Alishan Karsan
Serpil Demir
R. Bagciyan
M. Tornêşeyali
Seyit Olgun
M. Hayaloğlu
İsmail Kiliç
Şerafettin Yurdakul
Armen
Sengul Savas
Adil Duran
Armen
Pascale
Özcan Yıldız
Home

Forum

Action
Links
Arşiv
Forumdan Yazılar
Land

DERSİM VATANDIR, SAVUN NAZLI VATANI!


 

BU KAMPANYA NEYİN NESİDİR (KİM KİMDEN HESAP SORUYOR)?

Dersim Forum

Auteur - yazari: SEYFİ CENGİZ Tarih, gün ve saat : 04. Haziran 2005 23:43:49:

“İdeolojide ve Siyasette Mevlanacılık” başlıklı yazım, Sayın Özcan Yıldız’ın deyişiyle “birilerini yuvalarından çıkarttı”.
Odur budur Dersim Forum’da adeta bir kampanya yürütülüyor.
Bu kampanya, genelde sol, radikal ve devrimci hareketin bütününü; daha özelde ise Dersim solunu ve devrimcilerini hedeflemektedir. Daha erken bir tarihte Munzur Haber gazetesinde başlatılmak istendiği, adı geçen yazım bahane gibi kullanılarak Dersim Forum’a taşındığı anlaşılmış bulunuyor.
Açık ki, sol, radikal ve devrimci muhalefeti hedef alan bir reaksiyondur bu.
Bununla birlikte bu kampanyanın acil nedenleri ve zamanlaması üzerinde düşündüğümde aklıma,
1)Son sıralarda giderek güçlenen PSD etrafında toplanma eğilimi,
2)Dersim 38 Girişimi’nin ortak ve kitlesel bir harekete dönüşmeye başlaması,
3)Barajalara karşı muhalefette gözlenen artış,
vb gibi nedenler geliyor.
Birileri düğmeye basmış gibi bir izlenim edinmemek mümkün değil.
Bu birileri olsa olsa tüm bu gelişmelerden rahatsızlık duyan çevreler olabilir ancak.
Bu çevreler arasında ola ki barajları fırsat bilerek zenginleşmek isteyen şirketler, şirket ortakları, kısacası “Tuncelili işadamları” zümresi de vardır. Bu zümrenin taşeronluk misyonunu sürdürmesi ve burjuvalaşma hırsı, Dersim’de “süküt”, başka deyişle “yurtseverlik” görünümü altında kotarılacak bir teslimiyet ortamı gerektirebilir. Bu maksatla Dersim siyasetinde de “yurtsever” maskeli siyasi taşeronlara ihtiyaç duyulabilir.

Sahi bu kampanya neyin nesidir?
Mehmet Doğan’ın “Mevlana Diyor ki” başlıklı yazısı üzerine kaleme aldığım “İdeolojide ve Siyasette Mevlanacılık”ta, Mehmet Doğan’ın kendisinin ve ilişkili olduğu çevrenin düşüncelerini eleştiriyordum. Bu çevreyi yakından tanımayanlar gelen tepkilerin üslubu ve içeriğine, bu tepkiyi veren isimlere rağmen, eleştirinin özünü anlayamadılar.

“İdeolojide ve Siyasette Mevlanacılık” başlıklı yazının altına iliştirilen tepkilerden biri Mehmet Yıldız’ın adını taşıyordu.
Altında Ekim 2004 tarihi bulunan “Dersim Nasıl Kurtulur?” başlıklı bu yazı çok bariz biçimde sıkıyönetim bildirilerini, 12 Mart ve 12 Eylül darbecilerinin dilini anımsatıyordu.
Hafızaları tazelemek için hatırlatalım.
Mehmet Yıldız imzalı yazıda Dersimliler’e şu çağrı yapılıyordu:
“Devrimci olmayın”,
“Çocuklarınızın devrimci olmasını engelle(yin)”
“Devrim isteyen....insanlar, Türk toplumuyla pek bir ilgisi olmayan ve ağır psikolojik sorunları olan çeşitli azınlıklardan insanlardır”,
“Bu sefil insanlardan” kurtuluş beklemeyin,
“Devrimcilerin ne yapacaklarını ...kestirmek imkansızdır”,
“Bağımsızlık savaşı da gerçekçi değildir ve tehlikelidir”,
“Türk devletini yıkacak intern bir kuvvet yoktur”
“Türk ordusu bütün azınlıkların kökünü kazıyacak kuvvettedir”,
“Evlerinizde silah bulundurmayın”,
“Silahlı şahıslara yardım ve yataklık etmeyin”
(Bk. Mehmet Yıldız, Dersim Nasıl Kurtulur)

Yazı benzer mesajlarla sürüp gidiyordu.
Aklı başında ve okuduğunu anlayabilen biri bu tür çağrıların nasıl bir pozisyondan ve zihniyetten ileri geldiğini anlamakta zorlanmaz.
“Dersim Nasıl Kurtulur?” başlıklı bu yazıda söylenenlerin Osmanlı-TC hükümetleri ve paşalarının Dersim Raporları’nda “Dersim Nasıl Islah Edilir?” başlığı altında söylediklerinden farkı yoktur.
Her tavrın bir bedeli vardır.
Nitekim bu tavır her namuslu Dersimli’de nefret ve tepki uyandırdı. Çeşitli biçimlerde protesto edildi.
Ben, Mehmet Yıldız adıyla ilk kez bir kilise papazı edasıyla kaleme aldığı yukarıdaki ayetleri/buyrukları görünce karşılaştım. Bu adı hatırlamıyordum. Onu tanıyanlardan birinin anlatımından bir iki kez tesadüfen de olsa karşılaştığımı hatırladım. Anlaşıldı ki, Mehmet Doğan’la aynı gelenekten geliyordu. İkisinin birlikteliği tesadüfi değildi.
Ardından bir-iki diğer yazısı geldi. Her yazısında konu, terminoloji ve üslup aynıydı. Hep sola ve devrimci harekete saldırıyordu. Mücadele alanında görmediğimiz ve tanımadığımız biri ilhamını her kimden almışsa birdenbire Mesih pozlarında ortaya çıkıyor, peşpeşe Dersimliler’e ayet iletiyor, hadisler yazıyor, tefsirler yapıyordu.
Kuşkusuz sessiz kalamazdık.
“Reaksiyoner Bir Yaklaşım” başlıklı yazımda M. Yıldız’ın söylediklerinin toplamına ilişkin özet bir değerlendirme yaptım. Onun perspektifinin bir fotoğrafını çıkarmaya çalıştım.
Başlıktaki “Reaksiyoner” sözcüğünü, yabancı dillerdeki anlamıyla “gerici” anlamında değil, ama zaman zaman Türkçe’de kullanıldığı biçimiyle “tepkici”/”tepkisel” karşılığında kullandım. Onun düşüncelerini ve andaki duruşunu “gerici” görmediğimden değil, herşeye karşın itici olmaktan kaçınmayı, kazanıcı davranmayı sınamak içindi. Gerçekten de “Tepkici Bir Yaklaşım”dı bu. Bir tür reaksiyonu ifade ediyordu. Hedef kitle belliydi. Sade insanın anti-Komünist ve anti-Kürt hissiyatına hitap ediyordu. Türkeş’in ve tüm öncellerinin de misyonlarına benzer reaksiyonları kışkırtarak ve örgütleyerek başladıklarını, bu sayededir ki bir sokak gücü bulduklarını unutmayalım. Bir “tehlike”den sözedilecekse, asıl tehlike tam da bu tür reaksiyonları örgütlemek isteyenlerden, bu tür eğilimlerden gelecektir. Dersim’i kendi doğal müttefiklerinden kopartıp izole edecek ve bitirecek olan da budur. Bu, müttefiki düşman; düşmanı müttefik gibi gösteren zihniyettir. Milliyetçiliğin bu türü, Berlin Duvarı yıkılalı beri Balkanlar’dan Kafkasya’ya örneklerine tanık olduğumuz türden gerici bir milliyetçiliktir. Tüm kamuflajına rağmen TC’ye değil, ondan daha çok sola ve Kürt hareketine karşıdır. Bunların tüm yazınına ve pratiklerine damgasını vuran bu karakteristiktir. Tam da bu yüzdendir ki, milliyetçilerimiz iç ve dış kamuoyunda Dersim hareketine anti-sol, Zaza hareketine ise anti-Kürt bir reaksiyon görünümü kazandırmış, hareketin meşruiyetine çirkin bir leke gibi düşmüşlerdir. Dersim kimliği, kişiliği ve kültürüyle bağdaşmayan bir şey varsa, o da budur. Bunlar İmralı’daki konuk misali kültürel haklarla sınırlı apolitik bir milliyetçiliği başlıca amaç haline getirenler, yurtseverliğe ve muhalefete durmadan sınır koyanlardır. Dersim’in yakasından düşmesi gereken birileri varsa bunlardır. İnsanımızın “motivasyon kaynağını karartan”lar da bunlardır. Kınanması ve protesto edilmesi gereken bir eğilim varsa budur. Şiddetle protesto edilmesi gerekenler Dersim’in işgal altında olduğunu, bir soykırımla gerçekleşen bu işgalin kendisinin zor/terör demek olduğunu, asıl sorunun buradan, yani devlet teröründen kaynaklandığını görmezden gelenler, kendi şahsiyetlerinde işgali içselleştirenlerdir. Ne demeye geldiğini bir türlü açıkça ifade etmedikleri, içini somut olarak doldurmadıkları “Savaşa hayır!” demagojisi ardına gizlenerek Dersimli’nin işgale, zulme ve sömürüye karşı direniş hakkını elinden ilelebet almaya kalkışanlardır. Bizden her şart altında teslimiyet bekleyenlerdir. Zulmün, sömürü ve asimilasyonun asıl suçlusu olarak işgalci devleti işaret etmek yerine, hemen herşeyi sola ve Kürt hareketine fatura edenlerdir. Sadece devlet uzantılarına yakışacak bu tür bir tutumun sahipleridir.
Onların ideolojik kimliğini en iyi ifade eden belgelerden biri de Ocak 2002 tarihini taşıyan “Zazaları Da Unutmayın!“ (Bu başlığın Hayri Başbuğ’un “Diyar“ kod adıyla Zaza Forumu’nda 15 Eylül 2001‘de yazdığı bir yazının başlığından alındığı açıktır) başlıklı mektuptur. Bu mektup TC Cumhurbaşkanına, başbakanına, bakanlarına, milletvekillerine, Genelkurmay Başkanı‘na vs hitaben kaleme alınmıştır. Bu mektup bu çevrenin “Ricacılar“dan bileştiğinin (TC’den ricacı olanlar) açık kanıtıdır. Dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, bu mektubun özü Koyo Berz’in ağzından Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün katıldığı İsveç toplantısında söylenenlerin tıpatıp aynıdır:
“Kürtler bizi asimile etmek istiyor, TC buna engel olsun!
Biz kültürel haklar istiyoruz, toprak istemiyoruz“.
Yukardan beri sözünü ettiklerimiz direnen insanımızın yaptığı yanlışları, devrimci bir geleneğe dönüşen direniş ruhunu ve şuurunu katletmek için kullananlardır. “Hıdır amca” olayı türünden talihsiz örnekleri istismar etmeyi bir sanat ve meslek haline dönüştürüp, bu yolla insanımızı düşman saflara çekmeye çalışanlardır.
İşgalcinin diliyle politika yapanlardır. Forumlarda sıkça karşılaştığımız ırkçı, cinsiyetçi, küfür ve hakaret dolu çirkinlikleri kaleme alan Meme Heyderız veya Mehmet Doğan gibi lumpen karakterlerle kader birliği yapanlar, böyleleriyle kolkola yürümekten utanç duymayanlardır. Sahi kimdir bunlar?
Hangi galaksiye mensupturlar?
Dersim sorununu ilk farkedenler, onu bilince çıkaranlar, tarih, kültür ve kimlik konusunda en ciddi çabayı ve ürünü ortaya koyanlar Desmala Sure’ciler veya PSD’liler diye bilinen Dersimli sosyalistler oldu.
Bunu bilmiyorlar mı?
Solu ve sosyalizmi günah keçisine dönüştürenler Dersim fikrini Desmala Sure’cilerden öğrendiler. Bu fikri onların direnişi ve mücadelesi sayesinde edindiler. Hareketin bugün bulunduğu yere gelmesinde sosyalistlerin katkısı, emeği ve çabası nasıl olur da görmezden gelinir? Bundaki amaç nedir, hesap nedir?
Sosyalizme bu düşmanlık neyin nesidir? Kapitalizmin küreselleşme diye de adlandırılan bugünkü evresinde, sermayenin durmadan artan saldırısı koşullarında, altı milyarlık dünya nüfusunun yarısının günde iki dolardan az bir gelirle yaşam savaşı verdiği şartlarda, giderek artan adaletsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik altında, daha adil, daha eşitlikçi bir dünya özlemi nasıl olur da gündemden düşer?
Böyle düşünenlere tavsiyemiz küresel kapitalizmin patronları ile birlikte öldü sanılan, bugün uzak ve ulaşılmaz görünen ütopyanın bir gün mutlaka dirileceğini şimdiden kara kara düşünmeye başlamalarıdır.
M. Yıldız’ın yazılarının çirkin, provake edici içeriği ve diline rağmen, “Reaksiyoner Bir Yaklaşım” başlıklı yazımda kendi eleştirimi yaparken seviyeli bir dil kullandım. Hangi fikri nerede ifade ettiğini alıntılar kullanarak, referanslar vererek belirttim. Bu tavrım, niyeti tartışmaksa seviyeli bir tartışma olsun diyeydi. Sonuçta bir Dersimli’ydi. Mümkünse tuttuğu yanlış yoldan caydırılmalıydı diye düşündüm.
Ama bu eleştirimi takiben yazdığı “Dersim Sorunu, Radikalizm, Gericilik ve Hümanizm” (3 Haziran 2005) başlıklı makalesinde, adımı sıkça telaffuz ettiği halde, kendisine yönelttiğim eleştirilere ve sorulara yanıt vermedi.
Seyfi Cengiz’in görüşlerini tanınmaz hale sokarak veya ona ait olmayan görüşleri ona maledip bu görüşler ekseninde Seyfi Cengiz ‘eleştirileri’ yapmak eleştiri değildir. Kimse böyle şeyleri yanıt diye ciddiye almaz. Seyfi Cengiz’in retorik devrimcisi olduğunu onu bilen ve tanıyan hiç kimse ciddiye alamaz. Devrimci hareketin tarihini bilenler bizim devrimci pratiğimizi de bilirler. Bunu anlatmak bana düşmez.
Ne demiştim ben?
Kısaca anımsatırsak:
M. Yıldız’ın “Diriliş Manifestosu” dediği manifestosunda fikri balansını bir maddeden bir diğerine dahi koruyamadığını, adına manifesto dediği şeyin birbirini çürüten bir yanlışlar ve tutarsızlıklar manzumesi olduğunu,
*ilk 3 maddedeki fikirlerini 4’üncü maddede bizzat kendisinin çürüttüğünü,
*6’ıncı maddedeki görüşünü 8’inci maddede terkettiğini,
*Dersim kimliği ve kültürünün radikal, sol ve devrimci bir duruşu dışladığını söyleyerek tarihsel gerçeği apaçık çarpıttığını,
*çok-partililiği, Batı Avrupa demokrasisini, temel insan haklarını ve hümanizmi savunma maskesi altında gerçekte farklılık tanımayan tekçi bir düşünceyi savunduğunu,
*“Dersimliler’in ideolojilere ihtiyacı yoktur” demenin sistemin egemen ideolojisini savunmaktan, sistem karşısında Dersimli’yi ideolojik olarak silahsızlandırmaktan başka bir anlama gelmediğini,
*Dersim 38 Girişimi hakkında dezinformasyon yaydığını,
*Dersimliler’in amacını “etnik-kültürel kimliği korumak”la sınırlandırdığını,
*siyasal mücadele ve örgütlenme konusunu suskunlukla geçiştirdiğini,
*Dersim’in kurtuluşunu Türkiye’nin AB üyesi olmasına, yani ne zaman gerçekleşeceği veya gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bile malum olmayan tek bir olasılığa bağlı ve bağımlı hale getirdiğini (başka olasılıkları hesaba katmadığını), vd vd.
M. Yıldız’ın çabası Dersim’de tarihsel ve toplumsal meşruiyeti tartışılmaz olan devrimci siyasi geleneği unutturmak, teslimiyetçi bir çizgiye Dersim kültürü ve tarihinde meşruiyet kazandırmaktır. 1937-38 direnişçilerinin adları ve anıları dahi böyle bir anlayışla ilişkilendirilerek kirletilmek istenmektedir.
Ortada duranları saymazsak vaktiyle konumları itibariyle iki Dersim, iki tür Dersimli vardı: Asi Dersim ve Muti Dersim.
M. Yıldız’ın görüşleri olsa olsa Muti Dersim’de egemen olmuş zihniyetin devamı olabilir.
Dersim kimliği ve kültürü ile en fazla bağdaşmazlık içinde olan farklılık tanımayan, anti-sol, ırkçı, cinsiyetçi ve faşizan söylemlerdir.
Dersim, bu söylemlere prim vermeyecektir.




Cevaplar:

Dersim Forum


Hosted by www.Geocities.ws

1