DİASPORADAKİ DERSİM
AYDINLARI NE YAPIYOR?
Auteur - yazari: M. Hayaloğlu Tarih,
gün ve saat : 31. Mayis 2005 18:09:02:
DİASPORADAKİ DERSİM AYDINLARI
NE YAPIYOR?
Dersim-Zaza Ulusal Demokratik Hareketnin
örgütlenmesi üzerine uzun süredir düşünüyor
ve yazmak istiyordum. Yaşanmış
bir süreç vardı ve bunun değerlendirilmesi
gerektiği kanısındayım.
Biz Dersimli aydınlar asgari müştereklerde
anlaşarak nasıl bir araya
gelebiliriz veya gelebilir miyiz?
İyimser düşünenler, bu soruya
evet diye cevap verebilirler. Ancak, bazı
tartışmalar ya da tartışma
biçimleri bu kadar iyimser davranmayı
güçleştirmektedir. Özellikle son
tartışmalar, yaraya tuz basmak
misali, olumsuz bir zemine ve gerginliğe
neden oldu.
Akla şu sorular gelmektedir:
Acaba aydın, devrimci, sosyalist, vb
sıfatlar kullanan bazı kişi
ve çevreler gerçekte, birlik ve
beraberlikten yana mıdırlar? Buna
evet diyenler, kullandıkları dil
ve sergiledikleri yaklaşımlarla
buna zarar verdiklerinin farkındalar mı?
Farklılıklarımız olsa
bile, halkımızın, dilimiz ve
kültürümüzün, ulusal varlığımızın
tehdit altında olduğu böylesi zor
bir dönemeçde neden beraber hareket
etmiyoruz?
Acaba, beraber çalışabilmek için
yeterince çaba sarfediyor muyuz?
Bu vb sorular çoğaltılabilir.
Ancak, söylenmek istenenin anlaşıldığı
kanısıyla uzatmadan geçiyorum.
Bahaneler bulmak veya aramak yerine,
birbirimizi doğrudan eleştirebiliyor
muyuz? Aramızda böyle bir hukuk var mıdır?
Aramızdaki samimiyet veya güvenin ölçüsü
nedir?
Ben, eleştiri yapmaktan kendimizi
veya birbirimizi değerlendirmeyi anlıyorum.
Almancada buna kritisieren yani
kritik (tenkit) yapmak diyorlar. Kritik
yapmak, sadece karşı tarafı
eleştirmek değil, daha da önemlisi
söz konusu olan meselenin değerlendirilmesidir.
Meselenin değerlendirilmesi demek ise,
başka bir ifadeyle sorunun tahlil
edilmesi demektir. Yani sorunun doğruluğunun
veya yanlışlığının
ortaya konulması demektir.
Bu anlamda kritik yapmak gerekli ve
yararlıdır. Tabii mesele, kritik
yapmayı doğru ele almaktır.
Eleştiri ve özeleştiriyi böyle
anlamak ve kavramak gerekir. Peki biz ne yapıyoruz?
Eleştiriyi nasıl ele alıyoruz
veya kullanıyoruz? Karşı
tarafın zayıf veya kendimizce yanlış
diye tespit ettiğimiz bir noktasını
yakalıyor veya hedef alıyor ve
oradan bindiriyoruz. Tabii bu da bir yöntemdir.
Ama bu, genel olarak dostlar arasında
değil, düşmanlar arasında
yani biz ve onlar arasında
baş vurulan bir yoldur.
Mevlena ilerici midir, gerici midir? Bunu
tartışmak bile anlamsızdır.
Eğer Mevlana ile ilgili bir değerlendirme
yapmak istiyorsak, konu ile ilgili bir çalışma
yapılır, ne olup olmadığı
ortaya konur. Sadece Mevlana da değil,
Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Şeyh
Bedrettin, Kureyş (1) ve diğerleri
de bilimsel analizlere değer. Ama koşullar
öylesine zor ki, çoğu insan bunları
inceleyemeden göçüp gitmektedir. Şahsen
ben, Mevlana üzerine epey şey okumuş
ve de epey şey duymuş olmama rağmen,
Onun bir tek eserini bile okuyabilmiş
değilim. Buna ne gerek duydum ne de
zaman ayırabildim. Ama bu Mevlananın
çağının en büyük düşünürlerinden
biri olduğu gerçeğini hiç bir
şekilde değiştirmez. Bugün
Mevlana düşüncesi uluslararası
alanda tartışılıyor,
inceleniyor, anlaşılmaya çalışılıyor.
Keşke bizden de biri çıksa,
Onu bilimsel olarak inceleyip ortaya
koysa ve biz de ne olduğunu tam olarak
öğrenebilsek. Onun da doğru ve
yanlışlarının olduğu
kesin. Onun yanlışlarını,
hatalı yanlarını eleştirmek
mümkün olduğu gibi, güzel ve doğru
yanlarına da atıfda bulunulabilir.
Bunun yanlış veya kötü bir yanı
yoktur. Bir şey, bir düşünce ne
yalnızca iyi, ne de yalnızca kötü
olmayabilir. Mesela şu sözler Onundur:
Sohbet vardır, keskin bir kılıca
benzer; bostanı, ekini kış
gibi kesip biçer. Sohbet vardır,
ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız
meyveler verir.
Bir kimse, Hacı Bektaşa veya
Mevlanaya atıfta bulunduğu
zaman gerici olmayacağı gibi, Baba
İshak veya Şeyh Bedrettine atıfta
bulunduğu zaman da ilerici olmaz. Her
şeyden önce önemli olan sözün kim
tarafından söylendiği değil,
içeriğidir, anlamıdır. Fakat
eğer aramızdaki hukuk eleştiri,
özeleştiri için zemin sunmuyorsa, o
zaman böyle şeylerle oyalanmak marifet
sayılabilir!
Devlet ricaline veya uluslararası
etkili ve yetkili kurum ve kişilere gönderilen
Zazaları da Unutmayın başlıklı
mektuplarda yanlış olan ne var?
Ben bunlarda yanlış bir yan
bulamadım. Ola ki eksik, hatalı
veya yanlış olan bir yaklaşım
söz konusudur. O zaman bunları açıkça
eleştirmeliyiz, eleştirebilmeliyiz.
Ama bunun arkasında başka bir
niyet aramaya kalkışmak, abesle iştigal
etmektir.
ABDnin Irak işgalini veya İsrailin
Filistin işgalini devrimci veya
demokrat insanlar ne destekler, ne de haklı
bulur. Bir Dersimlinin buna sevinmesi
veya alkışlaması akıl işi
değildir. Ancak bu, Saddam rejimi ile
dayanışma da bulunmayı
gerektirmez. ABDnin Irak ve Afganistan işgalleri,
saldırganlığın en uç
noktalarıdır. Bu yüzden küçük
bir azınlık dışında,
kimse bu işgalleri onaylamamıştır.
Almanya, Fransa gibi büyük güçler bile işgale
onay vermemiştir. Ancak, bazılarının
yaptığı gibi, anti-amerikancı
bir tavır geliştirmek adına
Saddamla veya Talibanla dayanışmanın
da bir anlamı yoktur. İnsanlarımzın
Amerikancı olarak değerlendirilmesi,
eleştirinin sınırlarını
zorlayan ve kastini aşan bir suçlama
olur.
Aynı şekilde bugün direnişçi
diye lanse edilen Saddam artıklarının
da desteklenecek hiç bir yanı yoktur.
Bunların yapmaya çalıştığı
şey, Saddamvari bir rejimin yeniden
kurulmasıdır. Amerikanın
Iraktan çekilmesini, bugünkü Irak yönetimi
yerine daha demokratik ve halkların
iradesini tam olarak yansıtacak bir yönetimin
gelmesini savunmak, hiç bir şekilde çapulcu
ve katil çetelerinin yaptıklarının
haklılığı anlamına
gelmez. Öte yandan bazen ezilen ve haklı
olanlar da hata yapabiliyorlar. Mesela
kendileri işgal altındaki bir halk
olan Filistinliler, Halepçe katliamı
karşısında susar veya
Saddama destek verebiliyor. Veya ülkeleri
ilhak, kendileri inkar edilmiş olan Kürtler,
pekala Zazaların ya da Keldanilerin ayrı
halklar olduklarını inkar
edebiliyorlar. Böyle bir durumda Kürtlerin,
Filistinlilerin veya Türk solunun eleştirilmesinde
bir yanlış yoktur.
Bölge sömürgeci güçleri ile bağımlılık
temelinde ilişkiler geliştirmiş
olan Kürt veya Filistinli örgütlerin
hatalarının eleştirilmesi
gayet doğaldır. I.Körfez savaşı
sırasında, Güney Kürtleri Saddam
tarafından imha edilirken, bölgede üstlenmiş
olan PKK kılını bile kıpırdatmamıştır.
Kürt halkının Saddam tarafından
kırıldığı bir sırada,
Saddamın anti-emperyalist diye alkışlanması
ve Kürtlerin işbirlikçi diye
yerilmesi, insanlığın yüz
karasıdır.
Dersimde Savaşa Hayır yaklaşımına
gelince
Dersimde savaşı savunanlar
kimlerdir? Kimin adına savaşıyorlar?
Dersimde savaştan çıkarı
olanlar kimlerdir? Aslında biz mütevazi
davrandığımız için,
sorunu Dersim ile sınırlı
tutuyoruz. Pekala Kuzey Kürdistanda ve Türkiyede
savaştan çıkarı olanlar
kimlerdir diye de sorabiliriz. Türk ve Kürt
halklarının kendi geleceklerini,
kendilerinin belirlemelerine saygılıyız.
Ama halkların iradesini yansıtmayan
bir takım çete artıklarının,
elverişli koşullar var diye
Dersimi üst edinmeleri ve halkımızın
kaderiyle oynamalarına gönlümüz razı
olmamaktadır. Gitsinler önce kendi
halkları olan Türkleri ve Kürtleri
kurtarsınlar.
Belirtmek gerekir ki, söz konusu olan
savaş da, gerçek bir savaş
olmaktan öte, bir takım çatışmalar
ve gerginliklerle baskılara zemin hazırlayan,
bu anlamda tek yanlı yürüyen ve
devletin veya içindeki savaş yanlılarının
işine
yarayan bir savaştır. Türk genel
kurmayı, bu çatışmaları
düşük yoğunluklu savaş
olarak nitelemişti.
Dersimde, Kürdistanda ve Türkiyede
savaştan çıkarı olanlar,
rant peşinde koşanlardır,
kelle avcılarıdır, koruculardır,
korucubaşlarıdır. Yüz binden
fazla korucu, savaşın
nimetlerinden yararlanıyor, aylık
alıyor, sosyal güvenceler ediniyor. Boşalmış,
boşaltılmış arazilere,
yayla ve köylere bedevadan konuyorlar,
hayatlarında hiç bir zaman elde
edemeyecekleri zenginlikleri, mükafat
olarak alıyorlar. Kuzey-doğu
Dersime küçümsenmeyecek sayıda Sünni
Kürt nüfus yerleşmiş veya yerleştirilmiştir.
Gidişat, bu yerleşmelerin iç
Dersime doğru yayılacağı
yönündedir. Çünkü, köyler boşalmış,
insanlar kendi arazilerine, evlerine, köylerine
sahip çıkamıyorlar. Birincisi, göçüp
gittikleri için darmadağan olmuşlardır,
imkanları yetmemektedir. İkincisi
de engellenmektedirler. Köye dönüş,
teşvik, vs pratikte bir aldatmacadan öte
gitmemektedir. İnsanlar, topraklarında
değil, gösterilen belirli noktalarda
toplanmaya zorlanıyor. Arazinin olmadığı,
hayvan besleyemediği, sanayiden yoksun
bir yerde toplu köyler yaşar mı?
Dersimde yaşanan süreç, Ermeni kırımıdan
sonra bölgede yaşanan sürece büyük
oranda benzemektedir. Durum bu kadar vahim
ve ciddidir, (2).
Bölgede görev yapanlara olağanüstü
tazminat ödendiği bilinmiyor olamaz.
Bu, ikramiyeden öte, piyango gibi bir
şey. Bölgede görev yapanlar, bir kaç
yıl içinde zengin olup çıkıyor?
Acaba bunun sırrı nerede? Köye dönüş
projesi çerçevesinde, bölge için ayrılan
paranın askeri harcamalar, bilgisayar,
vb kişisel amaçlar için kullanıldığı
daha yeni ortaya çıkmadı mı?
Yeşiller, Bozalar, Alaatin Kanatlar böyle
bir ortamda ortaya çıkmadı mı?
A.Çatlı, H.Kocabaş, S.Bucak,
İ.Şahin, K.Ekenler, bu ortamın
aktörleri değil mi? Çatışma
bölgelerinde her şey bunlardan
sorulmuyor muydu? Her bölgede birer savaş
ağası türememiş miydi?
Bunlar, aysbergin görünen yüzüdür.
Ya görünmeyenler, ya bilinmeyenler. Ayrıca
da devletin kendisi bu ortamı neden
tercih etmesin ki? Bir taşla bir kaç
kuşu vurmak, tam da buna denir. Türk
ordusu, bu çatışmalarda büyük
tecrübeler edinerek, dünyanın en
deneyimli ordularından biri haline
geldi. Kedinin fareyle oynaması misali,
tatbikatlar, operasyonlar düzenledi, düzenleniyor.
Üç, beş ya da beş on kişilik
silahlı gruplar, karadan ve havadan
tespit edilerek çevriliyor, çatışmaya
zorlanarak imha ediliyor. Yetmezse kimyasal
gazlar kullanılıyor, bombalanıyor.
Köyler, ekinler, ormanlar yakılıyor,
hayvanlar telef edilerek katliamlar gerçekleştiriliyor.
Böyle bir savaşı devlet
neden tercih etmesin ki?
Barajlarla Dersimin sular altında
bırakılması, bu insansızlaştırma
politikasının, başka bir deyişle
Dersimden, Dersimlilerden kurtulma
stratejisinin ta kendisidir. Özalın
Demirele tavsiyesi biliniyor: Dersimi
suların altında bırakın
ve kurtulun. Bugün gerçekleşenler, dünün
devamıdır. Bu politikaların
hepsi aynı amaca hizmet etmaktedir.
Asimilasyon, insansızlaştırma,
yetmezse sular altında bırakarak
yok etme.
Çatışmalar, insansızlaştırma
politikasına bir davetiyedir.
Dersimde son yıllarda olanları
şöyle kısaca özetleyelim.
Binlerce gencimiz, yetenekli insanımız
katledildi. On binlercesi cezaevlerine tıkıldı,
sakat bırakıldı. Köylerimizin
büyük bir kesimi yakıldı, yıkıldı
veya boşaltıldı. İnsanlarımızın
ezici bir kesimi, ya sürüldü veya
terketmek zorunda bırakıldı.
Hiç bir ekonomik gelişme olmadığı
gibi, yoksullaşma had safhaya ulaştı?
Peki, bütün bunların sorumlusu kimdir
veya kimlerdir? Bütün bunların
tek sorumlusunun devlet olduğunu
söylemek, gerçekçi bir değerlendirme
olmaz, olamaz.
Türkiyeyi yönetenler, Türk devleti,
şüphesiz ki bütün gelişmelerin
esas sorumlusudur. Bu kesin bir olgudur. Ama
esas demek, bütünüyle demek değildir.
Ben, küçük de olsa biz Dersimlilerin
bu gelişmelerde payımız olduğu
kanısındayım. Tabii küçük
demek, önemsiz demek anlamına
gelmemeli. Küçük ama önemli bir payımız,
yani hatamız vardır. Dersimde
gerçekleştirilen silahlı eylemler
veya saldırılar, Devletin
Dersimde gerçekleştirdiklerine
zemin sunmuştur. Bu, Dersimlilerin
haksız, devletin haklı olduğu
anlamına gelmez. Ama haklı olmak,
yapılan şeyi hata veya yanlış
olmaktan çıkarmaz.
Dersimde karakollara, askeri güçlere
ve hedeflere saldırmanın bir yararı
görülmüş müdür? Tersine Devlet,
bunları daha da sağlamlaştırmış,
güçlendirmiş ve stratejik noktalara
çekmiştir. Peki ölen insanlarımızın,
yakılan ve boşaltılan köylerimizin
Dersime bir yararı olmuştur?
Hayır. O zaman silahlı mücadeleyi,
şiddeti veya savaşı kutsamanın
anlamı nedir?
İlke olarak hiç bir mücadele biçimi
rededilmez. Hangi mücadele biçiminin seçileceğine,
somut şartların somut tahlili
sonucunda karar verilir. Savaş, şiddete
dayanan mücadelenin en üst biçimidir ama
tek biçimi değildir. Savaşın
hedefi yenmektir, yok etmektir ama yok olmak
değildir. Eğer tutulan yol,
yenilgiden de öte yok olmaya götürüyorsa,
bir an önce o yoldan vaz geçmek gerekir.
İster Türk/Türkiye solu açısından,
ister Kürt/Kürdistan solu açısından
mesele, sadece içsel bir sorun olarak değerlendirilebilinir
mi? Bu, aşırı iyimser bir
yaklaşım olur. Her ne kadar Türk
ve Kürt solunu Dersime taşıyanlar,
yine Dersimliler ise de, Dersimlilerin
buradaki rolü, taşeronluktan öteye
gitmemektedir. Türk ve Kürt ideolojisi ve
onların savaş stratejileri
Dersime tamamen yabancıdır.
Onlar, Dersimi ve Dersimlileri, sadece ve
sadece bir cephe gerisi, konakladıkları
veya barındıkları lojistik
bir üs olarak görmüşlerdir.
Dersimlilerin, mücadele içindeki rolünü,
Türk ve Kürt solu ile ilişkilerini,
doğru sorgulamak ve yerli yerine
oturtmak gerekiyor. Devrimci veya sosyalist
adıyla Dersime gelen ideoloji,
Dersim ve Dersimlilerin ideolojisi değil,
tamamen ithal olan bir ideolojidir. Aslında
bu Türkiye ve Kürdistan için de geçerlidir.
Feodal, yarı-feodal ilişkilerin yaşandığı,
demokrasi kültürünün hiç yaşanmadığı
bir alanda, sosyalist veya devrimci
ideoloji, ne kadar mükemmel olursa olsun
yabancı kalacaktır. Nitekim, öyle
de olmuştur.
Kitaplardan öğrenilen bir halk savaşı
teorisi, Dersimde uygulanmak istenmiştir.
Türk solunun şiddeti savunan marjinal
örgütleri, Türkiye yerine Dersimi
uygulama alanı seçmiştir. Kürt
solu da, bu elverişli sahayı
kullanmayı ihmal etmemiş, özellikle
90lı yıllarda yoğunlaşarak
bir taraftan kendisi darbe vururken, öte
yandan devletin gazabını çekmesine
davetiye çıkarmıştır. Eğer
yanılmıyorsam Tunceli (ve belki
de çevresiyle beraber)- yıllarca gıda
ambargosunun uygulandığı tek
alan olmuştur.
Dersimliler, hem Türk ve Kürt solunun
ve hem de onların Dersime yabancı
miliyetçi ve inkarcı ideolojilerinin
taşınmasına alet olmuşlardır.
Ayrıca onlar, yani Dersimli sol
unsarlar, bu yanlış ideolojilerin
etkisiyle bizzat kendileri, kendi halkına
ve kültürüne yabancılaşmış
ve sonuç olarak da büyük zararlar vermişlerdir.
Bunlar, vatandaş Türkçe konuş
kampayasının bir aleti, sol
versiyonu olmuştur. Bugüne kadar
bunların, Dersimlilerin diliyle bir çalışması
görülmemiştir. Üstelik, Dersimin
dili ve kültürü ile ilgili çalışma
yapanların, bölücü ve milliyetçi,
dahası devletin maşaları
olarak suçlanmaları da Türk ve Kürt
solunun son marifetleri olarak tarihe geçmektedir.
Türkiye ve Kürdistan solunun,
Dersime verdiği zararlar çok ağırdır.
Bunları, bu gün çok daha net olarak görebiliyoruz.
Köylerimizin harabeye dönmesinde, insanlarımızın
kitlesel olarak ve toptan kaçmasında,
genç yeteneklerimizin imha edilmesinde
bunların rolü vardır. Çok genel
bir yaklaşımla, devletin rolü
birinci derecede ve esas ise, Türk ve Kürt
solunun rolü de, ikinci derecede ve tali
bir rol olarak değerlendirilebilir.
Bunların daha net orantıları,
yapılacak çalışmalarla açıklığa
kavuşturulabilir. Hata ve yanlış
yapmakda, iyi niyetin fazlaca bir değeri
yoktur. Yani, devletin niyeti ve yaptıklarıyla,
sol grupların niyeti ve yaptıklarının
aynı kefeye konulamayacağı
şeklinde bir itiraz öne sürülebilir.
Ama bu iyi niyetle de olsa, yapılan
yanlışları hata olmaktan çıkaramaz.
Türk ve Kürt solunun Dersime verdiği
zararları, genel olarak değerlendirdiğim
için bir ayrım yapmadım. Ama yapılacak
daha ayrıntılı bir çalışmayla,
bu zararlar daha net olarak da ortaya
konulabilir. Ayrıca, yapılan yanlışlar
sadece iyi niyetli hatalar olarak da değerlendirilemez.
Çünkü bunlar yıllara ve tekrara
dayanan bir zihniyete tekabül etmektedir.
Kronikleşmiş ve bir hastalık
derecesine ulaşmış yaklaşımlar,
basit hatalar ve bir iyi niyet olarak değerlendirilemez.
Bunların ayrıntılarına
bu yazıda girmeyeceğim.
Türk/Türkiye solu ile Kürt/Kürdistan
solunun Dersime bir yararı olmuş
mudur?
Türk ve Kürt solunun Dersim e her
hangi bir yararı olduğu konusunda
şüpheliyim. Ellili, altmışlı
yıllarda okuma yazma oranının
yükselmesi, metropollere ve yurt dışına
gidişler, zaten belli bir aydınlaşma
yaratmıştı. Eğer süreç
normal koşullar altında yürüseydi,
Dersimdeki değişim ve dönüşümler,
nispeten sancısız gerçekleşebilirdi.
Bu süreç, feodal ilişkilerin ve
feodal toplumsal yapının çözüldüğü
ve kapitalist ilişkilerin geliştiği
doğal bir sürec olarak değerlendirilebilir.
Ama seksenli yıllarda girilen süreç,
doksanlı yıllarda doruğa ulaştı
ve bu doğal süreci rayından çıkarttı.
Bu durumu, bir örnekle şöyle izah
etmek mümkün. Doğanın, yağışa
ihtiyacı var. Normal yağan yağmur
doğayı besler ve geliştirir.
Ama dozajın aniden yühseldiği bir
durumda yağış, yarar yerine
zarar verebilmektedir. Aşırı
bir yağmur veya dolu sonucunda oluşan
bir fırtına veya sel, pekala bir
felakete neden olabilmektedir. İşte
Dersim seksenli ve doksanlı yıllarda
böyle bir toplumsal felaketi yaşadı
ve bugün hala bunun acılarını
yaşamaktadır. Bu anlamda solun,
Dersime olası cılız katkıları,
işlediği hataların yanında
sözü edilemeyecek kadar zayıf kalmıştır.
Dersimli unsurların, bu hatalar içindeki
rolleri küçümsenmeyecek kadar büyüktür.
Çünkü bunlar, sadece teorik olarak Türk
ve Kürt solunun bölgedeki temsilcileri
olarak değil, aynı zaman da pratik
uygulayıcıları olarak da
sorumludurlar. Bu anlamda solun Dersime
verdiği zararlar bazında
Dersimlilrin hataları ve sorumlulukları
iki kat daha ağır olarak değerlendirilebilir.
Dersimdeki mücadelenin biçimine,
Dersim halkının iradesi karar
verebilir.
Dersim ve Dersimliler adına, Dersimi
temsil etmeyenlerin alacağı
kararlar meşru değildir. Bugün,
genel olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistanda
ve özel olarak da Dersimde geçerli olan
mücadele biçimi barışçıl
ve demokratik bir mücadele olabilir. Nasıl
ki, Türkiye ve K.Kürdistan halkının,
kendi geleceklerine kendilerinin karar verme
hakkı varsa, Dersim halkının
da kendi geleceğini kendisinin
belirleme hakkı vardır(3).
Buraya kadar olan değerlendirmeler,
genel olarak sol yaklaşımlara
karşı yapılmış
irdelenmelerdi. Bir de sağdan yapılan
yaklaşımlar vardır. Bunların
üzerinde de kısaca durmak da yarar
vardır.
Sosyalist sistemin çökmesi, sosyalizmin
yanlış ve haksız olduğu
anlamına gelir mi? Bence, hayır.
Olan şey, izlenmiş olan yanlış
politikalarda yatmaktadır. Bence hala
sosyalizm geleceğimizin umudur ve haklıdır.
İnsanlık, eninde sonunda
demokratik, özgür, sınıfsız
ve sömürüsüz bir dünya yaratacaktır.
Bu tarihin durdurulamaz akışıdır.
Mesele yapılmış hatalardan
dersler çıkarmak ve doğru yol ve
yöntemleri bulmak ve kullanmaktır.
Bugün, Dersim açısından sorun
nedir? Dersimin özgün koşullarını
doğru tahlil etmek ve uygun mücadele
biçimlerini seçmektir. Bence, Dersimde
bugün için en uygun mücadele biçimi,
demokratik ve barışçıl bir mücadele
olmalıdır. Bunun için demokrat,
yurtsever gibi özelliklere sahip çıkmak
yeterlidir. Bu mücadeleyi yürütmek için
devrimci, sosyalist, komünist olmak
gerekmiyor, (4). Ancak, ideolojik olarak
devrimci veya sosyalist olmak zararlı
değil tersine yararlıdır. Bugün
devrimci veya sosyalist bir insanın
Dersimde yapması gereken çalışma
da bu demokratik çalışma olmalıdır.
Sosyalistlerin hata yapmış
olmasından ötürü, sosyalist sistemin
çökmesi, sosyalizmin yanlışlığının
değil, yanlış ele alındığının
işaretidir. Bu çok basit bir örnekle
izah edebiliriz. Uygun koşullara sahip
olmayan bir bina inşa ediyorsunuz ve bu
bina zamanla yıkılıyor.
İllede depremle yıkılması
da şart değil. Zaman aşımı
içinde, gerek malzemesinin eskimesi ve
gerekse dış etkilerle bina yıkılabiliyor.
O halde olması gereken şey, sadece
sağlam bir bina inşa etmek değil,
aynı zamanda sürekli yenilenebilen, değişebilen
ve sağlamlaştırılabilen
bir yapı yapmaktır. Kapitalizm
hala kendini yenileyebildiği için
ayakta durabilmektedir. Ama nereye kadar?
Sosyalist sistem çöktü diye,
kapitalizmin kutsanması gerekmiyor. Aynı
şekilde sosyalizm adına yapılmış
bazı hatalar vardır. Marks,
Engels, Lenin sosyalist teorinin kurucularıdır.
Lenin, Stalin, Mao, Enver Hoca aynı
zamanda uygulayıcılarıdır.
Bunlar birer semboldür, aslında sayı
bunlarla sınırlandırılamaz.
Ama ister kurucu olsunlar ve ister uygulayıcı
veya hem kurucu ve hem de uygulayıcı
olsunlar, nihayet bunlar da insandır ve
hata yapmışlardır. Bunların
hiç biri hata yapılamaz dememişlerdir.
Marksın teorisinin üzerinden yüzelli
yıl, Ekim devriminin üzerinden ise
neredeyse doksan yıl geçmiştir.
Yapılması gereken şey
marksist teori ve pratiği sürekli geliştirmektir.
Zaten onlar da bunu söylemişlerdir.
Bugün iki kitap okuyarak, Marksı
palavracı ve diyalektik
materyalizmi geçersiz ilan edenlerin,
sarfettikleri boş sözler
olmaktan öteye gidemez.
Stalin, Mao, Enver Hoca önemli hatalar işlemiş,
bunların kurdukları rejimler ölümlerinden
hemen sonra yıkılmışlardır.
Bu hataları ortaya koymak, tahlil
etmek, eleştirmek doğrudur. Özellikle
Stalinin muhalefete karşı yaklaşımı,
demokratik yöntem yerine diktatörlüğü
geçirmesi, sosyalist sistemde ve sosyalist
gelenekte onarılmaz tahribatlar yaratmıştır.
Ama Stalinin Hitler ile aynı kefeye
konulması kabul edilemez bir yaklaşmdır.
Bu yaklaşım, burjuva ideologlarının
jargonudur ve kapitalizmin sürdürülmesini
vaaz etmektedir. Ama emekçi sınıfların
bunda bir çıkarı yoktur.
Türkiye ve Kürdistan solunun yapmış
olduğu hatalardan ötürü, faturanın
sosyalizme ve devrime kesilmesi kabul
edilemez bir yaklaşımdır.
Yukarıda işlediğim gibi, eğer
devrimci veya sosyalist teori kavranılmadan
uygulanmaya konulmuşsa, bu zaten
sosyalist veya devrimci bir yaklaşım
değil, bir sapmadır. Sapma olan
şey sahtedir, gerçek değildir.
Melem ağacı, aşılanırsa
kiraza dönüşür. Ama tutmazsa, kökünden
çıkan filizler kiraz olmaz, melem
olur. Melem ise, kiraz değildir,
sahtedir, piçtir, yabanidir. Dersimlilere
devrimci veya sosyalist olmayın
diye çağrıda bulunanlar,
burjuva ideolojisini kutsuyor ve kapitalist
köleliği öneriyor.
Şimdilik bu kadarla yetiniyorum.
Çünkü çok uzadı. Niyetim sağ
ve sol sapma içinde olan yaklaşımları
kısaca özetlemek ve beraber çalışabilmenin
ilkelerini ortaya koymaktı. Bütün
bunlardan sonra özet olarak şunu önerebilirim.
Baylar! Bizim fazla lükse ihtiyacımız
yok. Aklımızı başımıza
toplayalım ve dilimiz, kültürümüz,
kimliğimiz yok olmadan hep beraber bir
şey yapalım.
Saygılarımla.
(1). Kureyşin (Khures) Seyit
Mahmut Hayrani ile bir ilgisi yoktur. Seyit
Mahmut Hayrani, tarihsel yani gerçek bir kişiliktir.
Yaşamı biliniyor. Khures ise,
tarihsel bir kişilikten öte, mitolojik
bir kişiliktir. Khuresin Seyit
Mahmud-i Hayrani olduğu iddiası,
sadece bir yakıştırmadır.
(2) 2004 yılında Dersimi baştan
başa dolaştım. Bu yazdıklarım,
bölgedeki gözlemlerime dayanmaktadır.
(3) Kürt halkı, eninde sonunda
kendi meşru temsilcileri vasıtıyla
kendi gelecegini belirleyecektir. PKKnin
Kürt halkına dayattığı
savaş, Kürt halkının
iradesini yansıtmamaktadır.
PKKnın buğün yapması
gereken şey, silahları bırakarak
kendini feshetmesi ve Kürt halkının
iradesine saygı göstermesidir.
(4). PSD, adındaki sosyalist
terimini serbestiye (özgürlük)
terimiyle değiştirdi. Bunun tahlil
edilmesi lazım. Yani mesele, basit bir
değişiklik şeklinde ele alınmaması
gerekir.
Cevaplar: