Auteur - yazari: RIZA CINAR- aktari Tarih, gün ve
saat : 23. Nisan 2005 21:21:38:
Tarihi gerçeklerin inkarina, yalana,
iftiraya, kine ve nefrete son verilsin
Auteur - yazari: Ali ERTEM Tarih, gün ve saat :
23. Nisan 2005 21:22:58:
Hiçbir gerçegin, yalan ve iftira ile sürekli örtbas
edilmesi mümkün degildir
Degerli Dostlar,
1915 soykirimindan buyana aradan 89 yil geçmis
olmasina ragmen, tarihi gerçekler hala Türkiye
toplumundan gizlenmeye çalisilmaktadir. Toplumun
tarihi geçmisi ile yüzlesmesi bilinçli olarak
engellenmektedir. Devletin ideolojik ve politik
baskisi, toplumun gelecegi açisindan hayati önem arz
eden böylesi tarihi bir sürecin baslatilmasi önünde,
en büyük engel olmaya devam etmektedir.
Uluslararasi Jenosid arastirmacilarinin, tarih
bilimcilerin bilimsel çalismalarina ve görgü
taniklarinin verilerine dayanilarak yapilan
açiklamalara göre devlet eliyle planli ve sistematik
olarak 1915'ten 1922 yilina kadar sürdürülen
kitlesel katliamlar ve tehcir (uluslararasi
terminolojide Deportasyon) esnasinda 2,1 milyon
Ermeni, 750.000 Helen, Pontoslu Helen ve 600 000
Süryani hayatini kaybetmistir.1
Türk uluslasmasinin ve Türkiye Cumhuriyetinin
karakteristik özelligi, bu tarihi gerçegin ve devlet
egemenligi altinda bulunan Türk olmayan halklarin
inkarina dayanmaktadir. Dolayisiyla Hiristiyan
halklarin soykirimi ve ona neden olan mono etnik
devlet anlayisi, egemen zihniyetin en "dokunulmaz"
tabusu olmaya devam etmektedir. Eskiden beri ileri
sürülen ve dünya kamuoyunda hiç bir itibari olmayan
düsmanla isbirligi", kitlik ve hastaliktan
kirilma", ayaklanmaya karsi tedbir", karsilikli
katliam", asil Türkler soykirima ugradi" seklindeki
görüsler, hala Türk resmi tezlerinin argümanlari
olma özelligini korumaktadir2.
Ne yazik ki, aradan geçen 89 yil, toplumumuza yön
veren egemen zihniyette, hiçbir degisikligin
olmadigini göstermektedir. Cumhuriyetin kurulusundan
buyana, iktidar tarafindan belirlenen resmi tarih,
bilimsellikten ve bilim ahlakindan büsbütün
uzaklasmistir. Özellikle son dönemde, devletin irkçi
tarih çarpitmasini derinlestirme girisimi kaygi
verici boyut kazanmistir. Bu durum,Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde ilk defa, soykirimla
baglantili olarak, irkçi tarih çarpitmasina karsi,
çogunlugunu Türkiye aydinlarinin olusturdugu
(gazeteci, yazar, sanatçi, hukukçu, bilim adami -
akademisyen, insan haklari savunucusu, isçi, ev
kadini vs.) genis yelpazeyi kapsayan bir sivil
toplum örgütü kurulmasina neden olmustur.3 Hiç
süphesiz bu gelisme, bizler açisindan umut ve
heyecan vericidir ve artik bir tabunun yikilip,
gerçeklerin gün isigina çikmasina, devletin engel
olamayacaginin bir göstergesidir. Bu gelisme ayni
zamanda, gerçeklere ve insan haklarina saygili
Türkiye aydininin ve onlarin öncülük ettigi sivil
toplum kuruluslarinin, devlet araciligi ile yalana
dayali propagandaya, karsi durusunun bir
göstergesidir.
Soykirimin inkari, sadece kurbanlarin ve onlarin
sonraki kusaklarinin onuruna yönelen bir saldiri
olmakla sinirli degildir; saldiri bir bütün olarak
insanlik onuruna yönelmektedir. Soykirimin
taninmasi, insanlik onurumuzun kurtulmasi için bir
zorunluluktur.
1915 Soykirimi, toplumumuzun alnina sürülmüs bir
lekedir. Halklara karsi islenmis bir soykirim
cinayeti olmasi bakimindan, nitel olarak tarihimizin
bütün utanç sayfalarindan farklidir. Soykirim
toplumumuzun vicdaninda mahkum edilmeden, bu lekenin
silinmesi mümkün degildir. Çünkü hiç bir kötülük,
Türk halkiyla soykirim magduru halklar arasindaki
atmosferi, soykirimin inkari kadar
zehirlememektedir. Binlerce yildir yasadiklari
topraklarda, 7 - 8 yil içerisinde nerdeyse soyu
kurutulan halklarin (Ermeniler, Süryaniler ve
Helenler) feryadi, hak ve adalet istemi, Türk
milletine, "iftira" olarak nitelenmektedir. Sirf
canini kurtarabilmek için her seyini birakip
dünyanin dört bir yanina savrulanlarin, yurtlarina
tekrar dönme sanslari, ebediyen ellerinden
alinmistir. Bu nedenle onlar, benliklerinde
tasidiklari sürgün zincirini kusaktan kusaga
devretmektedirler. Her türlü asagilanmalari ve
baskilari sineye çekerek, kendi yurtlarinda "süpheli
yabancilar" olarak yasamak zorunda kalanlara
gelince, onlarin, ölülerini anmalari bile yasaktir.
Acaba bu halklar için bundan daha büyük, ama hiç
bitmeyen baska ne aci olabilir ki? Tam da bu
baglantida, bizler için bundan daha büyük ve yine
ayni sekilde hiç bitmeyen hangi utanç olabilir ki?
Türkiye üniversitelerinin "bilim" kürsülerine,
"soykirim magduru" bir Türk milleti yaratma emrini
vermis olan devlet, tarih arsivlerini tarafsiz
bilimsel arastirmalara kapali tutuyor.
Provokasyonlarin ardi arkasi kesilmiyor. Ermenistan
sinirina sahte soykirim aniti dikiliyor. Bütün bu
ugraslar, topluma sürekli empoze edilmeye çalisilan
siddete tapinma egilimini güçlendirme çabasiyla
birlikte yürütülüyor. Devlet, toplumun çözüm
bekleyen en ciddi sorunlarina, adil ve akilci
çözümler bulmak yerine, toplumu sorunlar içinde
boguyor. Sonuçta devletin organize siddeti toplumun
kendine yöneliyor. Sürekli gündemde tutulan korku ve
gerilim basta Türk olmayan halklar olmak üzere,
toplumun ezici çogunluguna yasami çekilmez hale
getiriyor.
Su bir gerçektir ki, gündemden hiç düsmeyen
ulusal ve mezhepsel baskilar, günlük sorgulama
yöntemi haline gelmis olan iskence, taciz ve tecavüz
gibi insan onuruna yönelen saldirilar, rejim
muhaliflerini kaçirip kaybetme, hukuk devleti
anlayisini hiçe sayan keyfiyetçi tutum, toplumun
gelecege olan güvenini temelden sarsiyor. Toplumsal
muhalefeti susturmak için her yola basvuran
devletin, ne ahlaki çöküntüyü derinlestiren
yolsuzluklari önlemeye, ne toplumu çürüten issizligi
ve yoksullugu dizginlemeye, ne de tam bir çikmazin
içinde bulunan saglik ve egitim gibi can alici
sorunlarini çözmeye gücü yetmiyor; sanki bu
sorunlari, görev alaninin disinda tutuyor.
Bizce, güvensizligin, korkunun ve gerilimin
nedeni olan kroniklesmis devlet kaynakli toplumsal
kriz, dogrudan soykirimci geçmisle baglantilidir.
Soykirimin inkari, sistemin katliamsiz ve gerilimsiz
ayakta kalmasini imkansiz kilmaktadir. Sinir
tanimayan baski ve iskencelere isyan eden Kürdün
merhametsizce ezilmesi, periyodik araliklarla sanki
bir deprem gibi toplumumuzu sarsan anti-Alevi,
anti-Yahudi, anti-Hiristiyan pogromlar, kirmizi bir
serit gibi, hiçbir kopukluk göstermeksizin günümüze
kadar uzanmaktadir.
Soykirim, tarihi bir gerçeklik olarak taninip,
kamu vicdaninda mahkum edilmeden, soykirim yarasini
sarmak için tarihi yükümlülüklerimize4 sahip
çikmadan, soykirimci zihniyetin toplum üzerindeki
etkilerini kirmak için uzun soluklu ve kapsamli bir
mücadele baslatilmadan, hiç bir siyasi yapilanmanin
bu durumu asmasi mümkün olmayacaktir. Soykirimci
geçmisine ragmen, soykirim kurbani halklar
karsisinda, üzüntüsü ve utanci olmayan bir toplumun,
insanlik adina devrimci mucizeler yaratmasi, hep bir
hayal olarak kalacaktir. Çünkü toplumu etkisi altina
almis olan irkçi ve dini ön yargilar, sadece bundan
çikari olan gerici kesimlere özgü bir mesele
degildir; ayni zamanda en genis isçi ve emekçi
yiginlarin da, beyinlerinde tasidiklari birer pranga
islevine sahiptir. Bu nedenle insanlik onurumuz
çignenmeye devam etmektedir.
Ne kadar zor olursa olsun onurlu tarihi
görevimizi sahiplenelim
Insanliga karsi islenmis soykirim suçlarinin,
örtbas edilmesi söz konusu olamayacagi gibi, hiçbir
sekilde zaman asimi da mümkün degildir. Böyle bir
suçu isledikleri halde onu, inkar etmeye ve hakli
çikarmaya kalkisan egemenlikler, özlerinde her an
yeni insanlik suçlari isleme potansiyelini
barindirirlar. 89 yildir soykirimi inkar eden
Türkiye Cumhuriyeti'nin konumu aynen böyledir.
TC kuruldugundan beri, Türk olmayan halklarin
haklari konusunda, altina imza koydugu hiçbir
uluslararasi antlasmaya saygi göstermemistir. Lozan
antlasmasi da bu keyfiyetçi tutumun en çarpici
örnegidir ve azinlik kabul edilen halklarin hiç
biri, haklarindan gerçek anlamda yararlanamamistir.
Örnegin daha cumhuriyetin kurulus yillarinda Yahudi
halkina yapilan baskilar giderek o kadar artmistir
ki, Yahudi halkinin temsilcileri, yaptiklari yazili
bir açiklama ile Lozan antlasmasinin kendilerine
tanidigi azinlik haklarindan feragat ettiklerini
devlete beyan etmek zorunda kalmislardir.5
Devlet egemenligini eline geçiren Turanci Ittihat
ve Terakki cemiyeti, imparatorlugun Hiristiyan
halklarini, mono etnik bir devlet yaratmak için
planli bir sekilde katletmistir. Ayni uygulama
cumhuriyetin kurulus yillarinda devam etmistir.
Birinci dünya savasinin sona ermesiyle birlikte,
yasadigi cografi konum itibari ile tamamen savas
bölgeleri disinda kalan Helen-Pontos halkinin
varligina, esas olarak 1919 ile 1922 yillari
arasinda toplu katliamlar ve sürgünler yoluyla son
verilmistir. Koçgiri ve Ermenistan da da, tam bir
vahset yasanmistir. Ermenistan topraklarinin bir
bölümü Türkiye sinirlarina katilmistir. O yillarda,
soykirimdan sag kurtulup ta evlerine dönmek isteyen
ülkenin Hiristiyan vatandaslarina, düsman muamelesi
uygulanarak yurtlarina geri dönmeleri
engellenmistir.
Türkiye Cumhuriyeti, soykirim konusunda, Ittihat
ve Terakki iktidari ile arasina bir ayrim çizgisi
koyamamaktadir. Tam tersine bu güne kadar gelmis
geçmis bütün hükümetler, Ittihatçilardan
devraldiklari mono etnik devlet projesini devam
ettirmeyi, kendilerine görev bilmislerdir. Bu proje
Türklestirme harekatina direnen halklari yok etmeyi
öngörmektedir. Gümüz kosullarinda da Kürt halkinin
konumu, bu gerçegi tami tamina dogrulamaktadir. Bir
yandan kamuoyu baskisi ve bazi büyük güçlerin
çesitli nedenlerle tavir almasi sonucu, kozmetik
operasyonlarla, görünüsü kurtarmaya çalisan devlet,
diger yandan Irak'ta Kürtler lehine yapilacak
herhangi bir statüko degisikligini, savas nedeni
kabul etmektedir. Generaller hiç tereddüt etmeden,
böylesi bir durumda "çok kan dökülecegi" tehdidinde
bulunmaktadirlar. Bizce, yeni bir soykirima kapinin
aralandigi, objektif bir gerçekliktir. Elverisli
firsatin ortaya çikmasi durumunda, bu tehdidin
eyleme dönüsmesi, sadece bir an meselesidir.
Bütün bu gerçekler bizim, 24 Nisan 1915'in, anlam
ve önemini dogru kavramamizi zorunlu kilmaktadir. 24
Nisan Ermeni soykiriminin yil dönümüdür. Ayni
tarihi, Süryani halki da kendine indirilen ölümcül
darbenin (Seyfo), yani soykirimin yildönümü olarak
algilamaktadirlar. Bu halklar için 24 Nisan, her
seyin (malin, mülkün, büsbütün bir yurdun, binlerce
yillik tarihin, o tarihi süreçte sekillenen
uygarligin) kaybedildigi, nüfusun üçte ikisinin
kurban verildigi, dünyanin dört bir yanina
savrularak, bitmeyen sürgün yasamina adimin
atildigi, günün adi olmustur. 24 Nisan, bu halklara
mensup binlerce kadinin ve çocugun, celladina peskes
çekilisinin, köle pazarlarinda pazarlanislarinin
basladigi gündür. 24 Nisan bu halklarin benligine
girmis bitmeyen acinin, kanayan yaranin tarihi
ifadesidir.
Eger ki, dikkat edilecek olursa devlet, ne 23
Nisan'i, ne de 19 Mayis'i, rast gele bayram günleri
ilan etmemistir. Ermeni ve Süryani komsularimizin,
soylarinin yok edilisinin arifesi 23 Nisan'a "Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayrami", Pontos'lu Helen
komsularimizin imhasi ise, 19 Mayis'a "Gençlik ve
Spor Bayrami" denk getirilmektedir. Acaba insanliga
karsi islenmis suçlarin arifesini ve yil dönümünü,
bayramlastiran bir zihniyetin, soykirim kurbani
halklara karsi, kin ve düsmanligi ebedilestirmekten
baska ne amaci olabilir ki? Biribirine kapi komsu
insanlik ailesinden farkli halklarin biri bayram
yapmak adina, sovenizmi doruklara tirmandirirken,
digerlerinin acilarini kalbine gömüp yasa bürünmesi,
arasindaki derin uçurum kabul edilebilir bir durum
degildir.
Türkiye'nin insan haklarina saygili demokratik
kuruluslarinin, ve ilerici Aydinlarinin bu durumu
sineye çekmemesi gerekmektedir. Bizlerin, soykirimin
inkarina ve soykirim kurbani halklara karsi sürekli
gündemde tutulan kin ve nefretin durdurulmasi için
mutlaka harekete geçmemiz gerekmektedir. 24 Nisan ve
19 Mayis günlerinde Soykirim magduru halklarin
acilarini paylasmak, soykirimdan duydugumuz üzüntü
ve utanci, ifade etmek için kurbanlarin toplu
mezarlarini sembolize eden soykirim anitina
(anitlarina) bir gül birakmak, onlarin anilari
önünde saygiya durmak, en temel insani görevimizdir.
Bu insani jest, sadece vicdanimizi rahatlatmak için
degil, bir daha soykirim suçlarinin islenmemesi için
insanliga bir uyaridir.
Biz, halklara mal olmus aci kayiplarin anilmasini
ve olumlu degerlerin korunmasini, saygiyla
karsiliyoruz. Ülkemizin ilerici, devrimci
güçlerinin, 30 Mart'a, 6 Mayis'a, 18 Mayisa, 15 - 16
Haziran'a ve buna benzer baska günlere verdigi anlam
ve önemi, mutlaka 24 Nisan'a da vermesi gerektigine
inaniyoruz. Soykirimlarin, etnik temizlik
harekatinin mesrulastirilmasi anlamina gelen
"gençlik ve spor bayrami"na, 19 Mayista daha farkli
bir anlam vermesi gerektigine inaniyoruz.
Bu vesile ile biz, soykirimin 89. yildönümü olan
bu 24 Nisan'da, soykirim kurbanlarinin anisina, bir
günlük bir uyari nöbeti tutulmasini öneriyoruz.
Ermeni ve Süryani soykiriminin 90. yilinda, yani
önümüzdeki yil 24 Nisan'da ise, Ermenistan'in
Baskenti Erivan'da bulunan soykirim anitina hep
birlikte bir çelenk birakmayi, soykirim
kurbanlarinin anisina saygi durusunda bulunmayi,
Ermeni ve Süryani halkinin acilarini paylasmayi
öneriyoruz.
Bizler Soykirim Karsitlari Dernegi üyeleri
olarak, 5 yillik tecrübelerimizi siz dostlarimizla
paylasmak isteriz. Bu ugurda imkanlarimiz dahilinde
var olan tüm olanaklarin seferber edilmesini ve
gereken her türlü fedakarligin gösterilmesini en
degerli insani görevimiz kabul ediyoruz.
Organize ve ayrintilar konusunda dernegimiz,
önümüzdeki günlerde sizleri haberdar edecektir.
SKD adina, Ali Ertem, I. Bülent Gül
Bu çagriyi, Yelda Özcan (Gazeteci yazar, insan
haklari svunucusu), Hülya Engin (insan haklari
savunucusu) ve Dogan Akhanli (yazar, insan haklari
savunucusu) destelemektedirler.
1 Her ne kadar bu veriler, farkli kayanaklarda
biri birine yakin rakamlar olarak belli farkliliklar
içermesine ragmen, bunlarin tümünün birlestigi bir
sonuç vardir: O da bu imha hareketinin, devlet
eliyle planli ve sistematik bir sekilde, soykirim
amaçli yapildigidir.
Görgü taniklarinin verilerine ve bilimsel
arastirmalarin sonuçlarina göre soykirim magduru
halklarin, kayiplari hakkinda saptadiklari rakamlar
söyledir:
- 1915'ten 1922'ye kadar toplu katliamlarda ve
deportasyon sirasinda Ermeni halkinin toplam kayibi
2,1 milyon olarak saptanmaktadir. Bunlardan 1,5
milyonu, 1915 ve 1916 yillarinda katledilmistir.
- 1912'den 1922'ye kadar toplu katliamlar,
deportasyon ve etnik temizlik" harekati sirasinda
Dogu Trakya, Iyonya, Kapadokya ve Pontos
bölgelerinde en az 750.000 Helen hayatini
kaybetmistir. 1916'dan 1922'ye kadar katledilen
Pontoslu Helenlerin sayisi 353.000 olarak
saptanmaktadir.
- 1914'ten 1918'e kadar katledilen Süryanilerin
sayisi 500.000'e ulasmatadir. Bunlardan 90.00 ile
100.000'i Süryani Ortadoks kilisesi mensuplaridir."
Hep bir agizdan konusalim" adli Örgütleme
Komitesinin SONUÇ BILDIRGESI'den; dahil olan
örgütler: Arbeitsgruppe für die Anerkennung des
Völkermordes an den Griechen Kleinasiens (Pontos,
Kappadokien, Ionien) u. Ost-Thrakiens - Armenische
Gemeinde zu Berlin e.V. - Gemeinde der armenischen
Kirche zu Berlin e.V. - Gesellschaft für bedrohte
Völker, Koordinationsgruppe Armenien - Informations-
und Dokumentationszentrum Armenien - Institut für
Armenische Fragen e.V. - Föderation der Aramäer
(Suryoye) in Deutschland e.V. -
Assyrian-Chaldean-Syriac Union (ACSU)
2 Soykirimci zihniyetin tasiyicilari, ayni soguk
kanlilikla katilleri ve eylemlerini savunmaya devam
ediyorlar. Su satirlar bize, soykirim kurbani
halklarin, Türkiye'de maruz kaldiklari, katlanilmasi
mümkün olmayan hakaretin ve iftiranin boyutlarini
göstermesi bakimindan ibret vericidir: "Bunun da
ötesinde eger Osmanli devleti Ermeni tebaasindan
kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya
savasi gerekçe göstererek halledebilirdi.
Oysa Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden
bile rahat bir yasam sürmüslerdir. Belirtildigi
gibi, Birinci Dünya Savasi'nda ele geçirdikleri
yerlerin kendilerine verilecegi ve bagimsiz bir
Ermenistan kurulacagi gibi hayallere kanan
Ermeniler, vatandasi bulunduklari Osmanli devletini
arkadan vurmaya baslayinca, yer degistirme
uygulamasi zorunlu hale gelmistir. Ermenilerin
yerlerinin degistirilmesi, onlari imha etmek degil,
devlet güvenligini saglamak, onlari korumak amacini
gütmüstür ve dünyanin en basarili yer degistirme
uygulamasidir." ("Ermeni Sorunu Iddialar ve
Gerçekler", Igdir da bulunan sahte soykirim aniti
tanitim yazisindan, vurgu bize ait)
3 Bu soruna iliskin gelismeleri degerlendiren
"Baris için Tarih Izleme Grubu" adli sivil toplum
kurulusu, kaygilarini su sözlerle ifade etmektedir:
"Hem yurttaslar, hem de veliler olarak, Milli Egitim
Bakanligi Talim Terbiye Kurulu'nun 14 Nisan 2003
tarihli genelgesinin yarattigi ve yaratacagi
sonuçlar konusunda derin endise duyuyoruz. Tarih
derslerinde "asilsiz Ermeni soykirimi, Pontus ve
Süryani iddialari" konusuna yer verilmesi
gerekçesiyle baslatilan uygulamalar, müfredatin
yeniden düzenlenmesi, ögretmen egitimleri, ders
kitaplarinin bu anlayisla yeniden yazilmasi,
kompozisyon yarismasi, tarihin düsmanligi kiskirtan
ve irkçi bir yaklasimla ögretilmek istendigini
göstermektedir." (vurgu "Baris için Tarih Izleme
Grubu'na ait. Irkçi tarih çarpitmasina karsi imza
kampanyasi metninden)
4 Almanya'nin soykirimi tanima noktasindaki
tutumu bize örnek teskil edebilir. Dönemin Basbakani
Willi Brandt, Varsova da soykirim aniti önünde diz
çökerek, Nazi Almanya'sinin insanliga karsi islemis
oldugu soykirim sucundan duydugu üzüntüyü ve utanci
dile getirmis ve Federal Almanya adina soykirim
kurbani halklardan özür dilemistir. Sinirli bir
kesimi kapsamasina ragmen Federal Almanya, Nazi
fasizminin insanliga karsi islemis oldugu suçlar
nedeniyle tazminat ödemeyi kabul etmistir ve
ödemektedir. Sistem ne olursa olsun, Nazi geçmisi
ile yüzlesen ondan dogru derler çikaran Almanya,
demokratik muhtevasini korumayi basaracak, insan
haklarina saygili bir Almanya olacaktir ve
dolayisiyla dünya halklari nezdinde saygin bir yeri
olacaktir. Geçmisine sünger çekmeye, tarihi
gerçekleri revizyona tabii tutmaya kalkisan,
anti-semitizme göz yuman Almanya ise, basta soykirim
kurbani halklarin sonraki kusaklari olmak üzere yine
insanlik ailesini karsisinda bulacaktir. On binlerce
rejim muhalifinin ve milyonlarca Nazi fasizmine
karsi savasmis halklarin kani ve cani pahasina
kendine emanet edilmis demokratik sistemin yikimini
ve kedi sonunu hazirlayacaktir.
Soykirimci geçmisini inkar eden Türkiye
Cumhuriyeti'ninse, ne maddi ne insani hiçbir
görevini yerine getirmeye yanasmadigi hepimizce
bilinen bir gerçektir. Bu durumun ebediyen sürüp
gidecegine inananlarin, yanilgi içinde olduklarini
hatirlatmak yeterlidir.
5 1920'li yillar Anti-Semitizmin Türkiye'de irkçi
temellerde sekillenmeye basladigi yillardi. Yahudi
halkinin yeni Türkiye Cumhuriyetine sadakat
beyanatlari, göze batmamak için gösterdigi
olaganüstü uyum çabalari ve katlanmaya çalistigi
maddi fedakarliklar, vatandas olarak kabul edilmesi
için bir ise yaramiyordu. Tüm bu çabalar, Devletin
karanlik güçlerinin Yahudi azinliga karsi çirkin bir
provokasyon tezgahlamasini engelleyemedi. 26 Subat
1926 da Türkiye'nin devlet güdümlü gazeteleri, hep
bir agizdan güya Yahudilerin Ispanya'ya
bagliliklarini açiklayan bir gizli telgraf ortaya
çikardilar. Bir anda toplumsal atmosfer zehirlendi.
Hakaretin, iftiralarin ardi arkasi kesilmiyordu. Is
çigirindan çikmadan Yahudi halkinin tedbir almasi
gerekmisti. Daha sonraki gelismeleri Avner Levi
söyle aktarmaktadir: "Gazetelerde saldirilar her gün
devam ederken, bir Yahudi heyeti Yahudi kurumlarinin
örgütlenmeleri ve Lozan haklari konularinda
yetkililerle görüsmek üzere Ankara'ya gitti. Hem bu
heyetin, hem de Yahudi idare heyetinin toplantilari,
hükümet temsilcilerinin katilimlariyla yapildi,
kararlar çogunlukla bu temsilcilerin talimatlarina
göre alindi. Yahudi heyetinde hukukçu Simon Levi,
hukukçu Nissim Massliah (son Osmanli Meclis-i
Meb'usan üyesi, Istiklal harbinde çok hizmetleri
olmustur) Profösör Avram Galanti ve Henri Soryano
vardi. Görüsmeler çok kisa zamanda sonuçlandi. Heyet
Lozan haklarindan kesinlikle ve resmen feragat etti.
Ayrica dini ve layik konularda ayrim yapmayi, yani
Hahambasiligin Yahudi kurumlari üzerindeki her
yetkisinin iptalini kabul etti. Her okul, yetimhane,
ihtiyarlar evi, hastahane, hatta sinagog tamamen
bagimsiz oldu. Kurumlar arasinda isbirligi, uyum ve
esgüdümü saglayacak merkezi bir yönetim kalmadi.
Hahambasiliga ve topluma yeni ve modern Cumhuriyet'e
uyan bir Nizamname verilmedi, Hahambasi tayin
edilmedi, Yahudi toplumu daginik, parçalanmis
bölünmüs ve yöneticisiz kaldi.
Lozan haklarindan feragattan sonra, Yahudi
karsiti kampanya yavasladi ve kayboldu. (sadece
geçici olarak tabii! Bizim notumuz) Hiç bir sey
kanitlanamadi, çünkü ortada fol yok yumurta yoktu.
Aylarca süren küfürle hakaretlerle dolu baski ve
korkutma kampanyasi siyasi amacina ulasmisti."
(Avner Levi, Türkiye Cumhuriyet'inde Yahudiler, sf.
73, Iletisim Yayinlari)
Cevaplar: