DERSİM SORUNU, RADİKALİZM, GERİCİLİK VE HÜMANİZM

DERSIM SOYKIRIMI

Alishan Karsan
Serpil Demir
R. Bagciyan
M. Tornêşeyali
Seyit Olgun
M. Hayaloğlu
İsmail Kiliç
Şerafettin Yurdakul
Armen
Sengul Savas
Adil Duran
Armen
Pascale
Özcan Yıldız
Home

Forum

Action
Links
Arşiv
Forumdan Yazılar
Land

DERSİM VATANDIR, SAVUN NAZLI VATANI!


 

DERSİM SORUNU, RADİKALİZM, GERİCİLİK VE HÜMANİZM

Dersim Forum

 Mehmet YILDIZ

Bir süreden beridir Dersim sorununun çözümü için mücadele eden arkadaşların çabalarına bir katkıda bulunmak üzere makaleler yazıyorum. Bu makalelerin bir kısmı Munzur Haber gazetesinde yayınlandı. Yayınlanan makalelerimin biri çok ciddi bir biçimde sansüre uğradı. Bir makalem ise hiç yayınlanmadı (Dersim nasıl kurtulur?). Dersim Forum için de birkaç makale yazdım. Anladığım kadarıyla bu makaleler büyük bir ilgiyle karşılandı. Bunu övünmek için değil, Dersimlilerin çok önemli bir kesimiyle olan fikir birliğimi belirtmek için söylüyorum.

Bir dizi insandan çok olumlu tepkiler aldım. Ben bu işte bir amatörüm. Buna karşın beni bir hayli övenler oldu. Bu insanlara göre ben onların dertlerini iyi dile getiriyormuşum. Beni epeyce yerenler de oldu. Bana küfredenler ve beni tehdit edenler de oldu. Tehdit ve küfür radikal sol gruplara mensup olduğunu tahmin ettigim insanların baştan beri tercihi oldu. Buna hiç şaşırmadım. Çünkü bu insanlar nihayetinde devrim yapmak istiyorlar. Devrim yapmak isteyen insanlar rasyonel tartışmanın politik çelişkileri çözmenin en uygun aracı olduğuna inanmazlar. Sonuçta politik muarızlarına şiddet uygulamayı zorunlu ve en etkili yol olarak görürler. Seninle şiddet uygulamadan tartışmayı ancak belli bir süre için (bazı “objektif ve subjektif koşullar”ın bir sonucu olarak) doğru bulurlar. Bunlar en yakın müttefiklerini bile nihayetinde haklamayı düşünürler. Her grup kendini genellikle Ekim Devrimi öncesindeki Bolşeviklerin pozisyonunda görür. Diğerlerine biçilen ömür en fazlasından Menşeviklerin veya Sosyalist Devrimcilerin ömrüdür.

Ne Türkiye’de ne de Avrupa’da bu gibi “devrimciler”in bir kıymeti harbiyesi vardır. Bunların fikirlerini ve radikal retoriğini kimse ciddiye almamaktadır. Bunların marjinal dünyasına girmek bir züldür. Politika yapacaksanız politik güçlerle ilgilenmek ve onların düşünce ve programlarını esas almak zorundasınız. Politik dünyada esamesi okunmayan marjinal kişi ve gruplarla uğraşmanın mantiki, rasyonel bir açıklaması yoktur. Onun için ben bu grup ve kişilerle tartışmak istemiyorum. Benim o dünyada bir işim yoktur.

Birkaç gün önce Seyfi Cengiz beni gericilikle suçlayan bir yazı yazdı. Şiddete dayalı radikal projeleri yahut devrimleri tehlikeli, ütopik ve yararsız bulmam Seyfi Cengiz’e göre benim gerici olduğumun kanıtıdır.

Hümanizm gericilik değildir. Bence gerici olan, hayal aleminde yaşayan retorik (insanları etkilemek veya ikna etmek üzere dizayn edilmiş ancak samimiyetten uzak ve abartılar içeren dil rhetoric demek istiyorum) devrimcisi Seyfi Cengiz’in kendisidir. Seyfi Cengiz tsunamiden kurtulan Sri Lankalılara veya Endonezyalılara benzeyen Dersimliler arasında sınıfsal ayrım yapmadığım, yani felaket mağdurlarını büyük burjuvazi, küçük burjuvazi, proletarya, zengin köylüler, yoksul köylüler vb. gibi sınıfsal kategorilere ayırmadığım için beni bilim ve devrim adına ayıplıyor. Ben Seyfi Cengiz’in bu sınıfsal analiz metodunu Dersimliler için çok abes buluyorum. Dersimliler tsunami mağduru Sri Lankalılara veya Endonezyalılara benziyorlar. Pılı pırtıdan başka bir şeyi olmayan Dersimlileri sosyal sınıflara ayırarak sınıf kavgasına tutuşturmayı tasarlayan Seyfi Cengiz’i aklı selime davet ediyorum. Sırf proleter bir devrimin öncüsü olacaksınız diye tsunami mağdurlarının arasına fitne-fesat sokmayın. Ayıptır, günahtır!
On yıldan fazladır politikayla uğraşmıyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu tip politik polemiklerden hiç hazzetmiyorum. Tekrar politikaya soyunmak yahut bazılarının ömür boyu süren takıntısı olan “büyük lider olma” arzusu gibi bir arzum da yoktur. Beni ilgilendiren tek konu Dersimlilere yönelik siyasal-etnik baskıların son bulması ve Dersimlilere etnik-kültürel kimlik özgürlüğünün verilmesidir. Dersim’in kültürel kimliği bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dersim’de Kırmanciye’nin çekirdek ailesi fiilen yok olmuştur. Yani Dersim’de artık çocuklar Kırmancki öğrenerek konuşmayı öğrenmiyorlar. Dersim’in geleneksel köyleri de yok olmuştur. Keza Dersim çok büyük göç vermiş ve sonuçta özellikle Dersim’in kırları tamamen insansızlaştırılmıştır.

Dersim’in bu durumu yukarıda da belirttiğim gibi bana tsunamiye maruz kalmış ülkelerin durumunu hatırlatıyor. Hatta Dersim’deki tahribat daha ağırdır, çünkü kültürel tahribat fiziksel tahribattan daha zor onarılır.

Benim zihnimdeki Dersim portresi budur. Dersim’in mevcut portresi beni çok endişelendiriyor. Sorun şu: bu koşullar altında ne yapabiliriz? Bu konudaki düşüncelerimi bir kez daha özetlemek istiyorum. Bu düşüncelerimin Dersimliler tarafından iyi anlaşılması benim için her şeyden önce gelir. Bu nedenle bu makalede Seyfi Cengiz veya diğer radikal solcularla bir polemik yapmak yerine, bağımsız olarak düşüncelerimi daha anlaşılır kılmayı hedefledim. Bunun daha yararlı olacağına inanıyorum. Yer yer Seyfi Cengiz’in düşüncelerini söz konusu etsem bile, bu durum asıl amacımın bu olduğu gerçeğini karartmayacaktır.

Marjinal, bağnaz, ilkel, irrasyonel ve asosyal kişi ve grupların Dersim sorununu doğru buldukları yöntemlerle ele almaları onları ilgilendirir. Benim arzuladığım demokrasi, insan hakları ve hümanizmi esas alarak Dersimin etnik-kültürel kimliğinin tanınması için Avrupa hukuku çerçevesinde mücadele eden güçlü bir kitle hareketinin örgütlenmesidir. Bu gibi bir örgütlülük yaratılmadan etkili bir mücadele yürütülemez. Marjinal grup ve kişilerin bu hareketin omurgasını oluşturması davamızı etkisizleştirir ve hatta meşruyetine zarar verir. Demokrasi, hukuk, insanhakları, hümanizm, rasyonalizm bizim için geçici araçlar değil, her zaman bağlı kalınması gereken değerlerdir. Benim önerdiğim mücadele biçiminin “devrimci” olmadığı doğrudur. Devrimcilik, sağlam ahlaki temellerinin olup olmadığını bir yana bırakınız, biz fukara Dersimlilere mi kaldı? Bizim öncelikle yapmamız gereken yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan etnik-kültürel kimliğimiz için özgürlük talep etmek ve bu özgürlügü fiiliyatta iyi kullanmaktır. Konuyla ilgili düşünce ve önerilerim kısaca şunlardır:

1) Dersimliler genetik yahut kültürel mirasları/yapıları gereği her zaman belirli veya homojen politik bir eğilime sahip değildirler. Dersimliler kültürleri gereği özgürlük, demokrasi ve insan haklarından yanadırlar. Dersimliler, özellikle okumuş Dersimliler, toplumsal adaletten yanadırlar. Bu nedenle Dersimliler genellikle anti-kapitalisttirler diyebiliriz. Ancak bütün bu eğilimlerinin mantıki bir sonucu olarak Dersimliler devrim ve komünizm yanlısıdırlar veya öyle olmak zorundadırlar diyemeyiz. Her solcu, anti-faşist veya anti-kapitalist devrim ve komünizm yanlısı olmak zorunda değildir. Örneğin Batı Avrupa’da çok sayıda solcu, anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist politik kişi ve kuruluş var. Buna karşın Batı Avrupa’da devrim ve komünizm yanlısı politik bir parti yoktur. Politik bir parti olabilmek için hatırı sayılır kitlesel bir desteğe sahip olmak gerekir. Bu nedenle kendini “parti” olarak tanımlayan “devrimci” grupcuklar gerçekte parti sayılmazlar.Avrupa’da devrim ve komünizm yanlısı olan insan sayısı hemen hemen yok denilecek kadar azdır. Öyle gözüküyor ki, Batı Avrupa’da devrim ve komünizm yönünde yapılan çok önemsiz sayıdaki kişisel tercihleri sosyal bir fenomen olarak değil, daha çok psikolojik bir feomen olarak tanımlamak gerekir. Sonuç olarak Dersimlilerin geleneksel solculuğunu devrimcilikle özdeşleştirmek abesle iştigaldir. Dersimliler solcu eğilimlerini devrimden veya komünizmden yana olmak gibi bir aşırılığa vardırmadan da sürdürebilirler. Bunda utanılacak bir yan yoktur. Bu son derece normal, medeni ve humanist bir tutumdur. Örneğin dünyanın en ünlü solcularından biri Amerikalı profesör Noam Chomsky’dir. Chomsky kapitalizme, emperyalizme faşizme vb. karşıdır. Fakat Chomsky devrim ve komünizm yanlısı değildir.
2) Zülmün veya tiranlığın hüküm sürdügü her yerde isyan meşrudur. Dersimlilerin tarihlerinin çoğunlukla isyan tarihi olması, Osmanlının ve Cumhuriyetci Türklerin adil davranmamalarından kaynaklanmıştır. Osmanlılar ve Türkler Dersimlilerin kültürel kimliklerini tanımış olsaydılar, Dersimliler silaha sarılmazlardı. Örneğin İsveçlilerin Norveçlilerin bağımsızlık talebi karşısında ortaya koydukları medeni tutumu Türkler benimsemiş olsaydı, o bölgede tam bir barış hüküm sürerdi. Tarihimizin isyanlarla veya katliam yapmak isteyen güçlere karşı direnişlerle dolu olması, bizim halk olarak her zaman tercihimizi silahlı çatışmalardan veya devrimlerden yana yaptığımız anlamına gelmez. İsyanların veya katliamcı ordulara karşı ortaya konulan direnişlerin istatistiğinden hareketle Dersimlinin politik tercihi açıklanamaz. Kaldi ki Dersimliler kan dökülmemesi için her seferinde elinden gelenin azamisini yapmışlardır. Tarihimizdeki isyan sayısına bakarak Dersimi devrimci çalışma için elverişli bir saha olduğunu saptayanlar bizi politik projelerinin ömür boyu kölesi haline getirmişlerdir. Her normal halk gibi, bizim de (durum ne kadar elverişsiz olursa olsun) barışcı veya reformcu yolu tercih etme hakkımız vardır. Barışçı, reformcu veya pasifist yolu tercih edemiyoruz. Bizim rızamız alınmadan kapımızın önüne kadar getirilmiş olan çatışmalardan çok zarar gördük ve hâlâ görüyoruz. Türk toplumunu hiç ilgilendirmeyen küçük bir grup insanın çevrede silahla dolaşması Devlet terörünün Dersim’de had safhaya ulaşmasına yetiyor. Dersimlilerin Türk devletine karşı hiç bir zaman sempatileri olmadı. Dersimliler her zaman güçsüzden yana oldular. Ancak Dersimlinin bu eğilimi onun değişmeyen devrimci savaşcılığını ortaya koymaz. Hiç bir halk sürekli çatışma ortamında kalarak mutlu bir yaşam kuramaz. “Aslanlar diyarı Dersim”deki ve İstanbul, İzmir, Mersin ve Ankara gibi büyük şehirlerdeki Dersimlilerin büyük çoğunluğu şu anda aç, işsiz ve perişandır. Geçim derdi Dersimlinin belini bükmüştür. Dersimlinin Marks, Lenin, Stalin, Mao veya Seyfi Cengiz ile ilgilenecek hali kalmamıştır. İsveç’ten veya Almanya’dan “aslanlar diyarı Dersim”e gecenin tam ortasında methiyeler düzmek kolaydır. Dersimlilerin yararlandığı bir sosyal güvenlik sistemi yoktur. Avrupa’nın sosyal güvenlik fonlarından geçinerek gerginliklerden uzak ve yorucu olmayan bir hayat süren ve Dersimliler için ömürboyu devrimci olmayı uygun, mümkün ve hatta zorunlu gören insanları ciddi ve saygın politik düşünürler olarak kabul etmek mümkün değildir. Hiç bir halkın politik tercihi yıllar ve asırlar boyu aynı kalmaz. Dersimlilere süreklilik arzeden bir devrimcilik atfedenler Dersimlileri adeta aptal yerine koyuyorlar. Dersimliler normal, vicdan sahibi, hümanist ve rasyonel insanlardır. Sürekli biçimde devrim yanlısı olma gibi radikal bir tercih üzerine normal bir yaşantı kurmak mümkün değildir. Her an ölmeyi veya öldürülmeyi beklemek çok ağır bir iştir. Dersimlilerin her türlü gerginlikten uzak, normal ve sıradan insanlar olarak yaşama arzuları ve hakları vardır. Bu hakkın ihlali temel bir insan hakkı ihlalidir.
3) Devrimcilik sadece bir düşünce olarak kaldıktan sonra (yani tıpkı Seyfi Cengiz’in devrimciliği gibi) demokrasilerde bunun en aşırı biçimdeki sözsel ifadesine bile müsaade ediliyor. Devrimcilerin parti, dernek, konferans, seminer, eğitim çalışması, liderlerin “bilimsel” çalışmaları, teorik açıklamalar, karşıdevrimci güçlerin bu liderler tarafından ideolojik olarak teşhir ve tecrit edilmesi, yayın, piknik, kamp, gece, anma, kutlama, gösteri, yürüyüş vb. gibi faaliyetleri bu sınırlar içinde kalmak koşuluyla tam bir özgürlük içinde sürdürülüyor. Bu düşüncedeki insanlara verilen kitlesel bir destek söz konusu olmadığı için kimse bu grupların düşüncelerini umursamıyor. Bu insanlar talep ettikleri zor kullanma ve öldürme hakkını fiiliyatta kullanmak isteseler, kendilerini yargıç karşısında bulurlar ve uzun yıllar toplum içine çıkamazlar. Cezalarını tamamlayıp dışarı çıktıklarında da bunların ayak bileklerine elektronik bir cihaz bağlanarak kontrol altında tutulurlar. Diktatörlüklerde durum farklıdır. Hukuk devleti olmayan bu devletler adeta birer işkence ve cinayet şebekesidirler. Örneğin Türkiye’de retorik devrimcileri bile öldürüldü, işkence edildi ve ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. Türk devleti ırkçı-faşist bir katliam, işkence, tecavüz ve baskı örgütüdür. Bu gibi bir devletin mensuplarına silah çekmeyi yadırgamak onun içindir ki kolay hazmedilir bir şey değildir. Devletin kolluk kuvvetlerini oluşturan caniler canilik yapmakta tamamen serbest oldukları halde, onlara karşı silah kullanmamayı hangi ahlaki veya hukuki temelde açıklayabiliriz ki? Türkiye’de 1980-2002 yılları arasında uygulanan ve herkes tarafından bilinen devlet terörünün bir bilançosunu çıkarmak bu makalenin amacı değildir. Ancak faşist terörü silahla durdurmak isteyen küçük veya büyük gruplar bu amaçlarında başarılı olamadılar. Üstelik giderek hasımlarına benzediler. Toplum onları desteklemedi. Devlet bu gibi örgütlerin mensuplarına karşı akla gelebilecek her türlü insanlıkdışı “mücadele” yöntemini kullandı. Bu insanlar feci bir travma yaşadılar. Baskılar ve toplumun onları desteklememesi bu grupları daha da hırçın ve acımasız yaptı. Kendilerine karşı bile çok acımasız oldular. Korkunç acılar çekerek tuttukları orucu, ölüm veya tedavisi mümkün olmayan ciddi sakatlıklarla sonuçlandırdılar. Örgüt içinde ajan sayısı da arttı. Gerçekte ajan olan kimdi? Bunu bilen de yoktu. “Araştırmalar”da giderek artan bir biçimde Türk devletinin metod ve tekniklerini kullanmaya başladılar. Trabzon’da bildiri dağıtan sempatizanlar linç edilmek istendi. Bu olay Türk toplumunun ne kadar iğrençleştiğini ve sol düşmanı haline geldiğini gösterir. Fakat bu insanlar (yani “silahlı Devrimci gerilalar”) Dersimlilerin onları evine almama veya ekmek vermeme hakkını tanımıyorlar. Dersimlileri kurşuna diziyorlar, kulak ve burunlarını kesiyorlar. Bunu dile getirdiğiniz zaman bunların en adaletlileri bile “hatadır ancak herkese maledilemez”. Yahut “elbette adı geçen grup bir özeleştiri yapmalıdır. Hıdır Akçicek amcanın onuru iade edilmelidir” gibi hiç bir vicdan sahibi insanın kabul edemeyeceği Stalinci veya Pol Potcu zalim şeyler söylüyorlar. Özetle, Türk devrimcilerini şiddet yolunu bırakıp hümanizme dönmelerini önerirken: a) Devrim büyük ve tehlikeli bir projedir. Devrimcilik öldürmek yetkisini talep etmektir. Barbarlıktan sonra neyin geleceği belli değildir. Bütün devrimler barbarlıkla sonuçlandı. Devrimin liderleri birbirlerini bile yediler. İnsanlığı koşulsuz bir biçimde bu liderlere teslim etmek çılgınlıktır. İşleri şiddet aracılığıyla çözmeyi program edinenlerin kirleneceklerini ve normal insan olmaktan uzaklaşacaklarına inanıyorum, b) Türk toplumu devrim istemiyor. Tüm devrimci çalışmalar sonuçsuz kalıyor. Türk toplumunun 70 yıldır bir türlü emaresi gözükmeyen gelecek devrimciligini nerden biliyorsunuz? Siz tanrı mısınız? Devrim ve komünizm kaçınılmaz değildir, c) bütün bu söylediklerim sizin için bir sey ifade etmiyorsa bile lütfen Dersimlilerin yakasını bırakın!
4) Ben insanoğlunun eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk, özgürlükten yoksunluk vb. gibi büyük sorunlarının nasıl çözülebileceğini bilmiyorum. Ben, diğer bir deyişle, Seyfi Cengiz’in bildiğini iddia ettiği şeyleri kesinlikle bilmiyorum. Altı milyar insanın sorunlarının nasıl çözülebileceğini bilmesi için insanın, takdir edersiniz ki Einstein’dan da daha zeki olması gerekir. Oysa sosyal bilimlerle Andreski’nin söyledigi gibi, çoğunlukla ortalama bir zeka düzeyine sahip olan akademisyenler ilgileniyor. Bundan olmalı ki, ben akademik dünyada Seyfi Cengiz’in bildiğini iddia ettiği şeyleri bilen bir Allahın kuluna rastlamadım. Benim Dersimlilere önerim şudur: Siz küresel çözümleri Seyfi Cengiz’e bırakıp AB’nin Türkiye ile olan ilişkilerinden yararlanarak etnik-kültürel kimliğinizi yok olmaktan kurtarmaya çalışın. Size hiçbir ideoloji, devrimci tasarı, kehanet, peygamber, mesih gerekmiyor. Siz siz olun ve kültürünüzü kullanın bu size yeter. Avrupalılara neyi kurtarmak istediğinizi söyleyin bu yeter.

Saygılarımla,
Mehmet YILDIZ


Dersim Forum

 


Hosted by www.Geocities.ws

1