M. Tornêğeyali
Türkiyenin Temel Sorunu Nedir?
Türkiyenin temel sorununun demokrasi sorunu olduğunu, daha
doğrusu işleyen bir demokrasisinin olmadığını söyleyebiliriz.
Demokrasi sorunu barış, özgürlük -(düşünce ve inanç özgürlüğü başta
olmak üzere)- insan hakları, seçme ve seçilme hakkı, yaşama hakkı,
vs gibi temel hakları kapsar. Türkiye Ekonomik, politik, sosyal,
çevre, trafik ve ulaşım vs gibi bir çok sorunla karşı karşıyadır. Bu
sorunların tümü birbirine bağlıdır, birbirini etkiler veya tetikler.
Çözümleri de yine birbirine bağlıdır.
Türkiye toplumunda demokrasinin gelişmemesi, var olan sorunları
ağırlaştırmaktadır. Dilerseniz bu sorunları önem derecesiyle
sıralayalım. Başta Kürtler olmak üzere azınlık milliyetlerin baskı
altında tutulması sorunu, başta Aleviler olmak üzere islamiyet dışı
inançların baskı altında tutulması sorunu, düşünce ve örgütlenme
özgürlüğü üzerindeki baskılar, sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme
önündeki engeller ve saire sorunlar, demokrasinin bütün kurum ve
kuruluşları ile işlememesinden kaynaklanmaktadır. Demokrasi, ancak
bütün kurum ve kuruluşları ile işlemeye başlarsa, sorunların
çözümüne başlanabilir.
Türkiyededeki toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engel,
şüphesiz ki Kürt sorununun çözülmemiş olmasıdır. Kürt sorununun
çözümü, öteki bütün toplumsal ve sosyal sorunların çözümünde
belirleyici bir yere sahiptir. Kürt sorunu derken, bir özden
bahsediyorum. Aslında sorun, sadece bir Kürt sorunuyla sınırlı
değildir. Başta Kürtler olmak üzere, bütün öteki azınlık
milliyetleri, kültürel ve inançsal grupları da kapsayan ulusal ve
demokratik bir sorundan söz ediyorum. Dersim/Zaza sorunu, Ezidi (Yezidi)
sorunu, Ermani, Asuri (Keldani, Süryani, Nasturi) sorunu, Laz sorunu
gibi etnik, dilsel ve kültürel sorunlar ile Alevilik gibi inançsal,
dinsel sorunların çözümü, bugün Kürt sorunu olarak bilinen sorununun
çözümü ile içiçedir.
Kürt sorunun çözümünde taraf olanlar kimlerdir? Taraflardan biri
devlettir. Devlet de kendi içinde hükümet ve genelkurmay başta olmak
üzere çeşitli güç odaklarından oluşmaktadır. Yeri geldikçe devleti
oluşturan tarafların politik tutumları üzerinde duracağım ama bu
yazıda esas olarak, tarafların ikinci cephesini yani Kürtleri ve
çözümden yararı olan öteki kesimleri konu edineğim.
Kürt sorunu, son yirmi yıldır süreci belirleyen asıl sorundur.
Kürt sorununda son yirmi yıldır en önemli taraf, şüphesiz ki PKKdır.
PKK, hem savaşı başlatmış ve yürütmüş taraf olarak, hem de hala en
örgütlü silahlı güç olmasından ötürü böyledir. PKKnın 1984deki
silahlı saldırıları ile başlayan çatışmalı süreç, arada kısa süreli
iki ateşkes dışında, A. Öcalanın yakalandığı 1999a kadar sürdü. A.
Öcalanın yakalanması ve yargılanması sürecindeki tavrı, sadece
silahlı mücadelenin veya savaşın bittiği değil, artık eline hiç bir
zaman silah almayacağı şeklinde net bir tavırdı. Evet, A. Öcalan,
bir daha silaha baş vurmamak üzere, savaşı sona erdirdiğini ilan
ediyor ve 2003 yılının sonlarına kadar bu doğrultudaki tavrını
sürdürüyordu. PKK -(KADEK, KONGRA-GEL isimleri altında)- da bu
yaklaşımı benimsemiş görünüyor ve esas olarak sınır ötesinine
çekilerek, çatışmalara girmiyordu.
A. Öcalanın yakalandıktan sonraki tavrı, sadece bir nevi
teslimiyet değildi aynı zamanda önemli bir politika değişikliğiydi.
Bu politika değişikliği, demoratik cumhuriyet tezi altında
yürütüldü. Silahlara elveda şiarı dışında, üniter devlet
yapısının bozulmasını istemediğini, federasyon veya otonomiye bile
gerek olmadığını, sadece biraz daha demokrasi ile sorunun
çözüleceğini, mahkeme süreci boyunca tekrarlayıp durdu. Kemalizme
hayranlığını belirtmekle yetinmeyip, kendisine fırsat verilirse,
devlete hizmet etmeye hazır olduğunu, şehit annelerinden özür
dileyerek ilan ediyordu, (bkz. AHİM Savunmaları). Bütün bunların,
kendince kelleyi ipten kurtarmaya yönelik taktikler olduğu
sonradan anlaşılacaktı. Devlet, onun söylediklerini ciddiye
almıyordu ama idam da etmiyicekti, çünkü verilmiş sözleri vardı.
A. Öcalan, idam edilmeyeceğinden emin olduktan sonra, bugün
serbest kalabilmek için pazarlık yapmaya çalışıyor. Bu niyetle
2004ün başlarında, mahkeme sürecinde söylediklerinin hepsini bir
tarafa bırakarak, PKKnın meşru savunma stratejisine geçmesini
istedi. 2004ün baharında çatışmaların yeniden başlaması üzerine,
yükselen tepkilere karşı meşru savunma stratejisinin, ateşkesi
bozmak ve saldırı niyeti taşımadığını, saldırılara karşı sadece
kendini savunmak anlamına geldiğini söylüyordu. Bu arada DTHnin
örgütlenmesi ve bir an önce harekete geçmesi için de talimatlar
veriyordu.
2004ün baharından 2005in yazına kadar geçen bir yıllık süreç,
çatışmalı döneme geçiş için yeterli olmuştu. Çatışma bölgelerinde
herşey eskiye, 1999 öncesine dönmüştü. PKK, özellikle mayın döşeme
ve uzaktan kumanda sistemiyle Türk ordusunun saldırılarını boşa
çıkarmaya çalışıyordu. Bir yıllık süreç içinde, başta sınır
bölgeleri olmak üzere, Kürdistanın dağlık alanları, PKKnın saldırı
mevzilerine dönüşüyordu. Bu arada bazı iç bölgeler ve özellikle
Dersim, eylem alanı seçiliyor ve elverişli doğası ile insanlarının
çaresizliği de kullanılarak çatışmaların yürütüldüğü odak durumuna
dönüştürülüyordu. PKK, çatışmasız dönemin avantajlarını kullanarak,
2003den beri ülke içlerine sızma ve yığınak yaparak iyi bir
hazırlık süreci yaşadığını yaptığı eylemlerle gösteriyordu. Türk
ordusu da, ilk andaki hazırlıksız durumundan kısa zamanda kurtularak
tekrar saldırıya geçiyordu.
Bir yıldır süren çatışmaların sonuçları gözler önündedir. Her
tarafta yine ölü ve yaralılar, yine göz yaşı ve kan var. Geriye
dönüş için, umutlanmış küçük orandaki insanlar, yine tedirginlik
içindedir. İnsanlar, evlerini, köylerini onaramadan, çaresiz yine
şehirlerin yolunu tutuyor. Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı
Dersimde, tetirginlik en üst seviyelerde seyrediyor. Adeta
olağanüstü hal dönemine yeniden geçilmişti. Bölgenin bütün stratejik
noktalarına konuşlanmış olan askeri birlikler, bütün giriş ve
çıkışları kontrol altında tutuyor. Kimlik kontrolü ve kimlik
alıkoymalar yeniden yürürliğe girmiş, başta festival olmak üzere
bölgedeki etkinlikler, valiler tarafından yasaklanıyordu. Tam bu
sırada PKK yeniden bir aylık bir eylemsizlik kararı ile
çatışmaları askıya aldığını ilan ediyordu.
A. Öcalanın mahkeme sürecündeki teslimiyet tavrı, nasıl ki
idamdan kurtulmak için kendince bir taktikti, çatışmaların
yeniden başlatılması da, A. Öcalanın daha serbest hareket etmesi,
muhatap alınması, dahası serbest bırakılması için başvurulmuş bir
taktiktir. Aynı şekilde, ilan edilen bir aylık eylemsizlik kararı
da bir taktiktir ve söz de iyi niyet gösterisi ile pazarlık yapma
şansını arttıracağını var saymaktadır. Gemlike yürüme, bu amaçla
düşünülmüş kamuoyu yaratmaya yönelik bir girişimdir. Ancak, bütün
bunlar boş girişimlerdir ve fiyaskoyla sonuçlanacaktır. Devlet, bu
girişimlerin hiç birini ciddiye almıyor. Tersine atağa geçerek, hem
ülke içinde terör estirerek olayların üstüne şiddetle gidiyor ve hem
de yeni terör yasalarıyla bu durumu yasal bir çerçeveye oturtmaya
çalışıyor. Bu arada uluslararası alandaki girişimlerine de, olumlu
cevaplar almaya başladı.
Hükümet ve devlet PKKyı ciddiye almıyor, çünkü PKK kendi
ciddiyetine, kendisi ve üstelik önderi A. Öcalan eliyle gölge
düşürmüştür. Ve TC, hiç de beklemediği ve de hak etmediği bir zafer
kazandığının farkındadır. Böyle bir durumda neden PKK ve Apoyu
muhatap kabul etsin ki? PKK ve A. Öcalanın açmazdaki bu durumunu
kullanarak, Kürt sorununu daha da pasifize etmeyi düşünmektedir. A.
Öcalanın yakalanmasından sonra geçen süreç içinde, sorunun çözümü
yolunda ciddi hiç bir demokratik açılımda bulunmaması bunun en iyi
kanıtıdır.
PKK ve A. Öcalanın içinde bulunduğu açmaz, Kürt ulusal
hareketini, dolayısıyla bir bütün olarak Kürtleri ve Kürt sorununu
da açmaza sürüklemektedir. PKK, Türk devletinin inkar ve yok etme
siyasetine karşı, Kürt halkının tepkisini denetimi altına aldı ve
özellikle 12 Eylül cuntasına karşı bu tepkiyi kullanarak Kürt halkı
içinde tartışılamaz tek oterite konumuna yükseldi. Yasal olarak
kurulan ya da kurdurulan HEP/DEP ya da HADEP/DEHAP gibi Kürt
partileri, PKKın legal alandaki gölgesi olmaktan öteye gidemedi.
PKK, bu partilere ve yöneticilerine kukla rolü biçti. PKK insiystifi
veya etkisi dışında kurulan partilere de çalışma alanı bırakmadı ve
bırakmamaktadır.
A. Öcalan ve PKK Kürt halkının iradesini ipotek altına almıştır.
DTH, bütün cafcaflı söylemlere rağmen ölü doğmuştur. DTH, Kürt
halkının değil, PKKnın sesidir. PKK dışındaki hiç bir Kürt
hareketi, bu oluşuma katılmadı, bu oluşum için yapılan
tartışmalalara bile seyirci kaldı. Daha önce şöyle ya da böyle PKK
veya onun etkisindeki harekete destek olan Kürt aydınlarının önemli
bir kesimi, artık PKKya destek vermediği gibi, DTH gibi paravan bir
örgütte çalışmayı da red ediyor veya göze alamıyor.
DTH içinde yer alan bir çok insanın kendi özgür iradesi ile
hareket ettikleri kuşkuludur. En azından bunların bir kısmının,
kerhen DTH ile hareket ettiğini söylemek mümkün. Bir kısmının
tehdit ve baskı ile orada tutululduğunu söylemek için müneccim
olmaya gerek yoktur. Ama bütün bunları bir yana bıraksak bile,
DTHnin PKKnın ve A. Öcalanın sesi olmaktan öteye gidemeyeceği
kesindir. Bu durum ise, başta halkın oyu ile seçilmiş belediye
başkanları olmak üzere, iyi niyetli ve demokrat insanları töhmet
altında bırakmakta ve Kürt halkının önünü tıkayarak Kürt sorununu
çözümsüzlüğe sürüklemektedir.
PKK, kendisi dışındaki bütün Kürt parti ve hareketlerini, kendisi
gibi düşünmeyen veya oteritesine boyun eğmeyen bütün Kürt
şahsiyetlerini ortadan kaldırmak veya etkisiz bırakmak için çok
kararlı hareket etmektedir. Şahıslara yönelik politikası, sadece
baskı ve şiddet uygulayarak pasifize etmek değil, Fikmet Fidan
örneğinde görüldüğü gibi katliam şeklinde ortadan kaldırma yöntemi
de teredütsüz kullanılmaktadır. PKK, kendi dışındaki parti ve
gruplara karşı da aynı kararlılıkla hareket etmekdir.
PKK dışındaki Kürt hareketinin, parti ve gruplarının bir çok
handikapları var. Her şeyden evvel ülke zemininde yeterli düzeyde
örgütlü değillerdir. Entellektüel birikime sahip bir çok Kürt
aydını, Türkiyede baskı ve işkence görmüş, hapis yatmış ve sonuçta
yurt dışına çıkarak ülke ile bağlarını büyük oranda koparmıştır.
Bunlar, gerek geçmişte ve gerekse bugün hala öznel bazı
yaklaşımlarla doğru bir politika oluşturmaktan uzaktırlar. Ülke
zemininde politika yapabilmek için koşullar hala tümüyle elverişli
değildir. Bütün bunlar, PKKnın baskı ve tehditleri ile birleşince
şartlar daha da zorlaşmaktadır. PKK, bunların farkındadır ve bu
kozları muhaliflerine karşı kullanmak için bütün araçlara baş
vurmaktan geri durmayacaktır.
Çözüm nerededir ve Kürt tarafı, sorunu nasıl ele almalıdır?
PKKnın yirmi yıldır sürdürdüğü politikalar, Kürt sorununu
çözememiş, tersine daha da ağırlaştırarak karmaşık bir hale
getirmiştir. Kürt sorunun çözümü için şiddete baş vurmak, silahlı
mücadele başlatmak gerekli miydi? Eğer, silahlı mücadele olmasıydı,
sorun bu düzeye gelebilir miydi? Bütün bunlar, tartışılabilir. Ama
her şeyden önce bugün sorulması gereken soru, silahlı mücadele
Kürt sorununu çözmede bir yol ya da yöntem olarak benimsenebilir mi?
Bunun Kürt sorunun çözümüne bir katkısı, Kürt halkının çıkarlarına
bir yararı olacak mıdır?
Bu sorulara ben pozitif anlamda bir cevabı mantıklı bulmuyorum.
Silahlı mücadele, savaş veya şiddete dayanan mücadele biçimlernin
tümü, Kürt sorunun çözümünde olumlu bir rol oynamayacaklardır.
Tersine şiddet, sorunu daha da ağırlaştıracak ve çözümü
zorlaştıracaktır. Bu güne kadar yürütülen şiddet politikasından,
Kürt halkının hiç bir kazancı olmadı. Tersine kaybetti. On binlerce
savaşçısını yitirdi, birkaç katını sakat verdi. On binlerce insan
hapis, işkence ve en kötü muamelelere maruz kaldı. Milyonlarca insan
yerini, yurdunu terketti, yüz binlercesi aç, sefil ve işsiz kaldı.
Binlerce köy ve mezra yakıldı, yıkıldı veya boşaltıldı. Hayvanları,
ekinleri, bağ ve bahçeleri imha edildi. Peki kazancı nedir? Kürt
halkının hiç bir kazancı olmamıştır.
Ulusal sorunlar, özünde demokratik sorunlardır ve çözümü de
demokrasidedir. Kürt sorunun çözümü, demokratikleşmeden geçer.
Kürt sorununda taraf olan güçlerin barışçıl, demokratik ve meşru bir
mücadele biçimini esas alması şarttır. Güney Afrikada Mandelanın,
Filistinde FKÖnün, Güney Kürdistan Kürtlerinin, IRA ve Sinn
Feinin yaklaşımları örnek alınmalıdır. İspanyol sömürgeciliği, Batı
Avrupa kapitalistlerinin, özellikle de Fransanın desteği ile BASK
sorununda çözüme yanaşmak istemiyor ama eninde sonunda yanaşacaktır.
Gelinen aşamada PKK, Kürt ulusal sorununun çözümünün önündeki en
büyük engeldir. Sorunun çözümü için PKK, Kürt ulusal demokratik
hareketinin önünü açmalıdır. PKK, Kürt hareketinin önünü açmadıkça,
Kürt hareketinin gelişip çözüm üretmesi zorlaşır, hatta
imkansızlaşır. Bu bakımdan PKKnın yapması gereken tek ve en doğru
şey, kendini fesh etmesidir. PKK kendini fesh ederek Kürt ulusal
hareketinin önünden çekilirse, Kürtler kendi ulusal ve demokratik
hareketini, daha güçlü bir şekilde ve meşru bir zeminde yeniden
yaratacaklardır. Şiddeti rededen, meşru ve demokratik, ulusal bir
Kürt hareketi, eninde sonunda kazanacaktır. Dünyadaki gelişmeler bu
yöndedir. Türk devletinin çözümsüzlük inadı, ebediyete kadar süremez.
Şiddeti rededen bir Kürt ulusal hareketine karşı, Türk halkının
tavrı da sonsuza kadar olumsuz olamaz.
PKKnın, A. Öcalanın yakalanması ile çatışmalara son vermesi,
silahları fiili olarak susturmuştu. Çatışmaların fiili olarak
durması, her ne kadar geçici bir rahatlamaya yol açtıysa da bu durum,
kalıcı bir barışa dönüşemedi. Bunun esas nedeni devletin tutumu ise
de, diğer bir nedeni de Kürt ulusal hareketinin buna hazır
olmamasıydı. Hala da buna hazırlıklı olduğu söylenemez, çünkü bu
süreç gerekli örgütlenmeyi ve politikaların üretilmesini zorunlu
kılmaktadır.
Sorunun çözümü için PKKnın çatışmaları durdurması yetmez, daha
da önemlisi politik sahneyi tümüyle terketmesi gerekir. PKKnın
bütün politikaları, A. Öcalanın serbest bırakılmasına endekslenmiş
durumdadır. Bunun anlamı, Kürt sorununun A. Öcalana feda edilmiş
olmasıdır. Oysa olması gereken, tersidir. Kürt sorununun çözümü, A.
Öcalanın serbest kalmasının da yolunu açacaktır. A. Öcalanın
özgürlüğü, Kürt halkının özgürlüğü anlamına gelemez ama Kürt
halkının özgürlüğü, A. Öcalanın da özgürlüğünün yolunu açabilir. Bu
bakmdan PKK önce eylemsizlik kararaını sürekli bir ateşkese
dönüştürmelidir. Bu da yetmez, kendini feshederek politik sahneden
çekilmeli ve Kürt halkının önünü açmalıdır. PKK, siyasal olarak
miyadını doldurmuştur. Onun Kürt halkına verebileceği en güzel
hediye, kendini fesh etmesidir.
18.09.05