katrancalı'nın web sayfası

Son güncelleme:
07 Şubat 2004 Cumartesi

çeviri ve ingilizce öyküler

 

Tahta At

 

 

 

Çeviri: Ata

 

"Haydi yelken açın Troya’ya, çünkü düştü Troya,
Ve eve döndü Helena;
Haydi yelken açın bütün Frigya rüzgarlarına
Uçursun bizi köpüklerin ardına!
Haydi yelken açın Altın Batı’ya!
Artık bitti, bu acılı kavga.
Sonunda baba, kavuştu oğluna,
Ve koca, karısına."

Stephen Phillips

 

TROYA Kralı Priam’ın oğlu Paris, dostu ve ev sahibi Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helena’yı rızası olmaksızın babasının kraliyet kentine kaçırdı. Bu kötülüğün öcünü almak ve Helena’yı kurtarmak için Menelaos ve diğer Yunan topraklarının şefleri biraraya geldiler ve Troya’ya doğru yelken açtılar. Güçlü surlarla çevrili kenti on yıl kuşatma altında tuttular ve bu süre içinde Yunanlı ve Troyalı şeflerce birçok kahramanlıklar yapıldı.

Sonunda, Yunanlılar bu usandırıcı savaştan bezdiler ve bir savaş kurnazlığıyla bitirmeye karar verdiler. Tanrıça Minerva’nın yardımıyla dev boyutta bir tahta at inşa ettiler ve onun boş içine, silahlı ve dövüşe hazır bir grup seçme savaşçı gizlediler. Sonra, sanki eve dönermişçesine yelken açıp uzaklaştılar ama Troya’nın görüş alanında olan Tenedos adasının gözden ırak kıyısına ulaştıklarında gemilerini saklayarak, kurdukları tuzağın meyvesini beklediler.

Duvarları içinde çoktandır kafese tıkılı kalan Troyalılar, sürgüleri kaldırdılar ve arı sürüsü gibi dışarıya üşüştüler. Büyük sevinçle, Yunan kampının terkedilmiş olduğunu gördüler ve uzaklardaki kahramanların şimdi boş kalan çadırlarını ziyaret ettiler. Şaşkınlık dolu gözlerle büyük, tahta ata baktılar ve onlardan biri, bu dev gövdeyi içeri sokmak için kentin siperlerini yıkmak gerektiğini önerdi; ama daha ihtiyatlı olan diğerleri, onun ateşle yok edilmesini ya da denize atılmasını yeğlediklerini söylediler; sonunda biri, bu koca hayvanı delip içinde ne olduğunu öğrenelim, dedi.

İşte o sırada, peşinde kalabalık bir toplulukla Laocoon adlı biri koşarak kentten geldi. "Ey, benim akılsız halkım," diye bağırdı, "nasıl bir çılgınlığın içindesiniz? Yunanlıların kıyılarınızdan uzaklaştıklarını mı sanıyorsunuz? Ulysses’in ayartmalarını da mı akıl edemiyorsunuz? Bu içi oyulmuş dolap, ya düşmanlarımızdan bir grubun barınağı, ya da duvarların üzerinden kente bakmak ve ardından onları yerle bir etmek için yükseltilmiş bir makine. Kesinlikle başarmaya niyetli biri, bize zarar verecek; ister hileyle, ister zorla. Ne bu Yunan armağanına kanın, ne de bu atı surlarımızın içine sokun." Konuşmasını bitirirken, mızrağını atın göğsüne doğru savurdu. Havayı vızıldayarak yaran mızrak, birleştirilmiş yumuşak tahta kalasları deldi ve canavarın gövdesine saplanıp titreyişlerle kalakaldı. Karşılığında yanlardan bir takırtı koptu ve içerden homurtular yükseldi. Ama Troyalılar, Yunanlıların kurbanı olma yazgısına boyun eğerek, onları duymazdan gelmeyi yeğlediler.

Bu arada Troyalı çobanlar, buldukları ve esir aldıkları bir Yunanlıyı krallarının önüne getirdiler. Silahsız adam ayakta dikilmiş titriyor, bakıyor ve bezgin gözlerini etrafta dolaştırıyordu. "Eyvah!" diye haykırdı, "düşmanlarınca küçümsenmiş, dostlarınca dışlanmış çaresiz bir kaçağı nasıl bir kader bekliyor?" Böylece konuşup durdu; iç çekerek ve hıçkırarak, ve onu yakalayan Troyalıların sevincini, kendi dertlerine acımaya çevirdi. Onu neşelendirecek şeyler söylediler ve kim olduğunu, nereden geldiğini anlatmaya zorladılar. Adamın korkuları bir an için onu terk etti ve o: "Ne olursa olsun, sözlerim içten olacaktır. Yunan toprağıdır yurdum, Sinon’dur adım. Kan susuzluğunuzu giderin ve darbeyi vurun," dedi. Bir kez daha bütün bedeniyle titredi ve dolaşan diliyle öyküsünü anlattı.

"Bu başarısız savaştan bıkan Yunanlılar, bir süre önce kuşatmayı kaldırmaya ve kenti terketmeye karar verdiler ama kış denizi ve güney rüzgarları onlara engel oldu. Yetmezmiş gibi, gökyüzünün işaretleri cesaretlerini kırdı -yanan göktaşları havada asılı kaldı ve bulutsuz bir gökte gökgürlemeleri koptu. Korku dolu yüreklerle, liderleri tanrılara danıştı ve onlara, evlerine sağ salim dönmeyi diliyorlarsa kendileri için bir insan kurban etmeleri gerektiği söylendi. Haber halk arasında hızla yayıldı, ve herkes korkuyla, ölüme gönderilecek kurbanın kendisi olduğuna inandı.

"Kahin Calchas’a danışıldı ve epeyce uğraştırdıktan sonra, ölüm için, kızgın tanrılarca seçilenin ben olduğumu söyledi. Ötekiler hükmü övdüler ve gerçekleştirmek için hazırlık yaptılar. Ama, zincirimi kopararak kaçtım, ve onlar yelken açıp uzaklaşıncaya dek saklandım. Ya şimdi bana kalan ne, yine önceki gibi çaresizlik mi?"

Tutsağın öyküsü Troyalıları merhamete getirdi. Kral, zincirlerinin sökülmesini emretti ve ona: "Korkularını bir kenara at. Yunanlıları unut. Ama bana dürüstçe söyle, Yunanlılar bu canavarı güç mü, yoksa hile mi, ya da dinsel bir amaç için mi diktiler?" dedi.

"Ey, göğün lambaları," diye yanıtladı tutsak, ellerini yükseğe kaldırarak, "ve ey, yüksekteki bütün güçler, halkımın amacını açıklayacağım için beni bağışlayın. Yaptığımız bu harika gövde, tanrıça Minerva’nın lütfunu kazanmak içindi, tanrıçadan gelecek kutsama sizin değil, bizim olsun diye, onu kapılarınızdan geçemeyecek kadar heybetli yaptık. Eğer o, Troya’nın duvarları içine alınacak olursa Yunanlılar bir gün Troyalıların önünde dize gelecek."

İşte o anda, Troyalıların göğüslerini umutsuzlukla dolduran korkunç bir şey oldu. Kıyıda bir öküz kurban eden, deniz tanrısı Neptün’ün rahibi Laocoon denize doğru bakarken, insanlar suyun öte yanından, alevli sorguçlarını havaya kaldıran iki dev yılanın yanyana onlara doğru süzüldüğünü gördüler. Hemen kıyıya vardılar ve çatallı dillerini savurup, yalımlar saçarak tıslayan çenelerini yalaya yalaya düzlüğü çarçabuk geçtiler.

Kalabalık şaşkınlık içinde kaçıştı ve canavarlar Laocoon ile çocuklarına yöneldiler. Hızla kendilerini çocukların narin bedenlerine doladılar ve ardından, onların yardımlarına koşan babayı da iğrenç gövdeleriyle aynı şekilde sarmalayarak, çocuklarıyla birlikte, öldürünceye dek sıktılar. İşlerini bitiren yılanlar tahta ata ilerlediler ve onun kutsal kulesine mızrağını atmaya cüret eden adamdan tanrıçanın öcünü almış olarak ayaklarına kapandılar.

O zaman, insanlar, atın kent duvarları içine alınmasını ve öfkeli tanrıçaya sunular yapılmasını istediler. Hemen siperde büyük bir gedik açıldı; bazıları levyeler bazıları da atın ayaklarına takmak için tekerlekler getirdi, başkaları da yerinden kıpırdamaz hayvanı iplerle çektiler, ve sonunda birleşen gayretlerle, surlardan içeriye sürüklediler. Çiçeklerle taçlanmış delikanlılar ve öbek öbek genç kızlar, canavarın gedikten geçirilişi ve kentin epeyce içlerine alınışı sırasında etrafında dansettiler, ve halkın coşkusu ve heyecanı öylesine büyüktü ki zırhların içerden gelen takırtıları ve adamların homurtuları onları uyarmadı.

Şenlik gün boyunca sürdü ve gece çöktüğünde, şimdi düşmanlarından kurtulmuş olan Troyalılar hiçbir koruma ya da nöbetçi bırakmaksızın dinlenmeye çekildiler. Bu arada, Yunanlılar bir kez daha gemilere binmişler, Tenedos’dan geriye yelken basmışlar ve yine Troya kıyılarına çıkmışlardı. O zaman, sahtekar Sinon tahta atın yan tarafını açmış ve uzun süreli hapisliklerinin bittiğinden sevinç duyan Yunanlı savaşçıları salmıştı. Hızla iplere tutunarak aşağı indiler. Aralarında, yaralı Menelaus, ve İthaca’nın kurnaz hükümdarı Ulysses de vardı-----

"Bilge bir denizci ve usta bir mızrakçı,
  Ve yalanların efendisine muhtaç bir avcı."

Anlatılacak fazla bir şey kalmadı. Kapılar, bekleyen Yunanlılara açıldı ve uyku ile şarabın ezdiği kent baskına uğratılarak alındı. Böylece

"Yunanlıların kurbanı olan Troya yakılıp yıkıldı
Ve Illium’un görkemli kuleleri küllere yatırıldı."

 

 

Vergilius’un "Aeneis," Kitap II'den
John Dryden tarafından İngilizceye
çevrilen metninden Türkçeleştirildi.

 

   Ana Sayfa
   Çeviri ve
    İngilizce Öyküler
 The Last Fight Of
     Roland and Oliver
 Roland ve Oliver'in
     Son Savaşı
 How Troy Was Taken
 Tahta At
 The Barber's Story
     of His Brother
 Berber ve Kardeşi
 The Victorious Death
     of Beowulf
 The Bed of
     Procrustes
   
Üstkatrancalı 2004
Hosted by www.Geocities.ws

1