmaya
çalışıyordu.
Rakamlar ve oranlarla oynama dışında Ermeni nüfusunu
fiilen dağıtma ve tasfiye etmenin çeşitli yol ve
yöntemleri de fırsat bulundukça denenecekti. Ermeni
sorununun nihayi “çözüm”ü olarak I Dünya Savaşı içinde
girişilen soykırımı öncesinde bu tasfiyenin doğu
genelindeki yaygın fakat kısmi bir denemesi 1895-96
yıllarında gerçekleştirildi. Bunu daha lokal bir deneme
olarak 1909 Adana katliamı izledi.
Doğuda Hamidiye Alayları’nın da örgütlenmesiyle
yoğunlaşan baskı-zulüm, toprak gasbı ve sair uygulamalar
Sasun yöresinde Ermenileri 1894’te isyana yöneltmişti.
Bu hareketi kanla bastıran Sultan Abdülhamit, bir yerde
isyan edilmiş olmasını bahane ederek Orta ve Doğu
Anadolu genelinde Ermenileri hedeflemekte gecikmedi.
İslam bağnazlığıyla “gavur”a karşı harekete
geçirilebilecek çeşitli grupları kışkırtma, gayrı-resmi
silahlı çeteleri öne sürme yoluyla her tarafta bir
saldırı furyası estirildi.
1895 güzünden 1896 baharına kadar devam eden yağma-talan
ve kırımlara devletin güvenlik güçleri kimi yerde
katılıp, kimi yerde seyirci kalarak kolaylık sağladı.
Erzurum’dan Maraş’a, Sivas’tan Van’a, Diyarbakır’dan
Trabzon’a onlarca şehir ve yüzlerce kasabada bir nevi
“cihad” gibi cereyan eden olaylar, sayısız mahalle, köy,
manastır ve kiliseleri harabeye çevirdi. Ülke genelinde
300 bine yakın can kaybı ve büyük maddi zayiat ile
Ermeni halkı bu dönem önemli bir güç yitimine uğratıldı.
Saldırılar kimi yerde Ermenileri din değiştirmeye
zorlarken, kimi yerde “cennetlik olmak” için doğrudan ve
hunharca katliam biçiminde yürütülmüş, kiminde ise
mal-mülk ve toprak gaspı önde gelen amaç olmuştu. Doğuda
Ermenilerin reform talepleri gerçeklik kazanırsa bunun
Kürtler aleyhine olacağı ve Müslümanların “gavur
hakimiyeti” altına gireceği propagandası özellikle
Kürtler arasında etkili olmuş; bu tehlikenin önünü alma
ve Ermeni zenginliklerine konma dürtüsü zaten bir kısmı
Hamidiye Alayları’nda örgütlenen Şafi Kürtleri yığınlar
halinde saldırı furyasına dahil etmişti. Bu durum
saldırıları örgütleyen Osmanlı devletinin dış dünya
nezdinde sorumluluğu Kürtlere mal ederek kendini temize
çıkartmasını da kolaylaştıracaktı.
Dersim’in Alevi-Zaza ve Kürtleri genelde Osmanlı
devletiyle çatışmalı ve Ermenilerle iyi ilişkiler içinde
olduklarından, başka bölgelerin aşiretleri gibi devlet
hesabına vurucu güç olarak kullanılmaları pek mümkün
olmamış ve iç Dersim’deki Ermeniler bu olaylardan fazla
etkilenmemiştir. Aşağıdaki anlatımlarda görüleceği gibi
Dersim’in aşiret liderlerinden bazıları bağımlı
bölgelerdeki Ermeni dostlarını koruma yönünde silahlı
güçleriyle harekete geçerek kurtarıcı rol de oynamıştır.
Bununla beraber yine anlatımlar içinde geçen çeşitli
isimler, saldırı furyasına katılan ve ganimetten
nasibini almaya çalışan Dersimli aşiretlerin de mevcut
olduğu fikrini veriyor.
Yapılan tasvirler, çevre köy ve kasabaları talan etmeye
yatkın olan birçoklarının bu özellikleriyle teşvik
edilerek 1895 olaylarında kullanıldıklarına işaret
ediyor. Saldırı furyasına katılan Dersimlilerin yağma ve
talan dışında bir amaç gütmedikler anlaşılıyor. Yine de
direnişle karşılaşılan yerlerde kan dökme ve yakıp yıkma
gibi örnekler sergileniyor. Direnişsiz kaçırtılan
yerlerde en azından insanlar yerinden edilmiş oluyor.
Sonuçta kanlı ve kansız bu tip saldırıların da Ermeni
nüfusunu dağıtma ve tasfiye etme planına yaradığı
açıktır.
Eldeki kaynakların gösterdiği kadarıyla Dersim’de
1895-96 olaylarından güneydeki bağımlı bölgelerin (Çemişgezek
ve Çarsancak’ın) Ermeni yoğun yerleşim alanları önemli
ölçüde etkilenmiştir. Geniş planda Dersim’in dış
çeperlerini oluşturan ve kimisi yine bağımlı Dersim
yöreleri arasında sayılan Arapkir, Eğin, Gürün, Kemah,
Erzincan, Tercan, Kiği ve Palu talan saldırıları yanında
ciddi katliamlara da sahne olmuştur. Ancak eldeki
kitapların verdiği ayrıntılar iç Dersim’e yakın olan
Çemişgezek ve Çarsancak yöreleriyle sınırlı kalıyor. (2)
ÇEMİŞGEZEK VE KÖYLERİNDE YAŞANANLAR
Yöreyle ilgili H. Kasparyan’ın kitabında şu bilgiler yer
almakta:
« 1895 kırımından Çemişgezek şehri bir şekilde muaf
kaldı, fakat Ermeni nüfusun yoğun olduğu köyleri talan
ve kırımdan önemli ölçüde nasibini aldı.
Şehrin kurtulmasında önemli rol oynayan Uşpak
mahallesinden Avedis Axikyan bunun üzerine Ermenilerden
“Millet” ünvanını almıştı. Aslında bu şeref onun yakın
dostluk içinde olduğu ve dar günde Hızır gibi yardımını
aldığı Dersimli Kızılbaş Kürt liderlerinden Süleyman
Ağa’ya aitti.
ŞEHRİN KORUNMASINI SAĞLAYAN KİRVELİK
Avedis’in torunu bayan Verjine İnceyan ABD’den yazdığı
24 Kasım 1960 tarihli mektubunda bu olaya değiniyor:
“Dedem Avedis Efendi Hozat’ın Meclis-i İdare’sine
üyeymiş. Bir defasında Hozat’tan dönerken Dersim’in
etkili Kürt aşiret reislerinden Süleyman Ağa’nın evine
misafir olmuş. O gece Süleyman Ağa’nın gelini bir erkek
çocuk doğurmuş. Kızılbaş-Kürt geleneklerine uygun olarak
çocuğu dedemin kucağına verip kirvelik ilan etmişler.
Böylece Süleyman Ağa ile Avedis Efendi arasında samimi
bir dostluk gelişmeye başlar.
1895’te Ermeni kırımıyla ilgili haberler alan Süleyman
Ağa Avedis Efendi’ye adam gönderir ve onun aailesi ile
yakınlarını kendi yanına almak için 40 katır yollamayı
önerir.
Dedem yanıt olarak, eğer bütün şehrin Ermenilerini
koruması mümkünse bunun iyi olacağını, değilse
kendisinin şehir halkıyla beraber kalmayı ve aynı kaderi
paylaşmayı tercih edeceğini bildirir”.
Süleyman Ağa haberci gönderirken Uşpak mahallesine komşu
Boğosi köyünde beklemiş. Uşpak kuşatma altındaymış.
Avedis Efendi kendini hasta gösterip kilise etrafında
dolaşma bahanesiyle mahalle dışına çıkarak Boğosi köyüne
gitmiş.
“Bu gizemli görüşmeden sonra” diye devam ediyor Verjine;
“ertesi sabah Süleyman Ağa öncülüğünde 500 Kürt Uşpak
mahallesine gelir. Ağa kendi korumalarıyla Avedis
Efendi’nin evine konaklar. Silahlı güçlerin bir kısmı
Surp Sarkis kayasına çıkar. Kalanlar da 50’şerli gruplar
halinde mahallenin köşe başlarına mevzilenirler.
Bütün Uşpak minnet duygusu içinde koca kazanlarla pilav
ve et pişirir, mahallenin koruyucusu Kürtleri ağırlamaya
çalışır.
Süleyman Ağa’nın Uşpak’a gelişini duyan Çemişgezek
kaymakamı Tahsin Bey bir kaç polisle birlikte
‘hoşgeldin’ demeye gelir. Yemek sırasında dedemin
ısrarlı davetine rağmen Türkler sofraya oturmaz. Fakat
Süleyman Ağa onlara aldırış etmeden dedemle beraber
yemeğe ve sohbete devam eder. Kaymakam kendi adamlarıyla
evi terkeder, ama bir saat sonra iki polis gönderip
Süleyman Ağa’nın kendisiyle görüşmek için hükümet
konağına gelmesini rica eder”.
Süleyman Ağa onların kötü niyetini hissettiğinden
görüşme yeri olarak Uşpak’ın değirmen deresini önerir.
Bunun üzerinde anlaşırlar.
Tahsin Bey ile binbaşı belirlenen yere gelirler.
Süleyman Ağa ile Avedis Efendi orada beraberdir.
Kaymakam Süleyman Ağa ile özel görüşmek ister. Bunun
üzerine Avedis Efendi uzaklaşır.
Verjine’nin anlatımına göre kaymakam Süleyman Ağa’ya
“Talan etmek için mi, yoksa korumak için mi geldiklerini”
sorar.
Sorunun ardındaki niyeti anlamak isteyen Süleyman Ağa
“Talan etmeye geldik” diye yanıtlar.
“Pekiyi” der kaymakam sevinçle; “Siz talan edin, biz de
kıralım”.
Bu cevap üzerine Süleyman Ağa hiddetli şekilde binbaşıya
döner ve kaç askerleri bulunduğunu sorar. 400 asker
yanıtını alınca kararlılıkla şunu söyler:
“Dinleyin kaymakam ve binbaşı efendi; ben buraya sevgili
kirvemi ve akrabalarını korumaya gelmişim. Sahip olduğum
silahlı gücü yanımdaki adamlardan ibaret zannetmeyin. Şu
anda silahımı ateşlesem çevrede mevzi tutan 2 bin Kürt
hemen yardıma yetişir. Bir tek Ermeniye dokunacak
olursanız hepinizi kılıçtan geçiririm”.
Bu sert cevap üzerine Tahsin Bey ile binbaşı görüşmeyi
sona erdirip giderler.
Dedesinden dinlediği olayı bu şekilde aktaran Verjine,
Kürtlerin sonraki 5 gün boyunca mahallede nöbet
tuttuklarını ve ancak tehlikenin geçtiğine inandıktan
sonra köylerine döndüklerini yazıyor.
Böylece Uşpak mahallesinin güvenliği sağlandığı gibi
Çemişgezek’in diğer mahalleleri de 1895 kırımından muaf
tutulmuş olur.
Ermeni köylerinin talan edilişi sırasında şehire
sığınanlar olurken, şehirdeki Türkler de kırım ve talan
hazırlığı içindedir. Şehirde büyük bir telaş yaşanır.
Der Sukias kilisede bir nutuk çekerek halka cesaret
vermeye çalışır. Aynı gece şehrin keşişlerinden Der
Garabet yetişkin erkekleri toplayıp muhtemel tehlikelere
karşı önlem almak için danışır. Bir yandan savunma
çareleri aranırken, bir yandan da kaymakam ve binbaşı
üzerine etki yapılmaya çalışılır.
Der Sukias’ın yanı sıra Sarafyan Harutyun ve Jamgoçyan
Giragos’un girişimleriyle binbaşı Ermeni mahallelerine
asker gönderip güvenliği sağlatmak zorunda kalır.
Sonuçta bunu mümkün kılan yine Süleyman Ağa’nın yaptığı
peşin uyarı olmuştur.
Çemişgezek şehri bu sayede 1895 kırım ve talanından
kurtulur. Fakat Ermeni nüfus yoğunluğuna sahip köylerin
büyük çoğunluğu bu felakete uğrar ve kurbanlar verir.
KÖYLERE KANLI SALDIRILAR
MİADUN’da: Türk ve Kürt çeteleri köyü kuşatır. Saldırıya
uğrayan Miadun’da köylüler birkaç gün silahlı direniş
gösterir. Çatışmalarda Haci Hagop, Haci Kevork, Hovagim
Boğikyan, Bedros Tertsakyan vurularak ölürken köyün
keşişi Der Nışan ise kilise içinde yakılır. Köyü tam
olarak ele geçiremeyen saldırganlar evleri ateşe verir.
Dehşete kapılan halk herşeyi bırakıp şehire kaçar. Köyde
yalnız Müslüman olmayı kabul eden dört kişi kalır.
Bunlar Ançırti’ye gider ve bir kaç ay sonra tekrar
Hristiyan olarak Çemişgezek’e gelirler.
Şehire kaçan köylüler iki yıl orada kalır, daha sonra 80
haneden 25’i geri döner ve yıkık köyü yeniden inşa
etmeye koyulur. Bunların bir kısmı 1898’de tekrar göç
eder ve geride 12 hane kalır.
MAMSA’da: Kırımın başlamasından önce Kürtler yazıdan
köyün davarını sürüp götürür. Mamsalı Ermeniler ve
Hay-Horomlar daha önce Arapkir taraflarından gelen
yangın ve duman gibi belirtilerle kısmen uyanmış olarak
direniş hazırlığı görürler.
Olaydan birkaç gün önce hükümet sözümona köyü savunmak
için 6 jandarma gönderir. Ama Kürt grupları köye
saldırınca bunlar göstermelik birkaç karşı atış
yaptıktan sonra çekilir ve Sisna’daki jandarmaları da
alarak şehire dönerler.
Köyün kadınları yüksek noktalarda gözcülük yapar,
erkekler av tüfekleriyle savunmayı sürdürür. Kürtler
bazı evlere ateş bırakır, kadınlar söndürmeye çalışır.
Evlerden birinde Takuhi Acemyan yaralanır, ötekinde
Kohar ile gelini ve bir küçük kız ölür. Bazı damları ele
geçiren Kürtler çatışmada üstünlük sağlar. Aşağıda
kurşunlara hedef olan yaşlı Tuma Amu, Arakel Acemyan,
Nikol, Anna ve Mıgırdiç Efendi ölür. Çatışmada Şamuşaklı
Süleyman Ağa’nın kardeşi yaralanınca Kürtler onu alarak
uzaklaşırlar. Mamsa köylüleri 3-4 saatlik direnişte
yarısı kadın olmak üzere 8 ölü ve 2 yaralı verirler.
Sonraki günlerde bir grup köyde savunma tedbirlerini
sürdürürken bazıları Garmıri’ye, bazıları da
Çemişgezek’e gider. Garmıri’ye gidenler Tahsin Bey’le
görüşmek ister, fakat girişte bekleyen Türkler Tahsin
Bey’in emriyle hareket ettiklerini söyleyerek onları
köye sokmaz.
Çemişgezek’e giden grup Çarşamba pazarının kurulduğu
meydanda silahlı Türk ve Kürt gruplarıyla karşılaşır.
Buranın da güvenli olmayacağını düşünerek köye geri
dönmek isterler. Fakat birkaç gün sonra Zıvtenots isimli
derenin içinde bu köylülerden Hagop Melikyan, Xılarents
Hagop, Hovhannes Mınoyan, Harutyun Acemyan ve oğlu
Toros’un elleri bağlı cesetleri bulunur. Bu katliamın
şehirdeki Necip’in Ahmet tarafından tertiplendiği
yolunda tahminler yürütülür. Ancak yıllar sonra
Garmırili Tahsin Bey’in kardeşi Kel Sılo bunun kendi işi
olduğunu ilan ederek övünür.
Mamsa’dan bazı aileler şehire gitmek isterken Sisna
gediği üstünde silahlı Türkleri görür ve dağılarak
Sevtil tarafına kaçarlar. Sonra bir bir toplanarak
Doğanlı Kızılbaş Kürtlerden Memed’in çadırına sığınırlar.
Onun yokluğunda karısı bir kaç saat kendilerini saklar,
yedirip içirir ve sonra başka yoldan şehire gitmelerini
sağlar.
Ertesi gün Kürtler Mamsa’da elde ettikleri ganimeti Surp
Kevork Kilisesi önünde toplamış paylaşırken Hovsep
Hovsepyan Türkçe olarak “Korkmayın, Ermeni askerleri
geliyor” diye bağırır. Bunu duyan Kürtler ganimeti
bırakıp kaçar. Onlardan sonra çevre köylerin Türkleri
gelir ve savunmasız köyün kalan mallarını yağma ederler.
Mamsalılar zarar ziyan listesi yaparak İstanbul’daki
Patrikhane’ye gönderirler, fakat sonuçsuz kalır.
SİSNA’da: Olaydan önce hükümet buraya da jandarma
gönderir ve “saldırıya uğrayan Ermenileri koruma”
görüntüsü vermeye çalışır. O günlerde hırsızlığa gelen
bir Kürt de vurulur. Ama Türk Vartenik ve Surp Toros
köylerinin Türkleri silahlı saldırıya geçince jandarma
hiç karşılık vermeden şehre çekilir. Çaresiz kalan
Ermeniler de kaçarak şehire sığınır ve sahipsiz kalan
evleri soyulur. Sisna’nın Türkleri önce tarafsız kalır,
ama sonra onlar da talana iştirak eder.
GARMIRİ’de: Ermeni evleri saldırıya uğrar, talan edilir.
Bedros Topçuyan öldürülür. Türkler Ermenilere tek
kurtuluş yolunun İslamiyete geçmek olduğunu telkin eder.
Zaten bütün bölgede Ermenilerin din değiştirmeye
başladığı yalanını uydurarak etkili olurlar. Garmıri
Ermenileri can telaşıyla İslam dinini kabul eder. Ancak
1896 baharında çevre köylerin İslamlaşmadığını görünce
kendileri de yeniden Hıristiyanlığa dönerler.
MORIŞXAN’da: Hükümet buraya da 3 jandarma gönderir.
Köyün Ermenileri Türk komşularına güvenerek önemli
eşyalarını onların evlerine emanet bırakırlar.
Talan günlerinde buraya Pertek’li Kürtler saldırır.
Jandarmalar hemen uzaklaşır. Köyü birlikte savunur
gözüken Türk komşuları da köy dışına çekilir ve
Ermenilerin kaçmasından sonra Kürtlerle birlikte evleri
talan ederler. Köyün kilisesi yakılır. Ermeniler şehire
ve Yerits Akarak köyüne sığınır. Şehir yolu üzerinde
Sarxoşin deresi içinde Hayrabet Mısırlıyan öldürülür.
Ertesi yılın baharı köye dönenler komşulara bıraktıkları
emanetleri de geri alamaz. Donikyan’ların değerli
eşyalarını evine almış olan Yüzbaşı “Garmırili Tahsin
Bey’in götürdüğünü” söyler.
PAZAPON’da: Benzeri gelişmeler yaşanır. Bu köyde
yaşananla ilgili Garabet Papazyan’ın 1962’de
Gislavodski’de yazdığı “Mangagan Huşer” (Çocukluk
Anıları)’ndan bir bölüm aktaralım:
“Sonbahardı. Ekim işi yeni bitmiş, ağaçlar
yapraklarından soyunmaya başlamıştı. Birgün ansızın Türk
ve Kürt çeteleri köye saldırdı. Köyü savunmak için
bekleyen jandarmalar kaybolmuştu. Köylülerin kendini
savunacak gücü de yoktu. Evler ateşe verildi, bütün köy
yangın yerine döndü.
Biz çocuklar dev alevleri görerek seviniyor ve “molet
yakılıyor” diye bağırıyorduk. Akşam olunca annem beni
bağrına yaslayıp ‘Bizim evin damı yandı, nereye gidelim
yavrum’ diye ağladı. Yaşananın eğlenceli birşey
olmadığını anladım.
Ertesi sabah bir Türk komşu bizi Sisna’ya götürdü. Orada
durum daha kötüydü. Köyün Türkleri Ermenileri bir yere
toplamış İslamiyeti kabul etmeleri için üsteliyordu.
İhtiyar keşiş Der Harutyun kendini yere atmış ‘Önce
benim boynumu kesin! Ben inancımdan dönmem! Halkım
peşimden gelin!’ diye bağırıyordu.
Bu korkunç manzaranın yaşandığı gün biz Mamsa’ya kaçtık.
Oradaki durum daha da dehşetliydi. Yanık-yıkık köyde
Türkler Ermeni evlerini yağmalıyordu. Daha sonra
jandarmaların gözetiminde şehire ulaştık. Bütün kışı
teyzemin evinde geçirdik. O kışın ben ve başka çocuklar
Der Kasparyan’ın evinde Ermenice alfabeyi öğrendik.
İlkbaharda büyüklerimiz yıkıntıları onarmak ve yeniden
inşa etmek için köye döndüler. Biz ise yazın gittik ve
harabeye dönmüş köyümüzü görünce ağladık. Okul-kilise
yerle bir edilmişti”.
YERİTS AKARAK’da: Çevre köylerin talan edilmekte olduğu
haberini köylüler duymuştu. Ova köylerinin talanına
katılan Diab Ağa atlı olarak birkaç adamıyla gezinti
halinde buraya gelir. Niyeti belki de keşif yapmaktır.
Köyün önde gelenleri ağayı saygıyla karşılar ve sıcak
misafirperverlik gösterirler. Yeni doğmuş Ğazaros
Zenneyan’ı yemek sırasında Diab Ağa’nın kucağına verir
ve kirvesi olmasını isterler. Buna ‘hayır’ diyemeyen
Diab Ağa kirvelik gereği ister istemez köyün savunmasını
da üstlenir. Giderken adamlarından birini oraya nöbetçi
bırakır.
Ertesi gün Karaballı aşiretinden bir başka grup köyü
talan etmeye gelir. Köyde bulunan bir kaç jandarma ve
Diab’ın adamı engel olmaya çalışır, ama baş edemeyince
jandarmalar çekilir. Diab’ın adamı silahını gelenlere
teslim eder. Onların girişi sırasında aniden Diab Ağa
çıkagelir. İki ağanın kısa görüşmesinden sonra Karaballı
Kürtler köyde karınlarını doyurur ve talan için
Morışxan’a doğru giderler. Bir kaç defa değişik gruplar
gelir, ama Diab’ın adamı engel olur. Kendisine
inanmayanlar da Diab’ın atını görerek ikna olur.
Anlatılıyordu ki Diab’a armağanlar sunmak için ev başına
ortalama 3 altın harcama yapılmış, ama her ailenin
katkısı kendi gücüne göre olmuş. Talan korkusu geçtikten
sonra da Diab adamlarını katırlarla Yerits Akarak’a
gönderir ve bedelini köylülere ödetmek üzere Severek ve
başka köylerden buğday aldırırmış. Bundan başka köy
halkı 1908’e kadar her yıl 3 kile (yaklaşık 400 kilo)
dövülmüş bulgur hazırlayıp Diab Ağa’ya teslim ederdi.
BIREXİ’de: Çevre köylerden Türk ve Kürt gruplar saldırır.
Köylüler direniş gösterir. 5 kurban verdikten sonra
çaresiz herşeyi bırakıp kaçarlar. Evleri talan edilir.
MURNAYİ’de: Buraya ise Laçin Uşağı aşiretinden Kürtler
saldırır. İki jandarma ile köylüler üç saat kadar sıkı
direniş gösterir. 7 kayıp veren Kürtler dört bir yandan
köyü ateşe verir. Yangın her yanı sardığı için köylüler
yakındaki şehire sığınmak zorunda kalır. Üç yıl
Çemişgezek’te yaşadıktan sonra 1898’de köye dönerler.
Yıkık evleri ve yanmış kiliseyi öncesinden daha güzel
yeniden inşa ederler. Bu vesileyle aşağı köy yukarı köye
birleşir.
XARASAR’da: Karaballı Kekke Ağa 80 silahlı adamıyla köye
saldırır. Köydeki Türkler Ermenilerle beraber direnirken
“Kürtler ganimeti alıp uzaklaşsınlar” diye davarın bir
kısmını köy dışına salmalarını tavsiye ederler. Öyle
davranılarak can kaybı olmadan saldırı atlatılır. Ama
ertesi gün başka aşiret grupları gelir, kalan davarı da
onlar alıp götürür.
İki gün sonra Hacı’nın oğlu Dursun “Garmırili Tahsin
Bey’in isteğiyle Türkler Ermenileri kırmaya hazırlanıyor”
diye Ermenilere gizlice haber verir ve Arapkir tarafına
gitmelerini tavsiye eder. Bazıları ciddiye alır ve gider.
Ertesi gün Küvereli Kürt Nuri Türklerin kışkırtmasıyla
gidenlerin evlerini yağmalar, iki evi ateşe verir ve K.
Dinkçiyan’ı öldürür.
BARDİZAK’da: Selim Bey’in yönettiği Türk ve Kürt
grupları saldırır. Köylülerle birlikte savunmaya geçen
iki jandarmanın verdiği karşılık sonucu bir Kürt vurulur.
Selim Bey kendilerinin Bab-ı Ali’den gelen emirle
hareket ettiklerini söyleyerek jandarmanın aradan
çekilmesini sağlar. Köylüler herşeyi bırakıp komşu
Ehme’ye kaçarlar. Saldırganlar ne bulursa engelsiz alıp
götürür. Kışı Ehme’de büyük güçlük içinde geçiren
köylüler ilkbaharda yarı yıkık evlerine döner ve
onarmaya koyulurlar.
TUMA MEZRA’da: Bu köy gerçi toprak ağası Selim Bey’indi,
ama Ermeni nüfusu burada da soyulmaktan kurtulamadı.
Türk ve Kürt grupların saldırısı sırasında Selim Bey
mahsus köyden uzaklaşır ve talan eylemi engelsiz
gerçekleşir.
Hazari, Hağtuk (Ahtük) ve Dekke köyleri Kürt ağaların
koruyuculuğu ve bütünüyle Ermeni olan nüfusun birliği
sayesinde bu talan ve kırımdan zarar görmediler. Bölgede
cereyan eden olaylar içinde saldırgan ve yağmacı olan
Kürt ağaları kadar koruyucu olanlar da vardı.
Sonraki yıllarda yer yer yinelenen saldırılar içinde
Kürtler Ermeni-Türk ayırt etmeden köyün davar sürülerini
götürür ve bazen fidye alarak geri bırakırlardı. Bunun
örnekleri Morışxan, Sisna, Hazari ve Miadun’da görülmüş,
Mamsa’da ise davarın götürülmesine kalmadan haraç
verilerek kurtarılmıştı. Bardizak ve Murnayi nüfusu ise
bir defasında 2-3 haftalık erzakı yanına alarak
mağaralara çekilmiş, silahlı savunma kararlılığı ile
caydırıcı olmayı başarmıştı.
Çemişgezek kırsalındaki Ermeni nüfusun durumu 1908’e
kadar böyleydi. 1908 sonrası da düzelen bir şey olmadı.
İlan edilen Anayasa ve hak-hukuk vaadlerine rağmen
gaspedilmiş toprakların iadesi sağlanamadı.» (Hampartsum
Kasparyan, Çemişgezek ve Köyleri, 379-390).
ÇARSANCAK’DA YAŞANANLAR
Merkezi Peri olmak üzere Mazgirt, Pertek ve Sağman
çevresini kapsayan Çarsancak kırsal alanında yaşananları
ise K. Yerevanyan özetliyor:
« Ermenileri hedefleyen saldırı tufanı her yerde olduğu
gibi Çarsancak’da da 1895 sonbaharı esmeye başladı.
Yerel yönetici ve memurlar yukardan gelen talimatla
Çarsancak’ın ağaları ve beylerini saldırı için
örgütlerken Dersimli bazı Kürt aşiretlerini de yağma ve
talana teşvik etmişlerdi.
Silahsız Ermeni halkı gelen felaket karşısında çaresiz
ve umutsuzdu. Önce korku yayan fısıltılar dolaştı, sonra
bunlar Türk yetkililerin açık ifade ve tehditlerine
dönüştü. Ermeni köylülerin kulakları Dersim’den gelecek
saldırılara ilişkin çelişkili söylentilerle dolmuştu.
Halkın tehlikelere göğüs germe cesareti zayıflıyordu.
Çoğu yerde Kürtlerin ve Türklerin iyi komşuluğuna bel
bağlama anlayışı hakimdi. Bunu farkeden bazı tanıdık
simalar değerli eşyalarını kendilerine emanet etmeleri
için “gavur” dostlarına telkinde bulunuyordu.
Ermeniler arasında korku ve şaşkınlık hali devam ederken
Dersimli Kürtlerin insan seli Çarsancak ovasına
dökülmeye başladı. Onlar çakmaklı tüfek, tabanca ve
kılıçlarla silahlı halde Medzgerd (Mazgirt) ve
Tsorak’tan düze indikleri gibi Ermeni köyleri ve
evlerini talan etmeye koyuldular. Geçtikleri yeri
kurutan çekirgeler misali bir uçtan öbür uca yayılıp
gittiler. Köylülerin direnmeye ne gücü, ne de cesareti
vardı. Etrafları dağ-bayır, yollar ve geçitler silahlı
çetelerle doluydu. Öyle ki çokları kaçmayı bile göze
alamıyordu. Beylerin ve ağaların kapıları sığınmak
isteyenlerin yüzüne kapanıyordu. Çarsancak ağaları kendi
marabalarına bile sahip çıkmak istemiyordu.
PERİ ve HOŞE’de TALAN
Çarsancak köyleri birbiri ardına talan edilirken bir
yandan sıra Peri’ye de gelir. Kürt çeteleri Peri
kasabasına Pağnik tarafından girer. Kasabanın Ermeni
nüfusu kaçış için tek açık yol olan güney istikametine
yönelir. Niyetleri Peri suyunu geçtikten sonra Demirci
dağları üzerinde ve vadiler içinde izlerini
kaybettirmektir. Ama suyu geçerken Kürt çeteler onları
bulur, neyse ki üzerlerinde olanı soymakla yetinirler.
Kürtler Peri girişinde muhtemel bir direnişe karşı
güçlerini göstermek için yoğun silah atışları ve “havar”
bağırtılarıyla hareket ederler. Ama çok geçmeden
görürler ki karşılık veren yok, aksine herkes kaçma
telaşında. O zaman balta ve nacaklarıyla kapıları kırıp
evleri ve dükkanları yağma ederler.
Kasabada direniş cesaretini gösterebilen çok az insan
çıkar. Bunlardan biri yiğitlik ve bilgeliğiyle bütün
çevrede ünlenmiş olan Xuri Beg (Der Krikor Mazmanyan)
isimli keşiş olur. Onun silahlı savunması sonucu
saldırganlardan bir kaçı vurulur.
Peri’deki bu olayda fazla insan kaybı olmaz. Yalnızca 15
Ermeni ve karşılığında 4-5 Kürt ölür.
1895’in canlı tanıklarından şimdi Amerika’da yaşayan
Hoşe’li Mesrop Derderyan’ın bu dramatik gelişmeleri
karakterize eden anıları okunmaya değerdir:
“1895’in 23 Eylül’ünde eşekle odun getirmek için ormana
gitmiştim. Dönüşümde bir molla ve bir Kürt üzerime
saldırdılar. Molla daha acımasız elindeki deyneği başıma
indirirken tanıdık olan Kürt ona engel olmak istedi, ama
o da darbelerden nasibini aldı. Kana bulanmış halde
koşarak Hovsepyan’ların değirmenine yetiştim. Orada
Mıxsi Bedros’u gördüm. 80 yaşına rağmen gençleri
kıskandıracak bir dinamizm içinde, şeşhane tüfeği sağ
elinde, palaska ve kütüklüğünü kuşanmış halde can
kurtarıcı bir melek gibi yanıma yetişip ne olduğunu
sordu. Başımdan geçeni anlattım. Olayın yankısı köye
hemen ulaşmış ve biraz da abartılı olduğu için
bizimkileri kaygılandırmış. Hayatta olduğuma şükür
ettiler.
Hovsepyan’ların değirmeni Hoşe’nin girişindeydi ve o
günlerde buğday-arpa çuvallarıyla doluydu. Kürtler bunun
kokusunu alarak gelir ve talan böylece başlar.
Değirmende bulunan Avak hemen köye haber yetiştirir.
Köylülerden bir grup Mıxsi Bedros’un öncülüğünde koşup
gelir. Fakat değirmeni boş bulurlar. Mıxsi Bedros’un
yeğeni Kaspar Kürtler tarafından hançer darbeleriyle
öldürülmüştür. Mardiros da yaralanır, ancak Ğugas
onların elinden kurtulmayı başarır.
Mıxsi Bedros Kaspar’ın cesedini görünce Avak’a kızdı:
‘Neden daha erken haber vermedin ki saldırganların bir
kaçını da ben onun yanına yatırsaydım!..’
Sonraki günlerde Hoşe’nın Kürtler tarafından
kuşatıldığına dair bir haber yayıldı. Hoşe köyü Peri
suyunun öte yüzünde (güney yakasındaki) tek Ermeni
köyüydü. Çevresindeki Kara Yusuf, Demirci, Sallar,
Çalxadan, Bağşiş, Karsan, Cafıkan, Kerkeznin, Xoyagin,
Piadan, Dink vs. hep Kürt köyleriydi. Hoşe’yi kuşatan bu
köylerin Kürtleri olmuştu. Ermeniler kaçmayı düşünüyordu.
Bu sırada Palu’dan süvari bir zaptiye köye yetişti. ‘Vay
hınzır gavurlar, Palu’da sizden kimse kalmadı, siz halen
yaşıyor musunuz? Durun Peri’ye ulaşıyım, başınıza
gelecekleri görürsünüz’ diye tehditler savurup gitti.
Az sonra Demirci’den Berxoğlu Hacı Yusuf, Hacı Molla ve
Xello kendi ğulamları ile Hoşe’ye geldiler. Bütün
erkekleri toplayıp kendi silahlarını onlara verdiler ve
şöyle dediler: ‘Biz sizi burada savunamayız, herkes
kendi kirveleri yada tanıdıklarının yanına gidip
saklansın. Eğer karşılık göstermezseniz sizi öldürmezler.
Ama talan için emir gelmiş, bundan kurtuluş yok’.
Hoşe’de Zurnacıyanlar gerçi mülk sahibi değil, ama büyük
bir sülaleydi. Çevre köyler içinde büyük saygınlık
kazanmış ve çokça Kürt dostlar edinmişlerdi. Berxoğlu
Molla Zurnacıyan’ların dostuydu. Onun tavsiyesiyle
önemli eşyalarımızı Demirci’ye taşıdık.
Ertesi sabah (25 Eylül’de) Kürtler Peri’yi bastı. Peri
içinde az bir direniş oldu. Bizi kurtaran Molla, ki ünlü
bir çete başıydı, o gün talana katılmak amacıyla Peri’ye
gitmişti. Orada direniş gösterenlerden Harutyun
Ermonyan’ın evine yaklaşınca ona ateşi kesmesi için
seslenir ve kendilerini kurtaracağına dair namus sözü
verir. Bunun üzerine Ermonyan ateşi keser. Molla sözüne
sadık kalır ve onu ailesiyle götürür. Fakat Ermonyan’ın
elindeki silahın sahip olmak istediği martin değil de
basit bir çifte olduğunu görünce hayal kırıklığına uğrar.
Peri’de direnenler içinde Mıxsi Mikayel’ler, silah tamir
ustası Nazar Puçikyan ve Der Krikor Mazmanyan (Xuri Beg)
vardı. Bunlar uzun süre silahlı mukavemet gösterdikten
sonra izlerini kaybettirmişler.
Der Krikor Mazmanyan dedem Der Arakel ile birlikte keşiş
tayin edilmişti. Çok yiğit bir insandı. Haçın yannda
silahı, İncil’in yanında kılıcı eksik etmezdi. Der
Krikor’un Peri’deki direnişini kendi konağından izleyen
Sadık Bey onun hesabını görmek için üzerine ateş
yağdırmış, fakat başarılı olamamış.
27 Eylül’de hükümet Molla’ya kendi yanında saklanan
Ermenileri dışarı çıkartması için haber göndermiş. Molla
bize biraz iaşe verip yol gösterdi. Oradan Demirci
dağlarına geçtik ve Peri’nin vaziyetini karşıdan izledik.
Artık hiç bir silah sesi duyulmuyordu. Issız bir çöle
dönmüştü.
Zurnacıyan’ları Demirci’ye nakletmek için Hoşe’ye
gittiklerinde Molla ve adamları orada karşılaştıkları
İzoli aşiretinden Kürtlerle çatışmış ve Seyit Hüseyin
ile oğlunu öldürmüşler. Bu çatışma içinde Molla’nın da
iki parmağı kesilmiş. Molla daha sonra koruması
altındaki Ermenilere kesik parmaklarını gösterip ‘Bunlar
sizin yüzünüzden oldu, karşılığında iki de adam öldü.
Artık burada durmayın, İzoli aşireti intikam için bizim
üzerimize gelir, o durumda çok zarar görürsünüz’ diyerek
uzaklaşmalarını istemiş.
Daha sonra Hoşe’ye dönmek zorunda kaldık. Evlerin kapı
ve pencereleri kırılmış, içleri boşaltılmıştı. Yiyecek
birşeyler aramak için Jamgoçyan’ların evine gittik. Bir
de ne görelim, Jamgoçyan Boğos’u karnından bağlamış ve
baş aşağı şarap küpünün içine basmışlar. Her yanda yürek
paralayıcı görüntüler vardı. Hovsepyan’ların evi halen
yanıyordu. Artık Hoşe’de kalamazdık. Peri’ye geçtik.
Orası daha sakin görünüyordu. Bulutyan Apkar Efendi’nin
evine yerleştik.
Bir cuma günü hükümet tellal çağırtıp kaçak Ermeni
köylülerin harman yerinde toplanmaları emrini yaydı.
Peri Ermenilerinin ise camiye toplanıp İslamiyeti kabul
etmeleri isteniyor, aksi halde acımadan kırılacakları
söyleniyordu.
Sonradan öğrendiğimize göre Peri’de sandık emini olarak
memurluk yapan Çemişgezekli Nışan Efendi kaymakamla
yakınlığını kullanarak onu etkilemiş ve Ermenileri
bekleyen daha kötü akibeti önlemek için bir çözüm
bulmaya zorlamış. Bunu kabul eden kaymakam ‘padişahın
emriyle Ermenilere af çıkarıldığını, bundan böyle Ermeni
kanı dökenlerin cezalandırılacağını’ bildiren düzmece
telgraf örnekleri yaymış. Aynı zamanda ‘Hak dinini
benimseyen her Ermeni bağışlanır ve kurtulur’ diyerek
bunu merkezi politikayla bağdaştırmaya çalışmış.
Camide Müslüman olmak için toplanan Ermenilerden
Hovsepyan Sarkis başına beyaz bir çit bağlamış olarak
hararetli şekilde haç çıkartınca kendisine müdahale
ederler. ‘İslamda haç çıkartılmaz, öyle değil şöyle yap’
diye. Hoca der ki ‘Ziyanı yok, yavaş yavaş namaz kılmayı
öğrenir’...
Mıxsi Bedros’u harman yerinde tutup diz çöktürür ve
Piadanlı Ali Xaya’ya emrederler ki onu Müslüman etsin.
Ali bağırır ‘Mıxsi salavat getir!’ Mıxsi haç çıkartarak
başlar ‘Hanun hor yev vortvo yev hokvuyn’ diye Ermenice
dua etmeye. Bu ‘kart gavur’u döndürmenin mümkün
olmadığını görerek orada öldürmeye karar verirler. Fakat
gel gör ki Ali Xaya Mıxsi’nin çok ekmeğini yemiş ve
minnet duygusu ile bağlıdır. Mıxsi’nin kulağına fısıldar;
‘Ben silahımı boşa sıkacağım ve diyeceğim ki Mıxsi’ye
değmiyor’. Böyle bir kaç defa sıktıktan sonra ‘Mıxsi
aziz olduğu için ona kurşun işlemiyor’ diyerek onu
ölümden kurtarır...”
1895 talanı Çarsancak merkezi ve köylerinde bu gibi
gelişmelerle Ermeni nüfusunu yoğun şekilde mağdur eder.
Kış ağzında aç ve açık bırakır. Yıkık evler, boşalmış
ambarlar, sönmüş ocaklar etrafında çoluk çocuk ağlaşır.
Yine de hayatta kaldıklarına şükrederek kışı geçirmenin
çarelerini bulur ve çilekeş çalışmalarıyla bu viran
yöreleri yeniden şenlendirirler.» (K. Yerevanyan,
Çarsancak Ermenileri Tarihi, s. 376-384).
MAZGİRT’TE DERSİM’İN DOSTLUĞU
Yerevanyan’ın Mazgirt’e ilişkin tanıklığına başvurduğu
Vosgan Hovhannesyan ise şu kısa bilgileri veriyor:
“Birinci kırım ve talan (1895) günleriydi. Türk hükümeti
Mazgirt’te de Ermeniliği yok etmeyi planlıyordu. Ama
bunun için ne uygun bahaneleri vardı, ne de sonuç almaya
yetecek hazır güçleri. Bu durumda hükümet Dersim ve
çevresindeki Kürtlere başvurdu. Aşiretleriyle gelip
Mazgirt Ermenilerini kırmaları için onlara cazip
tekliflerde bulundu.
Hükümetin davetine çok sayıda Kürtler icabet etmeye
başlamışlardı. Yalnız bir farkla ki, onlar can almaya
değil, sadece mal yağmalamaya geliyorlardı. Bu yönelim
Türk hükümetini tatmin edecek olmasa da, ‘hiç yoktan iyi’
sayacağı bir şeydi.
Ancak Kürt hareketinin gürültülü ivmesi ansızın durdu.
Zira Dersim’in etkili aşiret liderlerinden Temır Ağa
‘kimsenin Ermenilere dokunmaması ve harekete geçenlerin
hemen geri çekilmesi’ için emir vermişti. Temır Ağa ve
onu izleyen Kürtler, Mazgirt Ermenilerinin bu tehlikeli
dönemi zararsız atlatmalarını sağladılar.
O günden sonra Mazgirt Ermenileri ile Dersim Kürtleri
arasındaki dostluk ilişkileri daha bir güçlendi. Bu
vesileyle yakılmış türküler de vardı. Onlardan birinde
şu dizeler geçiyordu:
Dolan, dolan, vay vay dolan,
Ermeniler oldu talan,
Kürt geliyor zorba zorba,
Ekmek toplar torba torba,
Kürt geliyor takım takım,
Kürtler Ermeniye yakın.”
(K. Yerevanyan, Çarsancak Ermenileri Tarihi, s.
376-384).
II BÖLÜM :
1908 MEŞRUTİYET İLANI VE SONRASI
Birinci dünya savaşına kadar geçen süre içinde Ermeni
halkının durumunu etkileyen gelişmeler ve Dersim’de
Ermeni toplumu ile politik temsilcilerinin faaliyetleri
hakkında bir fikir vermek için burada yine K.
Yerevanyan’dan Çarsancak yöresine ilişkin tanıklık ve
gözlemleri aktaracağız. Yazarın anlatımları yer yer
kendi çocukluk hatıraları ile örtüşüyor:
« O kara günlerin üzerinden onüç yıl geçmiş, Çarsancak
Ermenileri yapıcı ve yaratıcı olağanüstü gayretlerle
yaralarını iyileştirmişti. Ekonomik gereklerini iyi kötü
karşılayan ve nefes alan toplum daha çok politik ve
kültürel basınçtan kurtulmanın özlemi içindeydi. 10
Temmuz 1908’de ilan edilen Anayasa ve meşrutiyet,
Osmanlı yönetimi altındaki bütün halklar gibi Ermeni
halkına da umut veren bir gelişme oldu.
Fransız devriminin Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik
sloganına benzeyen “Hürriyet, Adalet, Musavat” şiarları
ile gelen bu yeni dönem, insani temelde yepyeni ve
ilerici bir ruhla yönetilecek gibi görünüyordu. Genel
olarak Osmanlı ülkesinin Gayrı-Müslim unsurları, özel
olarak da Ermeniler, uzun süre karanlık bir zındanda
kaldıktan sonra dışarı çıkınca ışıktan gözleri kamaşan
ve bir an için gördüklerine inanamayan insanların
sarhoşluğunu yaşıyorlardı. Ama çok geçmeden bu
görüntünün çelişkili gerçekliğine alışır, eskiyle
beslenip yeniyle ifade olunan karışık yaşam içinde
umutlarla kaygıları birarada yaşamaya başlarlar. Biz bu
aldatıcı dönemde bir çok tuhaflık gördük ve duyduk.
Bunlar ağır bir istibdat döneminden sonra yanlış
anlaşılmış gerçekliklerden kaynaklanan doğal sonuçlardı
aslında.
Halkın dilindeki slogan “Yaşasın hürriyet, adalet,
musavat, yaşasın millet!” her yerde yankılanıyordu.
Bütün bunlar iyi, fakat Ermeni köylüsü kulaklarına
inanamıyordu. Hürriyet demekle hangi devlet görevlisi ne
anlayacak ve uygulamada neler görülecekti? Ağa yada bey
kendisine sormayacak mıydı artık “Ulan gavur, nerye
gider, nerden gelir, ne halt karıştırırsın?” diye.
Türkiye’de adalet yada eşitlik olabilir miydi ağa ile
maraba arasında?.. Bu gibi sorular özellikle Ermeni
köylüsünün beyninde dönüp duruyor, kuşku ve kaygılar
yaratıyordu. Bu nedenle Ermeni halkı Jön-Türklerin
gelişiyle fazla kendinden geçmedi, ihtiyatlı bir
iyimserlik taşıdı. Hatta belli veriler üzerinden
öngörülü davranarak bu yeni durumu parıltılı bir tuzağın
gerilmesi gibi tehlikeli bulan ve hiç güvenmeyenler de
vardı.
Yazık ki aldanmışlığın tozpembe rüya günleri çabucak
geçip yerini ağır hayal kırıklıklarına bıraktı... ve çok
geçmeden kanlı kara günler daha beteriyle onu izledi.
Eğitimsiz fakat sezgili Ermeni köylüleri “Hürriyet,
Adalet ve Musavat” adına parlak nutuklara inançsızlık
göstermekte haklı çıkacaklardı.
Anayasanın ilanı ülkenin her köşesinde özel törenlerle
kutlandı. Peri’de de hükümet konağı, çarşı ve önemli
yerler bayraklarla süslenmiş, davul ve zurna halkı
coşturmaktaydı. Türkler son derece sevinçliydi ve
istiyorlardı ki Ermeniler de bu sevince ortak olsun.
Değil mi ki yeni anayasal düzenin iyiliklerinden en çok
da köle gibi bir bağımlılık içinde yaşayan Ermeniler
yararlanacaktı ve değil mi ki Ermeniler de katkıları ile
bu büyük başarıda pay sahibi olmuşlardı...
Törenlerden önceki birkaç gün Ermeni okulunun
öğrencileri hummalı bir hazırlık içindeydi.
Öğretmenlerin kan ter içinde çalışmasıyla o güne adanan
Türkçe şarkılar, marşlar öğreniliyordu.
Tören günü Peri’de 300’den fazla Ermeni öğrenci temiz
giysileriyle öğretmenlerin gözetimi ve okul müdürü ile
cemaat yönetimi öncülüğünde büyük bayraklar ve marşlar
eşliğinde hükümet meydanına yürüdüler. Söylenen
şarkılardan bir çoğu yeni ve duyulmamış şeylerdi. Öyle
ki Türkler hayranlık ve kıskançlıkla izliyordu bu
görkemli geçiti. Ermeni toplumunun tören alayı meydanda
kendine yaraşır bir disiplin içinde yerini aldı. Şeref
locası gibi düzenlenen konağın sekisi üstünde kaymakam
bey ve diğer yetkililerle beraber Ermeni cemaat öncüsü
de hazırdı. Bizden sonra meydana yetişen Türk medrese
öğrencilerinin bir hafız öncülüğündeki tören alayı bizim
yanımızda oldukça zavallı ve düzensiz bir görünüme
sahipti. Günün marşı hep bir ağızdan okundu: “Sancağımız
şanımız, Osmanlı ünvanımız, Vatan bizim canımız, Feda
olsun kanımız...”
Daha sonra hükümet adamları ile cemaat temsilcilerinin
kutlanan olaya ilişkin övgü dolu konuşmaları,
Müslümanlar ile Gayrı-Müslimlerin kardeşliğine dair
nutuklar, karşılıklı sevgi gösterileri ve coşkun
alkışlar birbirini izledi.
Tören dönüşü çarşı içinde biz Türkçe bazı özgürlük
şarkıları yanında Ermenice yurtsever ve devrimci
şarkılar söyledik. Akşama doğru evlerde aynı coşkuyla
eğlenmeye devam ettik. Karanlık çökünce her tarafta
meşaleler ve fenerler yaktılar. Sokakları davul-zurna
inletiyordu. Türkü, Kürdü, Ermenisi birlikte halaya
durmuştu. Belki ilk defadır ki Ahmet’in yanında Ardaşes
öz vatandaş duygusu ile yurtseverlik sarhoşluğu içinde
el ele oynuyordu. Damlar üzerinde toplanmış kalabalıklar
aynı mutluluğu paylaşıyordu.
Birbirini izleyen günler bazı yenilikler getirdi.
Çarsancek’ın beyleri ve ağaları haksızlığa uğramış
Ermenilerle dil bulup anlaşma yoluna girdiler. Kendi
marabaları ile şakalaşmaya başladılar. Hatta onları
“Fıla” yada “Gavur” demeden kendi Ermenice isimleriyle
çağırmaya bile alıştılar. Bunlar daha önce örneği
görülmemiş şeylerdi. Meşrutiyetin getirdiği ve daha
getireceği iyiliklerin bir kısmı olarak algılanıyordu.
Bunların cazibesiyle Ermeni halkı sarhoş edilmek
isteniyordu. Samimi olarak itiraf etmeliyiz ki, bir kaç
ay boyunca bu güçlü aldanma hali her türlü kuşkudan uzak
devam etti.
Peri’de Ermenilerin ulusal yaşamı uyanış belirtileri
göstermeye başladı. İki etkili siyasi parti;
Sosyal-Demokrat Hınçakyan Gusaktsutyun (Sosyal-Demokrat
Çağrı Partisi) ile Hay Heğapoxagan Taşnaktsutyun (Ermeni
Devrimci Federasyonu) kendi faaliyetlerine daha canlı
şekilde yeniden hız verdiler. Buna bağlı olarak toplantı
salonları açıldı, parlak söylevler birbirini izledi.
Peri’de o zamana kadar halka açık sahnede politik
konuşmalar yapıldığı görülmüş değildi. Bu tür çalışmalar
bütünüyle gizli yürütülürdü. Serbest olmasıyla beraber
halkın rağbeti de artıyor, yapılan propagandaları herkes
ilgiyle izliyordu.
Kendine güveni artan Ermeni gençliği çekincesiz
konuşmaktan silah kuşanmaya kadar açılım göstermekteydi.
Bağ-bahçe, dağ ve derelerde askeri eğitim yapanlar bile
oluyordu. Peri içinde Ermeniler o kadar insiyatif
kazandı ve etkinlik sağlamıştı ki, Türkler onlarla
sürtüşmemek için dikkatli olmaya ve temkinli davranmaya
başladılar.
Çarsancak köyleri ile mukayese edilirse Peri kasabası
daha mutlu günler yaşadı. Küçük ticaret ve zanaat işleri
kayda değer sıçramalar gösterdi. Peri önemli bir merkez
haline geldi. Çevre köylerin nüfusu buraya yerleşme
amacıyla boşalmaya başladı. Artan talebi karşılamak için
yeni yapılar inşa edildi. Daha önce güçlükler nedeniyle
İstanbul, Amerika ve başka yerlere göç etmiş olanlar
yavaş yavaş dönmeye başladılar. Bunlar da getirdikleri
maddi zenginlikle Peri’nin ekonomik kalkınmasına hizmet
ettiler.
Okul ve eğitim faaliyetleri aynı şekilde ilerleme
gösterdi. Binası yenilenen ve daha yetkin kadroyla
desteklenen okulun eğitim düzeyi ve kalitesi yükseldi.
Ermenice dil ve tarih öğrenimi, yanısıra kültürel
etkinlikler güçlenerek yeni nesilin ruhunda yeni ufuklar
açmaya başladı. Okul dışında mezunlar birliği ve onun
tiyatro ekibi örgütlendi. Peri’de ilk olarak sahnelenen
“Çarşılı Artin Ağa” oyunu büyük ilgi uyandırmıştı. Her
yanda bir heyecan ve coşku vardı. Üretken ve yaratıcı
halkımız önüne engeller çıkarılmasa daha neler
yapabilirdi...
Ne var ki uzun boylu gelişmelere fırsat verilmeyecekti.
Bütün ülke sathında meşrutiyetin bir doğu çiçeği gibi
çabucak solduğu yerler içinde Çarsancak çevresi belki de
ilk sırayı alırdı. İttihat yönetimi kendi ilerici
maskesini çok çabuk düşürdü. Feodal beyler ve ağaların
etkisi altında eski baskı ortamına kolayca dönüldü. Kısa
bir süre gemlenmiş olan Türk ve Kürt otorite sahipleri
yakın çevreleriyle birlikte yeniden pervasız davranmaya
başladılar. Bunun esas mağduru yine Ermeni halkı
olacaktı. Toprak gaspı, dayak, hakaret ve envayi çeşit
zulümler birbirini izledi. Saklı tutulan kin ve nefret
duyguları her fırsatta yeniden dışa vurulur oldu
Ermeni halkı gitgide hayal kırıklığına uğrayarak bir
şeyi bilince çıkartmaya başladı. Şöyle ki, bir yandan
fanatik milliyetçilik, bir yandan bağnaz dincilik ve
onun beslediği kör itaatkarlık devam ettikçe, Türkiye’de
özgürlük üzerine konuşmak ne kadar mümkün olsa da onu
gerçekleştirmek imkansız olacaktı. Meşrutiyet denilen
şey sanki Türkiye’yi ziyarete gelmiş ve acınası
gerçekliği görmekle gerisin geri kaçıp gitmişti.
Üzerinden bir yıl geçmeden Nisan 1909’da Adana ve
Çukurova bölgesi Ermenileri büyük bir kırıma uğratıldı.
30 bin cana kıyan bu kırım ve talan hareketi eski İslam
bağnazlığı kadar yeni yükselme yolundaki Türkçülüğün de
damgasını taşıyordu. Türk-Müslüman sermayesi yararına
Gayrı-Müslim unsurların tasfiyesi, toprak ve sair
zenginliklerin el değiştirmesi İttihat ve Terakki
yönetiminin de hedefiydi. Ama onlar bu olayı
İstanbul’daki 31 Mart Vakası ile birlikte Abdül Hamit’in
hesabına kaydetmek suretiyle kendilerini sorumluluktan
sıyırmayı becerdiler. Böylece çatışmalı oldukları
padişahın değişmesini sağladıkları gibi Ermenilere daha
uzunca bir süre dost görünmeyi de başaracaklardı.
Adana tarım alanlarının genişliği ve ürünlerinin
bolluğuyla ünlüydü. Her yıl pamuk ve tahıl üretimi için
çevre vilayetlerden binlerce yoksul köylü oraya
çalışmaya giderdi. Bunlar arasında Çarsancak’ın
Ermenileri de vardı. O yıl yaşanan Adana katliamında bir
çok Çarsancaklı da yaşamını yitirmişti. Hayatta
kalanların memlekete getirdikleri kara haberler acı ve
üzüntü yanında güvensizlik ve geleceğe dair endişeleri
de yeniden büyütecekti.
Ermenilere yönelik tehdit daha belirgin hale geliyordu.
Peri’den Dersim’e ulaşım tehlikeli olmuştu. Xıran, Şade
ve İzoli Kürtleri yine soygunlar yapıyor, Ermeni esnaf
ve zanaatkarlar serbest gezemiyordu. Çarsancak Ermeni
toplumu bu gibi ön belirtileri görmekle 1895 talan
günlerini hatırlıyor ve gelecek yeni badirelere karşı
tedbirli olmanın duyarlılığını taşıyordu.» (K.
Yerevanyan, Age, s. 384-390).
ÖZ SAVUNMA DENEMELERİ
« Meşruti yönetimin gelip geçici özgürlük ortamında
Hınçak ve Taşnak partileri kendi gizli örgütlülüklerini
açık ederek çalışmaya koyulmuşlardı. Diğer bölgelerle
bağlar kurulmuş, Ermeni ulusal güçleri daha merkezi ve
koordineli hareket ediyordu. Kafkas’tan, Van’dan,
Erzurum’dan sık sık devrimci kadrolar gelip Çarsancak
köylerini ve özellikle Peri’yi ziyaret ediyorlardı.
Örgütlenme işi güçlü bir ivme kazanıyordu.
Halkın önemli bir bölümü halen ezik duygular içinde
bütün olup bitenleri “tanrısal yazgı” sayarak itaatkar
bir duruşa eğilimli olmayı sürdürüyor, çareyi bütün
haksızlıklara sabırla katlanmakta görüyor ve başkaldırı
fikrine uzak duruyordu. Temel insani haklarının
bilincine varan ve bunları elde etmek için mücadele
gereğine inananlar azınlıktaydı. Bunlar içinde öne
çıkanlar halkı uyanık olmaya, haklarını tanımaya,
geleceklerini savunmaya ve tabii olarak örgütlenmeye
çağırıyordu. Örgütlenmek ve silahlanmak güçlü bir
savunma yapabilmenin şartıydı.
Meşrutiyet ilanını izleyen iki yıl içinde beylerin,
ağaların, hükümet adamlarının yeni zorbalıkları kendini
göstermeye başlamış, Ermeni köylüsü yer yer eskisinden
kötü eziyetlere uğramaktaydı. Peri Araçnortaranı (Cemaat
öncülüğü) yerel yönetime ve İstanbul Patrikhanesi
üzerinden Bab-ı Ali’ye yazılı şikayetleri bildiriyor,
fakat sonuçsuz kalıyordu.
Hınçak ve Taşnak yöneticileri gece-gündüz toplantılar
yapıyor ve savunma işini örgütlemeye çalışıyordu. O
günlerde Kürt akınları üzerine yeni söylentiler dönmeye
başlamıştı. Bu söylentileri fırsat bilen hükümet Peri’de
tedbirler alma görünümü altında Ermenileri savunma işine
katılım göstermeye davet etti. Ermenilerin gücü hakkında
tam bir fikre sahip olma gizli niyetiyle bu çağrıyı
yapan hükümet, askeri kuvvetlerin listesini çıkartmayı
ve bir de küçük tatbikat yapmayı önerdi. Ermeni
yöneticiler bunu saflıkla kabul etti. Türk yöneticiler
Kürtlere ise bu durumu “Ermenilerin Kürt yayılmasına
karşı birlikte hareket için hükümete başvurdukları”
şeklinde tersinden yansıtacaklardı.
Peri’nin kuzey tarafı Kürt saldırılarının muhtemel yolu
olarak görüldüğü için savunma tatbikatı orada yapıldı.
Türkler batıdan gelen yolu denetleyecek, Ermeniler ise
doğu istikametini savunacaktı. Orada Pağnik ve Xuşin
yolu kenarındaki eski Ermeni mezarlığının taşları doğal
mevziler olarak kullanılabilirdi. Bu düzenleme dışında
Ermeniler şehrin iç savunmasını da planlamıştı.
Savunmaya gönüllü herkes silahlarını yağlayıp
temizliyor, barut ve kurşun eksiklerini gideriyor, kapı
ve geçitleri berkitmeye çalışıyordu. Bir kelimeyle
Perili Ermeniler ayakta ve savunma hazırlığı
içindelerdi.
Türk yöneticiler Ermenilerin silahlı gücünü ve hareket
kabiliyetini görmekle endişe duymaya başlamış, bu gücün
bir gün kendilerine kötü bir sürpriz yapabileceğini
düşünerek Hozat’tan daha fazla asker talep etmişler.
İtiraf etmek gerekir ki Ermeniler bu konuda gizli ve
sessiz hazırlanma yerine her şeyi açığa dökmek ve
abartılı davranmakla ciddi hataya düştüler. Silahların
alım satımı bazen ortalıkta oluyordu. Türkler
Xarpert’ten ve başka yerlerden gizli silah temin
edildiğini de biliyordu. Her Ermeni şehirde serbestçe
silah taşımaya başlamış, küçük dalaşmalarda tabanca ve
hançer göstermek moda olmuştu. Üzüm zamanı her bağdan
yükselen eğlence naralarına silah sesleri eşlik
ediyordu. Hükümet ve ticaret çevreleri içinde Türkler
için bazı Ermeniler kabadayı tavırları ve hesapsız
çıkışlarıyla dikkat çekici olmaya başlamıştı.
O zamana kadar Çarsancak köylerinin ondalık vergilerini
toplamak bu çevredeki bazı feodal mülk sahiplerinin
tekelindeydi. Bunlar karşılarında aniden Aleksan Gopoyan
gibi tehlikeli bir rakip buldular. Gopoyan çok kısa bir
süre içinde yalnız Ermenilerin değil, Türklerin ve
Kürtlerin de arasında saygı duyulan ünlü bir sima haline
gelmişti. Onun maddi ve manevi yükselen gücü geleneksel
ağa takımı için bir tehditti. “Ne demek” diyorlardı
ağalar; “gavurun biri gözümüzün önünde böyle serbestçe
hükmetsin?.. Bu bize bir meydan okuma sayılır!”. Böylece
diş bilemeye başlamışlardı. Ama Aleksan Gopoyan kolay
yutulacak lokma değildi. Cesur-atılgan ve halka yakın
kişiliğiyle etkinliğini daha da arttırdı. Üç katlı
konağı önemli misafirlerin, resmi görevlilerin, halk
temsilcisi kişilerin buluşma merkezi haline gelmişti.
Aleksan Ağa’nın sözleri, işleri, yiğitlik ve alicenaplık
örnekleri etrafında efsaneler üretilmeye başlanmıştı.
1912 yazında bir gün Peri’nin önde gelen Türklerinden
Hüsnü Bey bir ziyafet düzenleyip Aleksan Ağa’yı da davet
eder. Peri suyunun öte yüzündeki açık bir mesire yerinde
sofralar kurulup kalabalık misafirler ağırlanır.
Karşılıklı kadehler kaldırılır, dostluk şerefine sözler
söylenir. Hüsnü Bey ile Aleksan Ağa içki içmede sonuna
kadar yarışırlar. Dönüş yolunda yine karşılıklı
birbirleri şerefine silah sıkarak giderler.
Xolopik’lerin bağına yetiştikleri sırada Hüsnü Bey bir
kaç adım geride kalır, tekrar tabanca sesleri yükselir
ve Aleksan Ağa’nın ansızın başı kanlar içinde yere
yığıldığı görülür.
Aleksan’ın ölüm haberi Peri’yi sarsar. Şüpheler Hüsnü
Bey üzerinde yoğunlaşır, fakat karambole getirilmiş
cinayetin soruşturması uzayıp gider. Hozat
Mutasarıflığı’na devredilen dava 1915’e kadar sonuç
alınamadan sürer.
Bu olay bölgede Türk-Ermeni ilişkilerinin yeniden
gerilmesine yol açtı. Kısmi güven duygusu yerini daha
çok kuşku ve endişelere bıraktı.» (K. Yerevanyan, Age,
s. 391-396).
ERMENİ PARTİLERİ VE FEDAİLERİN ÇARSANCAK’A GİRİŞİ:
« Bütün araştırma çabalarımıza rağmen bu bölgede ilk
ulusal devrimci tohumların hangi tarihlerde kimler
tarafından atıldığını tespit edebilmemiz mümkün olmadı.
Devrimci hareketin başlangıçta aşırı gizli olması
nedeniyle çalışmalar çok az katılımcı tarafından
bilinebilirdi. Bu bakımdan net bilgilere sahip olamasak
da ulusal ve sosyal boyunduruğun öteden beri çekilmez
olduğu böyle bir alanda devrimci harekete ilginin
gecikmeden kendini göstermiş olduğunu sanıyoruz.
1887’de Cenevre’de kurulan Sosyal-Demokrat Hınçak
Partisi Batı-Ermenistan’ın kırsal bölgelerinde hızla ve
coşkuyla taraftar bulmaya başlamıştı. Henüz onun
kuruluşu öncesinde yer yer kendiliğinden oluşmuş
yurtsever gruplar vardı. Hınçak Partisi birbirinden
bağımsız bu küçük grupları ulusal ve sosyal kurtuluş
amacı etrafında birleştirip merkezi bir önderliğe
bağladı. Gizli devrimci çalışmalar çilekeş halkın
bağrında derin kökler salıyordu. 1890’da Ermeni ulusal
hareketi içindeki fikir ayrılıklarından yeni bir oluşum;
Hay Heğapoxagan Taşnaktsutyun (Ermeni Devrimci
Federasyonu) ortaya çıkmıştı. 1900’lerde gelişen ulusal
hareket Hınçak ve Taşnak partilerinin ayrı ayrı öncülük
ve etkinlikleri altında şekilleniyordu.
1908 Meşrutiyet ilanından hemen sonra Çarsancak’ta
açıkça örgütlenmeye başlayan Hınçak ve Taşnak partileri
kısa zamanda büyük bir popülarite elde ettiler. Bu
başarı daha önceden gizlice ve sessizce atılmış
tohumların ürünüydü.
Çarsancak’ın merkezi Peri’de nüfusun büyük çoğunluğunu
oluşturan Ermeni halkı bu iki politik güç etrafında
kenetlenmeye başladı. İki partinin ayrı hareket etmesi
halk arasında ayrılığa ve iç kavgalara yol açmadı. Peri
halkı sıkı akrabalık bağlarıyla genelde birbirine
tutkundu. Hınçaklar ve Taşnaklar belli görüş farklarıyla
birlikte ortak hedeflere sahiptiler. 1912-13’e kadar
Çarsancak’ta hissedilir bir Hınçak-Taşnak sürtüşmesi
yaşanmadı. Dahası onlar birlikte öz savunma planları
yapıp yine birleşik çabalarla belli ölçüde silah da
temin ettiler. Ne yazık ki yeri geldiğinde bu silahları
kullanamadılar.
Çarsancak’ın konumu dikkate alınırsa, Kürtler ve
Zazalarla çevrili olan bu alanda onlarla anlaşma ortamı
bulunamazsa Ermenilerin silahlı başkaldırısı çok zor ve
tehlikeli olurdu. Peri’nin öz savunmasını başarılı
kılmak için şunlar önemliydi: a) Ermeni halkının
birlikteliği, b) Kürtlerle dostluk ve işbirliği, 3) Bu
sağlanamadığı taktirde Kürtlerin şehire saldırı
ihtimaline karşı etkili önlemlerin alınması. Bu bakımdan
düşündürücü olan durumlar, örneğin Kürtlerin hükümet
yönlendirmesiyle Ermenilere karşı dolduruşa gelmeleri
sözkonusu iken, Ermeni ulusal güçleri gerekli
girişimleri yapma ve hazırlıkları görmede pasif
kalıyordu. Malesef Dersimlilerle dil bulma yönündeki
çabalar hükümet hesabına
|
|