Anasayfa      Yazilar       Forum       Arşiv  

 

 

 

 

 

Türkiye Tarihinde Dersim: Tunçeli üzerine cografi görüsler. 1941

Dersim Forum

Prof.Besim Darkot

Tûrkiyenin tabii yapisina umumi bir bakis.
-Cografyaci gôzû ile Karasu ve Murat irmagi ara bôlgesi.
-Tunçeli "yarimadasi".
-Dagin yasayis ûzerinde hakim rolû.
-Dersim daglari, etrafina neden bûyûk tesir yapti?
-Eski iskân merkezleri ve islek yollar yaninda tabii bir siginak.
-Daglinin damarlarinda kimlerin kani dolasiyor?
-Dag ve ova halki arasindaki farklar nasil meydana geldi?
-Kûrtlûk meselesinin içyûzû: bu ad altinda irki ve lisani bir kûtle tasavvuru neden yalnistir?
-Tunçeli tarihinde binlerce senelik tekerrûrler.
-Geçmis asirlarda sehir ve kasabalarin Tûrklestirme ve medenilestirme rolleri.
-Cumuriyetin serefli hizmeti: Dersimin yerinde Tunçeli yaratmak.
-Iktisadi bakimdan Tunçeli: tabiyatin hazirladigi imkanlar
-Iki temel: ziraat ve hayvanclik.
-Tunçelinin kurulmasinda yolun ônemli rolû.
-Yarim asir evvel Elazig'a nasil gelinirdi?
-Yirmi sene evvele ait bir hatira.
-Geçim eksigini tamamlayan tezgah ve el sanatlari.
-Toprakalti geçim kaynaklari hakkinda iki zit fikir.
-Su kuvvetinden faydalanmak için yapilmasi gerekli hazirliklar.
-Turizm'e yeni açilan bir memleket.
-Elâzig gençlerine dûsen yapici ve aydinlatici rol.


Üniversite Haftasinda cografyaciya dûsen is, koca Firat'in iki kolu, Karasu ile Murat irmagi arasinda kalan sahanin, kendi meslegi bakimindan tetkiki oluyor. Burasi, geçen yil Ankara'da toplanmis olan birinci Tûrk Cografya Kongresi'nin tespit ettigi cografi mintakalardan Dogu Anadolu'nun yukari Firat adli parçasinin bir kismidir. Istanbuldan gelen cografyacinin Elâzig mûnevverlerine kendi memleketlerinden bahsetmesi biraz fazla cesaret sayilmaz mi? Cografyacilarin bôyle bir âdetleri vardir: bilmediklerinden de bildikleri kadar bahsederler. Ben burada sizlere yeni yeni bir seyler sôyleyecek degilim; yalniz Karasu-Murat ara bôlgesinin, Tûrkiye çerçevesi içinde, cografi bakimdan, isgal ettigi yeri anlatmaya çalisacagim; bu yurt parçasinin, vatanin baska bir kôsesinden gelen bir vatandasa neler gôsterdigini, neler hatirlattigini sôylemekle, belki sizi igilendirebilecegim.

Ilk ônce, memleketimizi gôsteren haritaya bir kere gôz atalim:renklerin mânasini kavradiktan sonra, yurdumuzun yapisindagi ahengi kolayca sezebiliriz. Cepelerinden ûçû ile denize dayanmis, ôtekisiyle de koca Asya kitasina yerlesmis, bir ucunda Avrupaya kuvvetli sekilde tutunmus dôrt kôseli bir yapi! En alçak yerleri gôsteren yesilden sari, kizil, mor ve beyaza dogru renkleri takib edersek bu yapinin simal ve cenup kenari boyunca kat kat dag siralari yer aldigini, bu daglarin dogu-bati istikametinde uzandigini, bunlarin kâh sikisip kâh açildigini gôrûrûz. En bûyûk açiklik, Konya ve Ankarayi ihtiva eden Iç Anadoludaki soydan yûksek dûzlûklere yer birakmadiklarini, arazinin takimiyle yûkseldigini seçeriz. Dag siralari, bu bôlgede doguya dogru tekrar bir dereceye kadar açilirlar; bu tarafta da dag siralari arasina Erzurum - Kars, Van dogusu gibi, yeniden -fakat daha yûksek- dûzlûkler girer. Iste, memleketimizdeki dag siralarinin, doguya geçerken, en fazla sikisma sahasi, takriban Erzincan ile Elâzig arasina rastlar: genis dûzlûklere yer kalmiyan bu saha Tunçeli'dir.

Dogu Anadoluda Firat'in iki kolu arasinda kalan parça, çok genistir. Doguda Van gôlû yakinlarina, Agri dagi eteklerine kadar sokulur ve 30 bin kilometre kareden fazla yer kaplar: Avrupada bu boyda cumhuriyetler ve kiralliklar yok degildir. Konferansimizi lûzumundan fazla uzatmamak için, bu sahanin bati kismini ele alacagiz ve mevzuumuzu, tabiatten alinma az çok kat'i hudutlarla tehdidedecegiz: bu hudutlar, Karasu (Firat) ile Murat irmagi ve buna karisan Kigi suyu (=Peri çayi) olsun. Arada bir nevi yarimada kaliyor ki berzahini da Cemal dagi kûtlesi kapatmistir. Bu hudutlar her ne kadar vilayet hudutlarina tamamiyle uymuyorsa da, buraya -cografyacilarin kullandiklari Sakarya yarimadasi tabirine benzer bir ad ile- Tunçeli yaimadasi, yahut sadece Tunçeli diyebiliriz.

Hudutlarini tespit ettigimiz bu sahanin tabiati, cografyaciya neler gôsteriyor? Burada daglik bir kûtle, yahut kûtleler var. Hemen her çesitten daglar: cenupta, bugûn Cenupdogu Toros dedigimiz ve Iskenderun kôrfezinden Hakari'ye kadar uzanan dag duvarinin bir parçasi, simalde, Adana Toroslarina mense bagliligi ispat edilmis olan diger bir duvar: Munzur daglarinin heybetli seddi. Arada daha alçak, fakat yapi itibariyla daha karisik kûleler.... Bûtûn bunlarin heps de, en genis mânasiyla alinmak sartiyla, Toros dedigimiz daglar takiminin muhtelif siralarina baglanabiliyor. Her boydan, her sekilde daglar....Bunlarin umumi meyli simalden cenuba dogru. Baslica akarsular da hep bu istikamette akiyor; en ônemlisi, Tunçeli'nin hemen bûtûn sularini kendine topliyan ve Peri çayi ile birlesen Munzur çayi olmak ûzere, hemen hepsi de Murat irmagina karisiyor. Her tarafta dag var; fakat ovalar da var. Yalniz, bu ovalari dis âlemle irtibat haline koyan vadiler, uzun mesafeler ûzerinde, sarp yamaçli dar bogazlar halindedir ve bu ovalarin en bûyûgû, en gôze çarpani, Tunçelinin ta kalbine sokulmus, Munzur daglarinin etegine yerlesmistir: Ovacik.

Dag karekteri bu memlekette her seye hâkim gôrûnûyor; hattâ ovalardaki hayata bile! Daglardan inen seller, bazan o selden daha tahripkar akinci insan kûtleleri... Fakat dagin rolû yalniz menfi degil: bunlar, bir taraftan da su depolaridir; bunlar sayesinde ovanin her yerinde su bulunabilir ve su, orada çesitli hayat imkanlari hazirlar: Tunçeli'nin kisi kis, yazi -ovalar içinde- tam bir yaz, yûksek daglarin sirtinda ise bahar kadar serindir.

Memleketimizde baska daglik sahalar da var. Meselâ Hakâri, Tunçeli'nden daha yûksek, daha geçilmez bir kûtledir; fakat Hakâri, kendi etrafina bûyûk tesir yapmamistir; halbuki tarihin Dersim'i hiç bôyle olmamis: onun kadar etrafina tesir eden, hattâ menfi tesir eden dag kûtleleri azdir. Neden?
Bu sualin cevabini vermek için, yine tabiatin hazirladigi sartlara bakiyoruz:

Hakâri daglari çok genis, çok yûksek, çok geçilmez, yasama imkânlari daha mahdut ve fazla olarak da insanlarin ôteden beri yasadiklari vadi boylarina ve islek yollara nazaran sapa kalmis. Halbuki Dersim en eski Iskân sahalarinin ta ortasindadir. Hakikaten bu dag kûtlesinin etrafinda, insanlari birlesmeye davet eden verimli ovalar var: haritada açik renkleriyle Erzincan, Elazig ve Malatya ovalari hemen gôze çarpiyorlar. Sonra, belki de bundan daha muhim bir nokta olarak, bu dag kûtlesi, ônemli yollarin yanibasinda yûkselmis bulunuyor. Tarihin yapraklarini geriye dogru çeviriniz: Anadolunun bugûnki yollari daha eski yollara, onlar da daha eskilerine vâris olmuslardir. Eti tarihi, bu kadim Devletin merkezini sahillere baglayan yollardan bahseder. Asur hûkûmdarlari, payitahlari olan Ninva'yi Karadeniz kiyisinda Sinob'a bagliyan bir yola çok ônem vermislerdi. Bu yol, iste buradan, bu daglik kûtlenin hemen eteginden geçiyor; neden? Zira, demin adi geçen bûtûn siradaglar, Erzincan-Elazig arasinda sikismadan ônce, Diyarbakir-Ergani-Malatya-Sivas-Samsun arasinda umumi bir alçalmaya ugruyor ve darlasiyorlar; halbuki ayni daglar,, daha sarkta ve daha garpta, asimasi çok gûç yûksek duvarlar halinde idiler. Baska bir yol, Cenupdogu Toroslar etegini takibederek, Mesopotamya'yi, Anadolu ûzerinden Ege ve Marmara denizi kiyilarina bagliyor. Iste, mazisi tarihten evvele kadar çikan yerlesme sahalari arasinda, tarihin fecrinden beri gôçebe kavimlere, ordulara ve ticaret kervanlarina geçit olan yollarin yanibasinda, bôyle bir daglik kûtle yûkselmektedir. Bu kûtleye sokulmak isteyenler, ilkônce kolay kolay geçit vermiyen ve geçit yerlerinin yanibasinda birer tepe ûzerine yerlesmis kalelerle kolay mûdafaa edilen nehirler buluyorlar; geride kademe kademe yûkselen daglar... Bu daglari yaran ve kûçûk bir kuvvetle tutuldugu zaman, ordulara karsi dayanilabilen vadiler... Daglar arasinda, tarla ve kislak olarak kullanilan ovalar, yûkseklerde yaz otlaklari... Hulâsa, ôyle bir memleket ki, kendisine siginanlara, az da olsa yasama imkani verecek ve bir kere buraya yerlesildikten sonra da hariçten gelenlere kolay kolay yol vermeyecek...

Bôyle bir daglik kûtlede, yasama muvazenesi bozulmadikça, sulh ve sûkûn beklenebilirdi. Fakat bu muvazeneyi bozacak sebepler çoktu; mevcut muvazene, bir "mûtahavvil mûvazenet" nev'indendi: islek yollar ûzerinden ordular geçtikçe ova ve nehir boyu halki, bu yasamaya elverisli yerleri birakarak daglara kaçarlar, maglûp insan kûmeleri de, canlarini kurtarmak için, kendilerini buraya atarlardi. Iste bôylece, disaridan itilip sikisma neticesinde, daglarda hemen hemen gayritabii denecek bir nûfus kesafeti tesekkûl ederdi. Bunun misalleri çoktur: yakin vakte kadar ormanlik Karpat daglari, kendi eteklerinde uzanan Eflâk ovalarindan daha kalabalikti. Sulh ve sûkûn çoktan avdet etmis oldugu halde, bu daglarda, henûz anormal bir nûfus kesafetinin izi kalmistir.
Tunçeli daglarinda da bôyle oldu. Her yeni dalga, yeni bir enkaz yigini atti. Gelenler, bazen birbirlerini kemiriyorlar, kalanlar, sonunda birbirine karisiyorlardi. Dag, suurlu bir iradenin tesiri karismadigi halde, insan guruplarini halita haline koyan bir pota oluyordu.

Son zamanlarda, Tunçeli'nin tarihi ûzerinde çok sey sôylendi, fakat az hakikat ortaya kondu. Kimisi burayi Anadolunun en eski sakinlerinin siginagi ve bu kavimlerin bûtûn ananeleriyle beka bulduklari canli bir mûze telâkki ettiler; kimisi ise, bûtûn Dersimlileri XVI. asir basindaki Caldiran zaferinden sonra Yavuz'un kilicindan kaçan Kizilbaslarin nesli sandilar. Fakat Tunçeli daglarinda yalniz Sah Ismailin mûritlerinin soyunu aramak ne kadar kisa gôrûslûlûkse, bunlari meselâ Hitit'lerin su katilmadik varisleri sanmak da o nispette safdillik olur. Cografyaci bu daglarin iskânini, sellerin rûsup yigmasina benzetebilir. Her sel, kuvveti nispetinde bir çakil, kum ve çamur kûtlesini, yine kuvvetiyle mûtenasip bir uzakliga gôtûrûp birakir. Bu kûtle, yalniz daha evvel geçmis sellerin biraktigi tabakayi ôrtmekle kalmaz, o tabakadan da bir kismini beraber sûrûkler ve az çok ona karisir. Su halde, Tunçeli dag magaralarinda, yalçin yamaçlarin ûstûndeki dûzlûklere tûnemis kulûbelerde, yahut ovalarda, akarsu kiyilarindaki kôy ve kasaba meskenlerinde yasiyan insanlar arasinda, hangi grupa baglandigini belki hiç kestiremiyecegimiz en eski unsurlari, ana dinlere nazaran zamanlarinin telâkkisine gôre sapitmis ve itisafa ugramis zûmreleri, maglup kavimlerin dôkûntûsûnû birbirine karismis halde bulabiliriz. Bunlar arasinda, Tunçelinden bahsederken simdiye kadar adi geçmemis esrarli bir cemaatin, Pavlikian'larin da torunlari bulunabilecegini, burada bir misal gibi kaydetmek isterim.
Dokuzuncu asirda, Araplarin Al-Bialika dedikleri ve merkezi Divrik'te bulunan ve 871 tarihinde Ankarayi bile eline geçiren bu zûmre nedir? Bunlarin dini durumlari anlasilamadi: bunlar ekseriyetle Hiristiyan telâkki edilirlerse de Araplara bazan dûsman, bazan da mûttefik olmuslardir. Son yillarda bulunan eski bir vesika, Bizans tarihinde Chrysocheir adiyle yâdedilen Ankara fatihini, Kûrsahr isimli bir mûslûman olarak gôsteriyor. Dersim'de bunlardan dôkûntûler olacak; daha birçok seyler olacak.

Bu olanlar arasinda Tûrk kanindan gelenlerin hissesini tespite çalismak hem bir vazife, hem de ilmi bir meseledir. Bu memlekette yasayanlarin dagli olanlariyle ovalilar arasinda neden fark meydana gelmis? Ovalilar, varliklari ûzerinde hiç sûphe gôtûrmiyecek kadar Tûrk... Daglilar ise, sapa kalmislar, medeniyet cereyanlariyle temasa gelememisler, daglarin eski sakinlerine karisarak onlarin âdetlerini almislar, mahalli hususiyet kazanmislar ve bu hususiyet, mistik temayûllerle, Pavlikian'larin, Iran Sii'lerinin tesirlerine de mûsait bir zemin hazirlamis.... Fakat ayriligi asil duyan ve uçurumu açan, ovali olmustur. Dagin ûzerinden tarlasina temh gôziyle bakan, mahsulûnû elinden kapmak, pazara giderken, yahut sehirden dônerken yolunu kesip kazancini elinden almak isteyen dagliyi kendisine menfaat bakimindan dûsman saydigi kadar, irk bakimindan da yabanci gôrmûs; bôylelikle aradaki uçurum gitgide bûyûmûs.
Dersim'liye nereden geldigi sorulsa, ekserisi "Horasan'dan" der; Dersim'de soyunun asaletiyle iftihar eden her fert, kendini Ahmet Yesevi'y mensup telâkki eder; halbuki Horasan, şarktan garba yayilan Türklerin tarihinde çok mühim bir rol oynamiş bir memleket, Ahmet Yesevi ise bati Türkistanda dogmuş büyük bir Türk mutasavvifidir. Bu böyleyken, Osmanli devrinde bunlara toptan Kürt deniliş ve Dersim'liler de, Kürt olduklari için degil, fakat Kürt denile denile Kürt olmuşar!

şimdi, konferansimizda ilk defa sözü geçen şu Kürt mefhumunu ele alalim ve biraz üzerinde duralim. Mevzuun dişina da çiksak, bu deger! Resmi yillik, 1935 nüfus sayimina göre 1,5 milyona yakin vatandaşimizin, anadil itibariyle, Kürtçe konuştugunu yazar. Acaba Kürtçe denilen şey nedir? Ilmi bir görüşle incelenmiş midir? 1,5 mlyonluk mücanis bir kütlenin valgini kabul etmiş oluyoruz. Fakat bu hükmümüzü vermekte çok acele etmiyelim: biraz çetrefil bir dille konuşanlari hemen bir araya toplayiveriyoruz. Gerçekte, burasi hakiki dilcilerin ilmi araştirmalarini bekliyor. Bu tetkiklerin neticelerini bekliyelim; fakat mevcut bazi işaretlere bakarak şunu tereddütsüz iddea edebiliriz: Kürtçe diye bir tek dil, Kürt diye bir mütecanis kütle tasavuru, milli birligimiz bakimindan sadece zararli degil fakat yanliş ve haksizdir! Dogu-Anadolu'da böyle bir tek dil degil, birçok daginik lehçeler var ve belki bunlar kendi aralarinda ne kadar birbirlerine yakinsalar, her biri ayri ayri Türkçeye de o kadar yakindir. Bunu görmek ve göstermek lazimdir. Carlik Rusyasinin Devlet Akademisi, bir Kürtçe lûgat kitabi hazirlayarak 8000 kelime tespit etmiş, fakat bu kelimelerden %36 dan fazlasinin Türkçeden geldigini kaydeylemişti. Türkçeden sonra en hâkim rol oyniyan Farsçanin hissesi ancak %30 du. Geri kalan kelimeler Ermenice ve Arapçaya baglaniyord. Burada esasen beliren Türkçe hâkiyemeti gerçekte daha kuvvetli olabilir; zira Arapça kelimelerin çogu, Farsçalarin bir kismi, esasen Türkçede kullanilanlardi ki çok muhtemelen olarak, büyük bir kismi Türkçe vasitasiyla geçmiştir. Nihayet şunu da ilâve edelim ki, bu lûgat kitabi, iddiamiza kuvvetli bir destek oldugu halde, ona bile fazla dayanmak caiz degildir, zira, yukarida söyledigimiz gibi, ortada mütecanis bir tek dil bulundugu bize şüpheli görünüyor.

Sonra, önümüzde müsmir bir çalişma sahasi daha var ki oda dag, dere, köy vesaire gibi yer adlaridir. Bunlar üzerinde metotlu toponimi araştirmalari yapilsa, bugün anadili Türkçe olmadigi sölenen, hattâ bununla da kalinmiyarak, 1,5 milyonluk mütecanis bir kütle gbi tasavvur edilen insanlarin yaşama sahalarinda, yer isimlerinin bir kisminin kadim tarihe, belki daha büyük bir kisminin da Türkçeye baglandigi ve bu isimlerin deforma olmuş Türkçe kelimeler oldugu meydana çikar.
Bu sahada şimdiye kadar bir şey yapilmadi diyemem; fakat metotlu çalişmak lazimdir.

şimdi, bu umumi mülâhazalardan sonra, tekrar Tunçeli tarihine dönelim mi? Fakat bu tarih, binlerce seneden beri, gayet hareketli, gayet seyyal olmakla beraber, bütün tezahürleri, esas itibariyla, hep ayni kalmiştir: işlek yollar ve eski iskân merkezleri yakininda sapa kalmiş daglik br blok! Kuvvetli Devletlerin sadece sarmakla, şurasinda burasinda karakollar tesis etmekle iktifa ederek içine sokulmiya (isterseniz tenezzül etmedikleri, isterseniz cesaret edemedikleri deyiniz) hulasa, ihmal ettikleri yer,zayif kavimlerin firtinali çaglarda kendilerini attiklari signak; faka başka firtinalar gözleyerek, o sirada bir çig gibi ovalara, yollara indikleri üs!

Roma-Iran Imparatorluklarinin rekabeti sirasinda da böyle oldu; Selçukiler devrinde de bu esas degişmedi; bütün Osmanli devrinde de, yani Cumhuriyetimizin kat'i müdahalesine kadar da bu böyle kaldi. Bunun içindir ki Dersim tarihi için hem çok şey söylenebilir, hem de bu söylenenler, yukarida kaydedilen şu birkaç satirla hulâsa olunabilir. Ben, bu kaadrla iktifa ediyorum.

şüphesiz bu uzun mazi içinde, Dersim için bir şeyler yapilmak istenmiştir ve kendiliginden bir şeyler de olmuştur. Bu kendiliginden olan şeyler arasinda, Dersim içinde birtakim Türk sitelerinin kurulmasi göze çarpar. Banse, kirk sene evvele ait malûmat ihtiva eden cografya kitabinda, Dersimin en canli merkezi olan çemişkezek için, nüfusunun üçte ikisinin "Türkleşmiş" oldugunu kaydeder. Bu tâbir çok manalidir: demek iptidai kavimlerin yaşama sahasi içinde Devletin hiçbir yardimi olmasizin, kendiliginden kurulan ve gelişen Türk beldeleri, hiçbir zorlama politikasina lüzum olmadan, maarifin yardimi bile olmadan, etraflarina Türklügün işigini yaymişlardir. Bu tarihi vâkia, bize artik tarihe karişan Dersimin yerinde Tunçeli dogarken rehberlik edebilir: güzel yollarin kenarinda kurulan nümune şehirleri, bu sefer mektebiyle, rahat yaşama şartlariyle, insan emegini mâkul ve münasip şekilde kullanip tasarruf etmesiyle, evvelce kendiliginden fakat yavaş yavaş olan ve belki vakit vakit aksamalara ugriyan şeyi, şimdi süratle, emniyetle temin edebilir.

Dersim için evvelce yapilmak istenen şeylere gelince, bunlar üzerinde durmiyarak, sadece bu şeylerin, sirf Dersimin zararini önlemek gayesini hedef tutugunu, fakat tarihte ilk defa, Cumhuriyetimizin Dersimi bertaraf etmek gibi zor bir işi başarmakla kalmayip onun yerinde berrak ve temiz bir Tunçeli yaratmak gibi şerefl bir işi ele aldigini kaydetmek isterim!

Burada, Dersimin Tunçeli olmasi için gereken iktisadi tedbirler üzerinde biraz konuşmak istiyorum.
------------------------------------------------------
Aktaranin notu: üçüncü bölümünü aktardigim,sayin Besim Darkot'un uzun makalesinin diger bôlûmlerini gelecek gûnlerde parça, parça olarak iletecegim. Tamamini aktarip birlestirmek umuduyla, hosça kaliniz. Bu makale; Scrupule Kitapevi'nin arsivinden alinmistir. A.Karsan

Tunçeli Üzerinde Cografi Gôrûsler
Prof. Besim Darkot
Kenan Matbaasi. Istanbul-1941-1942


 

Dersim Forum

 

Back to Top

Hosted by www.Geocities.ws

1