ETNIK TEMIZLIK NE ZAMAN BITECEK?
I. Dünya Savaşı yıllarında çok sayıda Ermeninin öldürüldüğü kesindir.
Türkiye, eskiden yaptığı gibi, bu ölümlerin savaş koşullarından
doğan zorunluluklar sonucu gündeme geldiğini, belirli bir kasıt
güdülmediğini kanıtlamaya çalışacaktır. Bizi asıl ilgilendiren,
rejim karşıtlarının bugüne kadar ne yaptığı ve bundan sonra ne
yapması gerektiğiyle ilgilidir. Açıkça söylemek gerekirse, bu konuda
bugüne kadar fazla bir şey yapmadık. Taner Akçam'ın konuyla ilgili
bir kitabı dışında herhangi bir araştırma yayınlanmadı. Yazılanlar
genellikle birbirini tekrarlamaktan öteye gitmedi. Ermeni kırımı
konusunda ayrıntılı bir araştırmanın ciddi zorlukları var. Devlet
arşivleri kapalı, dönemle ilgili belgelere ulaşılamıyor. Bunlar gün
gelip açılırsa eğer, bazı belgelerin yok edilmiş olduğunu görmek de
şaşırtıcı olmayacak. Türk ve Kürt solunun bu durumda yaptığı,
devleti büyük bir katliamı savunmak ve gizlemeye çalışmakla
suçlamaktan öteye gitmedi. Ermeni kırımı için olabilecek en büyük
sayılar gündeme getirildi; bu kırım, Hitler'in Yahudilere uyguladığı
soykırımla karşılaştırıldı. Bu tutumun, Türkiye devletinin kendini
savunmasında bazı kolaylıklar sağladığını belirtmek gerek. İki
yanlış yapılıyor: Birincisi; Ermeni kırımında kaç kişinin öldüğü
üzerinde bu kadar çok durmanın hiç anlamı yoktur. Verilen rakamlar
600 bin ile 1 milyon 500 bin arasında değişmektedir. Kesin sayı
belki de hiçbir zaman bilinemeyecektir; önemli olan, iki rakamın da
dönemin koşullarına göre oldukça büyük olmasıdır. İkincisi; Ermeni
kırımını Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımla aynı düzeyde ele
almak doğru değildir. Naziler ulaşabildikleri her Yahudiyi öldürmeye
çalıştılar. Bu insanların kendilerini Alman olarak kabul etmeleri de
işe yaramadı. Türkiye'de ise, Ermenilerin sayısı iyice azaldıktan
sonra benzer bir durum yaşanmadı. Bazı Ermeni kökenliler kendi
adlarıyla yaşadılar, hatta bazı alanlarda tanınmış isimler oldular.
(Sinemada Nubar Terziyan bunlardan bir tanesidir.) "Öldürülen insan
sayısını ne kadar çoğaltır, katliamın vahşetini ne kadar vurgularsak
o kadar inandırıcı oluruz" anlayışı, tersine sonuçlar vermekte,
Türkiye yönetimlerine gerçekte kolaylık sağlamaktadır. Ermeni
kırımının başka bir çerçevede, Anadolu'da etnik temizlik
çerçevesinde ele alınması gerekir. Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı
öncesi ve sırasında Çarlık Rusyası'yla işbirliği yaptıkları doğrudur,
bunda garip bir yan da yoktur. Bu halk, tıpkı Yunanlılar ve
Bulgarlar gibi bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Yunanlılar
İngiltere'nin Bulgarlar ise Rusların aktif desteğiyle Osmanlı
İmparatorluğu'ndan koparak kendi devletlerini kurmuşlardır. Onlara
güç yetiştiremeyen Osmanlı, savaş koşullarında Ermenilere karşı
farklı bir yöntem uygulamıştır: Onları topraklarından uzaklaştırarak
Anadolu'da etnik temizlik yapmak. O dönem milliyetten önce din
geliyordu ve asıl ayrım Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasındaydı. Bu
nedenle, Hıristiyan Ermenilere karşı Müslüman Kürtlerle birlikte
hareket etmek, zamanın İttihat ve Terakki yönetimi için zor
olmamıştır. Zamanın yönetiminin Ermeni halkının tehciri sırasında
çok sayıda kişinin ölmesini ve öldürülmesini isteyip istememiş
olması değil, sonuçta neyin olduğu önemlidir. Çok sayıda Ermeni
sürülmüş ve malları da özellikle bölgenin egemenleri tarafından
paylaşılmıştır. Etnik temizlik sadece Rusya'ya komşu bölgede değil,
bu halkın tehlikeli görüldüğü her yerde, örneğin Güney Anadolu'da da
yapılmıştır. Anadolu'daki etnik temizliğin ilk adımı Ermenilere
yöneliktir. Ardından, Cumhuriyeti'n kurulmasıyla birlikte büyük
mübadele gelmiş, çok sayıda Rum Yunanistan'a gönderilmiştir. 6-7
Eylül 1955 olayları etnik temizliğin sonraki aşamasıdır. Türkiye
yönetimleri, Osmanlı'nın son döneminden beri süregelen bir
uygulamayı, işlerine gelmeyen halkları Anadolu'dan sürmeye çalışmayı
halen sürdürmektedirler. Ermeni kırımı bitirilemeyen etnik
temizliğin ilk büyük adımıdır.
KIRIMIN NEDENLERI
Burada
trajik olan
şeylerden biri,
İttihat ve
Terakki'nin, Abdülhamit istibdadına karşı mücadeleyle ve bu
mücadeleye önemli bir Ermeni katılımıyla iktidara geldikten sonra
, bu
imparatorluk misyonunun modern temsilcilerine dönüşmeleri ve daha
önce
bizzat eleştirdikleri Abdülhamit'in Ermenilere yönelik
katliamlarının çok daha kapsamlısını gerçekleştirerek onları
Anadolu'dan bütünüyle silmeleridir.
Ermeni tehcir ve kırımı, gerçekte İmparatorluğu diriltme bilinciyle
kirlenmiş İttihat ve Terakki'nin, Balkanlardaki bağımsızlık
savaşlarından çıkardığı dersin ürünüdür. İmparatorluk, diğer
imparatorluklar gibi, ama diğerleri kadar sanayileşemediğinden
onlardan daha büyük bir hızla çözülüyordu. İşte bu diğerlerinden
daha erken ve kaçınılmaz olan bu sonu engellemek kaygısı, katliam ve
sürgünleri kaçınılmaz kılıyordu. Dahası bu refleksten, sadece diğer
halklar değil, aynı zamanda İmparatorluğun üzerinde yükseldiği halk
olan Türkler de, diğerlerinden geri kalmayan bir şekilde payını
alıyordu.
Gerçekte bu süreçte
belirleyici
faktör,
Ermenilerin,
Müslüman halka göre erken uluslaşmaları, bu doğrultuda
örgütlenmeleri ve Müslüman halka oranla daha çok zenginleşmeleridir.
Ermeniler, (Anadolu'daki Müslümanlardan ayrımla)
köylü
olmaktan çok şehirli ve zanaatkâr bir halktır. Birlikte
yaşadıkları Müslümanlardan farklı olaraka Ermenilerin burjuvalaşması
sahip oldukları ulusal bilinç ve örgütlülüğün temel nedenidir.
Bu ulusal
bilinç ve zenginleşme, iki kesimi ciddi anlamda rahatsız etmeye
başlamıştı. Hem zenginleşen hem de Tanzimat ve sonrası reformlarla
artık eskisi gibi ikinci sınıf tebaa olmaktan çıkmaya başlayan
Ermenilerin, Müslüman eşraf ve ağalarda yarattığı rahatsızlığı da
dikkate almalıyız. (Ki bunların önemli bir kesiminin Kürt olduğu da
anımsatılmalıdır).
Ermenilerin çok uluslu Osmanlı çatısı altında güvenle yer
alabilmelerini engelleyen
iki önemli
faktör
daha vardır:
Osmanlının hızla daralması nedeniyle, Anadolu, her gün sayıları
artan oranlarda göçmen Müslüman topluluklarının yerleşimine
açılıyordu. Yeni gelenler ise, büyük katliam ve travmalardan geçtiği
için, Anadolu'daki görece barış atmosferini önemli oranda değişime
uğratacak bir Hıristiyan düşmanlığı bilincine sahipti.
Başka bir önemli faktör de, Kafkasya ve Bakanlardaki gelişmeler
sonucu, Osmanlının
Panislamist
bir siyaset hattına girmiş olmasıdır.
Bu ise, Osmanlıdaki son büyük Hıristiyan topluluğu olan Ermenileri
dışlayarak birlikte yaşama koşullarını imkansızlaştırıyordu.
Ermeni kırımı, önce Abdülhamit'in Panislamist çizgisi üstünde ve
risk faktörlerini ortadan kaldırma temelinde, 1893'lerde başladı.
Ancak bu çizginin o uluslararası konjonktürde Ermenileri bütünüyle
silmesi mümkün değildi.
İmparatorluk önemli bir
emperyalist
denetim altındaydı ve bu koşullarda Abdülhamit, bu işi mümkün
olduğunca
az tepki
alacak şekilde, parça parça ve devletin resmi güçleri yerine,
Hamidiye Alayları olarak örgütlediği Kürtlere ve çapulculara
yaptırıyordu. O süreçte "ayaklandılar bastırdık" mazereti yaratmak
ve Ermenileri sindirmek için; vergi artırımları, kişisel ve dinsel
tacizler sıklıkla kullanılmış ve bu tacizler sık sık uluslararası
sorun olmuştur.
Daha sonra İttihat ve Terakki döneminde ise, Ermenilere yönelik
kırımda
önemli
değişim olacaktır. Osmanlı, başlamış olan I. Dünya Savaşı'nda
Alman emperyalizminin fiili desteğine ve hatta
yönlendiriciliğine sahiptir; dolayısıyla Ermenilere karşı
kırımın çok
daha radikal ve
bir seferde
gerçekleştirilebilmesinin koşulları oluşmuştur.
Halen ülkemizin kurulu olduğu coğrafyanın bir kısmının geçmişte
tarihsel olarak Ermenilerin yurdu olmuş olduğu, dolayısıyla bugün
buralarda esamileri okunmuyorsa, en hafif ifadeyle
tarihsel
bir haksızlığa kurban gittikleri açıktır. Bunu kabullenmek ve
Ermenilerin hem katledilmek hem de topraksızlaştırılmak anlamındaki
tarihsel acısını paylaşmak, geçmişteki bu haksızlığa ortak olmaktan
çıkmak, iki temel konuda ilerletici olacaktır.
Birincisi, insanlarımızın tarihe daha nesnel bakan bir bilinç
olgunluğuna ulaşmalarını, başta Ermeniler olmak üzere başka halklar
ve kültürlerde düşmanlık değil dostluk bulmalarını ve
evrenselleşmelerini sağlayacaktır.
İkincisi, Ermeni halkının, milliyetçiliğin etki alanına girmesine
neden olan travmayı hafifleterek, uygulanabilir çözümler için
psikolojik bir atmosfer oluşmasını sağlayacaktır.
Son olarak dramatik bir gerçeği belirterek bitiriyorum:
Ermeni
tehciri tıpkı Rum mübadelesi gibi, yaşattığı acılar bir yana,
bu coğrafyanın hem kültürel hem de maddi anlamda fakirliğinin
başlıca nedenlerinden biridir .
Eğer onlar bugün bizimle birlikte yaşıyor olsalardı,
hiç
kuşkusuz kültürel olarak çok daha zenginleşecek ve demokratik
bir toplum olma şansına çok daha yakın olacaktık. Dahası bu
kesimlerin aynı zamanda
o dönemin
en gelişkin zanaatkarları ve burjuvaları olduğu gerçeği
anımsanacak olursa, onların göçertilmesinin, bu coğrafyanın geç
sanayileşmesi ve bugünkü fakirliğinde ciddi bir neden olduğu net
olarak görülür.