DERSIM
  Action       Jenosit38       Forum        Yazilar
   

 

 

 

 

Bilek güreşinde üçüncü Unsur; Ergenekon

Kaynak:  Sirac Kekuyon (Bilgin)
Welatparez

Son gelişmelerin analizi..

Sun, 27 July 2008 12:14

Kürdistan’ın tümünde; dış güçler tarafından Kürt Tarafı’nı hedef alarak yürütülen pazarlıklar, dış dünyadan gelen yan çizmeler, ABD’nin İran hesaplarının Ortadoğu’ya ve giderek Kürdistan’a etkileri, ülkemizden dikkatle takip edilen “Obama Vak’ası” ve İran’dan yükselen tehditlerin Kürdistan’ı ilgilendiren ciddiyette oluşu, üstünde dikkatle durmamız gereken hayati gelişmelerdir. Öte yandan Irak Başbakanı’nın Alman Der Spiegel’e verdiği demeçte “Kürdistan” sözcüğünü kullanmaktan dikkatle kaçınması, onun yerine “Kuzey Irak” deyimini vurgulaması manidar olmanın da ötesindedir. Hele son mahalli yönetimler kanununu yangından mal kaçırırcasına acleye getirip, bir çırpıda Kerkük’ü dört seçim bölgesine ayırması bize eski Irak yönetimlerinin tavırlarını hatırlattı.

Anlaşılan bölgede, Kürd’e karşı olan bütün odaklar Obama’nın seçimi kazanmasına kilitlenmiş bulunuyorlar. Çünkü Bay Obama seçimi kazanırsa hemen ertesi gün Amerikan birliklerine “savaşı durdurun” emrini vereceğini söylüyor. Bunun anlamı “biz çekiliyoruz, siz boğazlayın biribirinizi” ile eştir. Obama’nın Amerikası; Araplar’a, Türkler’e ve giderek zaman içinde Farslar’a eski itibarlarını iade etme yanlısı gibi görünüyor. Bu eğilim ABD’nin geleneksel dış politikası ile örtüşmez. Bay Obama Washington politikasında köksüz bir ot gibidir. ABD’de derin köklerin üstünde yükselen “Neo-Cons” türü bir akımın; bilgi üretim, eylemsellik (buna pozitif ve negatif bakılabilir), ülke içinde ve dışında örgütlülüğü ile orta yerde duran bir akıma sadece yüzeyel cevaplar yetiştiren Bay Obama, ABD’nin Ortadoğu’ya gömdüğü ve giriştiği savaşta sonuç almaya başladığı bir zaman diliminde savaşı durdurarak aslında Ortadoğu’yu yeni bir kan gölüne çevireceğini bilmemekte veya bilmemezlikten gelmektedir. Bay Obama aslında demokrat cephede de sorularla dolu bir polika yürütmektedir. Bütün yaptığı popülist bazı söylemlerin ardına saklanarak kitleler arasında mevcut bazı kanıları sloganlaştırmak, affınıza sığınarak kaydedeyim, popüler söylemlerle oy avcılığı yapmaktır.

Fakat ben burada yanıltıcı olmamak için hemen kaydetmeliyim ki, ABD’de her politik yöneliş 2008 seçimlerini merkez alarak anlamlandıramayız. Hatta Washington’un Ortadoğu politikası tek veya bir kaç aktöre dayanılarak da izah edilemez. Moskova ve giderek ortaya çıkabilecek başka “düşman unsurlar”ın petrol kaynaklarına ulaşma arzularına engel olmak, özellikle Rusya’nın stratejik sıcak denizlere kısmen de olsa ulaşma politikasına engel olması ABD için “olmazsa olmaz”ların başında gelir. Washington’un; stratejik müttefiği İsrail’in, islamizm başta olmak üzere dış merkezli saldırılara karşı caydırıcı ve hatta karşı tarafı sindirici etkide bulunmak gibi senaryoların sürekli olarak aktiv bir politika yürütmektedir. Çünkü İsrail saldırılara karşı yalnız bırakılırsa elindeki 220’ü aşkın atom başlıklı füzeleri kullanmakta tereddüt etmeyecektir.

Şunu da eklemeyi unutmayalım, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına kadar uzanan Ortadoğu’nun enerji kaynaklarına sımsıkı ve Sovyetler Birliği’nin, giderek şimdiki Rusya’nın yumuşak karnı sayılacak Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan merkezli bir “yeşil kuşak” projesini İran Dini Taliban’ın Afganistan’daki devrimlerine kadar başarı ile sürdürüldü. İkiz kuleler terör eylemi bu güçlerin gücünün seviyesini gösterir. İşte bu elverişli ortamda Bush Yönetimi, İran ve Afganistan’a müdahalede bulunarak işgal etti.

İşgal günlerinde Türkiye gibi bir NATO gücünü (bölgesel süper güç deniyor bunlara) Irak’tan uzak tutan ABD, bu savaşta Kürtler’e dayanmayı tercih etti. Bu dönemde Kürt Peşmerge Güçleri rahatlıkla Musul ve Kerkük’ü kurtardı ve oradaki Saddam güçlerini silahsızlandırarak bölgeden uzaklaştırdı.Ama Kürtler bu avantajlı durumu, bilmediğimiz sebeplerden dolayı, kendi lehlerine kullanamadılar.. Eğer buna sebep İki büyük parti arasındaki çekişme ise, sebep olanlar takkelerini önlerine koyup şöyle bir düşünmelidirler. Yok eğer işgal güçleri bu konuda fren rolu oynamış iseler, o zamanki uygun şartlar da gözönüne alınarak, bilhassa Kerkük’te fiili bir durum yaratılmalı, müzakerelerin yönü tersine çevrilmeliydi derim. Bunun için tabii ki sağlam bir iç birlik, sonuçta da kararlı bir duruş gerekliydi. Biz konuyu irdelemeye devam edelim:
2006’da Türk Ordusu’na şahinlerin hakim olması ile başlayan yeni süreç, Türk-Amerikan ilişkilerinde karşılıklı restleşmelere varacak (2007’ye kadar) bir sıcaklıktaydı. Nihayet şantaj politikalarının da devreye girmesi ile bizi de hayrette birakan Washington merkezli bir “u dönüşü” izledik. O zamana kadar Kürtler’i “stratejik müttefik” olarak gösteren ABD, artık en aşağısından Kürdistan’ın Kuzey’i itibarı ile Türkler’i sınırsız bir şekilde desteklemeye karar vermişti. Bu destek, Güney’de bir tampon bölge veya “no mans land” yaratılmasına müsaade edecek kadar bir seviyeye erecekti.

Öte yandan zaten Kerkük konusunda Yan çizmelerin gözlediği 2007 Mayıs’ından itibaren anayasal sürecin işlemez hale getirildiğini gözlemliyoruz, ki bu, Türk’e verilen ilk belirleyici tavizdi. Bush Yönetimi o sıralarda gerek Baker-Hamilton Raporu’nun ülkede yarattığı yılgınlık havası, gerekse bölge düzeyinde ABD’ye karşı Türkler’in öncülük ettiği ve gittikçe yaygınlaşan fiili cepheleşme veya güç birliğinin bir tehdit unsuru olarak boy vermesi su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Artık bir dönüm noktasına erilmişti. Bn Rice’ın “Kerkük Sorunu siyasal bir sorundur” dediği andan itibaren anayasal sürecin işleyişini tamamen durmasına yol açmıştı. Oysa sorun siyasi değil, anayasaldı. ABD’nin onayladığı ve %70’in üstünde oy almış bir anayasayı işlemez hale getiren yine aynı işgal gücü idi. Peki değişen ne?

Bence Türk Diplomasisi’nin ve İsrail’in konvansiyonel silahlarla giriştiği savaşta Lübnan Hizbullah’ından yediği ağır darbenin bu “u dönüşü”nde etkisi büyüktür. Böylece Hizbullah’a bu silahları temin eden İran’ın, ağırlığı daha fazla hissedilen bir bölgesel güç haline geldiği daha açık bir şekilde ortaya çıktı. Bu gücün stratejik silahlara da sahip olma çabası, Washington ve Kudüs’te endişe yaratmaya yetiyordu. Genel ve etkileri yıkıcı bir nükleer savaştan kaçınmak için bölgesel düzeyde İran’a karşı birleşebilir bütün güçlerin birlikteliği sağlanmalı idi. Oysa İran yönetimi’nin baskılara fazla aldırmadığını gördük. İşte Türk Diplomasisi bu noktayı oldukça iyi değerlendirdi. Bütün gücü ile Beyaz Saray’a yüklendi ve isteklerini kademeli olarak 2007 Baharı’ndan itibaren kademeli olarak ile aynı yılın 5 Kasım’ına kadar elde etti, hem de İran’ı dışlamayarak..

Türk Devleti’nin son süreçteki temel tezlerinden biri ve en etkili olanı, ABD’nin gücünü kullanarak Güney’de hesaba katılır bir Kürdistan yaratmaya çalıştığıdır. ABD’nin koruma şemsiyesi altında Kerkük’ün Kürt Yönetimine terk edilmesi ihtimali, ilerde Türk Devleti’nin parçalanmasını birlikte getirecek büyük değişimlerin kapısını açacak kadar önemli görülüyor. 5 Kasım, Beyaz Saray görüşmeleri’nden sonra Türk Devleti tamamen saldırgan bir pozisyona girdi. Kuzey’i bahane eden Türkler ve PKK’yi yok yoketme bahanesi ile Güney’in önemli bir kısmını insansızlaştırdı, ormanları yaktı, tabiatın dengesini bozdu. ABD şemsiyesi altına giren Türk Ordusu ilk kara saldırısını Amediye bölgesine karşı düzenledi. Burada ummadıkları bir direnişle karşılaşan Türkler, halkın saldırganlara göğüs germesi ile geri çekildiler. Ardından Meşhur Kış-2008 Zap “çıkarması”nı başlattılar. Büyük bir psikolojik savaş eşliğinde orduları bu kez söz konusu yerde ancak bir hafta dayanabildi. Büyük bir hayal kırıklığı, umulmadık büyüklükte insan ve malzeme kaybı ve moral bozukluğu ile geri çekilen askerler arasında büyük psikolojik problemler doğdu. Bunlar, Türk Basını’ndan öğrendiğimiz kadarı ile derhal Türk Bölgelerine çekildiler ve yerlerine yenileri yerleştirildi.

Bu paragrafta kastımız şudur: Kürt Sorunu’nun ancak dialogla ve iki tarafında kabul edebileceği bir antlaşma ile çözümlenebilir. Hayatın gerçeği, Kürtler’in askeri müdahalelerle teslim alınamayacaklarını gösterdiğine göre Türkler’in önünde dialogdan başka seçenek kalmamıştır. Fakat buna yanaşmıyor ve göründüğü kadarı ile yanaşmayacaktır. Çünkü onların uzun vadeli stratejik planlarında Güney’in de yokedilmesi söz konusudur. Bu stratejilerini en net bir şekilde gören Başkan Barzani’dir.

(devam edecek)

2008-07-26

Sirac Kekuyon (Bilgin)
 

Tue, 08 July 2008 22:14

Bir bütün halinde düşündüğümde Ergenekon’un, gerçek atatürkçü, tavizsiz Türk Irkçısı ve askeri hiyerarşi içinde vücut bulan bir örgütlenme olduğunu görüyorum. Bilhassa Kürt Düşmanlığı bu örgütün yayın organlarından biri olan internet site’ında görüyordum ama pek ciddiye almıyordum. Site’da biribirlerine “teğmenim”, “yüzbaşım”, Albayım”, “paşam diye hitap etmeleri, site üyeliğini çok büyük bir disiplin içinde yürütmeleri, bu site’ı hiyerarşinin merkezi gibi algılatıyordu.

Dikkatlerini Türk Ordusu’nda yapılan yanlışlara, sivil Türk Hükümeti’nin “teslimiyetçi tavrı”na, ABD karşıtlığına teksif eden bu hiyerarşik ekip sanılandan da daha fazla dal budak salmıştır. Aralarında Silopi’li Deniz ve Tanış’ın da bulunduğu pekçok Kürt Yurtseverleri’nin “faili meçhul” cinayetlerle şehit edilmeleri, köylülere zorla pislik yedirilmesi, pek çok köyün yakılması hep bu Kürt Düşmanı Hiyerarşik ekibin işidir (ben bunları örgüt olarak kabul etmiyorum, bunlar Türk Devleti içinde yükselen ayrı bir ordudur.).
Etkisi gittikçe arttıran bu yapını, CIA’nin de dikkatli izlemesi sonucu olsa gerek, Türk Ordusu için bile bir tehlikeli tırmanış içiğnde olduğu görüldü. Böylece Türk iktidar arenasındaki bilek güreşinde üçüncü ve en tehlikeli unsur olarak görülmeye başlandı. Bu hiyerarşik oluşumu anlık ve içi boş bir tahlil ile sunmak istemedim. Söz konusu oluşum, yani Ergenekon konusunda hala gizli kalan taraflar ağır basıyor. Ama elimizde bazı temel varsayımlar bulunuyor, şöyle:

-Ergenekon kökünü tümüyle Türk Ordusundan alan, ama önemli sivil bağlantıları olan bir oluşumdur, cunta denemesidir.

-Ergenekon Türk Ordusu’nun hiyerarşik yasısı içinde şekillenmiştir.

-Ergenekon mevcut Türk Komuta Zinciri’ni tehdit etmektedir.

-Ergenekon sivil iktidarı satılmış olarak görmektedir. Bu iktidarın ABD’nin güdümünde olduğunda ısrarlıdır.

-Ergenekon, Atatürkçülüğün son kalesi olduğunu biliyor..

-Atatürk’ün adına sığınanlar, türbanlılar iktidarı ile uzlaşmışlardır. Ergenekon bu ilişkiyi bozacaktır.

-Türk Ordusu Kürtler konusunda ABD’den izin alabildiği ölçüde harekete geçebilmektedir.
.
-Oysa Kürt çıbanı’nın başı Güney’dir ve özellikle Başkan Barzani’dir. Bundan dolayı sonuçları ne olursa olsun Asker Kerkük dahil Kürdistan’ın varlık gösterebileceği yerlere tereddütsüz girecektir..

Tutuklananların kompozisyonuna baktığımızda, söz konusu generallerin, üstelik görevden uzaklaştırılmış halleri ile darbe yapamayacakları ortadadır. Eğer tepeleri tutanlar bunlar ise darbe yapmak gibi bir kalkışmaya, tarihten ders almış olarak teşebbüs etmeyecekleri kesindir. Bu olsa olsa Talat Aydemir’in 1962 (22 Şubat), 1963 (21-22 Mayıs) darbe teşebbüsünü yapanların akibetine uğrayacakları anlamına gelir.

Peki bunlar ne yaptılar da bu kadar aktüel oldular?

Bu konuda oldukça fazla teori var. Bir kısmı komplo teorisi kategorisi girer. Diğer bir kısmı AK PARTİ’nin bilek güreşinde öne geçmek için bu konuyu iyi bir zamanlama ile pişirip gündeme oturttuğunu delillendirmeye çalışıyor. En önemlisi ise ABD ve Türk Ordusu’nun gelişmelerden epey rahatsız olduğunu görüyor.

Sonuçta Türk Devleti’nin tüm kurumlarının laçkalaştığını görüyoruz. Orduları laçkalaşmıştır. Daha bir kaç gün önce sekiz subay “bir başka devlet lehine casusluk” suçlaması ile Amed’de tutuklandı. İnternette konuşan bazı subayların mevcut ordu komutanlarını ağza alınmayacak küfürlerle suçlamaları bizleri hayretler içinde bırakmıştır. Bir diğeri “İktidarda olsam, Cumhurbaşkanı’nı, Meclis Başkanı’nı, Başbakanı ve Genelkurmaybaşkanı’nı asardım” diyebiliyor, hem de kendi sesinden..

Siyaset kurumu laçkalaşmıştır. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Ergenekon’un avukatlığına soyunan bir Deniz Baykal’ın kışkırtmaları, AK PARTİ’nin büyük bir telaş ile yakasını kurtarmaya çalışması, Yeni parti kurma işaretleri ortamı alabildiğine bulandırmaktadır. Türk yüksek yargı organları (Yargıtay ve Anayasa mahkemesi) siyasallaşmıştır. Olmadık kararların altında imzaları bulunuyor. Yapılan her icraatlarını atatürkçülüğe bağlamaktadırlar. Eskiden haykırılan “din elden gidiyor” sloganının yerini şimdi “Laiklik elden gidiyor”, “atatürkçülük elden gidiyor” gibi sloganlar almıştır.

Bu laçkalaşmayı, kutuplaşmaları ve özdeki sebeplere baktığımızda üç ayrı kavganın cereyan ettiğini görürüz..

1) Kürtler ile ilgili tutum: Bu konuda Üç eğilim söz konusudur.
-AKP çoğunlukla beyaz katliam (yani asimilasyon) taraftarıdır. Çevre güçleri, dünya demokratlarını ve ABD’yi devreye girmeye zorlamadan bu yoketme şeklini dereye sokmuştur.
-Türk Ordusu’nun hakim kliği: Önemli ve kitleyi sürükleyebilecek sivil önderleri, PKK’nin şahsında Askeri kadro ve savaşçıları yok etmek, Güney Yönetimini işlevsiz kılmak için aralıksız bir çaba içindedir. Bu konuda Kürdistan’da örgütlenmiş olan MİT, Kontralar ve beşinci kol elemanlarını sürekli olarak teyakkuzda tutmaya çalışmaktadır.

-Ergenekon kliği: Eğer istediği fırsatı yakalarsa Kürdistanı harabeye çevirecek, Afrika’daki katliamları mumla aratacak bir kan gölü yaratacaklardır.

2) Laiklik savaşı: Bu savaş da çok önemle yürütülüyor. AKP’nin kapatılması davasında Yargı, Asker ve Ergenekon’un kademeli bir sertlik kompozisyonu içinde birlikte hareket etmektedirler. Partinin kapatılması süreci bir nevi güçler dengesini ortaya koyacak cinstendir.

Ama sıra Kürtler’e gelince belli bir yalnızlık yaşamaktadırlar. Yine de büyük bir ulusal bilinç her şeyi düzeltme yoluna sokabilecektir.. Türk Devleti'ne gelince darbe ortamı hazırdır artık..

2008-07-08

Sirac Kekuyon (Bilgin)
 
 

 Anasayfa      Yazilar                 Freeware-Counter

Back to Top

Google
Hosted by www.Geocities.ws

1