DERSİM SORUNU, RADİKALİZM, GERİCİLİK
VE HÜMANİZM
Mehmet
YILDIZ
Bir süreden beridir Dersim sorununun çözümü
için mücadele eden arkadaşların çabalarına
bir katkıda bulunmak üzere makaleler yazıyorum.
Bu makalelerin bir kısmı Munzur Haber
gazetesinde yayınlandı. Yayınlanan
makalelerimin biri çok ciddi bir biçimde sansüre
uğradı. Bir makalem ise hiç yayınlanmadı
(Dersim nasıl kurtulur?). Dersim Forum için de
birkaç makale yazdım. Anladığım
kadarıyla bu makaleler büyük bir ilgiyle karşılandı.
Bunu övünmek için değil, Dersimlilerin çok
önemli bir kesimiyle olan fikir birliğimi
belirtmek için söylüyorum.
Bir dizi insandan çok olumlu tepkiler aldım.
Ben bu işte bir amatörüm. Buna karşın
beni bir hayli övenler oldu. Bu insanlara göre ben
onların dertlerini iyi dile getiriyormuşum.
Beni epeyce yerenler de oldu. Bana küfredenler ve
beni tehdit edenler de oldu. Tehdit ve küfür
radikal sol gruplara mensup olduğunu tahmin
ettigim insanların baştan beri tercihi
oldu. Buna hiç şaşırmadım. Çünkü
bu insanlar nihayetinde devrim yapmak istiyorlar.
Devrim yapmak isteyen insanlar rasyonel tartışmanın
politik çelişkileri çözmenin en uygun aracı
olduğuna inanmazlar. Sonuçta politik muarızlarına
şiddet uygulamayı zorunlu ve en etkili yol
olarak görürler. Seninle şiddet uygulamadan
tartışmayı ancak belli bir süre için
(bazı objektif ve subjektif koşulların
bir sonucu olarak) doğru bulurlar. Bunlar en
yakın müttefiklerini bile nihayetinde haklamayı
düşünürler. Her grup kendini genellikle Ekim
Devrimi öncesindeki Bolşeviklerin pozisyonunda
görür. Diğerlerine biçilen ömür en fazlasından
Menşeviklerin veya Sosyalist Devrimcilerin ömrüdür.
Ne Türkiyede ne de Avrupada bu gibi
devrimcilerin bir kıymeti harbiyesi vardır.
Bunların fikirlerini ve radikal retoriğini
kimse ciddiye almamaktadır. Bunların
marjinal dünyasına girmek bir züldür.
Politika yapacaksanız politik güçlerle
ilgilenmek ve onların düşünce ve
programlarını esas almak zorundasınız.
Politik dünyada esamesi okunmayan marjinal kişi
ve gruplarla uğraşmanın mantiki,
rasyonel bir açıklaması yoktur. Onun için
ben bu grup ve kişilerle tartışmak
istemiyorum. Benim o dünyada bir işim yoktur.
Birkaç gün önce Seyfi Cengiz beni gericilikle
suçlayan bir yazı yazdı. Şiddete
dayalı radikal projeleri yahut devrimleri
tehlikeli, ütopik ve yararsız bulmam Seyfi
Cengize göre benim gerici olduğumun kanıtıdır.
Hümanizm gericilik değildir. Bence gerici
olan, hayal aleminde yaşayan retorik (insanları
etkilemek veya ikna etmek üzere dizayn edilmiş
ancak samimiyetten uzak ve abartılar içeren
dil rhetoric demek istiyorum) devrimcisi Seyfi
Cengizin kendisidir. Seyfi Cengiz tsunamiden
kurtulan Sri Lankalılara veya Endonezyalılara
benzeyen Dersimliler arasında sınıfsal
ayrım yapmadığım, yani felaket
mağdurlarını büyük burjuvazi, küçük
burjuvazi, proletarya, zengin köylüler, yoksul köylüler
vb. gibi sınıfsal kategorilere ayırmadığım
için beni bilim ve devrim adına ayıplıyor.
Ben Seyfi Cengizin bu sınıfsal analiz
metodunu Dersimliler için çok abes buluyorum.
Dersimliler tsunami mağduru Sri Lankalılara
veya Endonezyalılara benziyorlar. Pılı
pırtıdan başka bir şeyi olmayan
Dersimlileri sosyal sınıflara ayırarak
sınıf kavgasına tutuşturmayı
tasarlayan Seyfi Cengizi aklı selime davet
ediyorum. Sırf proleter bir devrimin öncüsü
olacaksınız diye tsunami mağdurlarının
arasına fitne-fesat sokmayın. Ayıptır,
günahtır!
On yıldan fazladır politikayla uğraşmıyorum.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu tip
politik polemiklerden hiç hazzetmiyorum. Tekrar
politikaya soyunmak yahut bazılarının
ömür boyu süren takıntısı olan
büyük lider olma arzusu gibi bir arzum da
yoktur. Beni ilgilendiren tek konu Dersimlilere yönelik
siyasal-etnik baskıların son bulması
ve Dersimlilere etnik-kültürel kimlik özgürlüğünün
verilmesidir. Dersimin kültürel kimliği bütünüyle
yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Dersimde Kırmanciyenin çekirdek ailesi
fiilen yok olmuştur. Yani Dersimde artık
çocuklar Kırmancki öğrenerek konuşmayı
öğrenmiyorlar. Dersimin geleneksel köyleri
de yok olmuştur. Keza Dersim çok büyük göç
vermiş ve sonuçta özellikle Dersimin kırları
tamamen insansızlaştırılmıştır.
Dersimin bu durumu yukarıda da belirttiğim
gibi bana tsunamiye maruz kalmış ülkelerin
durumunu hatırlatıyor. Hatta Dersimdeki
tahribat daha ağırdır, çünkü kültürel
tahribat fiziksel tahribattan daha zor onarılır.
Benim zihnimdeki Dersim portresi budur.
Dersimin mevcut portresi beni çok endişelendiriyor.
Sorun şu: bu koşullar altında ne
yapabiliriz? Bu konudaki düşüncelerimi bir
kez daha özetlemek istiyorum. Bu düşüncelerimin
Dersimliler tarafından iyi anlaşılması
benim için her şeyden önce gelir. Bu nedenle
bu makalede Seyfi Cengiz veya diğer radikal
solcularla bir polemik yapmak yerine, bağımsız
olarak düşüncelerimi daha anlaşılır
kılmayı hedefledim. Bunun daha yararlı
olacağına inanıyorum. Yer yer Seyfi
Cengizin düşüncelerini söz konusu etsem
bile, bu durum asıl amacımın bu olduğu
gerçeğini karartmayacaktır.
Marjinal, bağnaz, ilkel, irrasyonel ve
asosyal kişi ve grupların Dersim sorununu
doğru buldukları yöntemlerle ele almaları
onları ilgilendirir. Benim arzuladığım
demokrasi, insan hakları ve hümanizmi esas
alarak Dersimin etnik-kültürel kimliğinin tanınması
için Avrupa hukuku çerçevesinde mücadele eden güçlü
bir kitle hareketinin örgütlenmesidir. Bu gibi bir
örgütlülük yaratılmadan etkili bir mücadele
yürütülemez. Marjinal grup ve kişilerin bu
hareketin omurgasını oluşturması
davamızı etkisizleştirir ve hatta meşruyetine
zarar verir. Demokrasi, hukuk, insanhakları, hümanizm,
rasyonalizm bizim için geçici araçlar değil,
her zaman bağlı kalınması
gereken değerlerdir. Benim önerdiğim mücadele
biçiminin devrimci olmadığı doğrudur.
Devrimcilik, sağlam ahlaki temellerinin olup
olmadığını bir yana bırakınız,
biz fukara Dersimlilere mi kaldı? Bizim öncelikle
yapmamız gereken yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya olan etnik-kültürel kimliğimiz
için özgürlük talep etmek ve bu özgürlügü
fiiliyatta iyi kullanmaktır. Konuyla ilgili düşünce
ve önerilerim kısaca şunlardır:
1) Dersimliler genetik yahut kültürel mirasları/yapıları
gereği her zaman belirli veya homojen politik
bir eğilime sahip değildirler. Dersimliler
kültürleri gereği özgürlük, demokrasi ve
insan haklarından yanadırlar. Dersimliler,
özellikle okumuş Dersimliler, toplumsal
adaletten yanadırlar. Bu nedenle Dersimliler
genellikle anti-kapitalisttirler diyebiliriz. Ancak
bütün bu eğilimlerinin mantıki bir
sonucu olarak Dersimliler devrim ve komünizm yanlısıdırlar
veya öyle olmak zorundadırlar diyemeyiz. Her
solcu, anti-faşist veya anti-kapitalist devrim
ve komünizm yanlısı olmak zorunda değildir.
Örneğin Batı Avrupada çok sayıda
solcu, anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist
politik kişi ve kuruluş var. Buna karşın
Batı Avrupada devrim ve komünizm yanlısı
politik bir parti yoktur. Politik bir parti
olabilmek için hatırı sayılır
kitlesel bir desteğe sahip olmak gerekir. Bu
nedenle kendini parti olarak tanımlayan
devrimci grupcuklar gerçekte parti sayılmazlar.Avrupada
devrim ve komünizm yanlısı olan insan sayısı
hemen hemen yok denilecek kadar azdır. Öyle gözüküyor
ki, Batı Avrupada devrim ve komünizm yönünde
yapılan çok önemsiz sayıdaki kişisel
tercihleri sosyal bir fenomen olarak değil,
daha çok psikolojik bir feomen olarak tanımlamak
gerekir. Sonuç olarak Dersimlilerin geleneksel
solculuğunu devrimcilikle özdeşleştirmek
abesle iştigaldir. Dersimliler solcu eğilimlerini
devrimden veya komünizmden yana olmak gibi bir aşırılığa
vardırmadan da sürdürebilirler. Bunda utanılacak
bir yan yoktur. Bu son derece normal, medeni ve
humanist bir tutumdur. Örneğin dünyanın
en ünlü solcularından biri Amerikalı
profesör Noam Chomskydir. Chomsky kapitalizme,
emperyalizme faşizme vb. karşıdır.
Fakat Chomsky devrim ve komünizm yanlısı
değildir.
2) Zülmün veya tiranlığın hüküm sürdügü
her yerde isyan meşrudur. Dersimlilerin
tarihlerinin çoğunlukla isyan tarihi olması,
Osmanlının ve Cumhuriyetci Türklerin adil
davranmamalarından kaynaklanmıştır.
Osmanlılar ve Türkler Dersimlilerin kültürel
kimliklerini tanımış olsaydılar,
Dersimliler silaha sarılmazlardı. Örneğin
İsveçlilerin Norveçlilerin bağımsızlık
talebi karşısında ortaya koydukları
medeni tutumu Türkler benimsemiş olsaydı,
o bölgede tam bir barış hüküm sürerdi.
Tarihimizin isyanlarla veya katliam yapmak isteyen güçlere
karşı direnişlerle dolu olması,
bizim halk olarak her zaman tercihimizi silahlı
çatışmalardan veya devrimlerden yana yaptığımız
anlamına gelmez. İsyanların veya
katliamcı ordulara karşı ortaya
konulan direnişlerin istatistiğinden
hareketle Dersimlinin politik tercihi açıklanamaz.
Kaldi ki Dersimliler kan dökülmemesi için her
seferinde elinden gelenin azamisini yapmışlardır.
Tarihimizdeki isyan sayısına bakarak
Dersimi devrimci çalışma için elverişli
bir saha olduğunu saptayanlar bizi politik
projelerinin ömür boyu kölesi haline getirmişlerdir.
Her normal halk gibi, bizim de (durum ne kadar
elverişsiz olursa olsun) barışcı
veya reformcu yolu tercih etme hakkımız
vardır. Barışçı, reformcu veya
pasifist yolu tercih edemiyoruz. Bizim rızamız
alınmadan kapımızın önüne
kadar getirilmiş olan çatışmalardan
çok zarar gördük ve hâlâ görüyoruz. Türk
toplumunu hiç ilgilendirmeyen küçük bir grup
insanın çevrede silahla dolaşması
Devlet terörünün Dersimde had safhaya ulaşmasına
yetiyor. Dersimlilerin Türk devletine karşı
hiç bir zaman sempatileri olmadı. Dersimliler
her zaman güçsüzden yana oldular. Ancak
Dersimlinin bu eğilimi onun değişmeyen
devrimci savaşcılığını
ortaya koymaz. Hiç bir halk sürekli çatışma
ortamında kalarak mutlu bir yaşam kuramaz.
Aslanlar diyarı Dersimdeki ve İstanbul,
İzmir, Mersin ve Ankara gibi büyük şehirlerdeki
Dersimlilerin büyük çoğunluğu şu
anda aç, işsiz ve perişandır. Geçim
derdi Dersimlinin belini bükmüştür.
Dersimlinin Marks, Lenin, Stalin, Mao veya Seyfi
Cengiz ile ilgilenecek hali kalmamıştır.
İsveçten veya Almanyadan aslanlar
diyarı Dersime gecenin tam ortasında
methiyeler düzmek kolaydır. Dersimlilerin
yararlandığı bir sosyal güvenlik
sistemi yoktur. Avrupanın sosyal güvenlik
fonlarından geçinerek gerginliklerden uzak ve
yorucu olmayan bir hayat süren ve Dersimliler için
ömürboyu devrimci olmayı uygun, mümkün ve
hatta zorunlu gören insanları ciddi ve saygın
politik düşünürler olarak kabul etmek mümkün
değildir. Hiç bir halkın politik tercihi
yıllar ve asırlar boyu aynı kalmaz.
Dersimlilere süreklilik arzeden bir devrimcilik
atfedenler Dersimlileri adeta aptal yerine
koyuyorlar. Dersimliler normal, vicdan sahibi, hümanist
ve rasyonel insanlardır. Sürekli biçimde
devrim yanlısı olma gibi radikal bir
tercih üzerine normal bir yaşantı kurmak
mümkün değildir. Her an ölmeyi veya öldürülmeyi
beklemek çok ağır bir iştir.
Dersimlilerin her türlü gerginlikten uzak, normal
ve sıradan insanlar olarak yaşama arzuları
ve hakları vardır. Bu hakkın ihlali
temel bir insan hakkı ihlalidir.
3) Devrimcilik sadece bir düşünce olarak kaldıktan
sonra (yani tıpkı Seyfi Cengizin
devrimciliği gibi) demokrasilerde bunun en aşırı
biçimdeki sözsel ifadesine bile müsaade ediliyor.
Devrimcilerin parti, dernek, konferans, seminer, eğitim
çalışması, liderlerin bilimsel
çalışmaları, teorik açıklamalar,
karşıdevrimci güçlerin bu liderler tarafından
ideolojik olarak teşhir ve tecrit edilmesi, yayın,
piknik, kamp, gece, anma, kutlama, gösteri, yürüyüş
vb. gibi faaliyetleri bu sınırlar içinde
kalmak koşuluyla tam bir özgürlük içinde sürdürülüyor.
Bu düşüncedeki insanlara verilen kitlesel bir
destek söz konusu olmadığı için
kimse bu grupların düşüncelerini umursamıyor.
Bu insanlar talep ettikleri zor kullanma ve öldürme
hakkını fiiliyatta kullanmak isteseler,
kendilerini yargıç karşısında
bulurlar ve uzun yıllar toplum içine çıkamazlar.
Cezalarını tamamlayıp dışarı
çıktıklarında da bunların ayak
bileklerine elektronik bir cihaz bağlanarak
kontrol altında tutulurlar. Diktatörlüklerde
durum farklıdır. Hukuk devleti olmayan bu
devletler adeta birer işkence ve cinayet şebekesidirler.
Örneğin Türkiyede retorik devrimcileri
bile öldürüldü, işkence edildi ve ağır
hapis cezalarına çarptırıldılar.
Türk devleti ırkçı-faşist bir
katliam, işkence, tecavüz ve baskı örgütüdür.
Bu gibi bir devletin mensuplarına silah çekmeyi
yadırgamak onun içindir ki kolay hazmedilir
bir şey değildir. Devletin kolluk
kuvvetlerini oluşturan caniler canilik yapmakta
tamamen serbest oldukları halde, onlara karşı
silah kullanmamayı hangi ahlaki veya hukuki
temelde açıklayabiliriz ki? Türkiyede
1980-2002 yılları arasında uygulanan
ve herkes tarafından bilinen devlet terörünün
bir bilançosunu çıkarmak bu makalenin amacı
değildir. Ancak faşist terörü silahla
durdurmak isteyen küçük veya büyük gruplar bu
amaçlarında başarılı olamadılar.
Üstelik giderek hasımlarına benzediler.
Toplum onları desteklemedi. Devlet bu gibi örgütlerin
mensuplarına karşı akla gelebilecek
her türlü insanlıkdışı mücadele
yöntemini kullandı. Bu insanlar feci bir
travma yaşadılar. Baskılar ve
toplumun onları desteklememesi bu grupları
daha da hırçın ve acımasız yaptı.
Kendilerine karşı bile çok acımasız
oldular. Korkunç acılar çekerek tuttukları
orucu, ölüm veya tedavisi mümkün olmayan ciddi
sakatlıklarla sonuçlandırdılar. Örgüt
içinde ajan sayısı da arttı. Gerçekte
ajan olan kimdi? Bunu bilen de yoktu. Araştırmalarda
giderek artan bir biçimde Türk devletinin metod ve
tekniklerini kullanmaya başladılar.
Trabzonda bildiri dağıtan sempatizanlar
linç edilmek istendi. Bu olay Türk toplumunun ne
kadar iğrençleştiğini ve sol düşmanı
haline geldiğini gösterir. Fakat bu insanlar (yani
silahlı Devrimci gerilalar) Dersimlilerin
onları evine almama veya ekmek vermeme hakkını
tanımıyorlar. Dersimlileri kurşuna
diziyorlar, kulak ve burunlarını
kesiyorlar. Bunu dile getirdiğiniz zaman bunların
en adaletlileri bile hatadır ancak herkese
maledilemez. Yahut elbette adı geçen
grup bir özeleştiri yapmalıdır. Hıdır
Akçicek amcanın onuru iade edilmelidir gibi
hiç bir vicdan sahibi insanın kabul edemeyeceği
Stalinci veya Pol Potcu zalim şeyler söylüyorlar.
Özetle, Türk devrimcilerini şiddet yolunu bırakıp
hümanizme dönmelerini önerirken: a) Devrim büyük
ve tehlikeli bir projedir. Devrimcilik öldürmek
yetkisini talep etmektir. Barbarlıktan sonra
neyin geleceği belli değildir. Bütün
devrimler barbarlıkla sonuçlandı.
Devrimin liderleri birbirlerini bile yediler. İnsanlığı
koşulsuz bir biçimde bu liderlere teslim etmek
çılgınlıktır. İşleri
şiddet aracılığıyla çözmeyi
program edinenlerin kirleneceklerini ve normal insan
olmaktan uzaklaşacaklarına inanıyorum,
b) Türk toplumu devrim istemiyor. Tüm devrimci çalışmalar
sonuçsuz kalıyor. Türk toplumunun 70 yıldır
bir türlü emaresi gözükmeyen gelecek
devrimciligini nerden biliyorsunuz? Siz tanrı mısınız?
Devrim ve komünizm kaçınılmaz değildir,
c) bütün bu söylediklerim sizin için bir sey
ifade etmiyorsa bile lütfen Dersimlilerin yakasını
bırakın!
4) Ben insanoğlunun eşitsizlik,
adaletsizlik, yoksulluk, özgürlükten yoksunluk
vb. gibi büyük sorunlarının nasıl
çözülebileceğini bilmiyorum. Ben, diğer
bir deyişle, Seyfi Cengizin bildiğini
iddia ettiği şeyleri kesinlikle bilmiyorum.
Altı milyar insanın sorunlarının
nasıl çözülebileceğini bilmesi için
insanın, takdir edersiniz ki Einsteindan da
daha zeki olması gerekir. Oysa sosyal
bilimlerle Andreskinin söyledigi gibi, çoğunlukla
ortalama bir zeka düzeyine sahip olan
akademisyenler ilgileniyor. Bundan olmalı ki,
ben akademik dünyada Seyfi Cengizin bildiğini
iddia ettiği şeyleri bilen bir Allahın
kuluna rastlamadım. Benim Dersimlilere önerim
şudur: Siz küresel çözümleri Seyfi
Cengize bırakıp ABnin Türkiye ile
olan ilişkilerinden yararlanarak etnik-kültürel
kimliğinizi yok olmaktan kurtarmaya çalışın.
Size hiçbir ideoloji, devrimci tasarı, kehanet,
peygamber, mesih gerekmiyor. Siz siz olun ve kültürünüzü
kullanın bu size yeter. Avrupalılara neyi
kurtarmak istediğinizi söyleyin bu yeter.
Saygılarımla,
Mehmet YILDIZ
|