Alishan Karsan
Serpil Demir
R. Bagciyan
M. Tornêşeyali
İsmail Kiliç
Adil Duran
Seyit Olgun
M. Hayaloğlu

Forum

Action
Links
Arşiv
 
Land

THE TURKISH ARMY OFFICER AND GOVERNER ARE NOT ABOVE THE LAW


Dersim carte

DERSIM SORUNU'NUN TARIHSEL KOKENI VE EVRIMI

Auteur - yazari: Seyfi Cengiz Tarih, gün ve saat : 11. Nisan 2005 21:17:53:

Kırmanciye’de Osmanlı egemenligi ancak ilkin rakip Akkoyunlular’la ve daha sonra da Safeviler ve Kızılbaslar’la uzun ve kanlı savaslar sonucunda kurulabildi.
Akkoyunlu-Osmanlı çatısmasında Akkoyunlular’ın tarafında gördügümüz Dersim, Safevi-Osmanlı çatısması döneminde ise baslangıçtan itibaren Safeviler’in tarafındadır.
Ama ilkin Akkoyunlular’ın (1473), sonra da Çaldıran Savası (1514)’nda Safeviler’in yenilgisi olayların seyrini degistirir ve yalnız kalan Kırmanciye’nin sonraki tarihi ve kaderi üzerinde belirleyici denebilecek bir rol oynar.
Yüzlerce yıl sürecek olan Kızılbaslar’ın tek tek tespiti, izole edilmeleri, ya inançlarını bırakma ya da kırımlar yoluyla ortadan kaldırılma seçenekleri arasında tercihe zorlanmaları peryodu baslamıstır artık.
Türkler’in Tarihi adlı kitabında Dogan Avcıoglu’nun isaret ettigi gibi Selçuklu ve Mogol yönetimlerinin çöküsünden sonra, yani 14./15. yüzyıllardan itibaren Anadolu’nun dogusu ile batısı birbirlerinden ayrı ve farklı bir dogrultuya girerler.
Avcıoglu’na göre Türkiye’de bir 'Dogu Sorunu'nun ortaya çıkması bu döneme rastlar.
Doğu Sorunu’nun baslangıcı Avcıoglu’nun küçük bir "Dogu Anadolu Devleti" (siz Kırmanciye Devleti diye anlayın) olarak tanımladıgı Diyarbakır baskentli Akkoyunlu devletinin dogusu (özellikle Uzun Hasan dönemi) veya Karamanlılar peryodu kadar geriye götürülebilirse de, bence bu sorunun kesin baslangıç noktası Kırmanciye’nin Osmanlılar tarafından isgal ve ilhak edilmesi ve buna karsı gelisen direnistir.
Bu direnis ne Ermeni, ne Kürt, ne de baska birilerinden, ama Kızılbaslar’dan geldi. 1500’lerden Tanzimat (1839)’a kadar yaklasık üç asır boyunca Osmanlı egemenligine karsı direnenler, Osmanlı’nın yasam hakkı tanımadıgı ve imhayı amaçladıgı Kızılbaslar oldu.
Baska deyisle 'Dogu Sorunu' denen sey, bir Kızılbas Sorunu olarak basladı ve Tanzimat’a kadar da öyle kaldı. Kendisini dinsel görünüm altında dısa vuran sosyal ve siyasal bir sorundu bu. Bu dönem boyunca ne bir Ermeni Sorunu, ne de Kürt Sorunu mevcuttu. Üstelik Kürtler Osmanlı’nın ayrıcalıklı müttefikleri idiler.
Altı çizilmesi gereken bir tarihsel gerçektir bu.
Halk arasında bugün hala revaçta olan Alevi Milleti (Mılete Elevi) konseptinin, yani Alevilerin ayrı bir 'millet' oldugu fikrinin iste bu tarihlerde dogmaya basladıgını ve 38 direnisçilerinin kafasındaki toplum ve yönetim modelinin de bu deneyimden esinlendigini, yani kabaca Safevi modelinde bir 'Kızılbas devleti' oldugunu not etmeliyim. Sonraki asırların baskı, kırım, kusatma ve tecrit kosulları içinde giderek netlesip pekisecek olan bu görüsün temelinde Safevi (Yesevi) devrimci hareketinin faaliyeti, özellikle de 1501/2 yılında Safevi devletinin kurulusu ve Kızılbaslıgın bu devletin resmi dini olarak deklere edilmesi olgusu yatmaktadır. Wild Life Among The Koords (London, 1870) adlı kitabında Major Frederich Millingen, 'Doguda din milliyetin sinonimidir’ derken haksız degildir. Dilin önemsenmedigi bu devirde birligi yaratan özellikle Kızılbas inancıydı. Baglı olarak Kırmanciye ve Dersim hudutları da bugün aydın çevrelerde yapıldıgı gibi dilin degil, dinin ve kültürün hudutlarıyla tarif ediliyordu. Bu tarif Osmanlı idari bölünümünde kabaca ilkin Rum Eyaleti’ne, daha sonraları ise baskenti Sivas sancagı/kenti olan Sivas Eyaleti (eski Kapadokya) ve yakın çevresine denk düsüyordu. Burası Kızılbas ayaklanmalarının merkez bölgesiydi. Gelenekteki Pir Sultan-Hızır Pasa çatısması da burada cereyan etmistir. Sözünü ettigimiz gelenekteki Sivas’tan modern Sivas kenti degil, onun da baglı bulundugu Sivas Eyaleti (Eyalet-i Rum) anlasılmalıdır. Dinsel, etnik ve ekonomik olmak üzere iki-üç yönlü baskı altında bulunan sade halkın hudut tarifinde (modern aydın tabakasının dil-eksenli tarifinde degil) bugün de yaklasık bu düsünce egemendir.
Dersim direnislerinin veya yurtseverliginin sancagı da 1514‘ten 1938‘e kadar yaklasık 500 yıl boyunca Kızılbaslık (Alevizm) olmustur. Son 500 yılın tarihsel pratigi, Dersim direnmelerinde Kızılbaslık (Safevilik) faktörünün gerçekten de önemli rol oynadıgına isaret eder.
Dersim, Tanzimat’a gelindiginde Kızılbas özgürlügünün yasatılabildigi tek toprak üssüydü. Baskıdan kaçanların kendi can güvenlikleri için Dersim dısında gidebilecekleri baska bir sıgınak mevcut degildi. Anadolu’da isgal edilememis ve boyun egdirilememis tek cografya parçası Dersim’di.
Tanzimat’tan itibaren giderek Dersim adını alan sorun, Tanzimat’a kadar Kızılbas Sorunu’nun bir parçası olarak mevcuttu. Kızılbas Sorunu, Tanzimat sonrasında adım adım ekseninde Dersim olan ve esas olarak Dersim tarafından temsil edilen bir soruna dönüstü.
Tanzimat’tan 38’e kadarki süreçte, özellikle Birinci Savas yılları ve hemen sonrasında Dersim’in kendisinde uzun süredir tek basına kalmıs olmasının ve etnik farklılıgının da katkısıyla bir Dersim fikri (Dersim’in etrafından farklı ve ayrı bir ulus oldugu düsüncesi) ve yanısıra Türk askeri kaynaklarının deyimiyle 'Dersim’in istiklali' (Bagımsız Dersim) fikri olustu. Dersim’de uzunca bir süre fiili planda zaten bir özyönetim mevcuttu. Bu statü, uluslararası bir tanınmadan yoksun da olsa, 38’e dek sürdü. Kısacası Dersim fikri ve özgür-bagımsız bir Dersim talebi yasanmakta olan pratikten çıkmıslardı ve fiili durumla tutarlılık tasıyorlardı. 38 isgali ve soykırımı sonrasında bu fikirler karartıldı ve giderek unutuldu. Desmala Sure’nin yaptıgı yüzyıllık Dersim direnisleri çagının bu fikirlerini, yani Dersim’in ayrı bir ulus oldugu fikri ve öz-yönetim talebini bilince çıkarmak, yeniden canlandırmak ve programlastırmak oldu. Dersim’in direndigi ve bu sayede özgür yasadıgı bir çagda kendisi hakkında ne düsündügü, bir soykırımla isgal edildikten sonraki döneme kıyasla çok daha önemliydiler.
Dersim-Kızılbas Sorunu’nun dogusu ve 1500’lerden günümüze kadarki tarihsel evrimi kısaca bu sekilde özetlenebilir. Açık ki, tarih, 1514-1839 sürecinde Kızılbas Sorunu, 1828/1839-1938 sürecinde ise Dersim Sorunu olarak tanımlanmıs olan ve birbiriyle tamıtamına örtüsmeseler de kesinlikle iliskili olan iki siyasal sorun ortaya çıkarmıstır.
Bu sorunlara Kürt veya Zaza patenti yapıstırmak, bugünkü ideolojik duruslara ve politik taleplere mesruiyet kazandırmak için tarihte dayanak arama çabasıdır. Bu tür çabaların tarihsel ve pratik bir degeri yoktur. Çünkü Dersim, 38 öncesinde Kürdistan veya Kürt bagımsızlıgı için mücadele etmedi.
(...)
Dersimliler’in orijinal ve esas çekirdeginin Mamakanlar’dan olustugunu anlattım. Bu ilk çekirdege daha geç dönemlerde katılan etnik unsurlara da degindim. Böylece modern Dersim’in etnik bakımdan saf degil, ama bir senteze tekabül ettigini ortaya koydum. Dil ortaklıgı boyutuna asırı vurgu düserek bu sentezi kendisinin redettigi tekil bir adla ve ısrarla Zaza olarak tanımlamak isabetli degildir.
(...)
Sonraki 500 yılın tarihsel ve siyasal pratigini, dinsel-siyasal bölünmeleri ve gelenek farklılıgını da görmezlikten gelen bu tutum, dil birliginden ileri gelen ortaklıgı milliyetçi zorlamalarla bir ayniyet ve özdeslik gibi yorumlamaktadır. Dersim Sorunu’nun özgünlügünü görmeyerek, çok yeni bir olgu olan Zaza uyanısını yüzlerce yıl gerilere dayanan bir siyasal sorunla karıstırmaktadır.
Yukarıda sözünü ettigim bes asırlık tarihsel evrimde halkımızın kahramanlık çagının son büyük önder kusagını temsil eden Sah Cüneyt’in, Dersimli Sah Hasan (Uzun Hasan)’ın, Sah Haydar (Pir Sultan, Seyit, Düzgün Bava)’ın ve oglu Sah Ismail’in adları; 1514 (Çaldıran), 1839 (Tanzimat) ve 1938 (Soykırım) tarihleri çok kritik dönemeçlerdir.
Asagıda burada sözünü ettigim bu bes asırlık süreçte yeralan baslıca olayların bir özetini verecegim.
Unutmamak gerekir ki bugünkü ideolojik-siyasal egilimlerin, bölünme ve çatısmaların bir bölümü 1500’ler, bir diger bölümü de Tanzimat sonrasında sekillenmeye baslamıs, TC’nin kurulusunu takiben varlıklarını sürdürmüslerdir. Sözgelimi Zazaca, Türkçe ve Kürtçe konusan nüfus içinde etkileri bugün de sürmekte olan dinsel-siyasal çatısmanın kökleri 1500’lü yıllar kadar gerilere dayanır. Bu bölünme geçen bes asırlık süreçte birbiriyle çatısmalı iki siyasi gelenek yaratmıstır. Örnegin Kırmanc-Zaza bölünmesinin ekseninde tamda bu gelenek çatısması vardır. Dımılki konusan halkın direnisinin bir-iki istisna dısında hep Dersim tarafından temsil edilmis olması bir tesadüf degildir.
Dersim-Kürt iliskilerinin arkaplanı da 1500’lü yıllardan itibaren yasanan bu aynı süreçte yatmaktadır.
(...)


OSMANLI VE TURK YONETIMLERINE KARSI 500 YILLIK MUCADELE
Çaldıran yenilgisini takiben çok geçmeden Kırmanciye (Ermenistan) genelinde henüz kendini güvence de görmese de Osmanlı hakimiyeti kurulur ve Çemisgezek Beyligi bile sadece ismen de olsa Osmanlılar’a tabi hale gelir.
Osmanlı’nın yaptıgı yeni idari bölünümle birlikte Kürdistan adının genisletilerek kullanılması ve giderek Kırmanciye (Ermenistan) adının yerini almaya baslaması da bu döneme rastlıyor.
Kürt ögenin yayılması ve güçlenmesi bu dönemin dikkat çeken yönlerinden biridir. Böylece bir ve aynı ülke Ermenistan ve Kırmanciye adlarının yanısıra Kürdistan olarak da bilinmeye baslar ki, bunlar bir ve aynı cografyanın alternatif adları olarak hâlâ kullanımdadırlar. Bunda Kürt-Osmanlı ittifakının ve müttefik Kürtlere tanınan ayrıcalıkların rolü büyüktü. Bu durum Kırmanciye’yi yurt edinmis üç eski ve komsu halkın, Ermeniler, Kırmanc-Zaza’lar ve Kürtler’in çaglar içinde degisen konumlarına ve karsılıklı güç dengelerine de ısık tutmaktadır.
Çaldıran’da Safeviler agir bir yenilgi alarak etkisizlesmis olsalar da Osmanlı’nın Safevi (Kızılbas) korkusu sürüyordu. Kırmanciye sathındaki Safevi yandası güçlü Kızılbas varlıgı, özellikle Osmanlı’nın henüz dogrudan hakimiyet kuramadıgı Dersim’in zor cografyası, asiret yapısı, silahlı olması ve Kızılbaslıgı Osmanlı’yı ürkütüyordu. Üstelik Mogol istilasından Yavuz Selim’in Çaldıran savasına giderken yol boyunda yaptıgı Kızılbas kırımına kadarki süreçte Dersim agzına kadar dolmus, her an tasabilecek bir büyük sıgınaga dönüsmüstü. Dersim’in tasacagı korkusu 1938’e dek merkezi yönetimlerin korkulu rüyası olmaya devam etti.
Çaldıran sonrasında yeralan Osmanlı-Safevi çarpısmaları sürecinde (1533-34/36, 1548-49, 1553-55, 1578-90, 1603-1612, 1615-18, 1630-39, 1722-27, 1730-54, 1775-79 ve 1821-23), Dersim ve Kızılbaslar kendilerini bir iç-tehdit (iç-düsman) olarak gören ve toptan imha siyaseti güden Osmanlı yönetimine karsı Safeviler’i desteklemeyi sürdürdüler.
Sorun, bir varlık yokluk kavgasıydı.
Asagıda bes asırlık bu kavgayı 1514’ten 1839’a ve 1839’dan 1938’e olmak üzere iki döneme ayırarak ele alacagım.

BIRINCI ASAMA: 1500'LERDEN TANZIMATA
(Kızılbas ve Celali Direnmeleri)
Hepsi 15’inci yüzyılda yeralan Seyh Bedrettin olayı (1413-1421), Sah Cüneyt, Sah Hasan ve Düzgün Bava (Sah Haydar Safevi, Pir Sultan)’nın girisimleri Safevi-Osmanlı çatısması peryoduna denk düserler. Dersimliler tüm bu ayaklanmalara aktif sekilde katıldılar.
Ilkin 1511 yılında Hasan Halife ve oglu Sah Kulu (Baba Tekeli, Karabıyıkoglu, Osmanlı kaynaklarında Seytan Kulu)’nun isyanlarını görüyoruz. Teke Eli’nden (Korkudili ilçesine baglı Yalımlı köyünden) olan bu ikili kaynaklara göre Safevi Sah Haydar’ın halifeleriydi ve halkı Seyh Haydar’a çagırıyorlardı. Dersim geleneginin bu ikiliye de bazı referanslar içerdigini sanıyorum.
Çaldıran-öncesine rastlayan bu ayaklanmanın etkileri Iç-Dersim ve Erzincan’a dek yayıldı.
Ardından Dersim (Çemisgezek)’de üstlendigi anlasılan Nur Ali Halife (Nureddin Halife)’nin Sah Ismail adına yeni bir ayaklanma baslattıgını ve Sivas’ı kusattigini goruruz (...).
Çaldıran’la birlikte Safevi yükselisi önlendi.
Güçler dengesinin Kızılbaslar aleyhine döndügü Çaldıran-sonrasının acımasız baskı ortamında bu kez daha çok savunma amaçlı Kızılbas direnmeleri patlak verdi. Yozgat dolaylarında baslayan Baba Zünnun (1527), Kalender Çelebi (1527), vd gibi.
Balım Sultan’ın kardesi olan Kalender Çelebi önemli bir kisilikti. Ortaya kaydugu direnis de tek kelimeyle müthisti. Onun bu direnisi bazı kaynaklarda bir ikinci Babai isyanı olarak tanımlanır.
18. yüzyıldan itibaren ayaklanmaların hızı kesilmis görünür.
1826’da Yeniçeri Ocagı tasfiye edilir ve Alevi/Bektasi ocakları devlet tarafından Naksiler’e devredilir.
19. ve 20. yüzyıl Kızılbas direnmeleri agırlıkla Dersim damgası tasırlar.
16’ıncı ve 17’inci yüzyılda tanık olunan bir seri diger ayaklanma veya direnisler ise Celali ortak adı altında bilinirler. Bu direnisler 1519, 1526-28, 1595-1610, 1654-55 ve 1658-59 tarihlerinde yeraldılar. Dersimliler’in bu sürece de yogun biçimde katıldıklarını görüyoruz.
Celali adı, bu dalgayı ilk baslatan ve Amasyalı ya da Bozoklu oldugu söylenen Seyh Celal’in adından gelmedir. Amasya ve Bozok, Rum (Sivas) Eyaleti’ne dahillerdi. Daha önce sade halkın tarifinde Dersim (Kırmanciye) hudutlarının bu eyaletle ve yakın çevresiyle örtüstügüne dikkat çekmistim.
Bazı kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim’in son zamanlarında Mehdilik davasıyla ortaya çıkan Seyh Celal, Tokat taraflarında (Turhal’da) etrafına topladıgı yirmi-bin kadar kisiyle Karahisar’ı alarak Ankara üzerine yürümüs, ama sonunda Ferhat Pasa ve Sehsuvaroglu Ali tarafından yenilgiye ugratılıp öldürülmüstur(1519).
(...)
Seyh Celâl’in bu isyanına Celali hareketi adı verildi ve bu ad bu tarihten sonraki 200 yıl boyunca Osmanlı otoritesine karsı tekrar tekrar patlak veren direnmelerin hemen tümünün ortak adına dönüstü. Bu peryodun Kızılbas direnmeleri de artık Celali hareketinin birer halkası olarak görünürler.
Celali adıyla bilinen bu direnisleri Kızılbas ayaklanmalarından ayırma çabası kasıtlı bir zorlamadır. Çünkü Celali denen hareketlerin birçogu da ruhun inkarnasyonu oldugunu söyleyen Kızılbas Baba (Dersim dilinde Bava Sur)’lar tarafından yönetildiler. Onların dayandıgı halk kesimi de agırlıkla Kızılbastı. Osmanlı yönetiminin Celali adına eskiya anlamı yüklemesi kendi baktıgı yerden dogaldı. Kızılbas adına da aynı güçlerce benzer anlamlar atfedildi. Egemenlerin penceresinden bütün çagların hak, özgürlük ve esitlik arayısları eskiyalık, anarsizm, zındıklık, mülhidlik, komünizm olarak görünmüstür.
Dersim, Kızılbas direnmeleriyle oldugu gibi, Celali hareketleriyle de sıkıca baglantılı oldu. Ama hernasılsa Izadi’nin de isaret ettigi gibi Celaliler’in yandasları içinde Türk-Türkmen unsurun agırlıgı giderek arttı ve bu hareketin Dersim’le iliskisi de zamanla gevsedi.
Şeyh Celal’in öldürülmesinden hemen sonra onun taliplerinden bir Kızılbas oldugu söylenen Sah Veli, mürsidinin öcünü almak için Mehdi oldugunu öne sürerek üç-dört bin adamıyla Bozok valisinin evini bastıktan sonra Sivas’a yürüyüp Sadi Pasa’yı bozguna ugrattı (1519).
Sonraki ana Celali isyanları bir seri nedenden kaynaklanan sosyal ve ekonomik krizlere yanit oldular (...).
Birinci Ahmet (1590-1617) döneminde de Celali isyanları önemli bir yer tutar.
Bu dönemin Celali liderleri arasında Kalenderoglu Piri Mehmet Pasa ve ona katılan Kara Süleyman, Kara Sait ve Deli Hüsrev Pasa’nın adlarını duyuyoruz. Kalenderoglu’nun bu isyanı takiben bazı yandaslarıyla birlikte Safevi Sah Abbas’a sıgındıgı kaydedilir. Yusuf Pasa, Halep yöneticisi Canbulatoglu Ali Pasa ve Musli Çavus da Celali önderleri arasında anılırlar.
Celali isyanları en son Murat Pasa (1520?-1611) tarafından 1610 yılında katliamlarla ezildiler. O’nun dört-buçuk yıl süren sadrazamlıgı sırasında emrindeki Yeniçeriler’i kullanarak Celali veya Kızılbas diyerek öldürüp cesetlerini kuyulara doldurdugu insan sayısı yüz bin kadar (hatta yüzbinlerce) tahmin edilmektedir. Zulmü ile meshur bu kan dökücü sadrazam Kuyucu lakabını bu nedenle almıstır. Tavil Halil’in kardesi Meymun’un isyanını bastırmak için gittigi Bayburt’ta katlettigi Celailer’in baslarından piramidler yaptıgı söylenmektedir. Kullandıgı Yeniçeriler’e de sonraları aynı sekilde davranmıstır (Hammer’den akt. Ali Kemali, Erzincan Tarihi. Ayrıca bk. Evliya Çelebi, Seyahatname).
Kuyucu’nun Celali-Kızılbas kırımından sonra da Celali isyanları periyodik olarak sürdü. Bu isyanların Yeniçeriler’in artan gücü ve iktidarına karsı çesitli eyaletlerde beliren bölgesel bir tepkiyi de ifade ettikleri sanılmaktadır.
Celaliler’e adını veren Seyh Celal, Izadi’nin dayandıgı kaynaklara göre bir Dımli ve Kızılbas’tı. Amasyalı yada Bozoklu idi (...).
Soyadından Sasonlu oldugu anlasılan Garo Sasuni, Celaliler ile Dersimliler arasındaki iliskileri farketmekte zorluk çekmez. Onun Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt Iliskileri (Med Yay., Istanbul, 1992) baslıklı kitabında degisik boyutlarıyla Çaldıran yenilgisinden sonraki sürecin bana göre oldukça yansız bir analizi yapılmaktadır. Fakat çevirisi kötü oldugu için bu analizin okuyucu tarafından açıklıkla kavranması kolay degil.
Asagıda Garo Sasuni’nin görüslerinin elden geldigince kısa bir özetini tırnaklı olarak veriyorum (özetleyerek veriyorum):
“Kızılbaslar adıyla da bilinen Zazalar (Dımbıliler), Asıl Kürtler’den farklı ve ayrı bir kavimdirler. Onlar Kürtler’den ayrı bir gelisme dogrultusu izlediler ve bu süreç hala devam etmektedir. Kızılbaslar’ın en büyük merkezleri Dersim, Harput ve Sivas’tır.
Çemisgezek beyleri (Melkisiler) Safeviler’le isbirligi yaptılar ve ‘Asıl Kürtler’den farklı olarak Osmanlı yönetimine karsı Dersim-Kızılbas özgürlügü için aralıksız mücadele ettiler.
Dersimliler’le Kürtler’in Osmanlılar’la iliskileri 16. yüzyıl baslarından itibaren farklı oldu. Kürtler Osmanlılar’la isbirligi içinde oldular, onlardan baskı görmedikleri gibi bagımsız beylikler halinde yasadılar.
1514-1639 dönemi Kürtler’in bagımsızlık dönemiydi.
Genellikle Kızılbaslar olarak adlandırılan Dersim merkezli Dımıliler (Zazalar) ise, Osmanlı-Iran mücadelelerinden yararlanarak Osmanlılar’a karsı ayaklandılar ve Iran’ın zaferini umdular. Tek baslarına kendilerini korumak amacıyla 1535-1690 döneminde Osmanlılar’a karsı kanlı bir mücadele yürüttüler. Asıl Kürtler’den ve Esas Kürdistan’dan ayrı bir siyasi dogrultuydu bu.
Bu 155 yıl boyunca Kızılbaslar (Dersimliler) fırtınalı bir dönem yasadı. Sivas, Harput, Erzincan, Erzurum, Dersim ve Malatya bölgesi hep kaynastı. Çünkü Osmanlılar’ın askeri karargahları ve garnizonları bu bölgedeydi ve onlar Iran’a sempati duyan bu bölgenin Kızılbasları’nı sindirme, ortadan kaldırma siyaseti izliyorlardı.
Kızılbaslar’la Osmanlılar arasında çok genis çapta bir mücadele yeraldı.
Bu mücadele Kürt bagımsızlıgını degil, sadece bu yörede Osmanlı hakimiyetinin yerlesmesini önlemeyi ve Kızılbaslar’ın yöresel bagımsızlıklarını korumayı amaçlıyordu. Bu, Kürt bagımsızlık hareketi ile uyusmuyordu. Kaldı ki bu dönem boyunca Asıl Kürtler zaten Kızılbas hareketini ezmek için Osmanlılar’a yardım bile ediyordu.
Sonunda Kızılbaslar’ın gücü zayıflatıldı. Dersim hariç bu bölgede de Osmanlı yönetimi ve hakimiyeti yerlesti. Sadece Dersim güçlü direnisiyle kendi küçük yöresel bagımsızlıgını 18. yüzyıl ortalarına kadar korumayı basarabildi. O dönemde Hozat’ta babadan ogula bu yöreyi yöneten yerli beyler vardı.
19. yüzyılda bozulan Kürt-Ermeni iliskilerinin arkaplanı da 1514-1800 arasındaki 300 yıllık dönemde yatıyor.
Kemahlı Ermeni yazar Grikor Vartabet 1620-40 tarihli ‘Kronoloji’ sinde Celaliler’i çogunlukla ‘Kürt isyancıları’ olarak görmekte ve onların Osmanlılar tarafından yenilgiye ugratılısını sevinçle karsılamaktadır. Bu, Ermeniler’in o dönemdeki genel siyasi tutumunu gösterir bize.
Vartabet’in anlattıkları 1550’lerden itibaren Erzurum’dan Sivas’a kadarki ve daha güneydeki Kızılbas yogun bölgede Celali isyanlarının süreklilik arzettigini göstermektedir. Nitekim kendilerini emniyette hissetmeyen bu bölgenin Ermeniler’i bu dönemde kitlesel halde Istanbul’a ve Balkanlar’a göçeder. Arta kalanlar ise bulundukları yerlerde azınlıga düsüp eririer“.
Celaliler’den genelde ‘Kürt isyancıları’ olarak sözederken Vartabet’in maksadı Asıl Kürtler degil Dımıliler’dir. Nitekim hemen tamamen Ermeni kaynaklarına dayanan G. Sasuni’nin kendisi de böyle düsünmekte, Celali isyanları Dımbılli Kızılbasları’nın güçlü direnis hareketlerinin öyküsüdür demektedir.
Garo Sasuni sözlerini söyle sürdürür (yine özetleyerek veriyorum):
“Celaliler’in bu hareketleri 18. yüzyıl baslarında kanla bastırıldılar.
Bu tarihten sonra Kızılbas-yogun genis bölgede sadece Iç-Dersim ve çevresi yarı-bagımsızlıgını koruyabildi. Kızılbas özgürlügü bu bölge ile sınırlı hale geldi. Bölgenin geri kalanı ise Osmanlı isgali altına girdi ve bu durum giderek pekisti. Iste 1938’e kadarki Dersim direnislerinin ana hedefi Iç-Dersim ve çevresiyle sınırlı hale gelen bu bagımsız veya yarı-bagımsız siyasi statünün korunması oldu. Sadece Dersim güçlü direnisi sayesinde giderek daralarak da olsa küçük yöresel bagımsızlıgını fiilen sürdürebildi.
Osmanlılar, Kızılbaslarla yerlesik iç bölgelerde yüz yıl süren çarpısmalardan sonra kendi yönetimlerini yerlestirip hakimiyetlerini güçlendirdikten sonradır ki, sıra Asıl Kürtler’in bagımsız beyliklerini tasfiyeye geldi. Çünkü o zamana kadar Kızılbaslar’a karsı Kürt destegine ihtiyaç duydular.
Ermeniler 16. yüzyıl basından itibaren Kürt beylerinin tebaları haline gelmis, Osmanlı-Kürt çifte baskısı altına girmislerdi. Onlar tüm bu dönem boyunca Kürt feodalizminin agır baskısı altında yasadılar. Kürtler’le iliskileri bir yöneten-yönetilen iliskisiydi. Ermeniler üzerinde yüzlerce yıl sürmüs olan bu fiili Kürt hakimiyeti onlarla Kürtler arasındaki uçurumu derinlestirdi.
19. yüzyıla gelindiginde Ermeniler’de Kürt beyliklerinden kurtulma istegi birikmisti ve bu yüzyılda kendi varlıklarını korumak için bu kölelige karsı direnise geçtiler. Öyle ki fiilen Kürtlere karsı olan Ermeni isyanları patlak verdi.” (Bk. G. Sasuni, a.g.e., s. 30-44).
(Bk. DERSIM VE ZAZA TARIHI-SOZLU GELENEK VE TARIHSEL GERCEK, V. Bolum)


Cevaplar:
 

Dersim Forum


Hosted by www.Geocities.ws

1