DERSIM
  Action       Jenosit38       Forum        Yazilar
   

 

 

 

 

ERMENİ KIRIMLARI VE DERSİM

Derleme-Çeviri-Yorum: Hovsep Hayreni


Kaynaklar:

Çarsancak Ermenileri Tarihi, Kevork Yerevanyan, 1954-Beyrut

Çemişgezek Ve Köyleri, Hampartsum Kasparyan, 1969-Erivan

Bu konu, henüz yayınlanmamış olan “Ermeni Kaynaklarında Dersim” isimli kitap çalışması içinde yer alıyor. Kitabın yayınlanması daha zaman alacakken, Ermeni kırımlarıyla ilgili tamamlamış olduğum bölümünü bu aşamada İnternet üzerinden sunmayı uygun gördüm.

Bunun iki bakımdan yararlı olacağını düşünüyorum. Birincisi, Osmanlı’nın son döneminde yoğunlaşan Ermenilere yönelik tasfiyeci politika ve kanlı uygulamaların daha somut anlaşılmasına katkı yönüdür. Özellikle 1915 Ermeni Tehciri’nin nasıl uygulandığına ilişkin canlı tanıklıklar, bu olayın karakterini ortaya koyması bakımından önemli. Yerel plandaki uygulama örnekleri bu gibi merkezi politikaların aynası sayılır. İkincisi, Ermeni kırımları zamanında Dersim’in duruşu ve Kızılbaş-Zaza-Kürt (1) aşiretlerinin tutumunu somutlamaya katkı yönüdür. Bu da özellikle 1915 ve sonrası çok sayıda Ermeniler için Dersim’in oynadığı kurtarıcı rolü göstermesi bakımından önemli. Bunun yanında farklı ve çelişik tavır örnekleri de geçiyor, ki bunlar ayrıca Dersimlilerin kendi yakın tarihlerini daha bütünlüklü ve objektif değerlendirmelerine yardımcı olabilir.

 
İÇİNDEKİLER

I Bölüm :

1895-96 ERMENİ TALAN VE KIRIMI ..................................... 3

Çemişgezek ve Köylerinde Yaşananlar .......................................... 5

Şehrin Korunmasını Sağlayan Kirvelik .............................. 5

Köylere Kanlı Saldırılar ..................................................... 6

Çarsancak’da Yaşananlar ............................................................... 10

Peri ve Hoşe’de Talan ........................................................ 10

Mazgirt’te Dersim’in Dostluğu .......................................... 12

II Bölüm:

1908 MEŞRUTİYET İLANI VE SONRASI .............................. 13

Öz Savunma Denemeleri ............................................................... 16

Ermeni Partileri ve Fedailerin Çarsancak’a Girişi ………………. 17

Fırtına Öncesi Aldatıcı Hava ......................................................... 18

III Bölüm:

I DÜNYA SAVAŞI, SEFERBERLİK,

1915 ERMENİ TEHCİRİ VE SOYKIRIMI ...….…................. 19

Çarsancak’da Yaşananlar ............................................................... 27

Peri’de Seferberlik .............................................................. 27

Kitlesel Tutuklama ............................................................. 28

Birinci Ölüm Kafilesi ......................................................... 29

Katliam Furyası ………………………………………….. 29

Türkleştirme ……………………………………………... 30

Kanlı Sürgün …………………………………………….. 31

Tıla Pert Katliamı ………………………………………... 36

Mazgirt Kırımı .................................................................... 37

Kırılan ve Sürülen Köyler .................................................. 37

Çemişgezek’de Yaşananlar ............................................................ 38

Şehirde İlk Önlemler .......................................................... 38

Tutuklama ve Katliam Serileri ........................................... 39

Kalanların Sürgün ve Kırımı .............................................. 41

Çemişgezek Köylerinin Sürgünü ........................................ 44

IV Bölüm:

KAÇAK ERMENİLERİN SIĞINAĞI DERSİM ...................... 54

Çemişgezekli Göçmenlerin Dersim Anıları .................................... 55

Çarsancaklı Göçmenlerin Dersim Anıları ....................................... 60

Pertek’te Bir Kavuşma Öyküsü ...................................................... 64

Peri’ye Dönüş ve Dersim’in Dayanışması ...................................... 67

Erzincan, Erzurum ve Kafkas Yollarında ....................................... 69

Çemişgezek’e Dönen ve Kalanların Durumu ................................. 71

1915’den 1938’e Kader Ortaklığı ................................................... 73

NOTLAR ........................................................................................ 74



I BÖLÜM :

1895-96 ERMENİ TALAN VE KIRIMI

Osmanlı devleti içinde Ermenilerin görece önemli nüfus yoğunluğuna sahip olduğu 6 vilayette (Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Elazığ, Diyarbakır) ağırlaşan mağduriyet koşulları ulusal ve sosyal reform talepleri ile Ermeni sorununu öne çıkarmış ve uluslararası alana taşımıştı. Bu sorun sömürgeci devletler arası rekabet ve paylaşım kavgasına malzeme oluşturan genel doğu sorununun önemli bir halkasını teşkil ediyordu. Yaşanan gelişmeler Ermeni sorununu 1878’de farklı kanallardan iki ayrı uluslararası anlaşmaya (San Stefanos ve Berlin) konu etse de biri birini çelmeleyen bu devletler ve muğlak ifadelerle dolu anlaşma maddeleri Osmanlı devleti üzerinde ciddi bir yaptırım gücü oluşturmadı.

Osmanlı devleti sözkonusu 6 vilayetin hiç birinde Ermenilerin çoğunluk olmadığını ileri sürerek en ufak bir özerklik tanımamakta ısrar ediyordu. Türk, Kürt, Zaza, Arap, Çerkez ve sair etnik gruplar (bunların Alevi kesimleri de dahil olmak üzere) yekpare bir bütün gibi “Müslüman nüfus” şeklinde ele alınıp Gayrı-Müslimler ise en küçük etnik ve mezhepsel farklarına kadar ayrı ayrı tanzim edilmekle, doğuda çoğunluk-azınlık dengesi kolayca Ermeniler aleyhine gösterilmiş oluyordu. Son yüz yıllara kadar bir çok yerde çoğunluğa sahipken baskı altında gitgide dağılan Ermeni nüfusu artık tek başına çoğunluk oluşturmuyordu belki, ama “Müslüman” kategorisi içinde toplanan etnik gruplar da ayrı ayrı sayılsa çoğu yerde muhtemelen hiç biri salt çoğunluk oluşturmayıp göreceli çoğunluk hesapları yapmak gerekecekti. Böyle adil bir yaklaşım gösterilse, doğu vilayetlerinde Ermenilerin yer yer halen birinci, çoğu yerde ise artık ikinci sırada olmak üzere Kürtlere yakın bir yoğunluk arzettikleri görülürdü.

İslami esaslara dayalı Osmanlı politik sistemi bölgede yerel otorite imtiyazını Müslüman olmalarından dolayı fiilen Kürt feodal beylerine tanımış olup, bu durum sürekli Ermeniler aleyhine gelişmeleri koşulladığından dolayı, reform taleplerinin özellikle Ermenilerden gelmesi doğaldı. Gayrı-Müslimlere yüklenen ağır vergiler, toprak gaspları, ayrımcı ve keyfi yönetim, rüşvet, suistimal, angarya ve zorbalıklar, Ermeni halkının önde gelen şikayet nedenleriydi. Yavuz Selim zamanından beri Şafi Kürtleri bölgede hem Şii ve Kızılbaş etkinliğine, hem de Hristiyan yoğunluğuna karşı kendi merkezi sistemine dayanak yapmış olan Osmanlı Devleti, onları halen “ümmet” anlayışıyla kullanma çabasındaydı. Bu durum kayırılan feodal üst zümreler ve nemalanan çevreleri dışında Kürtlerin de yararına sayılamazdı. Ümmet yerine millet olarak tanınmak ve gerektiğinde bağımsızlık dahil ulusal hak ve özgürlüklere kavuşmak onların da hakkıydı. Tarihte Ermenistan olarak bilinen coğrafyanın Osmanlı hakimiyetinde kalan batı bölümünün gelinen aşamadaki demografik yapısıyla tartışmalı bir gerçeklik arzettiği de doğruydu. Kuzeye doğru yayılan ve çoğalan Kürt nüfusu bölgede Ermenilerle o kadar içiçe geçmişti ki, Batı Ermenistan ile Kuzey Kürdistan’ı belli sınırlarla ayırt etmek iyice zorlaşmıştı. Durumun böyle olması, özerklik taleplerinin her iki ulus açısından dengeli bir düzenlemeyle karşılanmasına engel değildi gerçi. Ama eski statüyü değiştirme niyeti olmayan Osmanlı devleti, bölgedeki nüfus oranları konusunda yukardaki kaba hileye başvurmanın yanında, Ermeni nüfusunu rakam olarak da elden geldiğince az göstererek özerklik ve reform taleplerini boşa çıkartmaya çalışıyordu.

Rakamlar ve oranlarla oynama dışında Ermeni nüfusunu fiilen dağıtma ve tasfiye etmenin çeşitli yol ve yöntemleri de fırsat bulundukça denenecekti. Ermeni sorununun nihayi “çözüm”ü olarak I Dünya Savaşı içinde girişilen soykırımı öncesinde bu tasfiyenin doğu genelindeki yaygın fakat kısmi bir denemesi 1895-96 yıllarında gerçekleştirildi. Bunu daha lokal bir deneme olarak 1909 Adana katliamı izledi.

Doğuda Hamidiye Alayları’nın da örgütlenmesiyle yoğunlaşan baskı-zulüm, toprak gasbı ve sair uygulamalar Sasun yöresinde Ermenileri 1894’te isyana yöneltmişti. Bu hareketi kanla bastıran Sultan Abdülhamit, bir yerde isyan edilmiş olmasını bahane ederek Orta ve Doğu Anadolu genelinde Ermenileri hedeflemekte gecikmedi. İslam bağnazlığıyla “gavur”a karşı harekete geçirilebilecek çeşitli grupları kışkırtma, gayrı-resmi silahlı çeteleri öne sürme yoluyla her tarafta bir saldırı furyası estirildi.

1895 güzünden 1896 baharına kadar devam eden yağma-talan ve kırımlara devletin güvenlik güçleri kimi yerde katılıp, kimi yerde seyirci kalarak kolaylık sağladı. Erzurum’dan Maraş’a, Sivas’tan Van’a, Diyarbakır’dan Trabzon’a onlarca şehir ve yüzlerce kasabada bir nevi “cihad” gibi cereyan eden olaylar, sayısız mahalle, köy, manastır ve kiliseleri harabeye çevirdi. Ülke genelinde 300 bine yakın can kaybı ve büyük maddi zayiat ile Ermeni halkı bu dönem önemli bir güç yitimine uğratıldı.

Saldırılar kimi yerde Ermenileri din değiştirmeye zorlarken, kimi yerde “cennetlik olmak” için doğrudan ve hunharca katliam biçiminde yürütülmüş, kiminde ise mal-mülk ve toprak gaspı önde gelen amaç olmuştu. Doğuda Ermenilerin reform talepleri gerçeklik kazanırsa bunun Kürtler aleyhine olacağı ve Müslümanların “gavur hakimiyeti” altına gireceği propagandası özellikle Kürtler arasında etkili olmuş; bu tehlikenin önünü alma ve Ermeni zenginliklerine konma dürtüsü zaten bir kısmı Hamidiye Alayları’nda örgütlenen Şafi Kürtleri yığınlar halinde saldırı furyasına dahil etmişti. Bu durum saldırıları örgütleyen Osmanlı devletinin dış dünya nezdinde sorumluluğu Kürtlere mal ederek kendini temize çıkartmasını da kolaylaştıracaktı.

Dersim’in Alevi-Zaza ve Kürtleri genelde Osmanlı devletiyle çatışmalı ve Ermenilerle iyi ilişkiler içinde olduklarından, başka bölgelerin aşiretleri gibi devlet hesabına vurucu güç olarak kullanılmaları pek mümkün olmamış ve iç Dersim’deki Ermeniler bu olaylardan fazla etkilenmemiştir. Aşağıdaki anlatımlarda görüleceği gibi Dersim’in aşiret liderlerinden bazıları bağımlı bölgelerdeki Ermeni dostlarını koruma yönünde silahlı güçleriyle harekete geçerek kurtarıcı rol de oynamıştır. Bununla beraber yine anlatımlar içinde geçen çeşitli isimler, saldırı furyasına katılan ve ganimetten nasibini almaya çalışan Dersimli aşiretlerin de mevcut olduğu fikrini veriyor.

Yapılan tasvirler, çevre köy ve kasabaları talan etmeye yatkın olan birçoklarının bu özellikleriyle teşvik edilerek 1895 olaylarında kullanıldıklarına işaret ediyor. Saldırı furyasına katılan Dersimlilerin yağma ve talan dışında bir amaç gütmedikler anlaşılıyor. Yine de direnişle karşılaşılan yerlerde kan dökme ve yakıp yıkma gibi örnekler sergileniyor. Direnişsiz kaçırtılan yerlerde en azından insanlar yerinden edilmiş oluyor. Sonuçta kanlı ve kansız bu tip saldırıların da Ermeni nüfusunu dağıtma ve tasfiye etme planına yaradığı açıktır.

Eldeki kaynakların gösterdiği kadarıyla Dersim’de 1895-96 olaylarından güneydeki bağımlı bölgelerin (Çemişgezek ve Çarsancak’ın) Ermeni yoğun yerleşim alanları önemli ölçüde etkilenmiştir. Geniş planda Dersim’in dış çeperlerini oluşturan ve kimisi yine bağımlı Dersim yöreleri arasında sayılan Arapkir, Eğin, Gürün, Kemah, Erzincan, Tercan, Kiği ve Palu talan saldırıları yanında ciddi katliamlara da sahne olmuştur. Ancak eldeki kitapların verdiği ayrıntılar iç Dersim’e yakın olan Çemişgezek ve Çarsancak yöreleriyle sınırlı kalıyor. (2)


ÇEMİŞGEZEK VE KÖYLERİNDE YAŞANANLAR

Yöreyle ilgili H. Kasparyan’ın kitabında şu bilgiler yer almakta:

« 1895 kırımından Çemişgezek şehri bir şekilde muaf kaldı, fakat Ermeni nüfusun yoğun olduğu köyleri talan ve kırımdan önemli ölçüde nasibini aldı.

Şehrin kurtulmasında önemli rol oynayan Uşpak mahallesinden Avedis Axikyan bunun üzerine Ermenilerden “Millet” ünvanını almıştı. Aslında bu şeref onun yakın dostluk içinde olduğu ve dar günde Hızır gibi yardımını aldığı Dersimli Kızılbaş Kürt liderlerinden Süleyman Ağa’ya aitti.

ŞEHRİN KORUNMASINI SAĞLAYAN KİRVELİK

Avedis’in torunu bayan Verjine İnceyan ABD’den yazdığı 24 Kasım 1960 tarihli mektubunda bu olaya değiniyor:

“Dedem Avedis Efendi Hozat’ın Meclis-i İdare’sine üyeymiş. Bir defasında Hozat’tan dönerken Dersim’in etkili Kürt aşiret reislerinden Süleyman Ağa’nın evine misafir olmuş. O gece Süleyman Ağa’nın gelini bir erkek çocuk doğurmuş. Kızılbaş-Kürt geleneklerine uygun olarak çocuğu dedemin kucağına verip kirvelik ilan etmişler. Böylece Süleyman Ağa ile Avedis Efendi arasında samimi bir dostluk gelişmeye başlar.

1895’te Ermeni kırımıyla ilgili haberler alan Süleyman Ağa Avedis Efendi’ye adam gönderir ve onun aailesi ile yakınlarını kendi yanına almak için 40 katır yollamayı önerir.

Dedem yanıt olarak, eğer bütün şehrin Ermenilerini koruması mümkünse bunun iyi olacağını, değilse kendisinin şehir halkıyla beraber kalmayı ve aynı kaderi paylaşmayı tercih edeceğini bildirir”.

Süleyman Ağa haberci gönderirken Uşpak mahallesine komşu Boğosi köyünde beklemiş. Uşpak kuşatma altındaymış. Avedis Efendi kendini hasta gösterip kilise etrafında dolaşma bahanesiyle mahalle dışına çıkarak Boğosi köyüne gitmiş.

“Bu gizemli görüşmeden sonra” diye devam ediyor Verjine; “ertesi sabah Süleyman Ağa öncülüğünde 500 Kürt Uşpak mahallesine gelir. Ağa kendi korumalarıyla Avedis Efendi’nin evine konaklar. Silahlı güçlerin bir kısmı Surp Sarkis kayasına çıkar. Kalanlar da 50’şerli gruplar halinde mahallenin köşe başlarına mevzilenirler.

Bütün Uşpak minnet duygusu içinde koca kazanlarla pilav ve et pişirir, mahallenin koruyucusu Kürtleri ağırlamaya çalışır.

Süleyman Ağa’nın Uşpak’a gelişini duyan Çemişgezek kaymakamı Tahsin Bey bir kaç polisle birlikte ‘hoşgeldin’ demeye gelir. Yemek sırasında dedemin ısrarlı davetine rağmen Türkler sofraya oturmaz. Fakat Süleyman Ağa onlara aldırış etmeden dedemle beraber yemeğe ve sohbete devam eder. Kaymakam kendi adamlarıyla evi terkeder, ama bir saat sonra iki polis gönderip Süleyman Ağa’nın kendisiyle görüşmek için hükümet konağına gelmesini rica eder”.

Süleyman Ağa onların kötü niyetini hissettiğinden görüşme yeri olarak Uşpak’ın değirmen deresini önerir. Bunun üzerinde anlaşırlar.

Tahsin Bey ile binbaşı belirlenen yere gelirler. Süleyman Ağa ile Avedis Efendi orada beraberdir. Kaymakam Süleyman Ağa ile özel görüşmek ister. Bunun üzerine Avedis Efendi uzaklaşır.

Verjine’nin anlatımına göre kaymakam Süleyman Ağa’ya “Talan etmek için mi, yoksa korumak için mi geldiklerini” sorar.

Sorunun ardındaki niyeti anlamak isteyen Süleyman Ağa “Talan etmeye geldik” diye yanıtlar.

“Pekiyi” der kaymakam sevinçle; “Siz talan edin, biz de kıralım”.

Bu cevap üzerine Süleyman Ağa hiddetli şekilde binbaşıya döner ve kaç askerleri bulunduğunu sorar. 400 asker yanıtını alınca kararlılıkla şunu söyler:

“Dinleyin kaymakam ve binbaşı efendi; ben buraya sevgili kirvemi ve akrabalarını korumaya gelmişim. Sahip olduğum silahlı gücü yanımdaki adamlardan ibaret zannetmeyin. Şu anda silahımı ateşlesem çevrede mevzi tutan 2 bin Kürt hemen yardıma yetişir. Bir tek Ermeniye dokunacak olursanız hepinizi kılıçtan geçiririm”.

Bu sert cevap üzerine Tahsin Bey ile binbaşı görüşmeyi sona erdirip giderler.

Dedesinden dinlediği olayı bu şekilde aktaran Verjine, Kürtlerin sonraki 5 gün boyunca mahallede nöbet tuttuklarını ve ancak tehlikenin geçtiğine inandıktan sonra köylerine döndüklerini yazıyor.

Böylece Uşpak mahallesinin güvenliği sağlandığı gibi Çemişgezek’in diğer mahalleleri de 1895 kırımından muaf tutulmuş olur.

Ermeni köylerinin talan edilişi sırasında şehire sığınanlar olurken, şehirdeki Türkler de kırım ve talan hazırlığı içindedir. Şehirde büyük bir telaş yaşanır. Der Sukias kilisede bir nutuk çekerek halka cesaret vermeye çalışır. Aynı gece şehrin keşişlerinden Der Garabet yetişkin erkekleri toplayıp muhtemel tehlikelere karşı önlem almak için danışır. Bir yandan savunma çareleri aranırken, bir yandan da kaymakam ve binbaşı üzerine etki yapılmaya çalışılır.

Der Sukias’ın yanı sıra Sarafyan Harutyun ve Jamgoçyan Giragos’un girişimleriyle binbaşı Ermeni mahallelerine asker gönderip güvenliği sağlatmak zorunda kalır. Sonuçta bunu mümkün kılan yine Süleyman Ağa’nın yaptığı peşin uyarı olmuştur.

Çemişgezek şehri bu sayede 1895 kırım ve talanından kurtulur. Fakat Ermeni nüfus yoğunluğuna sahip köylerin büyük çoğunluğu bu felakete uğrar ve kurbanlar verir.

KÖYLERE KANLI SALDIRILAR

MİADUN’da: Türk ve Kürt çeteleri köyü kuşatır. Saldırıya uğrayan Miadun’da köylüler birkaç gün silahlı direniş gösterir. Çatışmalarda Haci Hagop, Haci Kevork, Hovagim Boğikyan, Bedros Tertsakyan vurularak ölürken köyün keşişi Der Nışan ise kilise içinde yakılır. Köyü tam olarak ele geçiremeyen saldırganlar evleri ateşe verir. Dehşete kapılan halk herşeyi bırakıp şehire kaçar. Köyde yalnız Müslüman olmayı kabul eden dört kişi kalır. Bunlar Ançırti’ye gider ve bir kaç ay sonra tekrar Hristiyan olarak Çemişgezek’e gelirler.

Şehire kaçan köylüler iki yıl orada kalır, daha sonra 80 haneden 25’i geri döner ve yıkık köyü yeniden inşa etmeye koyulur. Bunların bir kısmı 1898’de tekrar göç eder ve geride 12 hane kalır.

MAMSA’da: Kırımın başlamasından önce Kürtler yazıdan köyün davarını sürüp götürür. Mamsalı Ermeniler ve Hay-Horomlar daha önce Arapkir taraflarından gelen yangın ve duman gibi belirtilerle kısmen uyanmış olarak direniş hazırlığı görürler.

Olaydan birkaç gün önce hükümet sözümona köyü savunmak için 6 jandarma gönderir. Ama Kürt grupları köye saldırınca bunlar göstermelik birkaç karşı atış yaptıktan sonra çekilir ve Sisna’daki jandarmaları da alarak şehire dönerler.

Köyün kadınları yüksek noktalarda gözcülük yapar, erkekler av tüfekleriyle savunmayı sürdürür. Kürtler bazı evlere ateş bırakır, kadınlar söndürmeye çalışır. Evlerden birinde Takuhi Acemyan yaralanır, ötekinde Kohar ile gelini ve bir küçük kız ölür. Bazı damları ele geçiren Kürtler çatışmada üstünlük sağlar. Aşağıda kurşunlara hedef olan yaşlı Tuma Amu, Arakel Acemyan, Nikol, Anna ve Mıgırdiç Efendi ölür. Çatışmada Şamuşaklı Süleyman Ağa’nın kardeşi yaralanınca Kürtler onu alarak uzaklaşırlar. Mamsa köylüleri 3-4 saatlik direnişte yarısı kadın olmak üzere 8 ölü ve 2 yaralı verirler.

Sonraki günlerde bir grup köyde savunma tedbirlerini sürdürürken bazıları Garmıri’ye, bazıları da Çemişgezek’e gider. Garmıri’ye gidenler Tahsin Bey’le görüşmek ister, fakat girişte bekleyen Türkler Tahsin Bey’in emriyle hareket ettiklerini söyleyerek onları köye sokmaz.

Çemişgezek’e giden grup Çarşamba pazarının kurulduğu meydanda silahlı Türk ve Kürt gruplarıyla karşılaşır. Buranın da güvenli olmayacağını düşünerek köye geri dönmek isterler. Fakat birkaç gün sonra Zıvtenots isimli derenin içinde bu köylülerden Hagop Melikyan, Xılarents Hagop, Hovhannes Mınoyan, Harutyun Acemyan ve oğlu Toros’un elleri bağlı cesetleri bulunur. Bu katliamın şehirdeki Necip’in Ahmet tarafından tertiplendiği yolunda tahminler yürütülür. Ancak yıllar sonra Garmırili Tahsin Bey’in kardeşi Kel Sılo bunun kendi işi olduğunu ilan ederek övünür.

Mamsa’dan bazı aileler şehire gitmek isterken Sisna gediği üstünde silahlı Türkleri görür ve dağılarak Sevtil tarafına kaçarlar. Sonra bir bir toplanarak Doğanlı Kızılbaş Kürtlerden Memed’in çadırına sığınırlar. Onun yokluğunda karısı bir kaç saat kendilerini saklar, yedirip içirir ve sonra başka yoldan şehire gitmelerini sağlar.

Ertesi gün Kürtler Mamsa’da elde ettikleri ganimeti Surp Kevork Kilisesi önünde toplamış paylaşırken Hovsep Hovsepyan Türkçe olarak “Korkmayın, Ermeni askerleri geliyor” diye bağırır. Bunu duyan Kürtler ganimeti bırakıp kaçar. Onlardan sonra çevre köylerin Türkleri gelir ve savunmasız köyün kalan mallarını yağma ederler.

Mamsalılar zarar ziyan listesi yaparak İstanbul’daki Patrikhane’ye gönderirler, fakat sonuçsuz kalır.

SİSNA’da: Olaydan önce hükümet buraya da jandarma gönderir ve “saldırıya uğrayan Ermenileri koruma” görüntüsü vermeye çalışır. O günlerde hırsızlığa gelen bir Kürt de vurulur. Ama Türk Vartenik ve Surp Toros köylerinin Türkleri silahlı saldırıya geçince jandarma hiç karşılık vermeden şehre çekilir. Çaresiz kalan Ermeniler de kaçarak şehire sığınır ve sahipsiz kalan evleri soyulur. Sisna’nın Türkleri önce tarafsız kalır, ama sonra onlar da talana iştirak eder.

GARMIRİ’de: Ermeni evleri saldırıya uğrar, talan edilir. Bedros Topçuyan öldürülür. Türkler Ermenilere tek kurtuluş yolunun İslamiyete geçmek olduğunu telkin eder. Zaten bütün bölgede Ermenilerin din değiştirmeye başladığı yalanını uydurarak etkili olurlar. Garmıri Ermenileri can telaşıyla İslam dinini kabul eder. Ancak 1896 baharında çevre köylerin İslamlaşmadığını görünce kendileri de yeniden Hıristiyanlığa dönerler.

MORIŞXAN’da: Hükümet buraya da 3 jandarma gönderir. Köyün Ermenileri Türk komşularına güvenerek önemli eşyalarını onların evlerine emanet bırakırlar.

Talan günlerinde buraya Pertek’li Kürtler saldırır. Jandarmalar hemen uzaklaşır. Köyü birlikte savunur gözüken Türk komşuları da köy dışına çekilir ve Ermenilerin kaçmasından sonra Kürtlerle birlikte evleri talan ederler. Köyün kilisesi yakılır. Ermeniler şehire ve Yerits Akarak köyüne sığınır. Şehir yolu üzerinde Sarxoşin deresi içinde Hayrabet Mısırlıyan öldürülür.

Ertesi yılın baharı köye dönenler komşulara bıraktıkları emanetleri de geri alamaz. Donikyan’ların değerli eşyalarını evine almış olan Yüzbaşı “Garmırili Tahsin Bey’in götürdüğünü” söyler.

PAZAPON’da: Benzeri gelişmeler yaşanır. Bu köyde yaşananla ilgili Garabet Papazyan’ın 1962’de Gislavodski’de yazdığı “Mangagan Huşer” (Çocukluk Anıları)’ndan bir bölüm aktaralım:

“Sonbahardı. Ekim işi yeni bitmiş, ağaçlar yapraklarından soyunmaya başlamıştı. Birgün ansızın Türk ve Kürt çeteleri köye saldırdı. Köyü savunmak için bekleyen jandarmalar kaybolmuştu. Köylülerin kendini savunacak gücü de yoktu. Evler ateşe verildi, bütün köy yangın yerine döndü.

Biz çocuklar dev alevleri görerek seviniyor ve “molet yakılıyor” diye bağırıyorduk. Akşam olunca annem beni bağrına yaslayıp ‘Bizim evin damı yandı, nereye gidelim yavrum’ diye ağladı. Yaşananın eğlenceli birşey olmadığını anladım.

Ertesi sabah bir Türk komşu bizi Sisna’ya götürdü. Orada durum daha kötüydü. Köyün Türkleri Ermenileri bir yere toplamış İslamiyeti kabul etmeleri için üsteliyordu. İhtiyar keşiş Der Harutyun kendini yere atmış ‘Önce benim boynumu kesin! Ben inancımdan dönmem! Halkım peşimden gelin!’ diye bağırıyordu.

Bu korkunç manzaranın yaşandığı gün biz Mamsa’ya kaçtık. Oradaki durum daha da dehşetliydi. Yanık-yıkık köyde Türkler Ermeni evlerini yağmalıyordu. Daha sonra jandarmaların gözetiminde şehire ulaştık. Bütün kışı teyzemin evinde geçirdik. O kışın ben ve başka çocuklar Der Kasparyan’ın evinde Ermenice alfabeyi öğrendik.

İlkbaharda büyüklerimiz yıkıntıları onarmak ve yeniden inşa etmek için köye döndüler. Biz ise yazın gittik ve harabeye dönmüş köyümüzü görünce ağladık. Okul-kilise yerle bir edilmişti”.

YERİTS AKARAK’da: Çevre köylerin talan edilmekte olduğu haberini köylüler duymuştu. Ova köylerinin talanına katılan Diab Ağa atlı olarak birkaç adamıyla gezinti halinde buraya gelir. Niyeti belki de keşif yapmaktır.

Köyün önde gelenleri ağayı saygıyla karşılar ve sıcak misafirperverlik gösterirler. Yeni doğmuş Ğazaros Zenneyan’ı yemek sırasında Diab Ağa’nın kucağına verir ve kirvesi olmasını isterler. Buna ‘hayır’ diyemeyen Diab Ağa kirvelik gereği ister istemez köyün savunmasını da üstlenir. Giderken adamlarından birini oraya nöbetçi bırakır.

Ertesi gün Karaballı aşiretinden bir başka grup köyü talan etmeye gelir. Köyde bulunan bir kaç jandarma ve Diab’ın adamı engel olmaya çalışır, ama baş edemeyince jandarmalar çekilir. Diab’ın adamı silahını gelenlere teslim eder. Onların girişi sırasında aniden Diab Ağa çıkagelir. İki ağanın kısa görüşmesinden sonra Karaballı Kürtler köyde karınlarını doyurur ve talan için Morışxan’a doğru giderler. Bir kaç defa değişik gruplar gelir, ama Diab’ın adamı engel olur. Kendisine inanmayanlar da Diab’ın atını görerek ikna olur.

Anlatılıyordu ki Diab’a armağanlar sunmak için ev başına ortalama 3 altın harcama yapılmış, ama her ailenin katkısı kendi gücüne göre olmuş. Talan korkusu geçtikten sonra da Diab adamlarını katırlarla Yerits Akarak’a gönderir ve bedelini köylülere ödetmek üzere Severek ve başka köylerden buğday aldırırmış. Bundan başka köy halkı 1908’e kadar her yıl 3 kile (yaklaşık 400 kilo) dövülmüş bulgur hazırlayıp Diab Ağa’ya teslim ederdi.

BIREXİ’de: Çevre köylerden Türk ve Kürt gruplar saldırır. Köylüler direniş gösterir. 5 kurban verdikten sonra çaresiz herşeyi bırakıp kaçarlar. Evleri talan edilir.

MURNAYİ’de: Buraya ise Laçin Uşağı aşiretinden Kürtler saldırır. İki jandarma ile köylüler üç saat kadar sıkı direniş gösterir. 7 kayıp veren Kürtler dört bir yandan köyü ateşe verir. Yangın her yanı sardığı için köylüler yakındaki şehire sığınmak zorunda kalır. Üç yıl Çemişgezek’te yaşadıktan sonra 1898’de köye dönerler. Yıkık evleri ve yanmış kiliseyi öncesinden daha güzel yeniden inşa ederler. Bu vesileyle aşağı köy yukarı köye birleşir.

XARASAR’da: Karaballı Kekke Ağa 80 silahlı adamıyla köye saldırır. Köydeki Türkler Ermenilerle beraber direnirken “Kürtler ganimeti alıp uzaklaşsınlar” diye davarın bir kısmını köy dışına salmalarını tavsiye ederler. Öyle davranılarak can kaybı olmadan saldırı atlatılır. Ama ertesi gün başka aşiret grupları gelir, kalan davarı da onlar alıp götürür.

İki gün sonra Hacı’nın oğlu Dursun “Garmırili Tahsin Bey’in isteğiyle Türkler Ermenileri kırmaya hazırlanıyor” diye Ermenilere gizlice haber verir ve Arapkir tarafına gitmelerini tavsiye eder. Bazıları ciddiye alır ve gider.

Ertesi gün Küvereli Kürt Nuri Türklerin kışkırtmasıyla gidenlerin evlerini yağmalar, iki evi ateşe verir ve K. Dinkçiyan’ı öldürür.

BARDİZAK’da: Selim Bey’in yönettiği Türk ve Kürt grupları saldırır. Köylülerle birlikte savunmaya geçen iki jandarmanın verdiği karşılık sonucu bir Kürt vurulur. Selim Bey kendilerinin Bab-ı Ali’den gelen emirle hareket ettiklerini söyleyerek jandarmanın aradan çekilmesini sağlar. Köylüler herşeyi bırakıp komşu Ehme’ye kaçarlar. Saldırganlar ne bulursa engelsiz alıp götürür. Kışı Ehme’de büyük güçlük içinde geçiren köylüler ilkbaharda yarı yıkık evlerine döner ve onarmaya koyulurlar.

TUMA MEZRA’da: Bu köy gerçi toprak ağası Selim Bey’indi, ama Ermeni nüfusu burada da soyulmaktan kurtulamadı. Türk ve Kürt grupların saldırısı sırasında Selim Bey mahsus köyden uzaklaşır ve talan eylemi engelsiz gerçekleşir.

Hazari, Hağtuk (Ahtük) ve Dekke köyleri Kürt ağaların koruyuculuğu ve bütünüyle Ermeni olan nüfusun birliği sayesinde bu talan ve kırımdan zarar görmediler. Bölgede cereyan eden olaylar içinde saldırgan ve yağmacı olan Kürt ağaları kadar koruyucu olanlar da vardı.

Sonraki yıllarda yer yer yinelenen saldırılar içinde Kürtler Ermeni-Türk ayırt etmeden köyün davar sürülerini götürür ve bazen fidye alarak geri bırakırlardı. Bunun örnekleri Morışxan, Sisna, Hazari ve Miadun’da görülmüş, Mamsa’da ise davarın götürülmesine kalmadan haraç verilerek kurtarılmıştı. Bardizak ve Murnayi nüfusu ise bir defasında 2-3 haftalık erzakı yanına alarak mağaralara çekilmiş, silahlı savunma kararlılığı ile caydırıcı olmayı başarmıştı.

Çemişgezek kırsalındaki Ermeni nüfusun durumu 1908’e kadar böyleydi. 1908 sonrası da düzelen bir şey olmadı. İlan edilen Anayasa ve hak-hukuk vaadlerine rağmen gaspedilmiş toprakların iadesi sağlanamadı.» (Hampartsum Kasparyan, Çemişgezek ve Köyleri, 379-390).

 

 

ÇARSANCAK’DA YAŞANANLAR

Merkezi Peri olmak üzere Mazgirt, Pertek ve Sağman çevresini kapsayan Çarsancak kırsal alanında yaşananları ise K. Yerevanyan özetliyor:

« Ermenileri hedefleyen saldırı tufanı her yerde olduğu gibi Çarsancak’da da 1895 sonbaharı esmeye başladı. Yerel yönetici ve memurlar yukardan gelen talimatla Çarsancak’ın ağaları ve beylerini saldırı için örgütlerken Dersimli bazı Kürt aşiretlerini de yağma ve talana teşvik etmişlerdi.

Silahsız Ermeni halkı gelen felaket karşısında çaresiz ve umutsuzdu. Önce korku yayan fısıltılar dolaştı, sonra bunlar Türk yetkililerin açık ifade ve tehditlerine dönüştü. Ermeni köylülerin kulakları Dersim’den gelecek saldırılara ilişkin çelişkili söylentilerle dolmuştu. Halkın tehlikelere göğüs germe cesareti zayıflıyordu. Çoğu yerde Kürtlerin ve Türklerin iyi komşuluğuna bel bağlama anlayışı hakimdi. Bunu farkeden bazı tanıdık simalar değerli eşyalarını kendilerine emanet etmeleri için “gavur” dostlarına telkinde bulunuyordu.

Ermeniler arasında korku ve şaşkınlık hali devam ederken Dersimli Kürtlerin insan seli Çarsancak ovasına dökülmeye başladı. Onlar çakmaklı tüfek, tabanca ve kılıçlarla silahlı halde Medzgerd (Mazgirt) ve Tsorak’tan düze indikleri gibi Ermeni köyleri ve evlerini talan etmeye koyuldular. Geçtikleri yeri kurutan çekirgeler misali bir uçtan öbür uca yayılıp gittiler. Köylülerin direnmeye ne gücü, ne de cesareti vardı. Etrafları dağ-bayır, yollar ve geçitler silahlı çetelerle doluydu. Öyle ki çokları kaçmayı bile göze alamıyordu. Beylerin ve ağaların kapıları sığınmak isteyenlerin yüzüne kapanıyordu. Çarsancak ağaları kendi marabalarına bile sahip çıkmak istemiyordu.

PERİ ve HOŞE’de TALAN

Çarsancak köyleri birbiri ardına talan edilirken bir yandan sıra Peri’ye de gelir. Kürt çeteleri Peri kasabasına Pağnik tarafından girer. Kasabanın Ermeni nüfusu kaçış için tek açık yol olan güney istikametine yönelir. Niyetleri Peri suyunu geçtikten sonra Demirci dağları üzerinde ve vadiler içinde izlerini kaybettirmektir. Ama suyu geçerken Kürt çeteler onları bulur, neyse ki üzerlerinde olanı soymakla yetinirler.

Kürtler Peri girişinde muhtemel bir direnişe karşı güçlerini göstermek için yoğun silah atışları ve “havar” bağırtılarıyla hareket ederler. Ama çok geçmeden görürler ki karşılık veren yok, aksine herkes kaçma telaşında. O zaman balta ve nacaklarıyla kapıları kırıp evleri ve dükkanları yağma ederler.

Kasabada direniş cesaretini gösterebilen çok az insan çıkar. Bunlardan biri yiğitlik ve bilgeliğiyle bütün çevrede ünlenmiş olan Xuri Beg (Der Krikor Mazmanyan) isimli keşiş olur. Onun silahlı savunması sonucu saldırganlardan bir kaçı vurulur.

Peri’deki bu olayda fazla insan kaybı olmaz. Yalnızca 15 Ermeni ve karşılığında 4-5 Kürt ölür.

1895’in canlı tanıklarından şimdi Amerika’da yaşayan Hoşe’li Mesrop Derderyan’ın bu dramatik gelişmeleri karakterize eden anıları okunmaya değerdir:

“1895’in 23 Eylül’ünde eşekle odun getirmek için ormana gitmiştim. Dönüşümde bir molla ve bir Kürt üzerime saldırdılar. Molla daha acımasız elindeki deyneği başıma indirirken tanıdık olan Kürt ona engel olmak istedi, ama o da darbelerden nasibini aldı. Kana bulanmış halde koşarak Hovsepyan’ların değirmenine yetiştim. Orada Mıxsi Bedros’u gördüm. 80 yaşına rağmen gençleri kıskandıracak bir dinamizm içinde, şeşhane tüfeği sağ elinde, palaska ve kütüklüğünü kuşanmış halde can kurtarıcı bir melek gibi yanıma yetişip ne olduğunu sordu. Başımdan geçeni anlattım. Olayın yankısı köye hemen ulaşmış ve biraz da abartılı olduğu için bizimkileri kaygılandırmış. Hayatta olduğuma şükür ettiler.

Hovsepyan’ların değirmeni Hoşe’nin girişindeydi ve o günlerde buğday-arpa çuvallarıyla doluydu. Kürtler bunun kokusunu alarak gelir ve talan böylece başlar. Değirmende bulunan Avak hemen köye haber yetiştirir. Köylülerden bir grup Mıxsi Bedros’un öncülüğünde koşup gelir. Fakat değirmeni boş bulurlar. Mıxsi Bedros’un yeğeni Kaspar Kürtler tarafından hançer darbeleriyle öldürülmüştür. Mardiros da yaralanır, ancak Ğugas onların elinden kurtulmayı başarır.

Mıxsi Bedros Kaspar’ın cesedini görünce Avak’a kızdı: ‘Neden daha erken haber vermedin ki saldırganların bir kaçını da ben onun yanına yatırsaydım!..’

Sonraki günlerde Hoşe’nın Kürtler tarafından kuşatıldığına dair bir haber yayıldı. Hoşe köyü Peri suyunun öte yüzünde (güney yakasındaki) tek Ermeni köyüydü. Çevresindeki Kara Yusuf, Demirci, Sallar, Çalxadan, Bağşiş, Karsan, Cafıkan, Kerkeznin, Xoyagin, Piadan, Dink vs. hep Kürt köyleriydi. Hoşe’yi kuşatan bu köylerin Kürtleri olmuştu. Ermeniler kaçmayı düşünüyordu. Bu sırada Palu’dan süvari bir zaptiye köye yetişti. ‘Vay hınzır gavurlar, Palu’da sizden kimse kalmadı, siz halen yaşıyor musunuz? Durun Peri’ye ulaşıyım, başınıza gelecekleri görürsünüz’ diye tehditler savurup gitti.

Az sonra Demirci’den Berxoğlu Hacı Yusuf, Hacı Molla ve Xello kendi ğulamları ile Hoşe’ye geldiler. Bütün erkekleri toplayıp kendi silahlarını onlara verdiler ve şöyle dediler: ‘Biz sizi burada savunamayız, herkes kendi kirveleri yada tanıdıklarının yanına gidip saklansın. Eğer karşılık göstermezseniz sizi öldürmezler. Ama talan için emir gelmiş, bundan kurtuluş yok’.

Hoşe’de Zurnacıyanlar gerçi mülk sahibi değil, ama büyük bir sülaleydi. Çevre köyler içinde büyük saygınlık kazanmış ve çokça Kürt dostlar edinmişlerdi. Berxoğlu Molla Zurnacıyan’ların dostuydu. Onun tavsiyesiyle önemli eşyalarımızı Demirci’ye taşıdık.

Ertesi sabah (25 Eylül’de) Kürtler Peri’yi bastı. Peri içinde az bir direniş oldu. Bizi kurtaran Molla, ki ünlü bir çete başıydı, o gün talana katılmak amacıyla Peri’ye gitmişti. Orada direniş gösterenlerden Harutyun Ermonyan’ın evine yaklaşınca ona ateşi kesmesi için seslenir ve kendilerini kurtaracağına dair namus sözü verir. Bunun üzerine Ermonyan ateşi keser. Molla sözüne sadık kalır ve onu ailesiyle götürür. Fakat Ermonyan’ın elindeki silahın sahip olmak istediği martin değil de basit bir çifte olduğunu görünce hayal kırıklığına uğrar.

Peri’de direnenler içinde Mıxsi Mikayel’ler, silah tamir ustası Nazar Puçikyan ve Der Krikor Mazmanyan (Xuri Beg) vardı. Bunlar uzun süre silahlı mukavemet gösterdikten sonra izlerini kaybettirmişler.

Der Krikor Mazmanyan dedem Der Arakel ile birlikte keşiş tayin edilmişti. Çok yiğit bir insandı. Haçın yannda silahı, İncil’in yanında kılıcı eksik etmezdi. Der Krikor’un Peri’deki direnişini kendi konağından izleyen Sadık Bey onun hesabını görmek için üzerine ateş yağdırmış, fakat başarılı olamamış.

27 Eylül’de hükümet Molla’ya kendi yanında saklanan Ermenileri dışarı çıkartması için haber göndermiş. Molla bize biraz iaşe verip yol gösterdi. Oradan Demirci dağlarına geçtik ve Peri’nin vaziyetini karşıdan izledik. Artık hiç bir silah sesi duyulmuyordu. Issız bir çöle dönmüştü.

Zurnacıyan’ları Demirci’ye nakletmek için Hoşe’ye gittiklerinde Molla ve adamları orada karşılaştıkları İzoli aşiretinden Kürtlerle çatışmış ve Seyit Hüseyin ile oğlunu öldürmüşler. Bu çatışma içinde Molla’nın da iki parmağı kesilmiş. Molla daha sonra koruması altındaki Ermenilere kesik parmaklarını gösterip ‘Bunlar sizin yüzünüzden oldu, karşılığında iki de adam öldü. Artık burada durmayın, İzoli aşireti intikam için bizim üzerimize gelir, o durumda çok zarar görürsünüz’ diyerek uzaklaşmalarını istemiş.

Daha sonra Hoşe’ye dönmek zorunda kaldık. Evlerin kapı ve pencereleri kırılmış, içleri boşaltılmıştı. Yiyecek birşeyler aramak için Jamgoçyan’ların evine gittik. Bir de ne görelim, Jamgoçyan Boğos’u karnından bağlamış ve baş aşağı şarap küpünün içine basmışlar. Her yanda yürek paralayıcı görüntüler vardı. Hovsepyan’ların evi halen yanıyordu. Artık Hoşe’de kalamazdık. Peri’ye geçtik. Orası daha sakin görünüyordu. Bulutyan Apkar Efendi’nin evine yerleştik.

Bir cuma günü hükümet tellal çağırtıp kaçak Ermeni köylülerin harman yerinde toplanmaları emrini yaydı. Peri Ermenilerinin ise camiye toplanıp İslamiyeti kabul etmeleri isteniyor, aksi halde acımadan kırılacakları söyleniyordu.

Sonradan öğrendiğimize göre Peri’de sandık emini olarak memurluk yapan Çemişgezekli Nışan Efendi kaymakamla yakınlığını kullanarak onu etkilemiş ve Ermenileri bekleyen daha kötü akibeti önlemek için bir çözüm bulmaya zorlamış. Bunu kabul eden kaymakam ‘padişahın emriyle Ermenilere af çıkarıldığını, bundan böyle Ermeni kanı dökenlerin cezalandırılacağını’ bildiren düzmece telgraf örnekleri yaymış. Aynı zamanda ‘Hak dinini benimseyen her Ermeni bağışlanır ve kurtulur’ diyerek bunu merkezi politikayla bağdaştırmaya çalışmış.

Camide Müslüman olmak için toplanan Ermenilerden Hovsepyan Sarkis başına beyaz bir çit bağlamış olarak hararetli şekilde haç çıkartınca kendisine müdahale ederler. ‘İslamda haç çıkartılmaz, öyle değil şöyle yap’ diye. Hoca der ki ‘Ziyanı yok, yavaş yavaş namaz kılmayı öğrenir’...

Mıxsi Bedros’u harman yerinde tutup diz çöktürür ve Piadanlı Ali Xaya’ya emrederler ki onu Müslüman etsin. Ali bağırır ‘Mıxsi salavat getir!’ Mıxsi haç çıkartarak başlar ‘Hanun hor yev vortvo yev hokvuyn’ diye Ermenice dua etmeye. Bu ‘kart gavur’u döndürmenin mümkün olmadığını görerek orada öldürmeye karar verirler. Fakat gel gör ki Ali Xaya Mıxsi’nin çok ekmeğini yemiş ve minnet duygusu ile bağlıdır. Mıxsi’nin kulağına fısıldar; ‘Ben silahımı boşa sıkacağım ve diyeceğim ki Mıxsi’ye değmiyor’. Böyle bir kaç defa sıktıktan sonra ‘Mıxsi aziz olduğu için ona kurşun işlemiyor’ diyerek onu ölümden kurtarır...”

1895 talanı Çarsancak merkezi ve köylerinde bu gibi gelişmelerle Ermeni nüfusunu yoğun şekilde mağdur eder. Kış ağzında aç ve açık bırakır. Yıkık evler, boşalmış ambarlar, sönmüş ocaklar etrafında çoluk çocuk ağlaşır. Yine de hayatta kaldıklarına şükrederek kışı geçirmenin çarelerini bulur ve çilekeş çalışmalarıyla bu viran yöreleri yeniden şenlendirirler.» (K. Yerevanyan, Çarsancak Ermenileri Tarihi, s. 376-384).

MAZGİRT’TE DERSİM’İN DOSTLUĞU

Yerevanyan’ın Mazgirt’e ilişkin tanıklığına başvurduğu Vosgan Hovhannesyan ise şu kısa bilgileri veriyor:

“Birinci kırım ve talan (1895) günleriydi. Türk hükümeti Mazgirt’te de Ermeniliği yok etmeyi planlıyordu. Ama bunun için ne uygun bahaneleri vardı, ne de sonuç almaya yetecek hazır güçleri. Bu durumda hükümet Dersim ve çevresindeki Kürtlere başvurdu. Aşiretleriyle gelip Mazgirt Ermenilerini kırmaları için onlara cazip tekliflerde bulundu.

Hükümetin davetine çok sayıda Kürtler icabet etmeye başlamışlardı. Yalnız bir farkla ki, onlar can almaya değil, sadece mal yağmalamaya geliyorlardı. Bu yönelim Türk hükümetini tatmin edecek olmasa da, ‘hiç yoktan iyi’ sayacağı bir şeydi.

Ancak Kürt hareketinin gürültülü ivmesi ansızın durdu. Zira Dersim’in etkili aşiret liderlerinden Temır Ağa ‘kimsenin Ermenilere dokunmaması ve harekete geçenlerin hemen geri çekilmesi’ için emir vermişti. Temır Ağa ve onu izleyen Kürtler, Mazgirt Ermenilerinin bu tehlikeli dönemi zararsız atlatmalarını sağladılar.

O günden sonra Mazgirt Ermenileri ile Dersim Kürtleri arasındaki dostluk ilişkileri daha bir güçlendi. Bu vesileyle yakılmış türküler de vardı. Onlardan birinde şu dizeler geçiyordu:

Dolan, dolan, vay vay dolan,

Ermeniler oldu talan,

Kürt geliyor zorba zorba,

Ekmek toplar torba torba,

Kürt geliyor takım takım,

Kürtler Ermeniye yakın.”

(K. Yerevanyan, Çarsancak Ermenileri Tarihi, s. 376-384).





II BÖLÜM :

1908 MEŞRUTİYET İLANI VE SONRASI

Birinci dünya savaşına kadar geçen süre içinde Ermeni halkının durumunu etkileyen gelişmeler ve Dersim’de Ermeni toplumu ile politik temsilcilerinin faaliyetleri hakkında bir fikir vermek için burada yine K. Yerevanyan’dan Çarsancak yöresine ilişkin tanıklık ve gözlemleri aktaracağız. Yazarın anlatımları yer yer kendi çocukluk hatıraları ile örtüşüyor:

« O kara günlerin üzerinden onüç yıl geçmiş, Çarsancak Ermenileri yapıcı ve yaratıcı olağanüstü gayretlerle yaralarını iyileştirmişti. Ekonomik gereklerini iyi kötü karşılayan ve nefes alan toplum daha çok politik ve kültürel basınçtan kurtulmanın özlemi içindeydi. 10 Temmuz 1908’de ilan edilen Anayasa ve meşrutiyet, Osmanlı yönetimi altındaki bütün halklar gibi Ermeni halkına da umut veren bir gelişme oldu.

Fransız devriminin Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik sloganına benzeyen “Hürriyet, Adalet, Musavat” şiarları ile gelen bu yeni dönem, insani temelde yepyeni ve ilerici bir ruhla yönetilecek gibi görünüyordu. Genel olarak Osmanlı ülkesinin Gayrı-Müslim unsurları, özel olarak da Ermeniler, uzun süre karanlık bir zındanda kaldıktan sonra dışarı çıkınca ışıktan gözleri kamaşan ve bir an için gördüklerine inanamayan insanların sarhoşluğunu yaşıyorlardı. Ama çok geçmeden bu görüntünün çelişkili gerçekliğine alışır, eskiyle beslenip yeniyle ifade olunan karışık yaşam içinde umutlarla kaygıları birarada yaşamaya başlarlar. Biz bu aldatıcı dönemde bir çok tuhaflık gördük ve duyduk. Bunlar ağır bir istibdat döneminden sonra yanlış anlaşılmış gerçekliklerden kaynaklanan doğal sonuçlardı aslında.

Halkın dilindeki slogan “Yaşasın hürriyet, adalet, musavat, yaşasın millet!” her yerde yankılanıyordu. Bütün bunlar iyi, fakat Ermeni köylüsü kulaklarına inanamıyordu. Hürriyet demekle hangi devlet görevlisi ne anlayacak ve uygulamada neler görülecekti? Ağa yada bey kendisine sormayacak mıydı artık “Ulan gavur, nerye gider, nerden gelir, ne halt karıştırırsın?” diye. Türkiye’de adalet yada eşitlik olabilir miydi ağa ile maraba arasında?.. Bu gibi sorular özellikle Ermeni köylüsünün beyninde dönüp duruyor, kuşku ve kaygılar yaratıyordu. Bu nedenle Ermeni halkı Jön-Türklerin gelişiyle fazla kendinden geçmedi, ihtiyatlı bir iyimserlik taşıdı. Hatta belli veriler üzerinden öngörülü davranarak bu yeni durumu parıltılı bir tuzağın gerilmesi gibi tehlikeli bulan ve hiç güvenmeyenler de vardı.

Yazık ki aldanmışlığın tozpembe rüya günleri çabucak geçip yerini ağır hayal kırıklıklarına bıraktı... ve çok geçmeden kanlı kara günler daha beteriyle onu izledi. Eğitimsiz fakat sezgili Ermeni köylüleri “Hürriyet, Adalet ve Musavat” adına parlak nutuklara inançsızlık göstermekte haklı çıkacaklardı.

Anayasanın ilanı ülkenin her köşesinde özel törenlerle kutlandı. Peri’de de hükümet konağı, çarşı ve önemli yerler bayraklarla süslenmiş, davul ve zurna halkı coşturmaktaydı. Türkler son derece sevinçliydi ve istiyorlardı ki Ermeniler de bu sevince ortak olsun. Değil mi ki yeni anayasal düzenin iyiliklerinden en çok da köle gibi bir bağımlılık içinde yaşayan Ermeniler yararlanacaktı ve değil mi ki Ermeniler de katkıları ile bu büyük başarıda pay sahibi olmuşlardı...

Törenlerden önceki birkaç gün Ermeni okulunun öğrencileri hummalı bir hazırlık içindeydi. Öğretmenlerin kan ter içinde çalışmasıyla o güne adanan Türkçe şarkılar, marşlar öğreniliyordu.

Tören günü Peri’de 300’den fazla Ermeni öğrenci temiz giysileriyle öğretmenlerin gözetimi ve okul müdürü ile cemaat yönetimi öncülüğünde büyük bayraklar ve marşlar eşliğinde hükümet meydanına yürüdüler. Söylenen şarkılardan bir çoğu yeni ve duyulmamış şeylerdi. Öyle ki Türkler hayranlık ve kıskançlıkla izliyordu bu görkemli geçiti. Ermeni toplumunun tören alayı meydanda kendine yaraşır bir disiplin içinde yerini aldı. Şeref locası gibi düzenlenen konağın sekisi üstünde kaymakam bey ve diğer yetkililerle beraber Ermeni cemaat öncüsü de hazırdı. Bizden sonra meydana yetişen Türk medrese öğrencilerinin bir hafız öncülüğündeki tören alayı bizim yanımızda oldukça zavallı ve düzensiz bir görünüme sahipti. Günün marşı hep bir ağızdan okundu: “Sancağımız şanımız, Osmanlı ünvanımız, Vatan bizim canımız, Feda olsun kanımız...”

Daha sonra hükümet adamları ile cemaat temsilcilerinin kutlanan olaya ilişkin övgü dolu konuşmaları, Müslümanlar ile Gayrı-Müslimlerin kardeşliğine dair nutuklar, karşılıklı sevgi gösterileri ve coşkun alkışlar birbirini izledi.

Tören dönüşü çarşı içinde biz Türkçe bazı özgürlük şarkıları yanında Ermenice yurtsever ve devrimci şarkılar söyledik. Akşama doğru evlerde aynı coşkuyla eğlenmeye devam ettik. Karanlık çökünce her tarafta meşaleler ve fenerler yaktılar. Sokakları davul-zurna inletiyordu. Türkü, Kürdü, Ermenisi birlikte halaya durmuştu. Belki ilk defadır ki Ahmet’in yanında Ardaşes öz vatandaş duygusu ile yurtseverlik sarhoşluğu içinde el ele oynuyordu. Damlar üzerinde toplanmış kalabalıklar aynı mutluluğu paylaşıyordu.

Birbirini izleyen günler bazı yenilikler getirdi. Çarsancek’ın beyleri ve ağaları haksızlığa uğramış Ermenilerle dil bulup anlaşma yoluna girdiler. Kendi marabaları ile şakalaşmaya başladılar. Hatta onları “Fıla” yada “Gavur” demeden kendi Ermenice isimleriyle çağırmaya bile alıştılar. Bunlar daha önce örneği görülmemiş şeylerdi. Meşrutiyetin getirdiği ve daha getireceği iyiliklerin bir kısmı olarak algılanıyordu. Bunların cazibesiyle Ermeni halkı sarhoş edilmek isteniyordu. Samimi olarak itiraf etmeliyiz ki, bir kaç ay boyunca bu güçlü aldanma hali her türlü kuşkudan uzak devam etti.

Peri’de Ermenilerin ulusal yaşamı uyanış belirtileri göstermeye başladı. İki etkili siyasi parti; Sosyal-Demokrat Hınçakyan Gusaktsutyun (Sosyal-Demokrat Çağrı Partisi) ile Hay Heğapoxagan Taşnaktsutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) kendi faaliyetlerine daha canlı şekilde yeniden hız verdiler. Buna bağlı olarak toplantı salonları açıldı, parlak söylevler birbirini izledi. Peri’de o zamana kadar halka açık sahnede politik konuşmalar yapıldığı görülmüş değildi. Bu tür çalışmalar bütünüyle gizli yürütülürdü. Serbest olmasıyla beraber halkın rağbeti de artıyor, yapılan propagandaları herkes ilgiyle izliyordu.

Kendine güveni artan Ermeni gençliği çekincesiz konuşmaktan silah kuşanmaya kadar açılım göstermekteydi. Bağ-bahçe, dağ ve derelerde askeri eğitim yapanlar bile oluyordu. Peri içinde Ermeniler o kadar insiyatif kazandı ve etkinlik sağlamıştı ki, Türkler onlarla sürtüşmemek için dikkatli olmaya ve temkinli davranmaya başladılar.

Çarsancak köyleri ile mukayese edilirse Peri kasabası daha mutlu günler yaşadı. Küçük ticaret ve zanaat işleri kayda değer sıçramalar gösterdi. Peri önemli bir merkez haline geldi. Çevre köylerin nüfusu buraya yerleşme amacıyla boşalmaya başladı. Artan talebi karşılamak için yeni yapılar inşa edildi. Daha önce güçlükler nedeniyle İstanbul, Amerika ve başka yerlere göç etmiş olanlar yavaş yavaş dönmeye başladılar. Bunlar da getirdikleri maddi zenginlikle Peri’nin ekonomik kalkınmasına hizmet ettiler.

Okul ve eğitim faaliyetleri aynı şekilde ilerleme gösterdi. Binası yenilenen ve daha yetkin kadroyla desteklenen okulun eğitim düzeyi ve kalitesi yükseldi. Ermenice dil ve tarih öğrenimi, yanısıra kültürel etkinlikler güçlenerek yeni nesilin ruhunda yeni ufuklar açmaya başladı. Okul dışında mezunlar birliği ve onun tiyatro ekibi örgütlendi. Peri’de ilk olarak sahnelenen “Çarşılı Artin Ağa” oyunu büyük ilgi uyandırmıştı. Her yanda bir heyecan ve coşku vardı. Üretken ve yaratıcı halkımız önüne engeller çıkarılmasa daha neler yapabilirdi...

Ne var ki uzun boylu gelişmelere fırsat verilmeyecekti. Bütün ülke sathında meşrutiyetin bir doğu çiçeği gibi çabucak solduğu yerler içinde Çarsancak çevresi belki de ilk sırayı alırdı. İttihat yönetimi kendi ilerici maskesini çok çabuk düşürdü. Feodal beyler ve ağaların etkisi altında eski baskı ortamına kolayca dönüldü. Kısa bir süre gemlenmiş olan Türk ve Kürt otorite sahipleri yakın çevreleriyle birlikte yeniden pervasız davranmaya başladılar. Bunun esas mağduru yine Ermeni halkı olacaktı. Toprak gaspı, dayak, hakaret ve envayi çeşit zulümler birbirini izledi. Saklı tutulan kin ve nefret duyguları her fırsatta yeniden dışa vurulur oldu

Ermeni halkı gitgide hayal kırıklığına uğrayarak bir şeyi bilince çıkartmaya başladı. Şöyle ki, bir yandan fanatik milliyetçilik, bir yandan bağnaz dincilik ve onun beslediği kör itaatkarlık devam ettikçe, Türkiye’de özgürlük üzerine konuşmak ne kadar mümkün olsa da onu gerçekleştirmek imkansız olacaktı. Meşrutiyet denilen şey sanki Türkiye’yi ziyarete gelmiş ve acınası gerçekliği görmekle gerisin geri kaçıp gitmişti.

Üzerinden bir yıl geçmeden Nisan 1909’da Adana ve Çukurova bölgesi Ermenileri büyük bir kırıma uğratıldı. 30 bin cana kıyan bu kırım ve talan hareketi eski İslam bağnazlığı kadar yeni yükselme yolundaki Türkçülüğün de damgasını taşıyordu. Türk-Müslüman sermayesi yararına Gayrı-Müslim unsurların tasfiyesi, toprak ve sair zenginliklerin el değiştirmesi İttihat ve Terakki yönetiminin de hedefiydi. Ama onlar bu olayı İstanbul’daki 31 Mart Vakası ile birlikte Abdül Hamit’in hesabına kaydetmek suretiyle kendilerini sorumluluktan sıyırmayı becerdiler. Böylece çatışmalı oldukları padişahın değişmesini sağladıkları gibi Ermenilere daha uzunca bir süre dost görünmeyi de başaracaklardı.

Adana tarım alanlarının genişliği ve ürünlerinin bolluğuyla ünlüydü. Her yıl pamuk ve tahıl üretimi için çevre vilayetlerden binlerce yoksul köylü oraya çalışmaya giderdi. Bunlar arasında Çarsancak’ın Ermenileri de vardı. O yıl yaşanan Adana katliamında bir çok Çarsancaklı da yaşamını yitirmişti. Hayatta kalanların memlekete getirdikleri kara haberler acı ve üzüntü yanında güvensizlik ve geleceğe dair endişeleri de yeniden büyütecekti.

Ermenilere yönelik tehdit daha belirgin hale geliyordu. Peri’den Dersim’e ulaşım tehlikeli olmuştu. Xıran, Şade ve İzoli Kürtleri yine soygunlar yapıyor, Ermeni esnaf ve zanaatkarlar serbest gezemiyordu. Çarsancak Ermeni toplumu bu gibi ön belirtileri görmekle 1895 talan günlerini hatırlıyor ve gelecek yeni badirelere karşı tedbirli olmanın duyarlılığını taşıyordu.» (K. Yerevanyan, Age, s. 384-390).

ÖZ SAVUNMA DENEMELERİ

« Meşruti yönetimin gelip geçici özgürlük ortamında Hınçak ve Taşnak partileri kendi gizli örgütlülüklerini açık ederek çalışmaya koyulmuşlardı. Diğer bölgelerle bağlar kurulmuş, Ermeni ulusal güçleri daha merkezi ve koordineli hareket ediyordu. Kafkas’tan, Van’dan, Erzurum’dan sık sık devrimci kadrolar gelip Çarsancak köylerini ve özellikle Peri’yi ziyaret ediyorlardı. Örgütlenme işi güçlü bir ivme kazanıyordu.

Halkın önemli bir bölümü halen ezik duygular içinde bütün olup bitenleri “tanrısal yazgı” sayarak itaatkar bir duruşa eğilimli olmayı sürdürüyor, çareyi bütün haksızlıklara sabırla katlanmakta görüyor ve başkaldırı fikrine uzak duruyordu. Temel insani haklarının bilincine varan ve bunları elde etmek için mücadele gereğine inananlar azınlıktaydı. Bunlar içinde öne çıkanlar halkı uyanık olmaya, haklarını tanımaya, geleceklerini savunmaya ve tabii olarak örgütlenmeye çağırıyordu. Örgütlenmek ve silahlanmak güçlü bir savunma yapabilmenin şartıydı.

Meşrutiyet ilanını izleyen iki yıl içinde beylerin, ağaların, hükümet adamlarının yeni zorbalıkları kendini göstermeye başlamış, Ermeni köylüsü yer yer eskisinden kötü eziyetlere uğramaktaydı. Peri Araçnortaranı (Cemaat öncülüğü) yerel yönetime ve İstanbul Patrikhanesi üzerinden Bab-ı Ali’ye yazılı şikayetleri bildiriyor, fakat sonuçsuz kalıyordu.

Hınçak ve Taşnak yöneticileri gece-gündüz toplantılar yapıyor ve savunma işini örgütlemeye çalışıyordu. O günlerde Kürt akınları üzerine yeni söylentiler dönmeye başlamıştı. Bu söylentileri fırsat bilen hükümet Peri’de tedbirler alma görünümü altında Ermenileri savunma işine katılım göstermeye davet etti. Ermenilerin gücü hakkında tam bir fikre sahip olma gizli niyetiyle bu çağrıyı yapan hükümet, askeri kuvvetlerin listesini çıkartmayı ve bir de küçük tatbikat yapmayı önerdi. Ermeni yöneticiler bunu saflıkla kabul etti. Türk yöneticiler Kürtlere ise bu durumu “Ermenilerin Kürt yayılmasına karşı birlikte hareket için hükümete başvurdukları” şeklinde tersinden yansıtacaklardı.

Peri’nin kuzey tarafı Kürt saldırılarının muhtemel yolu olarak görüldüğü için savunma tatbikatı orada yapıldı. Türkler batıdan gelen yolu denetleyecek, Ermeniler ise doğu istikametini savunacaktı. Orada Pağnik ve Xuşin yolu kenarındaki eski Ermeni mezarlığının taşları doğal mevziler olarak kullanılabilirdi. Bu düzenleme dışında Ermeniler şehrin iç savunmasını da planlamıştı.

Savunmaya gönüllü herkes silahlarını yağlayıp temizliyor, barut ve kurşun eksiklerini gideriyor, kapı ve geçitleri berkitmeye çalışıyordu. Bir kelimeyle Perili Ermeniler ayakta ve savunma hazırlığı içindelerdi.

Türk yöneticiler Ermenilerin silahlı gücünü ve hareket kabiliyetini görmekle endişe duymaya başlamış, bu gücün bir gün kendilerine kötü bir sürpriz yapabileceğini düşünerek Hozat’tan daha fazla asker talep etmişler.

İtiraf etmek gerekir ki Ermeniler bu konuda gizli ve sessiz hazırlanma yerine her şeyi açığa dökmek ve abartılı davranmakla ciddi hataya düştüler. Silahların alım satımı bazen ortalıkta oluyordu. Türkler Xarpert’ten ve başka yerlerden gizli silah temin edildiğini de biliyordu. Her Ermeni şehirde serbestçe silah taşımaya başlamış, küçük dalaşmalarda tabanca ve hançer göstermek moda olmuştu. Üzüm zamanı her bağdan yükselen eğlence naralarına silah sesleri eşlik ediyordu. Hükümet ve ticaret çevreleri içinde Türkler için bazı Ermeniler kabadayı tavırları ve hesapsız çıkışlarıyla dikkat çekici olmaya başlamıştı.

O zamana kadar Çarsancak köylerinin ondalık vergilerini toplamak bu çevredeki bazı feodal mülk sahiplerinin tekelindeydi. Bunlar karşılarında aniden Aleksan Gopoyan gibi tehlikeli bir rakip buldular. Gopoyan çok kısa bir süre içinde yalnız Ermenilerin değil, Türklerin ve Kürtlerin de arasında saygı duyulan ünlü bir sima haline gelmişti. Onun maddi ve manevi yükselen gücü geleneksel ağa takımı için bir tehditti. “Ne demek” diyorlardı ağalar; “gavurun biri gözümüzün önünde böyle serbestçe hükmetsin?.. Bu bize bir meydan okuma sayılır!”. Böylece diş bilemeye başlamışlardı. Ama Aleksan Gopoyan kolay yutulacak lokma değildi. Cesur-atılgan ve halka yakın kişiliğiyle etkinliğini daha da arttırdı. Üç katlı konağı önemli misafirlerin, resmi görevlilerin, halk temsilcisi kişilerin buluşma merkezi haline gelmişti. Aleksan Ağa’nın sözleri, işleri, yiğitlik ve alicenaplık örnekleri etrafında efsaneler üretilmeye başlanmıştı.

1912 yazında bir gün Peri’nin önde gelen Türklerinden Hüsnü Bey bir ziyafet düzenleyip Aleksan Ağa’yı da davet eder. Peri suyunun öte yüzündeki açık bir mesire yerinde sofralar kurulup kalabalık misafirler ağırlanır. Karşılıklı kadehler kaldırılır, dostluk şerefine sözler söylenir. Hüsnü Bey ile Aleksan Ağa içki içmede sonuna kadar yarışırlar. Dönüş yolunda yine karşılıklı birbirleri şerefine silah sıkarak giderler. Xolopik’lerin bağına yetiştikleri sırada Hüsnü Bey bir kaç adım geride kalır, tekrar tabanca sesleri yükselir ve Aleksan Ağa’nın ansızın başı kanlar içinde yere yığıldığı görülür.

Aleksan’ın ölüm haberi Peri’yi sarsar. Şüpheler Hüsnü Bey üzerinde yoğunlaşır, fakat karambole getirilmiş cinayetin soruşturması uzayıp gider. Hozat Mutasarıflığı’na devredilen dava 1915’e kadar sonuç alınamadan sürer.

Bu olay bölgede Türk-Ermeni ilişkilerinin yeniden gerilmesine yol açtı. Kısmi güven duygusu yerini daha çok kuşku ve endişelere bıraktı.» (K. Yerevanyan, Age, s. 391-396).

ERMENİ PARTİLERİ VE FEDAİLERİN ÇARSANCAK’A GİRİŞİ:

« Bütün araştırma çabalarımıza rağmen bu bölgede ilk ulusal devrimci tohumların hangi tarihlerde kimler tarafından atıldığını tespit edebilmemiz mümkün olmadı. Devrimci hareketin başlangıçta aşırı gizli olması nedeniyle çalışmalar çok az katılımcı tarafından bilinebilirdi. Bu bakımdan net bilgilere sahip olamasak da ulusal ve sosyal boyunduruğun öteden beri çekilmez olduğu böyle bir alanda devrimci harekete ilginin gecikmeden kendini göstermiş olduğunu sanıyoruz.

1887’de Cenevre’de kurulan Sosyal-Demokrat Hınçak Partisi Batı-Ermenistan’ın kırsal bölgelerinde hızla ve coşkuyla taraftar bulmaya başlamıştı. Henüz onun kuruluşu öncesinde yer yer kendiliğinden oluşmuş yurtsever gruplar vardı. Hınçak Partisi birbirinden bağımsız bu küçük grupları ulusal ve sosyal kurtuluş amacı etrafında birleştirip merkezi bir önderliğe bağladı. Gizli devrimci çalışmalar çilekeş halkın bağrında derin kökler salıyordu. 1890’da Ermeni ulusal hareketi içindeki fikir ayrılıklarından yeni bir oluşum; Hay Heğapoxagan Taşnaktsutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) ortaya çıkmıştı. 1900’lerde gelişen ulusal hareket Hınçak ve Taşnak partilerinin ayrı ayrı öncülük ve etkinlikleri altında şekilleniyordu.

1908 Meşrutiyet ilanından hemen sonra Çarsancak’ta açıkça örgütlenmeye başlayan Hınçak ve Taşnak partileri kısa zamanda büyük bir popülarite elde ettiler. Bu başarı daha önceden gizlice ve sessizce atılmış tohumların ürünüydü.

Çarsancak’ın merkezi Peri’de nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Ermeni halkı bu iki politik güç etrafında kenetlenmeye başladı. İki partinin ayrı hareket etmesi halk arasında ayrılığa ve iç kavgalara yol açmadı. Peri halkı sıkı akrabalık bağlarıyla genelde birbirine tutkundu. Hınçaklar ve Taşnaklar belli görüş farklarıyla birlikte ortak hedeflere sahiptiler. 1912-13’e kadar Çarsancak’ta hissedilir bir Hınçak-Taşnak sürtüşmesi yaşanmadı. Dahası onlar birlikte öz savunma planları yapıp yine birleşik çabalarla belli ölçüde silah da temin ettiler. Ne yazık ki yeri geldiğinde bu silahları kullanamadılar.

Çarsancak’ın konumu dikkate alınırsa, Kürtler ve Zazalarla çevrili olan bu alanda onlarla anlaşma ortamı bulunamazsa Ermenilerin silahlı başkaldırısı çok zor ve tehlikeli olurdu. Peri’nin öz savunmasını başarılı kılmak için şunlar önemliydi: a) Ermeni halkının birlikteliği, b) Kürtlerle dostluk ve işbirliği, 3) Bu sağlanamadığı taktirde Kürtlerin şehire saldırı ihtimaline karşı etkili önlemlerin alınması. Bu bakımdan düşündürücü olan durumlar, örneğin Kürtlerin hükümet yönlendirmesiyle Ermenilere karşı dolduruşa gelmeleri sözkonusu iken, Ermeni ulusal güçleri gerekli girişimleri yapma ve hazırlıkları görmede pasif kalıyordu. Malesef Dersimlilerle dil bulma yönündeki çabalar hükümet hesabına

 Anasayfa      Yazilar                 Freeware-Counter

Back to Top

Google
Hosted by www.Geocities.ws

1