Anasayfa      Yazilar       Forum       Arşiv  

 

 

 

 

 

Tartışma Kültürü, Demokrasi ve Mücadele Üzerine Düşünceler

Dersim Forum

 M. Tornêğeyali

Dersim'i hakimiyeti altına alma ve Dersimlileri asimile etme çalışması ve mücadelesi yüz yıllardırdır yapılmaktadır. Osmanlı döneminde kırmakla yok edemedikleri Dersimlileri, daha sonra Cumhuriyet döneminde de itaat altına almak için değişik metotlar denenmiştir ve bu süreç devam ediyor.


Asimilasyon ve eritme politikalarının en etkilileri dilinin yasaklanması ve onun yerine Türkçe’nin dayatılması, kültürünün ve tarihsel değerlerinin tahrip edilmesi, yozlaştırılması, değiştirilmesi şeklinde yürütülmüştür. Bütün bunlar ekonomik zorlukların dayatılması, bağımlılık ve şiddetle içiçe yürütülmüştür. Kültürünün bir parçası olan Dersim inancının tahrip ve asimile edimesi de bu imha politıkasının bir parçasıdır.


Ben ateist bir insanım, sosyalizmden yanayım ve bilimsel düşünüyorum. Bu benim felsefem, ideolojim ve yaşam tarzımdır. Bu konuda en küçük bir tereddütüm yoktur. Ama ben, her şeyden önce bir demokrat olarak sorunlara yaklaşmayı yeğliyorum ve bunun sosyalist ve ateist bir yapıyla çelişmediğine inanıyorum.


Bir sosyalist olarak ben, sosyalist olmayanlarla örneğin, inananlarla veya burjuva-kapitalist sistem içerisinde kalmayı, dahası bu sistemlerin değerlerine sahip çıkmayı savunanlarla beraber çalışmanın veya çalışabilmenin hiç de imkansız olmadığına inanıyorum. Ama tek şartla: Demokrat olmak, demokratik kurallara uymak, demokrasinin gereklerine uymak şartıyla. Bu şartları yerine getiren veya bunlara uyan bütün farklı görüşlerle beraber çalışmaya hazırım.


Çok sınıflı bir toplumda yaşadığımıza göre, sınıfların kendi çıkarları ve dünya görüşlerinin olması da çok doğaldır. Sınıflı toplumda yaşayan bir sosyalist olarak, kendimi toplumumdan izole etmem söz konusu olamaz. Toplumumun sorunları benim de sorunlarımdır ve bunların çözümüne ilişkin çalışmalar yapmayı gerekli ve zorunlu buluyorum.


Din, inanç meselesi, yüz yıllardır toplumun önemli bir sorunudur ve bu daha uzun bir süre sorun olmaya devam edecektir. Dolayısıyla sosyalistlerden kendilerini toplumun var olan bir sorunundan uzak tutmaları, görmezlikten gelmeleri veya yok saymaları beklenemez, beklenmemelidir. Ben de karınca kararınca elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ama bunu yaparken, klasik ‘solcu’ bir mantıkla değil, yeni ve gelişmiş, değişmiş bir anlayışla yaklaşıyorum.


Yetmişli, seksenli yılları ‘sol’ hareket içinde ve çok sıcak olarak yaşadım. O dönemde, dine hakaret etme, inanç sahiplerini küçümseme, aşağılama, yok sayma, vb tavırlar revaçtaydı. Ama bu yaklaşım biçiminin yanlış olduğu çok geç de olsa sonradan anlaşıldı. Özellikle geriye dönüşlerle beraber, insanların kiliselere koşması bunun çok açık bir göstergesidir. 12 Eylül sürecinden sonra Türkiye’de de dine yönelme ve dini örgütlenme çok yoğun bir şekilde yaşanmıştır. Hakim sınıfların bu durumu kullanmaları veya teşvik etmeleri sorunun özünü değiştirmeyecektir.


İçinde yaşadığımız sistemde, sorunları iyi ve doğru kavramak ve ona uygun mücadele, örgütlenme ve çözüm yolları bulmak lazım. Demokratik bir toplum anlayışı, karşılıklı hoş görü ve saygı, temel hak ve özgürlüklerin her kes için olması, sorunları beraber çözme yaklaşımı toplumun bir çok sınıf ve tabakasının, çevre veya grupların ortak istemi ve özlemidir. Böyle bir durumda toplumun sorunlarının beraber ele alınması ve en rasyonel çözümlerin üretilmesi doğru ve gereklidir.


Ben dine inanmıyorum diye dini yok saymam gerekmiyor. Dine, dinsel yaklaşımlara karşı saygı, farklı düşüncelere karşı gösterilmesi gereken bir yaklaşımdır. Sorunu böyle ele almak gerekir. Farklı düşüncelere karşı hoş görülü olmak, onların bir hak olduğunu kabul etmek demektir. Hak olan bir sorun temelinde örgütlenmek de ayrı bir haktır, bu da örgütlenme hakkıdır. Dolayısı ile düşünce ve inanç özgürlüğü gibi örgütlenme özgürlüğü de bir haktır. Düşünce, inanç ve örgütlenme özgürlüğü sadece inananlar için değil, inanmayanlar için de haktır ve aynı hoş görünün, aynı toleransın inanmayanlara da gösterilmesi gerekir.


Bugüne kadar, düşüncelerinden ötürü en büyük baskıya uğrayanlar, inananlar değil, inanmayanlardır. Hatta bir çok kişi, grup veya topluluk, inanmadıkları için değil ama 'inançsız' oldukları bahanesiye katledilmişlerdir. Kimin tarafından? İnananlar tarafından. Dolayısı ile, özgürlük ve eşitlik, sadece baskı altındaki inananlar için değil, inanmayanlar için de geçerli ve zorunlu olmak zorundadır. Karşılıklı hoş görüye dayanan demokratik bir toplumda, özgürlük ve eşitlik, sadece baskı gören, ezilen, horlanan inançlar için değil, aynı zamanda inanmayanlar için de geçerlidir, geçerli olmak zorundadır. Bunu neden söylüyorum? Bazıları, dinsel sorunları sadece inananlar ele alabilir veya ele almalıdır mantığını savunuyor da ondan.

Alevi cemaatlerinde, bazı Alevi çevrelerinin şu itiraz veya yaklaşımlarına, bir çoğumuzun muhatap veya tanık olduğunu sanıyorum. Ateistler, Alevi örgütlenmesine girmesin, karışmasın şeklindeki sesleri her kesin duyduğunu tahmin ediyorum. Hatta bazıları, Alevilik hakkında farklı düşünenleri veya rakiplerini saf dışı bırakmak için jürnallemeyi, gammazlamayı bile açıktan açığa yapabilmektedirler. Burada ateistler, açıkça kınanan, horlanan, dışlanan konumundadır. Kimin tarafından? Ezilmiş ve baskı altındaki bir inanç grubu olan Aleviler'in belli kesimleri tarafından.


Ben dinci değilim, dine de karşıyım. Ama bu, inananlara karşı şiddet kullanmak, onlara karşı silahlı mücadele yürütmek anlamına gelmez. Bunu, farklı görüşlere karşı izlenen politika olarak algılamak gerekir. Farklı görüşler, bir mücadele içerisindedirler, her biri kendisinin doğrusunu savunmaktadır. Din, aslında düşüncenin bir biçimidir. Dahası din, bir dünya görüşüdür ve dolayısı ile bir yanı ile politikanın taa kendisidir. Politika ve dolayısı ile din, bugüne kadar egemen sınıf ve zümreler ile onlarla iş ve çıkar birliği içinde olanlar tarafından yapılmış, yönlendirilmiş, biçimlendirilmiş ve yeniden üretilmektedir.

Din Kime Hizmet Ediyor?


Bunun için dinin çıkış dönemlerine kadar inmek gerekir. Bu ise, uzun ve geniş bir çalışmanın konusu olur ve bu makalenin boyutlarını da aşar. Ayrıca ‘DERSİM İNANCI’NDA HIZIR ve HIZIR ORUCU’ adlı makalemde bunu kısaca işlemeye çalışmıştım. Ama kısaca belirtmek gerekirse din, kimin elindeyse, hangi sınıf, zümre veya tabakanın denetimindeyse ona hizmet eder. Sınıflı bir toplumda başka türlüsü de düşünülemez. Dinle beraber yaşamak ve dine karşı mücadele etmek, yüzyıllarca sürecek bir mücadeledir. Bu, yanlış düşünce ve yaklaşımlara karşı, bilimsel ve yöntemsel materyalist bir yaklaşımı gerektirir. Bu doğru ile yanlışın, bilimsel olan ile hurafenin, yeni ile eskinin mücadelesidir. Bu mücadele binlerce yıldır sürüyor ve sürecektir.


Benim dine karşı yaklaşımım kısaca ifade etmeye çalıştığım gibidir. Dersim İnancı bağlamında, soruna yaklaşırken de, bu genel perspektifi koruyorum. Ama şu farkla: Madem ki egemen güçler, kendi dinini egemen olmayanlara dayatmaya, onların inancını ve kimliğini değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışıyor, ben de kendi toplumumun bir ferdi olarak, kendi ulusal değerlerime sahip çıkmaya, onları korumaya ve geliştirmeye çalışıyorum. Bütün mesele budur.


Dersim’e ve Dersim’in değerlerine sahip çıkmak ulusal bir duruşu gerektirir. Ulusal ve yurtsever bir duruş ise, Dersim’in maddi ve manevi bütün değerlerine sahip çıkmayı gerektirir. Bu dil kadar, kültürün bütün unsurlarını, dini, tarihi, coğrafyayı, doğayı ve doğal yaşamı bütünüyle kapsar. Din veya inanç bağlamında, Dersim İnancını ele alırken de, tabii ki modern ve demokratik toplum örneklerini baz ve örnek alacağız. Düşünsel yapımız ve yaklaşımımız da çağın gereklerine cevap vermek zorundadır. Bu yaklaşım biçimi, hiç şüphe yok ki bilimsel, realist ve gerçekçi olmak zorundadır.


Hurafeci, metafizik yaklaşımlar, Dersim toplumuna çözüm olamazlar. Hiç şüphe yok ki, mücadele iyi ile kötü, modern ile ilkel, yeni ile eski, bilimsel olan ile olmayan arasındaki bir mücadeledir. Toplumu değiştirmek ve dönüştürmek, ilkelin yerine modern olanı, eski olanın yerine yeni olanı koyma mücadelesidir. Ama her şeyden evvel düşünsel olarak buna hazır olmak gerekir. Bunun için de bilimsel ve ideolojik olarak hazır ve yetkinleşmiş bir yapıya ihtiyacımız var.


Tartışmaların dostça ve seviyeli olabilmesi için de, hoş görülü, ilkeli ve demokrat olmak gerekir. Demokrasinin nimetleri tadamamış, böyle bir ortamı ne aile olarak ne de toplum olarak yaşamamış bireylerin, demokrat olmaları, hoş görülü ve toleranslı davranmaları imkansız değilse de oldukça zordur. Ama eğer, sorunlarımızı beraber çözmek istiyorsak, demokrat olmak zorundayız. Demokrat olmak, aynı zamanda farklı düşüncelere karşı hoş görülü yaklaşmayı gerektirir.


Farklı düşüncelere karşı hoş görülü olmak, onları eleştirmemek anlamına gelmez. Ama eleştiri, karalamak veya linç etmek için değil, düzeltmek ve dönüştürmek içindir. Bunun için de, hoş gürüye dayanan bir tartışma kültürü yaratmamız ve uygulamamız gerekiyor.


Gelişmiş toplumlarda hoş görü içinde sorunlara yaklaşma ve tartışma kültürü, şu veya bu şekilde vardır. En sağcı parti veya çevre temsilcileri ile en solcu parti veya çevre temsilcileri karşılıklı, aynı masa etrafında kavga etmeden tartışabilmektedir. Bizde ise, aynı çevreden gelen insanlar, hatta aynı veya benzer hedef ve amaçlar için mücadele ettiğini söyleyenler arasında bile anlaşmazlıklar, ayrılık veya hakaretlere varmakta ve tartışmalar tıkanmaktadır. Bunun anlamı bizde, demokrasi kültürünün, tartışma ve eleştiriri kültürünün gelişmediğidir. Bunu yenmemiz ve yerine hoş görülü bir yaklaşım yerleştirmemiz gerekiyor.


M. Tornêğeyali


Dersim Forum

 

Back to Top

Hosted by www.Geocities.ws

1