Prof.Besim Darkot
Tûrkiyenin tabii yapisina umumi bir bakis.
-Cografyaci gôzû ile Karasu ve Murat irmagi ara bôlgesi.
-Tunçeli "yarimadasi".
-Dagin yasayis ûzerinde hakim rolû.
-Dersim daglari, etrafina neden bûyûk tesir yapti?
-Eski iskân merkezleri ve islek yollar yaninda tabii bir siginak.
-Daglinin damarlarinda kimlerin kani dolasiyor?
-Dag ve ova halki arasindaki farklar nasil meydana geldi?
-Kûrtlûk meselesinin içyûzû: bu ad altinda irki ve lisani bir kûtle
tasavvuru neden yalnistir?
-Tunçeli tarihinde binlerce senelik tekerrûrler.
-Geçmis asirlarda sehir ve kasabalarin Tûrklestirme ve
medenilestirme rolleri.
-Cumuriyetin serefli hizmeti: Dersimin yerinde Tunçeli yaratmak.
-Iktisadi bakimdan Tunçeli: tabiyatin hazirladigi imkanlar
-Iki temel: ziraat ve hayvanclik.
-Tunçelinin kurulmasinda yolun ônemli rolû.
-Yarim asir evvel Elazig'a nasil gelinirdi?
-Yirmi sene evvele ait bir hatira.
-Geçim eksigini tamamlayan tezgah ve el sanatlari.
-Toprakalti geçim kaynaklari hakkinda iki zit fikir.
-Su kuvvetinden faydalanmak için yapilmasi gerekli hazirliklar.
-Turizm'e yeni açilan bir memleket.
-Elâzig gençlerine dûsen yapici ve aydinlatici rol.
Üniversite Haftasinda cografyaciya dûsen is, koca Firat'in iki kolu,
Karasu ile Murat irmagi arasinda kalan sahanin, kendi meslegi
bakimindan tetkiki oluyor. Burasi, geçen yil Ankara'da toplanmis
olan birinci Tûrk Cografya Kongresi'nin tespit ettigi cografi
mintakalardan Dogu Anadolu'nun yukari Firat adli parçasinin bir
kismidir. Istanbuldan gelen cografyacinin Elâzig mûnevverlerine
kendi memleketlerinden bahsetmesi biraz fazla cesaret sayilmaz mi?
Cografyacilarin bôyle bir âdetleri vardir: bilmediklerinden de
bildikleri kadar bahsederler. Ben burada sizlere yeni yeni bir
seyler sôyleyecek degilim; yalniz Karasu-Murat ara bôlgesinin,
Tûrkiye çerçevesi içinde, cografi bakimdan, isgal ettigi yeri
anlatmaya çalisacagim; bu yurt parçasinin, vatanin baska bir
kôsesinden gelen bir vatandasa neler gôsterdigini, neler
hatirlattigini sôylemekle, belki sizi igilendirebilecegim.
Ilk ônce, memleketimizi gôsteren haritaya bir kere gôz atalim:renklerin
mânasini kavradiktan sonra, yurdumuzun yapisindagi ahengi kolayca
sezebiliriz. Cepelerinden ûçû ile denize dayanmis, ôtekisiyle de
koca Asya kitasina yerlesmis, bir ucunda Avrupaya kuvvetli sekilde
tutunmus dôrt kôseli bir yapi! En alçak yerleri gôsteren yesilden
sari, kizil, mor ve beyaza dogru renkleri takib edersek bu yapinin
simal ve cenup kenari boyunca kat kat dag siralari yer aldigini, bu
daglarin dogu-bati istikametinde uzandigini, bunlarin kâh sikisip
kâh açildigini gôrûrûz. En bûyûk açiklik, Konya ve Ankarayi ihtiva
eden Iç Anadoludaki soydan yûksek dûzlûklere yer birakmadiklarini,
arazinin takimiyle yûkseldigini seçeriz. Dag siralari, bu bôlgede
doguya dogru tekrar bir dereceye kadar açilirlar; bu tarafta da dag
siralari arasina Erzurum - Kars, Van dogusu gibi, yeniden -fakat
daha yûksek- dûzlûkler girer. Iste, memleketimizdeki dag siralarinin,
doguya geçerken, en fazla sikisma sahasi, takriban Erzincan ile
Elâzig arasina rastlar: genis dûzlûklere yer kalmiyan bu saha
Tunçeli'dir.
Dogu Anadoluda Firat'in iki kolu arasinda kalan parça, çok
genistir. Doguda Van gôlû yakinlarina, Agri dagi eteklerine kadar
sokulur ve 30 bin kilometre kareden fazla yer kaplar: Avrupada bu
boyda cumhuriyetler ve kiralliklar yok degildir. Konferansimizi
lûzumundan fazla uzatmamak için, bu sahanin bati kismini ele
alacagiz ve mevzuumuzu, tabiatten alinma az çok kat'i hudutlarla
tehdidedecegiz: bu hudutlar, Karasu (Firat) ile Murat irmagi ve buna
karisan Kigi suyu (=Peri çayi) olsun. Arada bir nevi yarimada
kaliyor ki berzahini da Cemal dagi kûtlesi kapatmistir. Bu hudutlar
her ne kadar vilayet hudutlarina tamamiyle uymuyorsa da, buraya -cografyacilarin
kullandiklari Sakarya yarimadasi tabirine benzer bir ad ile- Tunçeli
yaimadasi, yahut sadece Tunçeli diyebiliriz.
Hudutlarini tespit ettigimiz bu sahanin tabiati, cografyaciya
neler gôsteriyor? Burada daglik bir kûtle, yahut kûtleler var. Hemen
her çesitten daglar: cenupta, bugûn Cenupdogu Toros dedigimiz ve
Iskenderun kôrfezinden Hakari'ye kadar uzanan dag duvarinin bir
parçasi, simalde, Adana Toroslarina mense bagliligi ispat edilmis
olan diger bir duvar: Munzur daglarinin heybetli seddi. Arada daha
alçak, fakat yapi itibariyla daha karisik kûleler.... Bûtûn bunlarin
heps de, en genis mânasiyla alinmak sartiyla, Toros dedigimiz daglar
takiminin muhtelif siralarina baglanabiliyor. Her boydan, her
sekilde daglar....Bunlarin umumi meyli simalden cenuba dogru.
Baslica akarsular da hep bu istikamette akiyor; en ônemlisi,
Tunçeli'nin hemen bûtûn sularini kendine topliyan ve Peri çayi ile
birlesen Munzur çayi olmak ûzere, hemen hepsi de Murat irmagina
karisiyor. Her tarafta dag var; fakat ovalar da var. Yalniz, bu
ovalari dis âlemle irtibat haline koyan vadiler, uzun mesafeler
ûzerinde, sarp yamaçli dar bogazlar halindedir ve bu ovalarin en
bûyûgû, en gôze çarpani, Tunçelinin ta kalbine sokulmus, Munzur
daglarinin etegine yerlesmistir: Ovacik.
Dag karekteri bu memlekette her seye hâkim gôrûnûyor; hattâ
ovalardaki hayata bile! Daglardan inen seller, bazan o selden daha
tahripkar akinci insan kûtleleri... Fakat dagin rolû yalniz menfi
degil: bunlar, bir taraftan da su depolaridir; bunlar sayesinde
ovanin her yerinde su bulunabilir ve su, orada çesitli hayat
imkanlari hazirlar: Tunçeli'nin kisi kis, yazi -ovalar içinde- tam
bir yaz, yûksek daglarin sirtinda ise bahar kadar serindir.
Memleketimizde baska daglik sahalar da var. Meselâ Hakâri,
Tunçeli'nden daha yûksek, daha geçilmez bir kûtledir; fakat Hakâri,
kendi etrafina bûyûk tesir yapmamistir; halbuki tarihin Dersim'i hiç
bôyle olmamis: onun kadar etrafina tesir eden, hattâ menfi tesir
eden dag kûtleleri azdir. Neden?
Bu sualin cevabini vermek için, yine tabiatin hazirladigi sartlara
bakiyoruz:
Hakâri daglari çok genis, çok yûksek, çok geçilmez, yasama
imkânlari daha mahdut ve fazla olarak da insanlarin ôteden beri
yasadiklari vadi boylarina ve islek yollara nazaran sapa kalmis.
Halbuki Dersim en eski Iskân sahalarinin ta ortasindadir. Hakikaten
bu dag kûtlesinin etrafinda, insanlari birlesmeye davet eden verimli
ovalar var: haritada açik renkleriyle Erzincan, Elazig ve Malatya
ovalari hemen gôze çarpiyorlar. Sonra, belki de bundan daha muhim
bir nokta olarak, bu dag kûtlesi, ônemli yollarin yanibasinda
yûkselmis bulunuyor. Tarihin yapraklarini geriye dogru çeviriniz:
Anadolunun bugûnki yollari daha eski yollara, onlar da daha
eskilerine vâris olmuslardir. Eti tarihi, bu kadim Devletin
merkezini sahillere baglayan yollardan bahseder. Asur hûkûmdarlari,
payitahlari olan Ninva'yi Karadeniz kiyisinda Sinob'a bagliyan bir
yola çok ônem vermislerdi. Bu yol, iste buradan, bu daglik kûtlenin
hemen eteginden geçiyor; neden? Zira, demin adi geçen bûtûn
siradaglar, Erzincan-Elazig arasinda sikismadan ônce,
Diyarbakir-Ergani-Malatya-Sivas-Samsun arasinda umumi bir alçalmaya
ugruyor ve darlasiyorlar; halbuki ayni daglar,, daha sarkta ve daha
garpta, asimasi çok gûç yûksek duvarlar halinde idiler. Baska bir
yol, Cenupdogu Toroslar etegini takibederek, Mesopotamya'yi, Anadolu
ûzerinden Ege ve Marmara denizi kiyilarina bagliyor. Iste, mazisi
tarihten evvele kadar çikan yerlesme sahalari arasinda, tarihin
fecrinden beri gôçebe kavimlere, ordulara ve ticaret kervanlarina
geçit olan yollarin yanibasinda, bôyle bir daglik kûtle
yûkselmektedir. Bu kûtleye sokulmak isteyenler, ilkônce kolay kolay
geçit vermiyen ve geçit yerlerinin yanibasinda birer tepe ûzerine
yerlesmis kalelerle kolay mûdafaa edilen nehirler buluyorlar; geride
kademe kademe yûkselen daglar... Bu daglari yaran ve kûçûk bir
kuvvetle tutuldugu zaman, ordulara karsi dayanilabilen vadiler...
Daglar arasinda, tarla ve kislak olarak kullanilan ovalar,
yûkseklerde yaz otlaklari... Hulâsa, ôyle bir memleket ki, kendisine
siginanlara, az da olsa yasama imkani verecek ve bir kere buraya
yerlesildikten sonra da hariçten gelenlere kolay kolay yol
vermeyecek...
Bôyle bir daglik kûtlede, yasama muvazenesi bozulmadikça, sulh ve
sûkûn beklenebilirdi. Fakat bu muvazeneyi bozacak sebepler çoktu;
mevcut muvazene, bir "mûtahavvil mûvazenet" nev'indendi: islek
yollar ûzerinden ordular geçtikçe ova ve nehir boyu halki, bu
yasamaya elverisli yerleri birakarak daglara kaçarlar, maglûp insan
kûmeleri de, canlarini kurtarmak için, kendilerini buraya atarlardi.
Iste bôylece, disaridan itilip sikisma neticesinde, daglarda hemen
hemen gayritabii denecek bir nûfus kesafeti tesekkûl ederdi. Bunun
misalleri çoktur: yakin vakte kadar ormanlik Karpat daglari, kendi
eteklerinde uzanan Eflâk ovalarindan daha kalabalikti. Sulh ve sûkûn
çoktan avdet etmis oldugu halde, bu daglarda, henûz anormal bir
nûfus kesafetinin izi kalmistir.
Tunçeli daglarinda da bôyle oldu. Her yeni dalga, yeni bir enkaz
yigini atti. Gelenler, bazen birbirlerini kemiriyorlar, kalanlar,
sonunda birbirine karisiyorlardi. Dag, suurlu bir iradenin tesiri
karismadigi halde, insan guruplarini halita haline koyan bir pota
oluyordu.
Son zamanlarda, Tunçeli'nin tarihi ûzerinde çok sey sôylendi,
fakat az hakikat ortaya kondu. Kimisi burayi Anadolunun en eski
sakinlerinin siginagi ve bu kavimlerin bûtûn ananeleriyle beka
bulduklari canli bir mûze telâkki ettiler; kimisi ise, bûtûn
Dersimlileri XVI. asir basindaki Caldiran zaferinden sonra Yavuz'un
kilicindan kaçan Kizilbaslarin nesli sandilar. Fakat Tunçeli
daglarinda yalniz Sah Ismailin mûritlerinin soyunu aramak ne kadar
kisa gôrûslûlûkse, bunlari meselâ Hitit'lerin su katilmadik
varisleri sanmak da o nispette safdillik olur. Cografyaci bu
daglarin iskânini, sellerin rûsup yigmasina benzetebilir. Her sel,
kuvveti nispetinde bir çakil, kum ve çamur kûtlesini, yine
kuvvetiyle mûtenasip bir uzakliga gôtûrûp birakir. Bu kûtle, yalniz
daha evvel geçmis sellerin biraktigi tabakayi ôrtmekle kalmaz, o
tabakadan da bir kismini beraber sûrûkler ve az çok ona karisir. Su
halde, Tunçeli dag magaralarinda, yalçin yamaçlarin ûstûndeki
dûzlûklere tûnemis kulûbelerde, yahut ovalarda, akarsu kiyilarindaki
kôy ve kasaba meskenlerinde yasiyan insanlar arasinda, hangi grupa
baglandigini belki hiç kestiremiyecegimiz en eski unsurlari, ana
dinlere nazaran zamanlarinin telâkkisine gôre sapitmis ve itisafa
ugramis zûmreleri, maglup kavimlerin dôkûntûsûnû birbirine karismis
halde bulabiliriz. Bunlar arasinda, Tunçelinden bahsederken simdiye
kadar adi geçmemis esrarli bir cemaatin, Pavlikian'larin da
torunlari bulunabilecegini, burada bir misal gibi kaydetmek isterim.
Dokuzuncu asirda, Araplarin Al-Bialika dedikleri ve merkezi
Divrik'te bulunan ve 871 tarihinde Ankarayi bile eline geçiren bu
zûmre nedir? Bunlarin dini durumlari anlasilamadi: bunlar
ekseriyetle Hiristiyan telâkki edilirlerse de Araplara bazan dûsman,
bazan da mûttefik olmuslardir. Son yillarda bulunan eski bir vesika,
Bizans tarihinde Chrysocheir adiyle yâdedilen Ankara fatihini,
Kûrsahr isimli bir mûslûman olarak gôsteriyor. Dersim'de bunlardan
dôkûntûler olacak; daha birçok seyler olacak.
Bu olanlar arasinda Tûrk kanindan gelenlerin hissesini tespite
çalismak hem bir vazife, hem de ilmi bir meseledir. Bu memlekette
yasayanlarin dagli olanlariyle ovalilar arasinda neden fark meydana
gelmis? Ovalilar, varliklari ûzerinde hiç sûphe gôtûrmiyecek kadar
Tûrk... Daglilar ise, sapa kalmislar, medeniyet cereyanlariyle
temasa gelememisler, daglarin eski sakinlerine karisarak onlarin
âdetlerini almislar, mahalli hususiyet kazanmislar ve bu hususiyet,
mistik temayûllerle, Pavlikian'larin, Iran Sii'lerinin tesirlerine
de mûsait bir zemin hazirlamis.... Fakat ayriligi asil duyan ve
uçurumu açan, ovali olmustur. Dagin ûzerinden tarlasina temh gôziyle
bakan, mahsulûnû elinden kapmak, pazara giderken, yahut sehirden
dônerken yolunu kesip kazancini elinden almak isteyen dagliyi
kendisine menfaat bakimindan dûsman saydigi kadar, irk bakimindan da
yabanci gôrmûs; bôylelikle aradaki uçurum gitgide bûyûmûs.
Dersim'liye nereden geldigi sorulsa, ekserisi "Horasan'dan" der;
Dersim'de soyunun asaletiyle iftihar eden her fert, kendini Ahmet
Yesevi'y mensup telâkki eder; halbuki Horasan, şarktan garba yayilan
Türklerin tarihinde çok mühim bir rol oynamiş bir memleket, Ahmet
Yesevi ise bati Türkistanda dogmuş büyük bir Türk mutasavvifidir. Bu
böyleyken, Osmanli devrinde bunlara toptan Kürt deniliş ve
Dersim'liler de, Kürt olduklari için degil, fakat Kürt denile denile
Kürt olmuşar!
şimdi, konferansimizda ilk defa sözü geçen şu Kürt mefhumunu ele
alalim ve biraz üzerinde duralim. Mevzuun dişina da çiksak, bu
deger! Resmi yillik, 1935 nüfus sayimina göre 1,5 milyona yakin
vatandaşimizin, anadil itibariyle, Kürtçe konuştugunu yazar. Acaba
Kürtçe denilen şey nedir? Ilmi bir görüşle incelenmiş midir? 1,5
mlyonluk mücanis bir kütlenin valgini kabul etmiş oluyoruz. Fakat bu
hükmümüzü vermekte çok acele etmiyelim: biraz çetrefil bir dille
konuşanlari hemen bir araya toplayiveriyoruz. Gerçekte, burasi
hakiki dilcilerin ilmi araştirmalarini bekliyor. Bu tetkiklerin
neticelerini bekliyelim; fakat mevcut bazi işaretlere bakarak şunu
tereddütsüz iddea edebiliriz: Kürtçe diye bir tek dil, Kürt diye bir
mütecanis kütle tasavuru, milli birligimiz bakimindan sadece zararli
degil fakat yanliş ve haksizdir! Dogu-Anadolu'da böyle bir tek dil
degil, birçok daginik lehçeler var ve belki bunlar kendi aralarinda
ne kadar birbirlerine yakinsalar, her biri ayri ayri Türkçeye de o
kadar yakindir. Bunu görmek ve göstermek lazimdir. Carlik Rusyasinin
Devlet Akademisi, bir Kürtçe lûgat kitabi hazirlayarak 8000 kelime
tespit etmiş, fakat bu kelimelerden %36 dan fazlasinin Türkçeden
geldigini kaydeylemişti. Türkçeden sonra en hâkim rol oyniyan
Farsçanin hissesi ancak %30 du. Geri kalan kelimeler Ermenice ve
Arapçaya baglaniyord. Burada esasen beliren Türkçe hâkiyemeti
gerçekte daha kuvvetli olabilir; zira Arapça kelimelerin çogu,
Farsçalarin bir kismi, esasen Türkçede kullanilanlardi ki çok
muhtemelen olarak, büyük bir kismi Türkçe vasitasiyla geçmiştir.
Nihayet şunu da ilâve edelim ki, bu lûgat kitabi, iddiamiza kuvvetli
bir destek oldugu halde, ona bile fazla dayanmak caiz degildir,
zira, yukarida söyledigimiz gibi, ortada mütecanis bir tek dil
bulundugu bize şüpheli görünüyor.
Sonra, önümüzde müsmir bir çalişma sahasi daha var ki oda dag,
dere, köy vesaire gibi yer adlaridir. Bunlar üzerinde metotlu
toponimi araştirmalari yapilsa, bugün anadili Türkçe olmadigi
sölenen, hattâ bununla da kalinmiyarak, 1,5 milyonluk mütecanis bir
kütle gbi tasavvur edilen insanlarin yaşama sahalarinda, yer
isimlerinin bir kisminin kadim tarihe, belki daha büyük bir kisminin
da Türkçeye baglandigi ve bu isimlerin deforma olmuş Türkçe
kelimeler oldugu meydana çikar.
Bu sahada şimdiye kadar bir şey yapilmadi diyemem; fakat metotlu
çalişmak lazimdir.
şimdi, bu umumi mülâhazalardan sonra, tekrar Tunçeli tarihine
dönelim mi? Fakat bu tarih, binlerce seneden beri, gayet hareketli,
gayet seyyal olmakla beraber, bütün tezahürleri, esas itibariyla,
hep ayni kalmiştir: işlek yollar ve eski iskân merkezleri yakininda
sapa kalmiş daglik br blok! Kuvvetli Devletlerin sadece sarmakla,
şurasinda burasinda karakollar tesis etmekle iktifa ederek içine
sokulmiya (isterseniz tenezzül etmedikleri, isterseniz cesaret
edemedikleri deyiniz) hulasa, ihmal ettikleri yer,zayif kavimlerin
firtinali çaglarda kendilerini attiklari signak; faka başka
firtinalar gözleyerek, o sirada bir çig gibi ovalara, yollara
indikleri üs!
Roma-Iran Imparatorluklarinin rekabeti sirasinda da böyle oldu;
Selçukiler devrinde de bu esas degişmedi; bütün Osmanli devrinde de,
yani Cumhuriyetimizin kat'i müdahalesine kadar da bu böyle kaldi.
Bunun içindir ki Dersim tarihi için hem çok şey söylenebilir, hem de
bu söylenenler, yukarida kaydedilen şu birkaç satirla hulâsa
olunabilir. Ben, bu kaadrla iktifa ediyorum.
şüphesiz bu uzun mazi içinde, Dersim için bir şeyler yapilmak
istenmiştir ve kendiliginden bir şeyler de olmuştur. Bu
kendiliginden olan şeyler arasinda, Dersim içinde birtakim Türk
sitelerinin kurulmasi göze çarpar. Banse, kirk sene evvele ait
malûmat ihtiva eden cografya kitabinda, Dersimin en canli merkezi
olan çemişkezek için, nüfusunun üçte ikisinin "Türkleşmiş" oldugunu
kaydeder. Bu tâbir çok manalidir: demek iptidai kavimlerin yaşama
sahasi içinde Devletin hiçbir yardimi olmasizin, kendiliginden
kurulan ve gelişen Türk beldeleri, hiçbir zorlama politikasina lüzum
olmadan, maarifin yardimi bile olmadan, etraflarina Türklügün
işigini yaymişlardir. Bu tarihi vâkia, bize artik tarihe karişan
Dersimin yerinde Tunçeli dogarken rehberlik edebilir: güzel yollarin
kenarinda kurulan nümune şehirleri, bu sefer mektebiyle, rahat
yaşama şartlariyle, insan emegini mâkul ve münasip şekilde kullanip
tasarruf etmesiyle, evvelce kendiliginden fakat yavaş yavaş olan ve
belki vakit vakit aksamalara ugriyan şeyi, şimdi süratle, emniyetle
temin edebilir.
Dersim için evvelce yapilmak istenen şeylere gelince, bunlar
üzerinde durmiyarak, sadece bu şeylerin, sirf Dersimin zararini
önlemek gayesini hedef tutugunu, fakat tarihte ilk defa,
Cumhuriyetimizin Dersimi bertaraf etmek gibi zor bir işi başarmakla
kalmayip onun yerinde berrak ve temiz bir Tunçeli yaratmak gibi şerefl
bir işi ele aldigini kaydetmek isterim!
Burada, Dersimin Tunçeli olmasi için gereken iktisadi tedbirler
üzerinde biraz konuşmak istiyorum.
------------------------------------------------------
Aktaranin notu: üçüncü bölümünü aktardigim,sayin Besim Darkot'un
uzun makalesinin diger bôlûmlerini gelecek gûnlerde parça, parça
olarak iletecegim. Tamamini aktarip birlestirmek umuduyla, hosça
kaliniz. Bu makale; Scrupule Kitapevi'nin arsivinden alinmistir.
A.Karsan
Tunçeli Üzerinde Cografi Gôrûsler
Prof. Besim Darkot
Kenan Matbaasi. Istanbul-1941-1942