KISIM C.4
PİYASAYA NEDEN BÜYÜK ŞİRKETLER EGEMEN OLUR?
 
 
C.4.1 Büyük Şirketler Ne Kadar Büyüktür?
C.4.2 Büyük Şirketlerin Toplum Üzerindeki Etkileri Nelerdir?
C.4.3 Büyük Şirketlerin Varlığının Ekonomi Kuramı ve Ücretli Emek Açısından Anlamı Nedir?
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

"Olgular gösteriyor ki. . . kapitalist ekonomiler zaman içerinde ve bazı fasılalarla giderek daha fazla yoğunlaşıyor." (M. A. Utton, The Political Economy of Big Business, s. 186) "Serbest" piyasanın dinamiği, (ulusal, ve giderek de uluslararası düzeyde) az sayıdaki firmanın hakimiyeti altında olma eğilimidir; bu, oligapolcü rekabete ve söz konusu şirketlerin daha yüksek karlar yapmasına neden olmaktadır (ayrıntılar ve kanıtlar için Bir Sonraki Kısıma bakınız). Bu, kurulmuş olan şirketlerin rekabet etmek için gerekli olan büyük sermaye yatırımlarını yapabiliyor olması, böylece de verili bir piyasaya girebilen ve orada varlığını sürdürebilen rekabetçi [şirket] sayısını azaltması yüzündendir. Bu nedenle, Proudhon'un sözleriyle, "rekabet, rekabeti öldürür." (Systems of Economical Contradictions, s. 242)

Bu, "(1880'lerden sonra ABD'de Büyük Şirketlerin yükselişinin ardından) yeni, güçlü markaların ortaya çıkmadığı anlamına gelmez; çıkmışlardır, ancak bu yüzyılın başlarında ya küçük olan veyahut da mevcut olmayan piyasalarda." Kapitalizmin dinamiği öyle bir şeydir ki, "(Büyük Şirketlerin büyüklüğü ve pazar gücü ile ilgili olan) rekabetçi avantaj bir kere yaratıldığı zaman, devamlılık gösterir." (Paul Ormerod, The Death of Economics, s. 55)

Hiç ya da çok az sermayesi olan insanlar açısından, rekabete girmek düşük başlangıç maliyetleri olan küçük piyasalarla sınırlıdır ("Genelde, küçük ölçekli üretimle ilgili olan sanayiler genellikle. . . daha düşük yoğunlaşma düzeylerine sahiptirler." (Malcolm C. Sawyer, The Economics of Industries and Firms, s. 35)). Ne üzücüdür ki, rekabetin dinamikleri nedeniyle, zayıf olanlar iflas edip başarılı olanlar büyüdüğü ve sermaye maliyetleri artığı için, bu piyasalar da teker teker az sayıdaki büyük firmanın hakimiyeti altına girerler -- "Sermayenin çevrimini her tamamlayışında, birey ona oranla giderek küçülür." (Josephine Guerts, Anarchy: A Journal of Desire Armed, sayı 41, s. 48)

Örneğin, 1869 ile 1955 arasında, "Kişi başına ve emek gücü birimi başına düşen sermayede dikkati çeken bir büyüme vardı. Kişi başına düşen net sermaye. . . on yıllık bir dönem için % 17'lik bir büyüme hızıyla. . . başlangıç seviyesinin dört katına ulaşmıştı." Gayri safi [brüt] sermaye oluşumunun yıllık oranı, "1869-1888'deki 3.5 milyar $ [seviyesinden] 1929-1955'de 19 milyar $'a, ve 1946-1955'de ise 30 milyar $'a yükseldi. Yaklaşık olarak yüzyılın üç çeyreği boyunca süren bu uzun dönemli artış böylece orijinal seviyesinin dokuz katına [eşit olmuştu]." (Simon Kuznets, Capital in the American Economy, s. 33 ve s. 394, 1929'un dolar değeriyle sabitlenmiştir). Örnek olarak çelik sanayisini alırsak: 1869'da ABD'de çelik sanayisinin ortalama maliyeti 156,000 $'dı; ancak 1899'a gelindiğinde bu 967,000 $ olmuştu --% 520 artış. 1901'den 1950'ye gelindiğinde, bütün olarak çelik sanayisindeki gayri safi sabit varlıklar 740,201 $'dan 2,829,186 $'a yükseldi --Bethlehem Çelik'in varlıkları 1905 (29,294 $) ile 1950 (1,314,267 $) arasında % 4,386.5 arttı). Bu artan varlıklar, hem işyerlerinin büyüklüğüne, hem de şirketin idari düzeylerine (yani tek tek işyerleri arasında) bir bütün olarak yansıdı.

İşçi başına sermayenin oranın yükselmesiyle, verili, iyi-gelişmiş bir piyasada rakip bir firma kurmanın maliyeti, --diğer büyük firmalar hariç-- herkesi bunu yapmaktan alıkoyar (başlangıç maliyetlerini daha da yükselten reklam ve diğer dağıtımla ilgili maliyetleri burada gözardı ediyoruz --"reklamlar sanayiye girmek için gerekli olan sermaye [miktarını] yükseltir." (Sawyer, Op. Cit., s. 108)) J. S. Bain (Barriers in New Competition) üç ana giriş engelini tanımlar: ölçek ekonomileri (yani artan sermaye maliyetleri ve [sermayenin] daha üretken doğası); ürün farklılaştırması (yani reklam yapma); ve "mutlak maliyet avantajı" dediği daha genel bir kategori.

Bu son engel, daha büyük şirketlerin kaynaklar, fikirler, vb. şeyler açısından daha küçük şirketlerin üstesinden gelebilecekleri; ve Araştırma ve Geliştirme ile patent alımına daha fazla para koyabilecekleri anlamına gelir. Böylece, küçük şirket üzerinde teknolojik ve maddi bir avantaja sahip olabilirler. Belirli bir zaman için "ekonomik [karlı] olmayan" fiyatlar --"yıkıcı fiyatlandırma" [predatory pricing] denilen bir faaliyet-- verebilirler (ve kaynakları sayesinde hala ayakta kalırlar) ve/veya daha büyük bir pazar payı elde etmek veya rakipleri piyasa dışına itmek için bol harcamalı tanıtım kampanyaları yapabilirler. Ayrıca, harici sermaye [external capital, şirketin kendi öz kaynaklarından sağlanmayan sermaye] elde etmek büyük şirketler açısından daha kolaydır, ve genellikle daha az risk içerir.

Ayrıca, büyük firmaların icatlar ve teknolojinin geliştirilmesi üstünde büyük etkileri olabilir --daha yeni, daha küçük işletmeleri ekonomik güçleri sayesinde bünyelerine katabilirler, ve yeni fikirleri satın alabilirler (ve böylece de kontrol ederler) --aynen petrol şirketlerinin alternatif enerji kaynağı teknolojilerinin patentlerini ellerinde tutmaları, ardından da kendi ürünlerine karşı rekabeti azaltmak için bunları kullanmamaları gibi (tabii ki, gelecekte bir gün, karlı olduğunda bunları geliştirebilirler). Yine, piyasanın denetimi güvence altında olduğunda, oligapoller genellikle mevcut fabrikalarının kullanımını azami kılmak için icatları geciktirecek veya ürün farklılaştırmayı azami kılmak için düzmece icatlar yapacaklardır. Piyasayı kontrol denetlemelerine (Batılı oligapollerin 1970'ler ve 1980'lerde Japon [oligapollerinin] artan rekabetine maruz kalmasında olduğu gibi, genellikle diğer büyük firmalar tarafından) meydan okunduğunda, daha ileri teknolojinin kullanımını hızlandırabilir ve (esasen sahip oldukları kaynakların büyüklüğü sayesinde) genellikle rekabetçi kalmayı başarabilirler.

Bu engeller iki düzeyde işler --mutlak (giriş) engelleri ve göreceli (hareket) engelleri. Piyasa hacim olarak büyüdükçe, bir işe girişmek için gerekecek sermaye miktarı da büyür. Bu piyasaya yeni sermaye girmesini engeller (ve bunu, perde arkasından önemli finansal ve/veya siyasi destek edinen firmalarla kısıtlı tutar):

"Hakim örgütler bir kere sanayinin yapısını tanımlamaya başladığında, potansiyel rekabetçileri çok büyük giriş engelleri bekler. Fabrika, teçhizat ve personel için devasa yatırımlar gerekir. . . (Ö)rgüt içinde üretken kaynakların geliştirilmesi ve bunların kullanılması hatıtı sayılır bir zaman alır --özellkle de aşılması güç mevkiler [incumbent] söz konusuyken. . . Bu nedenle, oldukça rekabetçi koşullarla. . . nitelendirilen bir sanayide az sayıda iş örgütlenmesinin ortaya çıkması, ile (o)ligapolistik bir piyasa gücünün (damgasını taşıyan). . . bir sanayiye zorla girilmesi oldukça farklı şeylerdir." (William Lazonick, Business Organisations and the Myth of the Market Economy, s. 86-87)
Dahası, oligapolcü sanayinin içerisinde, hakim firmaların büyük bir hacme ve piyasa gücü[ne sahip olması], küçük firmaların rekabeti azaltacak genişleme dezavantajlarıyla karşılaşması anlamına gelir. Hakim firmalar küçük rakipleri karşısında birçok avantaja sahiptir --önemli bir alım gücü (kaynaklara daha iyi erişimin yanısıra tedarikçi firmalardan daha iyi hizmet ve daha düşük fiyatlar alınmasını sağlar), finansal kaynakları ayrıcalıklı erişim, yatırımları finanse etmek üzere daha fazla dağıtılmamış kazanç [retained earnings], hem işyerlerinin kendi içlerinde hem de [işyerleri] arasında ölçek ekonomileri, fiyatları "ekonomik olmayan" düzeylere düşürme ve vb. (tabii ki, daha küçük bir şirketi de satın alabilirler --1995'te IBM, Lotus'u 3.5 milyar $'a satın aldı. Bu, 20 milyon nüfusu olan Nepal'in yıllık ürününe eşittir). Büyük bir şirket veya şirketler yine genişlemeye çalışan daha küçük şirketlerin faaliyetlerini sınırlamak için, müşterilerle ve tedarikçi şirketlerle kurmuş oldukları ilişkilere dayanabilirler (örneğin, bağlantılarının daha küçük şirketlerin ürünlerini satın almasını engellemek için nüfuzlarını kullanmak).

Proudhon'un "(r)ekabette. . . zafer en büyük taburlara aittir" demesine şaşmamak gerek. (Op.Cit., s. 260)

Bu giriş/hareket engelleri sonucunda, piyasanın iki ana sektöre bölündüğünü görürüz --oligapolcü sektör ve daha rekabetçi olan sektör. Bu sektörler iki düzeyde faaliyet gösterirler --(verili bir piyasada çok büyük piyasa payları, güçleri ve fazla karları olan az sayıdaki firma ile) piyasalar içerisinde ve bizzat ekonominin içerisinde (bazı piyasalar fazlasıyla yoğunlaşmış ve az sayıdaki şirketin hakimiyeti altındadır, diğer piyasalar ise daha rekabetçidir). Bu, daha rekabetçi piyasalardaki firmaların yanısıra, oligapolcü piyasalardaki küçük firmaların da büyük şirketler tarafından ezilmesine yol açar. Rekabetçi güçlerden korunmak demek, oligapolcü piyasalardaki piyasa fiyatının piyasaki ortalama üretim fiyatına doğru düşmeye zorlanmaması demektir; bunun yerine, [piyasa fiyatı] sanayideki (piyasada hakim bir konumda olmakla ilişkili kazanımlara erişimi olmayan) daha küçük şirketlerin üretim fiyatları etrafında dengelenme eğilimindedir. Bu, kendi oligapolcü piyasalarında genellikle karşılaştırılabilir [düzeyde bir] getiri elde eden en büyük şirketler hariç olmak üzere, getiriler [sektöre] girmeye değer olmadığı için yeni sermayenin piyasaya girmesi teşvik edilmezken, hakim firmaların süper-karlar kazanabileceği anlamına gelir (ve piyasa gücünün sadece birkaç [şirketin] elinde olması nedeniyle, eğer hakim firmalar yayılmayı bir tehdit olarak algılarlarsa, küçük firmalar açısından [piyasaya] girmek potansiyel olarak tam bir felaket olabilir.)

Böylece Büyük Şirketlerin semeresini aldığı süper-karların devamlılığını sağlayan şey, rekabeti azaltan --yoğunlaşma, piyasa gücü ve hacmi cinsinden-- avantajlardır (ayrıntılar için Kısım C.5'e bakınız).

Ve, Büyük Şirketlerin yükselişini sağlayan süreçlerin küresel piyasada da işlemekte olduğunu belirtmeliyiz. Büyük Şirketlerin karları azami kılmak ve piyasada hayatta kalmak arzusuyla ortaya çıkması gibi, "(ç)okuluslular da, oligapolcü dünyada karları pekiştirmenin ve çoğaltmanın bir yolu oldukları için ortaya çıkarlar." (Ketih Cowling ve Roger Sugden, Transnational Monopoly Capitalism, s. 20) Böylece tamamen ulusal olan bir fotoğraf diyelim ki piyasanın dört firmanın hakimiyeti altında olduğunu gösterirken, küresel görünüm ise bunun yerine oniki firma olduğunu gösterecektir bize, ve piyasa gücü çok daha az kaygılandırıcı görünür. Ancak ulusal piyasanın zamanla yoğunlaşamaya maruz kalması, küresel piyasalarda da aynen yaşanır. Zamanla, küresel piyasaların çoğuna hakim olan bir elin parmakları kadar firmayla, gelişkin bir küresel oligapol yapısı ortaya çıkacaktır (işlem hacmi [turnover] çoğu ülkenin GSYİH'sinden daha büyük [olan firmalar] --ki bu bugünkü durumdur. Örneğin, 1993'de Shell'in 100.8 milyar $'lık varlıkları, Yeni Zelanda'nın GSYİH'nin neredeyse iki, Nijerya'nın ise üç katıydı; toplam satışları ise 95.2 milyar $ idi).

Böylece, kapitalizmin kendi dinamiği, piyasada hayatta kalmanın gereklilikleri, piyasanın Büyük Şirketlerin hakimiyeti altına girmesine ndene olur ("rekabet ne kadar gelişirse, rekabetçilerin sayısını o kadar azaltma eğilimi gösterir." (P-J Proudhon, Op.Cit., s. 243)). Rekabetin piyasa koordinasyonunu tahrip etmesi ve yerine kaynakların planlı dağıtımını geçirmesi ironisi kapitalizmin destekçilerinin sıklıkla gözünden kaçar.
 

C.4.1 BÜYÜK ŞİRKETLER NE KADAR BÜYÜKTÜR?

Büyük Şirketlerin varlıklar, satışlar ve kar bölüşümü üzerindeki etkileri açıktır. ABD'de, 1985'de, 14,600 ticari banka bulunuyordu. En büyük 50'si tüm varlıkların % 45.7'sine, en büyük 100'ü ise % 57.4'üne sahipti. 1984'de imalat sektöründe faaliyet gösteren 272,037 şirket vardı; bunların 710 tanesi (% 0.25'i) toplam varlıkların % 80.2'sine sahipti. Hizmetler sektöründe (küçük işletmelerin yuvasıdır genellikle), toplam 889,369 firmanın içindeki 95'i sektörün varlıkların % 28'ini elinde bulunduruyordu. 1986'da, tarımda 29,000 büyük çiftlik (tüm çiftliklerin yalnızca % 1.3'ü) toplam çiftlik satışların üçte birinden ve çiftlik karlarının ise % 46'sından sorumluydu. 1987'de, en büyük 50 firma, Fortune 500 Büyük Sanayi Şirketi [listesinin] toplam satışlarının % 54.4'ünden sorumluydu. (Richard B. Du Boff, Accumulation anf Power, s. 171)

Piyasaya hakim olma süreci, büyük şirketlerin artan piyasa paylarında ifadesini bulmaktadır. İngiltere'de, en büyük 100 imalatçı şirket, piyasa paylarının 1909'daki % 16 [değerinden], 1949'da % 27'ye, 1958'de % 32'ye ve 1975'te % 42'ye yükseldiğini gördüler. Net varlıklar cinsinden ise, en büyük 100 sınai ve ticari şirket net varlıklar içindeki paylarının 1948'deki % 47 {oranından], 1968'de % 64'e ve 1976'da ise % 80'e çıktığını gördüler (RCO Matthews, Economy and Democracy, s. 239). Daha geniş bakarsak, 1995'de 50 firmanın sanayileşmiş dünyadaki imalat mallarının % 15'ini ürettiğini görürüz. Dünya çapında motorlu taşıt sanayisinde 150 kadar şirket bulunmaktadır. Ancak en büyük ikisi, [yani] General Motors ve Ford, tüm taşıtların hemen hemen üçte birini üretmektedir. En büyük beş firma toplam ürünün yarısını, en büyük on firma ise dörtte üçünü üretmektedir. Beş beyaz eşya firması Birleşik Devletler'deki çamaşır makinalarının % 98'ini imal etmektedir; et piyasasında dört firma % 85'ini kontrol ederken, diğer 1,245 firma piyasanın % 15'ini paylaşmaktadır.

Ekonomik gücün yoğunlaşması en fazla imalat sektöründe belirginleşirken, bununla sınırlı kalmamaktadır. Hizmetler sektöründe de giderek artan bir yoğunlaşma görüyoruz --havayolları, fast-food zincirleri ve eğlence sektörü bunlardan yalnızca birkaç örnek.

Büyük Şirketlerin bir diğer etkisi, tek tek sanayilerde yoğunlaşma seviyeleri artarken, büyük şirketlerin giderek çeşitlenmesi  eğilimidir. Bunun sebebi, verili bir piyasa büyük şirketlerin hakimiyeti altına girdikçe, bu şirketlerin kuvvetlerini ekonomide artırmak ve riskleri azaltmak amacıyla (büyük kaynaklarını kullanarak) diğer piyasalara yayılmasıdır. Bu, birçok farklı piyasada ana şirketin yan firmalarının [subsidiary] ortaya çıkmasından görülebilir --görünüşte birbirine rakip olan bazı ürünlerin sahibinin aslında aynı şirket olmasıyla!

Tütün şirketleri bu çeşitlendirme stratejisinin ustalarıdır; çoğu insan bilmeden onların zehirli sanayisini destekler! İnanmıyor musunuz? Peki öyleyse; eğer herhangi bir Jell-O ürünü yediyseniz, Kol-Aid içtiyseniz, Log Cabin şurubu kullandıysanız, Minute Rice'ı ağzınızda kıtırdattınızsa, Miller birası lüplettiyseniz, Oreas yiyip yuttuysanız, Ritz krakerinizin üzerine Velveeta sürdüyseniz, ve bunları Maxwell House kahvesi eşliğinde yuttuysanız, tütün sanayisini desteklediniz, üstelik sigaradan tek bir nefes çekmeksizin.

Ne ironiktir ki, ekonominin Büyük Şirketlerin hakimiyeti altına girmesinin sebebinin bizzat rekabetin doğası ile ilgisi vardır. Rekabetçi bir piyada (karları azami kılarak) hayatta kalabilmek için, firmalar sermayeye, reklamlara ve vb.'lerine yatırım yapmak zorundadırlar. Bu hayatta kalma süreci potansiyel rekabetçilere karşı engeller oluşturulmasına neden olur; [bu ise] giderek daha fazla sayıdaki piyasanın birkaç büyük firmanın hakimiyeti altına girmesine neden olur. Bu oligapolleşme süreci, (büyüklükleri nedeniyle) oligapollerin küçük firmalara oranla daha fazla kaynağa erişim imkanı olması sayesinde, kendi kendini sürdürücü hale gelir. Böylece, rekabetçi kapitalizmin dinamiği oligapol formunda kendisini olumsuzlar [yadsır].
 

C.4.2 BÜYÜK ŞİRKETLERİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ NELERDİR?

Kapitalist eğilimli pek çok ekonomistin ve kapitalizmin destekçilerinin, Büyük Şirketlerin kapitalizmdeki hacmi ve hakimiyetiyle ilgili yaygın kanıtları önemsiz göstemeye çalışması şaşırtıcı değildir.

Bazıları Büyük Şirketlerin bir sorun olduğunu kabul etmez --eğer piyasa az sayıda firmanın hakim olmasına neden oluyorsa, o zaman bırakın öyle olsun (sağ-liberter "Avusturya" okulu bu çeşit tutumun en ön cephesinde yer alır --"Avusturya" [okulu] ekonomistlerin ve diğer "piyasa avukatları"nın, Büyük Şirketlerin işaret ettiği ekonomide piyasa koordinasyonunun bastırılarak yerini planlı koordinasyona bırakmasını kutlamaları biraz ironik gözükse de). Bu bakış açısına göre, müşteriye hizmette iyi olmadıkça, oligapoller ve karteller genellikle uzun süre hayatta kalamazlar.

Katılıyoruz --burada tartıştığımız şey oligapolcü rekabet. Büyük Şirketler talebe cevap vermek zorundadırlar (reklamlarla bunu manipüle etmediği/yaratmadığı zaman tabii ki), aksi takdirde rakiplerine (genellikle aynı piyasadaki diğer hakim şirketlere, veya diğer ülkelerin büyük firmalarına) piyasadan pay kaptırırlar. Ancak, oligapol gerçeğine "serbest piyasa"nın verdiği yanıt, bizim yalnızca tüketicilerden daha fazlası olduğumuzu, ve ekonomik faaliyetin ve piyasa olaylarının sonuçlarının yaşamın birçok farklı yönü üstünde etkisi olduğu olgusunu gözardı eder. Yani bizim argümanımız, aynı ürün için rekabetçi piyasaya göre daha fazla ödeyeceğimize odaklı değildir --bizim burada ilgilendiğimiz oligapolün daha geniş sonuçlarıdır. Eğer az sayıdaki firma, yalnızca büyüklüklerinin rekabeti sınırlaması nedeniyle fazladan karlar elde ediyorsa, bunun etkileri her yerde hissedilecektir.

Başlangıç olarak, bu "fazladan" karlar birkaç elde toplanacak, böylece toplumdaki gelir dağılımını (ve güç ile nüfuzu) çarpıklaştıracaktır. Mevcut kanıtlar gösteriyor ki, "daha yoğunlaşmış olan sanayiler, (firmanın katma değeri içerisinde) işçiler açısından daha düşük bir ücret payına neden olmaktadır." (Keith Cowling, Monopoly Capitalism, s. 106) Büyük şirketler karlarının yalnızca % 52'sini --küçükler ise % 79'unu-- ellerinde tutarlar, gerisini hisse getirisi olarak dağıtırlar; ve "şirket artığından rantiyerlerin payı diyebileceğimiz [bir kısmı] --hisse getirileri [temettüler] artı vergi öncesi kar ve faizin yüzdesi olarak faiz-- keskin bir şekilde artarak, 1950'lerdeki % 20-30 [seviyesinden] 1990'larda % 60-70 [seviyesine ulaşmıştır]." (Doug Henwood, Wall Street, s. 75, s. 73) ABD nüfusunun en üstteki % 10'luk dilimi şahısların elinde bulunan hisse senedi ve tahvillerin % 80'den fazlasına, hisse sahiplerinin en üst % 5'lik dilimi ise şahısların elindeki hisse senetlerinin % 94.5'una sahiptir. Refahın 1970'lerden beri yoğunlaşmasına şaşmamak gerek (Ibid., s. 66-67) En temelinde, gelirin bu [şekilde] çarpıklaşması kapitalist sınıfın sınıf savaşını sürdürmesine [hizmet edecek] daha fazla kaynak sağlar, ancak etkisi bundan çok daha yaygındır.

Dahası, "genel yoğunlaşma düzeyi ekonomideki karar-almanın merkezileşmesinin derecesine ve büyük firmaların ekonomik gücüne işaret eder." (Malcolm C. Sawyer, Op.Cit., s. 261) Böylece oligapol, ücretleri ve herkesin koşullarını kötüleştirmek üzere bir bölge/ülke/işgücünü bir diğeriyle karşı karşıya getirmeye hizmet edecek yer kararları ve yatırım kararlarıyla ilgili olan ekonomik gücü çoğaltır ve merkezileştirir (veya, eş derecede olası olmak üzere, yatırım asi işgücünün veya radikal hükümetlerin bulunduğu ülkelerden uzaklaşacak, bunun sonucunda ortaya çıkacak olan [ekonomik] çöküş kimin çıkarlarına saygı gösterilmesi gerektiğini onlara öğretecektir.) Şirketin hacmi büyüdükçe, yer değiştirme [relocation] tehditi, işgücünün ücret kesintilerini, kötüleşen koşulları, "küçülmeyi", vb.'ni; toplulukların ise artan kirliliği, grevler, sendika hakları vb. konularda sermaye yanlısı kanunların geçirilmesini (ve sermayenin hareketliliği nedeniyle şirketlerin siyaset üstündeki artan denetimini) kabul etmesine sağlamasıyla birlikte, sermayenin emek ve toplum üzerindeki gücü artar.

Yine, tabii ki, [sahip oldukları] ekonomik önem ve kaynakları, onlara hükümeti lehte politikalar uygulamak için etkileme becerisi --ya politik partilere mali destek sağlayarak doğrudan, veya yatırım kararları, basını etkileme ve think-tankleri destekleme yoluyla dolaylı olarak-- kazandırdığı için, oligapol politik iktidara neden olur. Ekonomik güç, kısıtlanmış emek fırsatlarının yanısıra iş süreci üzerinde sebep olabileceği olumsuz etkilerin bulunduğu emek piyasalarına da uzanabilir. Tüm bunlar, içinde yaşadığımız toplumu, tabi olduğumuz yasaları, piyasada karşı karşıya olduğumuz "oyun alanı"nın "eşitliği" ve "düzeyliliği"ni, ve toplumdaki hakim fikirleri şekillendirir (bakınız Kısım D.2 ve Kısım D.3).

Böylece, artan büyüklükle beraber güçte de, oligapollerin "faaliyet göstermeyi seçtikleri koşulları etkileme" gücünde de artış ortaya çıkar. "Ücretlerin seviyesine ve çalışmanın hızına yalnızca tepki vermekle kalmazlar, aynı zamanda onları belirlemek üzere eyleme geçerler. . . Üretimi ve yatırımı kaydırmaya yönelik gerçek bir tehdit, ücretlerin düşük tutulmasına ve (işçilerin göstermek zorunda oldukları) çaba düzeyinin artmasına hizmet edecektir, . . . (ve)" katma değerde ve ulusal gelirde "karlara yönelik bir yeniden bölüşüm (için) . . . uygun ortamın sağlanmasında devletin desteğini kazanabileceklerdir." (Keith Cowling ve Roger Sugden, Transnational Monopoly Capitalism, s. 99)

Oligapollerin ürettiği metaların piyasa fiyatları maliyetler artı mark-up şeklinde belirlendiği için, artan maliyetlere veya kar oranlarındaki düşüşlere fiyatları yükselterek uyum göstermemeleri, onların enflasyona katkıda bulunabilir. Ancak, bu oligapolcü kapitalizmin [ekonomik] çöküşlere maruz kalmadığı anlamına gelmez. Hiç de öyle değildir. Sınıf mücadelesi ücretlerin payını (ve böylece de karın payını) etkileyecektir, çünkü ücret artışları fiyat artışlarını tam olarak telafi etmeyecektir --yüksek fiyatlar daha az talep demektir ve daima diğer oligapollerden kaynaklanan bir rekabet tehditi vardır. Ayrıca, sınıf mücadelesinin, sistemin istikrarlığı önündeki en büyük sınırlamaları yaratan üretkenlik ve bir bütün olarak ekonomideki artı değerin miktarı üstünde etkisi vardır. Böylece oligapolcü kapitalizm, geçmişin rekabetçi kapitalizmini daha fazla etkilemiş olan hiyerarşi, sömürü ve baskıya karşı toplumsal direnişin etkileriyle hala mücadele etmek zorundadır.

Oligapolün bölüşümsel etkileri geliri [gelir dağılımını] çarpıklaştırır, bu nedenle tekelin derecesinin hanehalkları arasındaki bölüşümün eşitsizliğinin derecesi üstünde asli bir etkisi vardır. Refahın yukarıdakilere akması, üretimin işçi sınıfının gereksinimlerinden (kaynaklara erişim konusunda diğerlerini dışlayarak ve diğerlerinin [işçilerin] elleri boş kalırken firmaların elit piyasalar için mallar üretmesiyle) uzaklaşmasına yardımcı olur. Keith Cowling tarafından sunulan ampirik kanıtlar, "ücretlerden karlara yönelen bir yeniden bölüşümün, tüketim üzerinde durgunluğa sebep olan bir etkisi olduğu sonucuna işaret etmektedirler", ki bu bir [ekonomik] bunalıma yol açabilir (Op.Cit., s. 51). Yüksek karlar aynı zamanda firmaların yatırım yapmak üzere [karların] daha fazlasını ellerinde bulundurabilecekleri (veya tabii ki üst düzeydeki idarecilere daha fazla maaş ödemeleri veya hisse getirilerini yükseltmeleri) anlamına gelir. Sermaye emekten daha hızlı bir şekilde büyüdüğü zaman, aşırı-yatırım giderek ağırlaşan bir sorun haline gelir, ve toplam talep düşen kar paylarını telafi edecek kadar yükselemez (iş çevrimleri hakkında daha fazlası için bakınız Kısım C.7). Dahası, sermaye stoğu büyüdükçe, oligapol nihai çöküşü derinleştirme eğiliminde olacak, tekrar toparlanmayı daha uzun ve zorlu yapacaktır.

Oligapole etkinlik [efficiency] açısından bakacak olursak, oligapollerden süper karların elde edilmesi, piyasadaki daha yüksek fiyatların etkin olmayan şirketlerin üretim yapmayı sürdürmesine imkan verdiği anlamına gelir. Küçük firmalar, yüksek maliyetlere, optimal altı [ölçekteki] fabrikalara vb.'ne karşın ortalama (oligapolcü olmayan) karlar elde edebilirler. Bu, piyasa güçlerinin ortalamadan daha yüksek maliyetteki firmaları ortadan kaldıracak şekilde işleyememesi (ki bu destekçilerine göre kapitalizmin en önemli niteliklerinden birisidir) yüzünden kaynakların etkin kullanılmamasına yol açar. Ve, tabii ki, bir avuç firma tüm diğerlerinin üstesinden gelebilmesi, yani kaynakların en gereksinilen yerlere değil de en büyük efektif [effective, fiili] talebin olduğu yerlere gitmesi nedeniyle, oligapolcü karlar tahsis edici [allocative] etkinliğin çarpıklaşmasına yol açar.

Oligapolcü şirketlerin ellerinde bulunan böylesine büyük kaynaklar, etkin olmayan firmaların diğer oligapolcü şirketlerden kaynaklanan rekabet karşısında bile piyasada ayakta kalmasına imkan verir. Richard B. Du Boff'un belirttiği üzere, etkinlik "piyasa gücü rekabetçi baskıları idari reformlardan vazgeçilecek kadar azalttığı zaman da zayıflatılmış olur. Kötü ün salmış bir vaka . . . (1901'de kurulan) ABD Çelik'tir. Bununla birlikte, şirket hiç de ticari bir başarısızlık değildi; etkili piyasa denetimini yıllarca sürdü, ve sulandırılmış hisse kağıtları üzerinden normalin üstünde kazançlar sağlandı. . . Böylesi bir başka örnek Ford'dur. Şirket, 1930'larda şaşalı günlerinde biriktirilmiş nakit kaynaklarla ayakta kalabildi. 'Ford, gerçekten de büyük olan bir iş örgütlenmesinin şaşırtıcı derecede kötü bir yönetimle ayakta kalabildiğinin mükemmel bir örneğini sunmaktadır.' " (Accumulation and Power, s. 174)

Böylece Büyük Şirketler pek çok düzeyde ekonomideki etkinliği azaltırken, aynı zamanda toplumun sosyal, ekonomik ve siyasi yapıları üstünde de önemli ve uzun vadeli etkiler gösterir.

Toplumdaki sermayenin ve refahın yoğunlaşmasının etkileri çok önemlidir, zaten biz de bu nedenle kapitalizmin büyük şirketler yaratma eğilimini tartışıyoruz. Bir azınlığın refahının çoğunluğun yaşamları üzerindeki etkisine SSS Kısım D'de değinilmektedir. Orada gösterildiği üzere, kapitalizm, çalışanlar üzerindeki doğrudan otoritenin yanısıra, refahtan kaynaklanan güç sayesinde topluluklar üzerinde de dolaylı bir kontrolü içerir.

Yani kapitalizm Adam Smith gibi insanlarca tanımlandığı şekilde serbest piyasa demek değildir --sermayenin yoğunlaşma düzeyi serbest rekabet düşüncelerini alaya almıştır.
 

C.4.3 BÜYÜK ŞİRKETLERİN VARLIĞININ EKONOMİ KURAMI VE ÜCRETLİ EMEK AÇISINDAN ANLAMI NEDİR?

Burada Büyük Şirketlerin ekonomi kuramı ve ücretli emek üzerindeki etkisine değineceğiz. Michel Kalecki'nin sözleriyle, tam rekabet "en gerçekçi olmayan varsayım"dır ve "el altında hazır bulunan modelin fiili durumu unutulduğunda tehlikeli bir efsane haline gelir." (Malcolm C. Sawyer'ın alıntısı, The Economics of Michel Kalecki, s. 8) Ne yazık ki hakim kapitalist ekonomi bu efsane üzerine kurulmuştur. Ne ironiktir ki, "marjinal ekonominin hakimiyetinin, çok sayıda küçük firmadan [oluşan] hayali dünyasının. . . yerleşmesi, (1890'larda Büyük Şirketlerin yükselişi) arka planında" gerçekleşti. Böylece, "neredeyse ortaya çıkmasıyla birlikte, marjinal ekonominin şirketlerin (ve eklemeliyiz ki piyasaların) kuramsal koyutları [postulate, önerme] gerçekliğin karikatürü olmuştur." (Paul Ormerod, Op.Cit., s. 55-56)

Ekonomik ideolojinin varsayımlarının gerçeklikle çelişmesinin ücretli emeğin "gönüllü" doğası üstünde önemli karşılıkları vardır. Eğer neo-klasik ekonominin rekabetçi modeli geçerli olsaydı, firma denetimiyle ilgili hiçbir "giriş engeli"nin olmamasının yanısıra, çok çeşitli biçimlerdeki mülkiyet tiplerini (kooperatifler dahil olmak üzere yaygın kendi işinin sahibi olanları ve sermaye kiralayan işçileri) görmeliydik. Durum böyle değildir --sermaye kiralayan işçiler yoktur, kendi işine sahip olanlar ve kooperatifler ise marjinaldir. Hakim denetim biçimi emeği kiralayan sermayedir (ücretli kölelik).

Kapitalizmin destekçileri, "tam rekabet"e dayanan bir modelle, ücretli emeğin gönüllü bir seçim olduğu bir durumu inşa edebilirler --her şeyden öte, işçiler (böyle bir piyasada) görece kolay bir şekilde sermaye kiralayabilir veya koperatifler kurabilirler. Ancak "serbest" piyasanın gerçekliği öyle bir şeydir ki, bu model aslında mevcut değildirler --ve bu, bir varsayım olarak, ciddi bir şekilde yanıltıcıdır. Eğer kapitalist ekonominin gerçekliğini hesaba katacaksak, oligapolün hakim piyasa biçimi olduğunu, ve kapitalist ekonominin doğası itibariyle işçiler açısından olası seçenekleri kısıtladığını eninde sonunda kabul etmemiz gerekecektir --bu, ücretli emeğin "gönüllü" bir seçim olduğu inancını savunulamaz kılar.

Eğer ekonomi piyasaya girişi güçleştirecek ve [piyasada] hayatta kalmayı sermaye biriktirmeye bağımlı kılacak şekilde yapılandırılmışsa, o zaman bu engeller hükümet kararnameleri kadar etkili hale gelecektir. Eğer küçük işletmeler oligapoller tarafından eziliyorsa, o zaman başarısızlık (ve işçilere pek az kaynak bırakma) şansı artmaktadır; ve eğer gelir eşitsizliği büyükse, o zaman işçiler sermaye borçlanarak kendi kooperatiflerini başlatmak amacıyla gerekli teminatı bulmakta oldukça zorlanacaklardır. Bu nedenle, kapitalizmin gerçekliğine bakarsak, oligapolün varlığının (ders kitaplarının aksine) çalışan insanlar açısından "serbest piyasa"daki mevcut seçenekleri sınırlayarak ücretli emeği kalıcı kılmaya yardım ettiği belirginleşecektir.

Kısım C.4'de belirttiğimiz üzere, az sermayeye sahip olanlar düşük başlangıç maliyetleri ve düşük yoğunlaşmanın olduğu piyasalara itilecektir. Böylece, kapitalizmin destekçilerinin işçilerin hala bir seçeneği olduğu iddiasına. Ancak, bu seçenek (belirttiğimiz üzere) oligapolcü piyasaların varlığıyla sınırlıdır --öylesine sınırlıdır ki, çalışan nüfusun % 10'undan daha azı kendi işine sahiptir. Dahası, teknolojik kuvvetlerin düşük başlangıç maliyetleri gerektiren piyasaların sayısını çoğaltabileceği iddia edilmiştir (bir örnek olarak sıklıkla bilgisayar piyasasına işaret edilir). Ancak, 100 yıl önce elektrik motorları fabrikalardaki buhar makinalarının yerini aldığında da benzeri tahminler yapılmıştı. "(1870'lerin) yeni teknolojileri, küçük üretim birimleri ve merkezsizleşmiş çalışma tarzıyla uyumluydu. . . Bu. . . beklentiler gerçekleşmedi." (Richard B. Du Boff, Op.Cit., s. 65) Kapitalizmin tarihine bakarak, yeni teknolojilerle ilgili olan piyasaların da aynı yolu izleyeceğini tasavvur edebiliriz.

Kapitalist gelişmenin gerçekliğine göre, işçiler düşük başlangıç maliyeti gerektiren yeni piyasalara yatırım yapsalar bile, sistemin dinamiği zaman içerisinde bu piyasaların da az sayıdaki büyük firmanın hakimiyeti altına girmesine yol açmaktadır. Dahası, küçük kooperatifler, oligapolcü bir piyasada hayatta kalmak için ücretli emek kiralamak veya aksi takdirde kapitalist kaygılarla hareket etmek baskısı altında olacaktır (bakınız Kısım J.5.11). Bu nedenle, başlangıçta kapitalizmi yaratan devasa devlet müdehalesini (bakınız Kısım B.3.2) gözardı etsek bile, sistemin dinamikleri tahakküm ve baskı ilişkilerinin devamlı onunla [devlet müdehalesi ile] ilişkili olmasını sağlayacak şekildedir --rekabetin fiilleri onları yarattığı ve güçlendirdiği için rekabet edilerek dışlanamazlar (kapitalizmin kooperatifler ve kendinden yönetim --etkin olmalarına karşın-- karşısında [yarattığı] engeller için Kısım J.5.11 ve Kısım J.5.12'ye bakınız).

Yani sermayenin yoğunlaşmasının bize açık olan seçenekler üzerindeki etkileri geniş ve önemlidir. Büyük Şirketlerin varlığı, alternatif üretim tarzları önüne fazlasıyla etkili engeller çıkardığı için ücretli emeğin "gönüllü" doğası üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Sonuçtaki büyük şirketlerin daha küçük firmalar üzerindeki baskısı yine kooperatifler ve birisinin emri altında çalışmayanlar olarak, kooperatiflerin ve kendi işinin sahibi olmanın yaşayabilme yetisini azaltır; onları fiilen gerçek alternatifler olarak marjinalize eder. Dahası, kapitalizmin dinamikleri, bir kere daha seçeneklerimizi azaltmak üzere yeni piyasalarda dahi daima yeni engellerin yaratılmasına neden olur.

Bütünü itibariyle, kapitalizmin gerçekliği, kastedilen "tam rekabet" modellerinde fırsat eşitliğinin eksik olmasına neden olur. Ve bu eşitlik olmaksızın, ücretli emeğin mevcut seçenekler arasında "gönüllü" bir seçim olduğu söylenemez --mevcut seçenekler, diğer alternatifler marjinalleştirilecek şekilde bir yönde çarpıtılmıştır.
 

Çeviri: Anarşist Bakış


Kaynak: "C.4 Why does the market become dominated by Big Business?", Anarşist SSS.
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1