Tanıtım Çalışanlar Veriler Eğitim Önemli Bilgiler Linkler Kapadokya Açılış Sayfası
UYUMSUZLUK ÇEŞİTLERİ
Genel olarak uyum sorunları üzerinde uzmanlar
farklı sınıflandırmalar yapmakla birlikte, genellikle gelip geçici olan ve psikoz
veya psikosomatik bir hastalık teşkil etmeyen durumlar uyum veya davranış
bozuklukları uyum bozuklukları adı altında toplanmaktadır. Yörükoğlu çocuktaki
ruhsal sorunları 4 başlık altında toplamıştır. Davranış bozuklukları
Davranış bozuklukları çocuğun çeşitli ruhsal
ve bedensel nedenlere bağlı olarak, iç çatışmalarını, huzursuzluklarını
davranışa yansıtması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu çocukların genellikle
çevreleri ile olan ilişkileri gergin ve sürtüşmelidir. Bu grup altında
hırçınlık, sinirlilik, geçimsizlik, kavgacılık, okuldan veya evden kaçma, yangın
çıkarma, sürekli başkaldırma ve kuralları çiğneme gibi problemleri toplayabiliriz.
Duygusal bozukluklar
Bu gruptaki sorunlar çocuğun çevresinden çok
kendisini rahatsız eden problemlerdir. Korkular,kaygı, saplantılı düşünceler, uyku
bozuklukları, kekemelik ve tikler bu sorunlardandır. Bu belirtileri gösteren çocuklar
çevreleri ile ilişkileri çok bozuk olmayan gergin, güvensiz, çekingen çocuklardır.
Kendi iç sorunlarını dışa yansıtmaktan çok kendilerine yönelten kaygılı
çocuklardır. Alışkanlık bozuklukları
Çocukluk döneminde sıklıkla görülen parmak
emme, tırnak yeme, masturbasyon, alt ıslatma, dışkı kaçırma gibi alışkanlıkları
ile ilgili problemler bu grupta toplanmaktadır. Ağır ruhsal bozukluklar
Bu grupta ileri derecede uyumsuzluk olarak
nitelendirilen ruhsal hastalıklar yer alır. Şizofreni, paranoid, affektif gibi
psikozlar, otizm ve depresyon bu grupta yer alan problemlerdir. UYUMSUZ
ÇOCUKLARIN TEŞHİSİ
Uyumsuz çocukların mümkün olduğu kadar erken
tanınması uyumsuzluğun önlenilmesi açısından son derece önemlidir. Uyumsuz
davranışlar ne kadar erken teşhis edilir ve tekrarı önlenirse yeni uyum
davranışlarının kazandırılması o oranda kolay olur.Uyumsuz çocukların eğitiminde
öncelikle problem davranışların saptanması, ortadan kaldırılması ve istendik
davranışların kazandırılması gerekmektedir. Erken teşhis eğitimin temel ilkelerinin başında
gelmektedir. Oyun, çocuk için en iyi teşhis aracıdır. Ancak, uyumsuzlukların
hepsinde çocuk öncelikle tıbbi muayeneden geçirilmelidir. Yapılan muayene ve
tetkikler sonucunda çocuğun sağlıklı olduğu anlaşıldığında zeka,yetenek,sosyal
ve uyum testleri yapılmalıdır. Tıbbi Teşhis
Çocuğun sağlık durumunun ilgili uzman
doktorlarca ayrıntılı olarak incelenmesidir.
Herhangi bir bedensel özrünün bulunup
bulunmadığı ve/veya sürekli hastalık durumları Tıbbi muayeneleri sonucunda sağlıklı olarak
belirlenen çocuklarda psikolojik tanı yapılır. Psikolojik Tanı
Tüm bu testlerden sonra testler değerlendirilir
ve tedavi çizelgesi hazırlanır. Oyun terapisi veya serbest zaman aktiviteleri gibi
yöntemle çocuğun egosu güçlendirilebilir. Bireysel veya grup terapisine alınabilir,
resim, dramatizasyon, müzik, sanat çalışmaları, spor çalışmaları, izcilik,
kampçılık, dağcılık çalışmaları ile sağaltım yapılabilir.Tedavide çocukla
bireysel terapi yapılabileceği gibi bazı durumlarda aile terapisi de yapılabilir. SAVUNMA
MEKANİZMALARI
Benlik
organizmanın çevreye uyumunu sağlamak için çaba gösterir. Altben'den gelen istekler
doyum ararken, üstben'in kurallarına da uymaya çalışır. Eğer üstben altben'den
gelen isteklerin doyurulmasına izin vermezse ve katı kuralları beni zorlarsa ben güç
duruma düşerse çözüm yolu olarak çeşitli savunma mekanizmaları kullanır. Bu
savunma mekanizmaları eğer benliği kuvvetlendirici etkilerde bulunurlarsa sağlıklı,
fakat benliğin işlevini engelleyici etkilerde bulunurlarsa patalojik olarak
görülürler. (Özdoğan 1997) Freud'a göre bebek "id" adını
verdiğimiz içgüdüsel enerji ile dünyaya gelir ve id yaşamak için gerekli olan
cinsellik ve saldırganlık içgüdülerinin deposudur. İd aralıksız olarak sonucu ne
olursa olsun haz alma ve doyurulma çabası içindedir Süperego ise toplumun istek ve
sorumluluğunu içerir. Süperego çocuğa ailesi ve toplum tarafından aktarılan
geleneksel değerlerin temsilcisi olup ödül ve cezalarla pekiştirilir. Süperego
bireyin, davranışlarının doğru ve yanlış olduğuna karar verip toplum tarafından
onaylanan değer yargılarına göre davranmasını sağlar ve 3 yaşından sonra
gelişmeye başlayıp, 5-6 yaşından sonra sağlıklı fonksiyon gösterebilir. İd'in
sürekli haz almayı istemesi ve süperegonun onu hazı ertelemesi kişide çalışmaya ve
kaygının artmasına neden olur. Böyle bir durumda ego akıllı bir araç olarak
ikisinin ortasını bulmaya ve çatışmanın azalmasını sağlamaya çalışır. Ego
id'i denetim altında tutar ve gerçek dünya ile id arasında aracı görevi görür.
Ego, akılcı ve pratik olarak; id'in arzu ve isteklerini mümkün olduğunca yerine
getirmeye çalışır ve onu eğitmeye çalışmaz. (Cüceloğlu 1992) Bu üç öğeden birinin bozukluğu kişilik
bozukluğuna yol açar. Ego'nun yeterince gelişemediği ve çocukta kaygının çok fazla
olduğu durumlarda denge sağlanamayabilir ve böyle durumlarda kişi savunma
mekanizmalarını kullanmaya başlar. Ancak, savunma mekanizmalarının çok
kullanılması da bazı bozuklukların ortaya çıkmasına neden olabilir. Belli
başlı savunma mekanizmaları şunlardır;
1-
Bilinçaltına bastırma
Üstben tarafından izin verilmeyen duygu ve
düşüncelerin, altben'den gelen isteklerin bastırılması, bu bastırılma için kuvvet
sarf etmesi ve yanlış bir dünya algısının ortaya çıkmasıdır. Kısaca, bizde
derin kaygı uyandırabilecek düşünceleri bilinç altına iterek bastırır ve böylece
olumsuz düşüncenin etkisi altında ortaya çıkabilecek kaygıyı önlemiş oluruz.
Kişinin istemediği ve ona acı veren istek ve arzuları bilinçdışına iterek orada
tutar. Ancak baskı altına alınan ya da bastırılan bu duygular düşünceler ve
geçmiş yaşantılar çoğu kez simgesel bir biçimde rüyalarda ya da dil sürçmeleri
şeklinde kendini gösterir.Baskı mekanizması kişiye tehlikeli isteklerini denetim
altında tutmada ve sarsıcı olayların ilk tehlikeli isteklerini denetim altında
tutmada ve sarsıcı olayların ilk etkilerini hafifletmede yardımcı olur. Ancak bu
mekanizma bazen kişinin yüzleşerek gerçekçi yollardan halletmesi gereken
yaşantıları da bilinçten uzaklaştırarak sağlıksız bir nitelik kazanabilir. 2-Yansıtma6>
Bireyin kendinde bulunan
kusurları başkalarında görme davranışına yansıtma denir. Yansıtmada kişi kendi
eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorumluluğunu veya suçunu başkalarına yüklediği
gibi, kendinde suçluluk sorumluluğunu veya suçunu başkalarına yüklediği gibi,
kendinde suçluluk uyandırarak nitelikteki dürtü, düşünce ve isteklerini diğer
insanlarda maledebilir. Örneğin, derslerinde ve sınavlarında başarısız olan
öğrencinin başarısızlığını öğretmene yüklemesi bu türden bir savunma
mekanizmasıdır. Veya oyuncak koltuktan düşen küçük bir çocuğun koltuğu
tekmelemesi de bu tür yansıtma mekanizmasının bir sonucudur. Bazı insanlar ise
düşmanlık duygularını çevrelerinden kendilerine yönelmiş gibi yorumlayabilir veya
kendisi ile ilgili değersizlik duygularını insanların onu küçümsediği şeklinde
yorumlayabilir. Böyle insanlar, çevrelerindeki insanların kendilerine karşı çok
duyarlıdırlar ve içsel güvensizliğin dış dünyaya bu şekilde yansıtmasına halk
dilinde "alınganlık" da denir. Nevrotik kişilerde bu duygu çok yoğun
olduğundan, kendilerine verilen değeri ve yakınlığı kabullenmez ya da psikoz
sınırlarını zorlayan,mantık dışı duyarlılıklar gösterirler. Bu tür tepkileri
sürekli gösteren kişilerde "Paranoid eğilimlerin" varlığı söz konusudur.
Paranoid kişiler, çevrelerindeki insanların davranış ve sizlerini yanlış yorumlama
eğilimindedirler. 3-İnkar
Bazı durumlarda kişi
çok zor ve rahatsız edici türdeki yaşantılar karşısında, bu olayların
varlığını veya yaşanmış olduğunu bilmezlikten anlamazlıktan gelerek inkar
edebilir. Bu şekilde olayları inkar etmek yolu ile onların yaratacağı heyecansal ve
anlıksal sarsıntılardan ve uyum zorluklarından kurtulmaya ve doğabilecek kaygıları
önlemeye çalışır. Örneğin; babasını kaybeden küçük bir çocuk sürekli olarak
arkadaşlarına akşam veya hafta sonu yaptıkları ile ilgili hikayeler anlatabilir ve
onun sağlığındaki davranış ve tutumları devam edebilir. 4-Yön
değiştirme
Kişinin isteklerini ve
kızgınlıklarını gerçek kızılan kişiye değil de daha az zarar gelecek bir kişiye
yöneltmesi veya o tepki yerine başka bir tepkinin gösterilmesidir. Yön değiştirme,
kızgınlık veren duygunun ait olduğu nesne ya da durumla hiçbir ilgisi olmayan bir
nesne ve duruma yönlendirilmesi veya tehlikeli sayılan duygunun yarattığı tepkinin
yerine başka bir tepkinin gösterilmesi şeklinde iki biçimde görülebilir. Birinci gruptaki
tepkilere günlük yaşantımızda çok sık rastlayabiliriz. Örneğin; müdürüne
kızan memurun karısına, kocasına kızan kadının çocuğuna, öğretmenine kızan
öğrencinin arkadaşına gösterdiği tepkiler bu türden tepkilerdir. Yön değiştirme
mekanizmaları bazen küfür, yıkıcı eleştiri veya dedikodu şeklinde simgesel bir
çağrışım sürecinden geçerek farklı bir nitelik kazanabilir. İkinci tur yön
değiştirme mekanizmasında ise tehlikeli sayılan duygu bir nesneden veya durumdan
diğerine yön değiştirebildiği gibi, fobiler dediğimiz farklı bir tepkiler şeklinde
de ortaya çıkabilir. Fobilerde tepkinin yönlendirildiği bu yeni nesne veya durum
gerçekte bir tehlike taşımaz. 5-Mantığa
bürünme
Kişi yapamadığı veya
başaramadığı bir şeyi mantıksal açıdan ele alarak kendince nedenler ve mazeretler
bularak, kendi davranışını olduğundan daha az yanlış veya farklı gösterme
eğilimindedir. Örneğin, kırmızı ışıkta geçen şoför "yol boştu" veya
"herkes geçti" gibi mazeretler göstererek, kendi davranışını makul
göstermeye çalışabilir. 6-Özleştirme
Kişinin bir diğer
insanın ya da bir grubun bazı özelliklerini ve inançlarını benliğine katarak
kişiliğinin parçası durumuna getirmesidir. Özleştirilen nesneler ve kavramlar kişi
tarafından ya kullanılır ya da yıkılıp yok edilir. Örneğin, çocuk süperegosunu
anne-babasının diğer yargılarını özleştirerek geliştirir. Önceleri
anne-babasından sürekli olarak alınan bu değerler zamanla kişiliğinin bir parçası
durumuna gelir. 7-Özdeşleşme
Okulöncesi yıllarda
anne-babayı model olarak başlayan özdeşleşme ile çocuklar onların hareket, tutum,
konuşma ve diğer tepkilerini taklit ederler. Daha sonraki yıllarda anne-babanın yerini
öğretmenler, arkadaşlar, toplumda değer gören sporcular, yıldızlar gibi kişiler
kişinin özdeşim modellerinin yerini alır. Eğer birey kendinde bulunan özellikleri
özenilir bulmazsa, kendisi olmaktan çıkıp istenilen özelliklere sahip başka
biriymiş gibi kendini algılamaya ve davranmaya başlar. Kişinin kendini bir
başkasının yerine koyma ve davranma eğilimine "özdeşleşme" denir Özleştirme ve
özdeşleşme mekanizmalarının ortak yönleri bulunmakla birlikte; özdeşleşmede kişi
kendi değer ve beklentilerine uyan insan veya kavramları benimserken, özleştirmede
kişi kendi değerlerine karşıt da düşse bunları kabul eder. Örneğin, bir kişinin
düşüncelerine uygun düşen bir siyasal öğretiyle özdeşleşmesi kendi seçimiyle
olur. 8-Yüceltme
İlkel nitelikteki
eğilim ve istekler doğal amaçlarından çevrilerek toplumca beğenilen etkinliklere
dönüştürülürler. Gerçekleştirilmesi olanaksız olan gereksinmelerin, düşünsel
ya da sanatsal yönden gerçekleştirme, toplumun kabul edileceği yönde enerjinin
boşaltılmasıdır. Tüm başarılı savunma mekanizmaları "yüceltme"
başlığı altında toplanabilir. Örneğin; şiir yazmak, resim yapmak gibi. 9-Gerileme
Kişinin o andaki
gereksinimleri yaşına uygun doyurulmazsa, daha önceki gelişim aşamalarına dönüş
görülür. Örneğin, yeni bir kardeşin dünyaya gelişiyle kendisine gösterilen
ilginin azaldığını fark eden çocuk, daha çok ilgi gördüğü dönemlere dönerek
parmağını emebilir, bebeksi konuşmaya başlayabilir veya altını ıslatabilir. Kimi
yetişkinler sevgiden yoksun kaldığında ya da zorlamalı bir durumda aşırı yemek
yiyerek oral döneme geriler. Yaşlı insanlarda ise sık sık geçmişten söz etme ve
anılarda yaşama biçiminde görülür. 10-Saplanma
Kişiliğin duygusal ve
zihinsel yönlerinin sürekli gelişmesi ve olgunlaşmasıyla aşılır. Ancak bazı
insanda kişiliğin bazı yönleri belirli bir düzeyde takılır ve gelişimini
sürdüremez. Bu durum, bazı olgunlaşmamış kişilik ögelerinin sürekli olarak
yaşanmasına neden olur. Böyle bir kişilik uyumlu bir bütünleşmeden yoksun kalır.
Dolayısıyla duygular olgun bir düzeye ulaşamaz ve biyolojik olgunlaşma ile duygusal
tepkiler arasında bir uyuşmazlık ortaya çıkar. Kişiliğinin bazı yönlerinin
gelişiminin belirli bir düzeyde durması ve bu nedenle olgunlaşmasının
gerçekleştirilememesine "saplanma" denir. Bu takılma kişiliğin zihinsel
yönüyle değil duygusal ögeleriyle olduğundan bazı kişiler yetişkin döneme
ulaşmalarına ve iyi bir öğrenim görmüş olmalarına karşın sorumluluk
üstlenemeyen veya bağlılık biçiminde yaşamını sürdüren insanlar vardır. Kusurlu
ana-baba tutumları sonucu oluşan saplanma mekanizmasında kişiliğin bazı bölümleri
normal evrimleri sürdürürken, bazı bölümleri belirli bir gelişim dönemine ait
özellikleri yaşam boyu taşır ve kişiliğin karakter yapısına malederler. 11-Dönüştürme
Zorlayıcı duyguların
yön değiştirmesi ve bedensel olarak yaşanmasıdır. Dönüştürme, anksiyete
yaratabilecek bilinçdışı duyguların bilinç düzeyine erişmesini engelleyebilmek ya
da zorlama yaratan çevresel durumlardan kaçabilmek amacıyla "histerik
kişilik" denilen karakter özellikleri gösteren kişiler tarafından kullanılan ve
gerçek organik bir nedeni olmayan bedensel hastalık belirtileri düzeyinde ortaya
çıkan, nevrotik düzeyde bir savunma mekanizmasıdır. Örneğin, baş ağrısı, nefes
alma güçlüğü, bazı bayılmalar ve felçlerde bu türden belirtilerdir. 12-Çözülme
Kendi aralarında birlik
oluşturan bir ruhsal etkinlik kümesinin, kişiliğin geri kalan bölümüyle
bağlarını kopararak, bağımsız bir biçimde etkinlik göstermesi durumuna
"çözülme" denir. Anksiyetenin çok yoğun olduğu durumlarda kişilik düzeni
o denli bozulabilir ki, savunma mekanizmaları, bilinçli, belleği ve hatta bazen
kişinin tümünü egemenliği altına alır ve psikozu andıran dramatik belirtilerin
ortaya çıkmasına neden olur. Kişi bir düş
dünyasının içindeymişcesine aşırı duygusal tepkiler gösterir, şaşkındır ve
dramatik davranışlarda bulunur, saçma ve bağlantısız biçimde durmaksızın
konuşur. Bu tür çözülme tepkileri, kişinin bazı isteklerini bir düş dünyasında
gerçekleştirme çabasının veya geçmişteki sarsıcı bir yaşantının yeniden
canlandırılmasının anlatımı olabilir. Bazen de kişinin duygusal doyumdan yoksun
yaşamına duygusal bir öge katmak çabası olarak da ortaya çıkabilir. Böyle
durumlarda, kişi genellikle kendisine ilişkin romantik ve dramatik nitelikte,
olağandışı öyküler yaratır ve anlatır. Geçici olarak ortaya çıkan çözülme
tepkilerinden sonra kişi tepki sürecinde yaptıklarını veya anlattıklarını
hatırlamaz. 13-Duygusal
soyutlanma
Bu savunma mekanizması
farklı biçimlerde görülebilir. Bazı kişiler, diğer insanlardan bağımsızlık
kazanarak iç ve dış gereksinimlerinin onlar tarafından etkilenmesine karşı önlem
almasıdır. Örneğin, bazı insanlar çevrelerinden bağımsız olabilmek için para
biriktirebilir. Ancak bu para zevkler için kullanılmayıp, daha sonraki olası zor
günler için saklanır. İçsel gereksinimler yönünden bağımsız olma ise,
ilişkilerinde duygusallığa yer vermeyerek düş kırıklığına ve incitmeye karşı
konuma biçiminde görülür. 14-Yapma-Bozma
Ana-babanın ve daha
sonraları toplumun özleştirilen değerleri kişiye uygunsuz davranışlardan ötürü
kendisini suçlama, yargılama ve cezalandırma sorumluluğunu yükler. Yapma-bozma
mekanizması kişinin kendisi ve çevresi tarafından onaylanmayacak düşünce veya
davranıştan vazgeçmesi ve eğer böyle bir söz ya da eylem dışa vurulmuşsa, ortaya
çıkan durumu onarması ile belirlenir. Bu mekanizma suçluluk duygularına karşı
geliştirilir. Bu mekanizma günlük yaşamda çok sık kullanılır. Örneğin, hatalı
davranışlarımız için dilediğimiz özürler, günahlarımıza karşı verdiğimiz
sadakalar bu mekanizmanın ürünleridir. 15-Karşıt-tepki
oluşturma
Suçluluk duygusu
yaratan tehlikeli istekler çok yoğun olduğunda bunların baskı altında tutulması da
güçlendiğinden kişi, bu isteklerinin tam karşıtı olan bilinçli tutum ve
davranışlar geliştirerek kendini korumaya çalışır. Bu şekilde, baskıya alınmış
düşmanca duygular sevgi gösterileriyle, saldırgan istekler sevecenlikle, cinsel
istekler ahlak savunuculuğuyla, eşcinsel eğilimler karşı cinse yönelik abartılmış
ilgi ve etkinliklerle maskelenir. Böylece kişi, içsel dürtülerine kesin engeller
koyarak baskı mekanizmasını pekiştirir ve duygularını bilinç düzeyinden uzak
tutmuş olur. Karşıt-tepki
mekanizmasını kullanan kişiler, kendi yaşamlarını olduğu gibi, yakın çevresindeki
insanların davranışlarını da baskı altında tutma eğilimindedirler. Yaşam
alanlarını dar tutarak kendilerini koruduklarından, içsel isteklerini
kışkırtabilecek her türlü değişikliğe ve yeniliğe karşı çıkarlar. 16-Neden
bulma
Günlük yaşamda
herkesin kullandığı bir mekanizmadır. Bu mekanizma, geçmiş, şu an veya gelecek
için tasarladığımız davranışlara, mantıklı ve toplumun onayladığı
açıklamalar getirme biçiminde işler. Neden bulma mekanizması, gerçekleştirilememiş
isteklerin yarattığı düş kırıklığını yumuşatma amacıyla kullanılır. Neden
bulma her ne kadar kişiye gereksiz engellenme duygularından korur ve yetersizlik
duygularının hafiflemesine yardımcı olursa da karşılığı kişinin kendini
aldatmasıyla ödenir. 17-Duygudaşlık
ve Boyun Eğme
Kişinin normal
ilişkilerde kendine olan saygısını koruyabilmesi için sevgi alışverişinin eşit
koşullarda olması gerekirken, duygudaşlık mekanizmasında kişi sürekli bir şeyler
vererek kendini kabul ettirme ya da tam karşıtı diğer insanlarla ilişkilerinde asalak
bir yaşantı sürme eğilimindedir. Çevresinde sürekli iyi insan olarak olma ve sevgi
kazanma eğilimindedirler. Ancak bazı insanlar
sevgi kazanma çabası yerine, zorlanımlı bir boyun eğme tutumu da gösterebilirler. Bu
kişilerin diğer gruptakilere göre sevgiyi kazanma umutları da yoktur ve uysallık
davranışlarını sevgi kazanmaktan çok güvenlik sağlayabilmek amacıyla
geliştirilmişlerdir. Bu kişiler, anksiyete yoğunluğu nedeniyle sevgiye inançsızlık
kesindir ve bu nedenle çevrelerindeki insanların tümüne ayrım yapmaksızın boyun
eğerek güvenlik sağlarlar. 18-Hayal
Dünyasına Kaçma
Kişinin içinde
bulunduğu durum eğer kaygı uyandıran bir durumsa, hayal dünyasına kaçıp orada daha
hoş bir durum içinde kendini düşünerek, içinde bulunduğu bir durumun ortaya
çıkardığı kaygıdan kurtulmuş olur. Örneğin, fakir bir genç kendini sürekli
zengin bir ortamda hayal ederek bu kaygılarından kurtulabilir. 19-Telafi
Kişi kendini zayıf
gördüğü bir alandaki eksikliğini kuvvetli olduğu başka bir alandaki başarısı ile
örtmeye çalışarak, ortaya çıkabilecek kaygılardan kurtulabilir. Örneğin, zeka
kapasitesi sınırlı bir kişi sporda veya el becerilerinde daha başarılı olabilir ve
eksikliğini giderebilir. 20-Parçalanma
Anksiyetenin normal ya
da nevrotik düzeyde işleyen savunma mekanizmalarıyla denetim altına alınamadığı
bazı durumlarda ego, bu katlanılması güç duygudan kurtulabilmek amacıyla kendini
parçalama yolunu seçebilir. Parçalanma mekanizması sonucu ortaya çıkan ruhsal duruma
"psikoz" denir. Zorlanma karşısında bir insanın nevrotik ya da psikotik
savunma yöntemlerinden hangisine başvuracağını belirleyen etmen yapısal
farklılıktır. Kişiliği parçalamanın amacı yok olmak değil, varoluşu sürdürmeye
çalışmaktır. Çocuklukta ruhsal
hastalıkların içinde en ciddi olanı psikozlardır. Psikozlar iki genel kategori
içinde incelenir; Fonksiyonel bozukluklar, herhangi bir beyin zedelenme veya bozukluğuna
bağlanmadığı zaman görülen psikozdur. Fonksiyonel psikozlardan en yaygın olanları
şizofreni ve psikotik duygusal bozukluktur. Beyin zedelenmesi, tümörü ya da beynin
çalışmasındaki aksaklıklardan doğan psikozlara ise organik psikozlar denir. Genel
felç, ihtiyarlık bunaması, alkolik psikoz ve sara organik psikozlara örnektir. Ağır
bir kişilik parçalanması söz konusu olan psikozlarda nevrozlara göre daha ileri ve
daha ağır ruhsal dengesizlikler görülür. Psikozlu kişi toplum içindeki durumunu
koruyacak ve sorumluluklarını sürdürebilecek durumda değildir. Nevrozlarla psikozlar
arasında bazı farklılıklar vardır Bunlar; § 1-Nevrozlarda,
kişisel ve toplumsal işlevlerde sınırlı oranda bir bozulma ile birlikte uyumsuz
kaçınma davranışları görülürken psikozlarda ağır bir kişilik parçalanması
söz konusudur. Bu nedenle gerçek dünya ile ilişkiler, kişisel ve toplumsal işlevler
önemli oranda bozulmuştur.
§ 2-Nevrozlarda,
birçok psikolojik ve bedensel belirtilere karşı sanrılar (sanrı: birçok
olağandışı nesne veya olayların dış bir uyaran olmaksızın algılanmasıdır),
düşünce,duygu ve eylem sapmaları görülmez.
§ 3-Nevrotik
kişi uyumsuz davranışlarının oldukça farkındadır, ancak bunları değiştirmek
istemez. Psikozlarda ise iç görü tümden yitirilmiştir.
§ 4-Psikozlarda
kişi kendisi ve diğer insanlar için tehlikeli eylemlerde bulunurken, nevrozlarda bu
tür davranışlara rastlanmaz. Psikozlu, hasta olduğunun farkında değildir ve hasta
olduğunu asla kabul etmez. Kişiliğin tümü hastalığın etkisi altında olduğundan
hasta nerede olduğunu bilmeyebilir, yakınlarını tanımayabilir ve normal işlevlerini
yerine getiremeyebilir.
PSİKOZLARIN
TİPLERİ
§ Şizofrenik
reaksiyonlar
§ Paranoik
reaksiyonlar
§ Affektif
bozukluklar olmak üzere 3'e ayrılır
ŞİZOFRENİK REAKSİYONLAR
1850'lerde yavaş yavaş çevreye olan ilgisi
azalan, yalnızlığı seven, bir-iki kişiye tanı konmasıyla ortaya çıkmaya
başlamış sonra 1860'lardan itibaren de MOREY adlı bir psikiyatrist bunu ortaya
çıkarmış ve "erken bunama" adını vermiştir. Çünkü bütün bu hastalık
grubundaki insanların semptomların erken yaşta görüldüğünü bulmuş. Onun için
erken bunama adını vermiş. Daha sonra KREPLİN bu hastalığın temel özelliğini
kişilik parçalanması olarak belirlemiş. 1911'de kişiliğin parçalanması şizofren
kelimesiyle ortaya atılmış daha sonra kişilik parçalanmasıyla şizofrenin bir takım
ortak belirtilerinin olduğu belirlenmiş. Bunlar: 1-Duygu bozuklukları 2-Assocciation
(Çağrışım) : Bir kelime ya da olayın başka bir olayı yada kelimeyi
çağrıştırması 3-Ambivalance
(Zıtlık): Zıt düşüncelerin beraber olması. Ağlamak-gülmek gibi. OTİZİM
P.Kanner
1943 yılında, yaşamın ilk yıllarında görülen, sosyal ilişki ve iletişim
alanlarında bozukluk ve olağan dışı çevresel tepkilerle karakterize şizofrenisinden
belirli çizgilerle ayrılabilen bir bozukluk olarak ilk kez "erken bebeklik
otizmini" tanımlamıştır. 1970'lerde çalışmaların çoğunluğu bebeklik
otizminin çocukluk ve yetişkinlikte görülen şizofrenik bozukluktan bağımsız
farklı bir olduğunu ortaya koymuşlardır. Yapılan karşılaştırmalı
araştırmaların sonuçları, iki grubun özellikle bazı alanlarda, belirgin olarak
birbirinden ayrıldığını göstermiştir. Bunlar;
1-Aile,
genetik ve sosyal değişkenler:
Çocukluk
otizmi orta ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarında görülürken,
şizofrenik bozukluklar daha çok alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarında
görülmektedir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar otizmin sadece orta ve yüksek
sosyo-ekonomik düzeyden gelen ailelerin çocuklarında görülmediği ve sınıf
dağılımında bir farklılık olmadığını ortaya koymuştur. Ayrıca şizofrenik
çocukların anne-babalarında %10 civarında artan şizofreniye rastlanırken bu otistik
çocuklar için geçerli değildir. Otistik çocukların aileleri ile ilgili yapılan
çalışmalar genellikle bu çocukların ana-babalarının çoğunlukla obsesif
özelliklere sahip, kültür düzeyi yüksek, çocukları ile yetirince duygusal ilişki
kuramayan aileler olduğunu ancak, bu bozukluk için yeterince açıklayıcı
olmadığını göstermiştir. Ayrıca otistik çocukların ailelerinde ciddi ruhsal
bozukluklar olduğu ve evlilik ilişkilerinde yüksek stress ve depresyon olduğu
belirlenmiştir. Otizm ile ilgili aile ve ikiz çocuklar üzerinde yapılan
çalışmalarda, otistik çocukların ailelerinde dil ve kognetif işlev bozukluklarına
sık rastlandığı bildirilmiştir. Kardeşler arasında otizm görülme sıklığı
genel popilasyondan 50 kat daha fazla bulunmuştur. Ayrıca, otistik çocukların
kardeşlerinde dil bozuklukları, öğrenme güçlükleri ve zeka geriliklerinin de normal
popilasyondan daha fazla olduğu bulunmuştur.
2-Prenatal
ve Postnatal Etkenler:
Pekçok
çalışma otizme yol açan önemli etkenlerden birinin de gebelik komplikasyonları ve
doğum travmaları olabileceğini göstermiştir. Bu çocukların doğum kilosunun
düşük, gebelik ve yeni doğan komplikasyonlarının ve de epileptik nöbetlerin yüksek
olduğu görülmüştür. Bu çocukların EEG kayıtlarında şizofrenilere oranla yavaş
dalga görünümleri de daha fazla ve EEG anormalilerinin normal çocuklara göre daha
fazla olduğu bulunmuştur. Bu sonuçlarda otizmde organik bir temelin varlığını
desteklemektedir.
3-Zeka
İşlevleri:
Yapılan
çalışmalarda otistik çocukların yalnız %21'inin 70 IQ'ya erişebildiğini,
şizofrenik çocukların ise %82'sinin bu oranda olduğu bulunmuştur. Bu sonuçlar otizm
ile zeka geriliği arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Otizm ile
ilgili çalışmalar, otistik çocuklarda zeka katsayısı (IQ) sonuçlarının ağır
zeka geriliği ile normalin üzerinde değişebilen ölçülerde olduğunu
göstermektedir. Zeka geriliği bulunmayan otistik çocuklarda bile bilişsel
bozuklukların yoğun olduğunu ve bu çocukların kavrama,soyutlama, neden-sonuç
ilişkisi kurma gibi yetilerinin sınırlı, sözel olmayan görsel ve uzamsal işlevlerde
ise yetenekli oldukları bulunmuştur. Otistik çocuklarda dil gelişimi ise, konuşmanın
hiç olması veya normale yakın dil kullanımı arasında değişmektedir.
4-Davranışsal
Belirtiler:
Şizofrenilerle
karşılaştırıldıklarında bu çocukların göz temasından kaçtıkları, insanlar ve
grup oyunlarına ilgilerinin daha az olduğu, ancak sterotip (tek tip davranış) ve
ekolali (duyduğunu olduğu gibi tekrarlama) daha fazla rastlandığı bulunmuştur. Buna
karşın varsanılar, düşünce içeriğinde bozukluklar, duygusal uyumsuzluk ve künt
duygusal durum şizofrenilerde daha sıklıkla görülmektedir.
5-Yaş:
Otizmin başlangıcı
yaşı yaşamın ilk 30 ayını kapsarken, şizofreni Latens dönem veya puberta da
görülmektedir. Bazı araştırmacılar, bazı otistik çocukların ilerki yaşlarda
şizofreni geliştirebileceklerini ileri sürmüşlerdir. Bebeklik otizmin en temel tanı
ölçütlerinden biri başlangıç yaşıdır. Ancak otistik çocuklardaki belirtiler
yaşamın erken yıllarında ortaya çıkarken; bazı çalışmalar, birkaç yıllık
normal bir gelişim gösterdikten sonra klinik bulgular gösteren çocuklarda
olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca araştırmacılar otizmden farklı olarak 30
aydan sonra ve 5 yaşından önce ortaya çıkan ve "çocukluk başlangıçlı
yaygın gelişimsel bozuklukların" olabileceğini belirtmektedirler. § 30
ayın altında başlangıç gösteren otistik çocuklarda; · Diğer kişilere karşı
yoğun bir tepkisizlik · Dil gelişiminde belirgin bozukluklar · Kendine özgü konuşma
biçimi (konuşmanın gelişmiş olduğu durumlarda) · Olağandışı çevresel tepkiler
· Varsanı, sanrı ve çağrışım bozukluğunun bulunmayışı Ayırt edici özellikler
olarak alınırken; 30 ayın üstünde ve çocukluk başlangıçlı yaygın gelişimsel
bozukluklarda; · Değişmeye karşı direnç · Uygunsuz ve sınırlanmış duygusallık
· Birden bire ortaya çıkan aşırı duygululuk · Alışılmamış kendine özgü
davranışlar · Anormal konuşma biçimleri · Duygusal uyaranlara karşı tepki
azlığı ve aşırı tepkililik · Kendine zarar verme gibi klinik durumlardan üçünün
varlığı tanı ölçütü olarak kullanılmaktadır. Çocukluk başlangıçlı yaygın
gelişimsel bozukluklar ve bebeklik otizminin aynı sürecin değişik ağırlık
derecelerini gösteren uzantılar mı, yoksa tümü ile farklı bozukluklar mı olduğu
konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Yaygın gelişimsel bozukluklar ana
başlığı altında bebeklik otizmi ve çocukluk başlangıçlı yaygın gelişimsel
bozukluklar dışında bir de "Atipik Yaygın Gelişimsel Bozukluklar"
bulunmaktadır. Bu grup her iki grubun bazı belirtilerini (sosyal ve iletişimsel)
içermekte, fakat tam olarak henüz tanısal ölçütleri belirginleşmemiştir. Bu
bulgular ışığı altında otizm; klinik semptomları oyun, dil, ilişki kurma ve
biliçsel alanda görülen ve erkek çocuklarda kızlara oranla 3-4 kez daha fazla
görülen beyin iletişim sistemindeki bir bozukluktur. Önceleri psikodinamik olarak
tanımlanan otizm bugün beyin iletişim sistemindeki fizyolojik bir bozukluk olarak
tanımlanmaktadır. Otizm, beyin disfonksiyonunun derecesine sağlı olarak farklı
şiddetlerde ortaya çıkabilir. Ancak en hafif vakalarda bile hayat boyu fark edilen
defektler kalıcı niteliktedir. Otizmin günümüzde kabul edilen nedenleri tek bir
etkene bağlı değildir. Bunlar; · Frejil x kromozom anormalisi: Anormal gen x kromozom
üzerinde xq 27.3'de yerleşmiştir. Down sendromundan sonra ikinci sıklıktaki genetik
mental bozukluk nedenidir. Alt çenenin belirgin olması ve büyük kulaklar belirgin
özelliklerdir. · Konjenital Rubella · Beyin Gelişim Bozuklukları · Beyin zedelenmesi
· Rett Sendromu · Infentil Spazm Sekeli · Tuberous Sclcrosis · Fenil Ketonuri · Beyin
Metabolik Hastalıkları · Neurofibrnamatosis Otistik çocuklarda zeka düzeyi 60 IQ'nun
altında bulunanların yaşam boyu koruyucu bir çevreye bağlı oldukları, zeka düzeyi
iyi olanların yaşamlarını bağımsız olarak sürdürebildikleri görülmüştür.
Otistik çocukların tedavisinde oyun terapisi ve davranış tedavi teknikleri
kullanılabilir. Davranışçı yaklaşımda şekil verme, söndürme, model olma
yöntemleri yoğun olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda tedavi programlarına aktif ve
yoğun olarak ailelerinde katılması ve davranış tekniklerinin aile bireylerine de
öğretilmesi önem kazanmış ve sonuçta eve dayalı programlar geliştirilmeye
başlanmıştır. Konuşma ve iletişim çalışmalarında kitaplara bak; · Şarkı
söyleme · Beden eğitimi çalışmaları · Kağıt-kalem çalışmaları (resim
yapma,boyama) · Yap-boz oyunları · Evcilik oyunları · Bahçe oyunları (kaydıraktan
koyma, salıncakta salınma gibi) · El ele tutuşarak oynanan oyunlar · Eşleme
oyunları · Hamur çalışmaları · Resimli ma etkinliklerinden yararlanılabilir.
ASPERGER
SENDROMU Sendromun başlıca özellikleri kendini çevreden tümüyle izole etme ve
kabuğuna çekilme eğiliminin yan ısıra erkek çocuklarda görülmesidir. Bu çocuklar
ciddi, derin düşünceli, bencil, aşırı içe dönüktüler ve zamanından önce
olgunlaşmış görünürler, yüzlerinde sert bir anlam vardır. Bakışları boş ve
uzaklarda belirsiz bir yere çevrilidir, ne işitsel ne de görsel uyaranlara yönelmez,
yüz yüze gelindiğinde karşısındaki kişiyi delip geçer. Ancak bu çocuklar
çevrelerinde olup biten herşelin farkındadırlar. Mimik ve jestler çok azdır. Ritmik
davranışlar görülebilir. Konuşmada duygusal ifade görülmez., konuşmalar bazen
fısıltı bazen de bağırma biçiminde olabilir. Yaratıcı bir konuşma yetenekleri
vardır. Konuşma gelişiminin genellikle dikkat çekecek kadar erken oluşu ve süratle
düzgün bir konuşma haline gelişi ayırıcı özellikler açısından önemlidir.
Otistik çocuklardan farklı olarak bu çocukların anne babaları ve arkadaşları ile
ilişkileri daha iyidir. Anne-babaları ile ilişkileri sıcaktır ancak normal olan
yaşıtları ile sosyal ilişkiye girdiklerinde sorun başlamakta ve sosyal izolasyon
yaşamaktadırlar. Otistik çocuklarda ekolali, sıfatların yanlış kullanımı, jargon
konuşma gibi dil gelişim bozuklukları daha çokken, bu çocuklarda daha az dil gelişim
bozukluğu vardır. Ayrıca otistik çocuklarda yaratıcı oyunun az olduğu ve
oyuncakları sembolik anlamda kullanamadıkları gözlenmiştir. Asperger sendromlu
çocuklar ise sembolik oyun oynayabilirler ancak bu tür oyun kurabilmeleri normal
çocuklardan daha uzun zaman alır. Ayrıca otistik çocuklarda nesnelerin parçaları ile
oynama veya aşırı ilgilenme, ayrılıkta ısrar etme, uyaranlara aşırı duyarlılık
görülür. Asperger sendromlu çocukların latant dönemlerinde dikkat toplamada
güçlük, dürtü kontrolsüzlüğü, ve kolay uyarılma görülmektedir. Çocukta
görülen hiperaktif özellikler okulda çocuğu etkiler ve başarısızlığa neden olur.
Bu çocuklarda kaygı bozukluğu vardır. Özellikle okulöncesi dönemde sosyal
ortamlarda fobi ve anksiyete ortaya çıkar. Ergenlikte özellikle karşı cinsle ilişki
kurmada zorluk çekerler. Bu çocuklarda ergenlik döneminde affektif bozukluklarda
görülebilir. Sözcük dağarcıkları iyi ancak karmaşık materyallerde ve aritmetikte
güçlük vardır. Öğrenme güçlüğü de vardır. Tedavide, genel olarak yaygın
gelişimsel bozukluğu ilişkin semptomlar üzerinde durularak çocuğun normal
yaşantıya girmesi sağlanmalı ve çocuğun güçlü olduğu yönler pekiştirilmelidir.
Okulöncesi ve okul döneminde dil ve konuşma düzeltilmelidir. Öğretmenler
aydınlatılarak bu çocukların bilişsel ve sosyal güçlükleri nedeniyle ortaya
çıkan akademik başarısızlıkları anlatılmalı ve iş öğretimine yönelik eğitim
almalarının daha yararlı olabileceği aile ve öğretmenlere belirtilmelidir. Gerekli
durumlarda bireysel ve aile terapisine alınabilirler.
ANGELMAN
SENDROMU Bu çocukların en belirgin özelliği, mutlu yüz görünümüdür. Ayrıca
ataksik yürüyüşleri ve kolların yana açık tutulması ile kukla pastürünü
anımsatır. Hepsinde ağır zihinsel yetersizlik vardır.6 kelimeden fazla konuşmazlar,
bu nedenle sözel olmayan, işaretle anlatımla iletişim kurabilmektedir. Genellikle
hiperaktif çocuklar olup bebeklik döneminden itibaren sponton gülme atakları ortaya
çıkmaktadır. Angelman sendromu nörogenetik bir bozukluktur. 15. kromozomda zedelenme
görülmektedir.
RETT
SENDROMU 1966 yılında Alman doktor Rett tarafından tanımlanmıştır. Çocuk
psikiatrisinde; ağır mental retardasyon ve otizmle gitmesi nedeniyle en fazla yanlış
tanı konan hastalık grubunu oluşturmaktadır. Çoğunlukla kız çocuklarda görülen
bir bozukluktur. Çocuk yaşamının 6-12. aylarına kadar normaldir. Uzun bir duraklama
döneminden sonra bilişsel, dil ve motor becerilerinde hızlı, sürekli bir kayıp
gözlenir. Yetersiz sosyal etkileşimin olduğu bir dönem başlar. Başlangıçtaki göz
ilişkisi kuramama, yerini sonraları yoğun göz ilişkisine bırakır. Kilo kaybı ve
baş büyümesinde yavaşlama gözlenir. Küçük el ve ayaklar ile bütün
ekstremitelerde motor problemler görülür. En belirgin belirti el yıkama tarzındaki
hareketlerdir. Ancak bazı hastalar ellerini amaçlı olarak kullanamamaktadır. Aynı
zamanda diş gıcırdatma vardır. İlk altı ay içinde gözlenen normal gelişimden
sonra; · Baş büyümesinde yavaşlık · Yineleyici el hareketlerinin ortaya çıkışı
ve önceleri varolan amaca uygun el hareketlerinin kaybı (örneğin,el çevirme veya
yıkama) · Hastalığın başlangıcında sosyal katılımın kaybı (daha sonra yeniden
gelebilir) · Yürüme ya da gövde hareketlerinde zayıf koordinasyon görünümü ·
Ciddi psikomotor gerilikle birlikte, alıcı ve ifade edici dil gelişiminde gecikme ve
bozulma görülür. Bu çocukların öğrenme gücünü geliştirme, gereksinimleri
konusunda bilinçlendirme, yetenekleri ve iletişimi konusunda duyarlı kılma,
ağırlıklı olarak ana-babanın çabasını gerektirmektedir. Bu çocuklarda sosyal
etkileşim ve oyunlardan hoşlandıklarından, aileler bu ortamlardan
yararlanmalıdırlar. Aileler çocuklarının bütün tepkileri konusunda
bilinçlendirilmelidir. Bu amaçla ailelere oyunla ilişkili olarak şu öneriler
verilebilir. · Çocuğun hazır ve rahat olduğu zamanı seçer. Onu rahatsız etmeyin.
· Etkinliklere uzun zaman ayırın. İletişim boşlukları bırakın ve bekleyin. ·
Küçük de olsa tepkileri gözleyin. · Çocuğun rehberliğini izleyin. Beklenmedik bir
tepki ortaya çıktığında onu kullanın. Katkıda bulunmasına izin verin ve bunun
için çaba gösterirse onu kucaklayın. · Bu çocuklarında diğer çocuklar gibi
olduğuna inanın. Sadece daha fazla fiziksel yardıma ve iletişim kurabilmesi için daha
fazla zamana ihtiyaçları olduğunu bilir. Bu çocuklarla su ve top oyunları, resimli
kitaplara bakma,ninniler, kucaklaşma, gıdıklama, değişik sesler çıkarma, kısa
süreli saklanbaçlar içeren oyunlar çocuklarının ilgisini çeken ve tepki verdikleri
davranış örnekleridir. Fiziksel sıcaklık ve rahatlık çok önemlidir. Yakın vücut
ve göz ilişkisi kurmalı, beş duyuya hitap eden etkinlikler de bulunulmalıdır. Bu
çocukların bakım sorumluluğu tüm aile üyelerinde üstlenilmeli, sorumluluk bir tek
kişiye bırakılmamalıdır. Rett sendromlu çocuklara verilecek potansiyel yardımlar
fizyoterapi, müzikle terapi, konuşma terapisi ve özel eğitim olmaktadır. Müzik
Rett'li çocukların tüm gizil gücünü olumlu bir yöne yönlendirmesi için
güdüleyici ve uyarıcı bir faktör olarak görülmektedir. Yapılan her türlü
metabolik tetkiklerde tanıya götürücü patolojik bulgu saptanamamaktadır. Kromozom
analizlerinde de belirgin bozukluk saptanamamakla birlikte, x kromozomunda ortaya çıkan
bir bozukluktan kaynaklandığı geçerli teorilerden biridir.
KİŞİLİK
BOZUKLUKLARI
Bütün
kişilik grupları veya yapıları için geçerli olan belli başlı nitelikler üç grup
altında toplanabilir.:
1-Kişilik
çizgileri uzun bir sürede belirir. Fakat nevrotik belirtiler kısa sürede ortaya
çıkabilir.
2-Her
kişinin ruhsal yapısı ve yaşantıları ayrı olduğu için ayrı kişilik
geliştirmesi doğaldır.
3-Kişilik
çizgileri uzun sürede biçimlendiği için yıllar geçtikçe katılaşır ve değişmez
olurlar.
Kişilik
bozuklukları
Yetersiz
kişilik: Bunlar sosyal alanda yetersiz davranış gösterirler. Başladıkları bir işi
nadiren sonuna kadar götürürler ve çevreye uyumları zayıftır ve bu tür kişilik
özelliği geliştirenlerin hayatta belirli bir amaçları yoktur .
Zayıf
Kişilik veya Şizoid Kişilik: Kendi içlerine kapanma, kendi özel dünyalarında
yaşama eğilimi gösterirler. Başkalarıyla kolay ilişki kuramazlar. Ruhsal
alışverişleri çok düşük düzeyde kalır.
Siklotimik
Kişilik: Bir zamanlar canlı neşeli ve konuşkandırlar. Dışa dönüktürler.
Yarışmalara girerler ve tuttukları işi başarırlar. Fakat daha sonra kendilerine
güvenleri kalmaz. Ters, öfkeli bir insan durumuna geçerler.
Paranoid
Kişilik: Kuşkulu ve alıngandırlar. İnsanlarla olan ilişkilerde çok duyarlıdırlar.
Herkesin sözlerinde ve davranışlarında bir maksat ararlar. Kıskanç ve
inatçıdırlar. Temel güven duyguları gelişmemiştir. Savunma mekanizması olarak da
yansıtmayı yani projeksiyonu kullanırlar. Duyguca dengesiz kişilik: Aşırı derecede
çocuksudurlar. Ruhsal dengeleri çok zayıftır. Neşeli bir durumdan çok öfkeli ve
üzgün bir duruma geçebilirler. Zorlamaya gelemezler ve uzun bir süre bir işle
uğraşamazlar.
Pasif
agresif kişilik: Saldırganlık dürtülerini dizginleyemezler ve üç tipi vardır.
1-Pasif
bağımlı tip: Çaresiz, asalak ve çocuksu davranışlıdırlar. Çevrelerindekilere
oral dönemdeki gibi bağımlıdırlar. Bakılmak ve sürekli almak isterler, verici
değillerdir. Girişkenlikleri yoktur ve sorumluluk almaktan kaçarlar.
2-Pasif
saldırgan tip: Açıkça baş kaldırmayan ama doğrudan da boyun eğmeyen bir kişilik
gösterirler. Bazen isyankar ve pasif saldırganlıkla davranışlarını dışa vururlar.
Surat asıp, inat ederler ve güçlük çıkarırlar.
3-Saldırgan
tip: Saldırganlık dürtülerini açıkça ama dizginsiz olarak dışa vuran kişilerdir.
Açıkça kafa tutarlar. İsyan ederler. Vurup kırarlar ve bağırıp çağırırlar.
Kompulsif
Kişilik: Düzenli, titiz ve her şeyi en iyi yapmak isteyen kişilerdir. Temizliğe
düşkündürler. İşlerinde, giyimlerinde ve yaşayışlarında kurallara sıkı
sıkıya bağlıdırlar. Mükemmellik peşindedirler. Katı ve soğukturlar. Esnek
değillerdir.
Histirionik
Kişilik: Histerik kişilik özellikleri gösterirler. Heyecanları büyük
iniş-çıkış gösterir. heyecanlı ve tutarsız davranırlar. Mantıksızdırlar. Kolay
telkine kapılırlar. Hayalci ve havaidirler. Biran iyimserken, biraz sonra kötümser
olabilirler.
Sosyopatik
Kişilik Bozuklukları
Antisosyal
kişilik bozuklukları: Davranışlarıyla toplumun törelerini geleneklerini saymayan ve
yasalarını çiğneyen kişilerdir. Başkalarının haklarına saygı göstermeyen, yalan
söyleyen, kavga eden, dolandıran, yaralayan, öldüren, ırza geçen ve genellikle
topluma karşı suç işleyen insanlardır. Yaptıklarından pişmanlık, işledikleri
suçtan dolayı da suçluluk duymazlar.
Disosyal
Kişilik Bozuklukları: Toplumun içinde bazı yörelerde ve küçük topluluklarda özel
gelenek ve görenekler vardır ki bunlar büyük toplumun gelenek ve görenekleriyle
çatışırlar. Bu çatışmayı yaratan kişilere de disosyal kişilik bozuklukları olan
kişiler denir.
Geçici
Kişilik Bozuklukları: Çok özel ve sor durumda ve de önceden kestirilemeyen sapmalar
gösterirler. Ancak bir süre sonra iyileşirler ve normal kişilik özellikleri
gösterirler.
ÇOCUK
VE AİLELER İLE PSİKOTERAPİ ÇALIŞMALARI
Çocuk
ve gençlerin psikoterapileri düşünüldüğünde sadece kendileri değil ailelerinin de
ele alınması gerektiği düşünülmelidir. Çocuklar ,gençler ve aileleri ile
yapılacak terapi şekilleri şunlardır; ·
Aile
terapisi · Aile rehberliği · Ebeveyn terapisi · Beden terapisi · Gençlerle
psikoterapi · Grup psikoterapisi · Kurumsal psikoterapi · Oyun terapisi · Davranış
terapisi
Aile
Terapisi Aile terapisinden anlaşılan, aile bireylerinin katıldığı terapidir. Anne,
baba ve çocukların oturumlara katıldığı terapi türüdür. Bazen büyükanne ve
büyükbabalar da katılabilir.Aile bireyleri genellikle çocuğun problem olduğunu ve
terapiye onun alınması gerektiğini düşünebilirler. Çünkü çocukta problem yaratan
anne-baba arasındaki iletişim bozukluğunun veya çocuk anne baba arasındaki iletişim
bozukluğunun çok aile farkındadır. Bu nedenle birçok aile ilk oturuma çocukları ile
birlikte katılmaları gerektiğini duyduklarında şaşırmaktadırlar. Aile terapi
süresi probleme ve terapinin anacına göre değişmektedir. Aile bireylerinin bozuk
ilişkileri düzeltmek için gösterdikleri istek sonucu çabuklaştırabilir. Aile
terapisi her 14 günde bir ya da 3-4 haftada bir olur. Terapi oturumları 8-20 oturumdan
oluşur. Bu süre ağır ruhsal sorunların bulunduğu ailelerde 50-60 oturuma kadar
uzayabilir. Genel olarak aile terapisi yardımcı bir terapist ile uygulanır.
Terapistlerinin cinsiyetlerinin farklı olması her iki cinsiyetteki ebeveynin de
kendilerini daha rahat hissetmeleri açısından daha iyi olur. Ayrıca terapiyi aynalı
cam arkasından veya videodan birisinin izlemesi de daha sonra oturumun tartışılması
açısından yararlı olabilir. Terapinin amacı, aile bireyleri arasındaki iletişimi
düzeltmektir. Aile terapisinde aile bir bütün olarak düşünülmelidir. Ailedeki bir
birey ön plana çıkarılmamalı, hepsi ile aynı düzeyde ilgilenilmelidir. Aile
bireyleri arasında ihtiyaca göre iletişim kurmak daha zor olduğundan, bireysel
terapiden daha zordur. Bu nedenle; · Aile bireylerinin kendilerini değerli bulma
duyguları desteklenmelidir. · Özellikle zor ortamlarda aile bağları sağlanmalıdır.
· Aile bireyleri arasında karşılıklı sorumluluklar oluşturulmalıdır. · Aile
içinde duyguların yaşanmasına olanak sağlanmalıdır. · Aile bireylerinin
kendilerini gerçekleştirmeleri amacı ile karşılıklı olanak sağlanmalı ve
yarımlaşma desteklenmelidir. · Aile bireyleri arasında sevgi bağları
sağlanmalıdır. Önemli bir sorun aile bireyleri arasındaki sınırlardır. .Oysaki
ilişkiler ne kadar dürüst olursa problem o kadar çabuk çözülür. Ayrıca anne veya
baba bilinçdışı olarak çocuğu eşinin yerine koyabilir veya yapmayı isteyip de
yapamadıkları şeyleri çocuktan bekleyebilirler. Aile içinde gizli bir reislik
mücadelesi olabilir,oysaki aile kurumu eşitlik ilkesine dayandığından eşitliğin
sağlanması ve her aile bireyinin kendini değerli hissetmesi sağlanmalıdır. Aile
terapisinde konuşarak aile bireylerinin durumları hakkında bilinçlendirme, rol
oyunları, davranış çalışmaları, seansların videoya alınıp tekrar izletilmesi,
davranışlar hakkında bilgilenme gibi teknikler kullanılır. Aile terapisinde problemin
ve genel konuşmaların analizi yapılır. Çoğunlukla kriz üzerinde durulur.
Problemlerin ortaya konup tartışılması sağlanır. Bu amaçla terapist ilk önce aile
bireylerinin sakinleştirilmesi, ikinci aşamada aile bireyleri arasındaki bozukluk
üzerinde durmalıdır. Ancak daha sonra ortaya bilecek çatışmaları engellemek için
de aile ilişkilerinin kurulması sağlanmalıdır. Terapist bu aşmada bir yardımcı,
katalizör,fikir verici, kritik yapma gibi çeşitli tekniklerle birçok rol üstlenir.
Üçüncü ve son aşama da ise terapist kendinin ikinci plana çeker ve gerektiği zaman
yardıma hazır olan ailenin bir dostu rolünü alır.
Aile
Rehberliği Aile rehberliği çocuğu veya genci davranış bozukluklarından korumak
için aileye çocuk eğitimi konusunda yapılan açıklamalardan oluşmaktadır. Aile
rehberliği, eğer çocuğun problemi anne-babaya rehberlik etmekle çözülebilecekse ve
de anne baba önerileri anlayıp uygulayabilecekse faydalı olur. Öneriler probleme
odaklaşmıştır ve anne babanın anlayabileceği ve uygulayabileceği düzeyde
olmalıdır. Bazı durumlarda aile rehberliği sırasında sorunun daha kapsamlı olduğu
fark edildiğinde davranış terapisi veya psikoterapiye ihtiyaç duyulabilir. Aile
rehberliğinde de danışanın danışmana güven duyması ve onun problemi çözebilecek
düzeyde bilgiye sahip olduğunu görmesi gerekmektedir. Ancak böyle bir durumda
danışan danışmana bağımlılık oluşturabilir ve onun söylediklerini olduğu gibi
kabul edebilir. Bu amaçla danışman danışanın problem çözme yeteneğini
geliştirmesine yarımcı olmalıdır. Rehberlikte şu yolun izlenmesinde yarar vardır;
· Problemin analizi, · Anne-babayı problemin çözüm yollarını bulmada
cesaretlendirne ve bir çözüm yolunda karar vermede yardımcı olma, · Bu çözüm
yolunu uygulamaları için cesaretlendirme, · Sonuçlar hakkında bilgi vermelerini
sağlama.
Ebeveyn
Terapisi Çocukta görülen davranış bozukluklarının eşler arasındaki uyumsuzluktan
kaynaklandığı düşünülürse,böyle bir durumda aile terapisi ya da çocukları
terapiye almaktansa anne-babayı birlikte terapiye almak daha uygun olabilir. Eğer eşler
birbirleri ile uyumlu değillerse, ebeveyn terapisi düşünülmelidir. Bu türden
geçinemeyen çiftler, kazanma konusunda bir kişilik mücadelesi verirler ve bu savaşa
çocuklarını, yakın akrabalarını, arkadaşlarını da çekerler. Bu tip eşler
birlikte yaşasalar bile duygusal yönden yarılmışlardır. Bu durumdan çocuklar çok
etkilenir. Anne babadan biri veya her ikisi de çocukların taraf tutmalarını
isteyebilir ve onları yanlarına çekmeye çalışırlar ve bazı durumlarda hakemlik
yapmasını isteyebilirler. Bazı durumlarda da ebeveynlerden biri eşine karşı duyduğu
düşmanca duyguları çocuğa yöneltebilir. Ya da eşi hakkındaki bütün duygularını
çocuğu ile paylaşma yoluna gidebilir. Ebeveyn terapisi iki eşle birlikte yapılır ve
bu terapi 8-9 oturumdan oluşur. Oturumda eşlerin bireysel sorunlarından aha çok eşler
arasındaki sorunlar üzerinde durulur. Eğer gerekiyorsa eşler yarıca bireysel terapiye
de alınabilir. Oturumlar 2-3 haftada bir yapılır. Evde uygulanması gereken
davranışlar için biraz zaman tanınır. Ancak gerekli görülürse terapi süresi 20-30
seansa çıkarılır. Terapide problemlerin çözümü için; · .Karşılıklı olumlu
iletişim, · Karşılıklı eşit şartlar, · Problem çözme yeteneğini kazanma, ·
reddetme, suçlama davranışlarından kaçma, · Karşılıklı ihtiyaçların
karşılanmasını sağlama ve eşlerin kendilerini gerçekleştirmesine olanak sağlama
amaç edinilir. Ebeveyn terapisinde,başlangıçta eşler arasındaki problemler
belirlenir ve önem sırasına göre sıraya dizilir. Problemin içeriğine göre hedef
saptanır ve uygun eğitim programları uygulanır.
Beden
Terapisi Nörolojik ya da psiko-somatik bozukluklar ile birlikte haraket bozukluğu,duygu
iletişiminde bozukluk, sosyal davranışlarda bozukluk beden terapisi ile tedavi edilir.
Beden terapisi aynı zamanda zihinsel özürlü çocuklardaki hareket bozuklukları ya da
zihinsel yönden sağlıklı fakat duygusal nedenlerle bedensel rahatsızlıklar gösteren
çocukların tedavisinde de uygulanır. Haraketlerdeki huzursuzluk, yetersizlik, kas
kasılmalarında, solunum, ses çıkarma, konuşma, dokunma bozukluğunda, beden ve mekan
oryantasyonu bozukluğunda, dokunma korkusunda, beden imajı bozukluğunda,kendinin
değerli bulmama durumunda, ilişki kurma güçlüğünde,saldırgan davranışlarda ve
gevşeme bozukluklarında uygulanır. Beden terapisinde strateji ve teknikler şunlardır;
· Öncelikle terapist ve çocuk arasında iyi bir ilişkinin kurulması gerekmektedir. ·
Çocukla terapist arasında bedensel kontağın kurulması. Çocuğu sevme,başını
okşama, çocuğa duygularını bedensel hareketlerle ifade etmesinde yardımcı
olunmalıdır. · Yavaş yavaş bedensel kontağa alıştırma. Genellikle bu çocuklar
bedensel teması reddederler. Bunun için öncelikle çocuğun bedensel kontağa
alıştırılması gerekir. Çocuk ilk aşamada terapistin elinin vücudunda dolaşmasına
alışması gerekir. Sonra terapistin dizlerine oturma, bacaklarında sallanma, terapi
odasındaki oyuncak eve birlikte girme gibi alıştırma çalışmaları yapılabilir. ·
Bedensel çalışmaya sözle de eşlik edilmeli ve terapist devamlı çocukla konuşarak
neyi niçin yaptığını açıklamalıdır. · Çocuğun kendi vücudunu tanımasına
yardımcı olunmalıdır. Çocuk kendi vücuduna dokunarak bedeni hakkında bilgi sahibi
olabilir. · Beden terapisinde acele edilmemeli ve çocuğun kabul edici ve reddedici
davranışları kabul edilmelidir.
Gençlerle
psikoterapi Gençlerle yapılan terapi konuşmaya yöneliktir. Konuşmalar daha çok
davranışlar üzerinde rehberlik yapma ve uygulamalarla birlikte sürdürülmelidir.
Terapiler mümkün olduğu kadar kız ve erkek karışık gruplar halinde
gerçekleştirilmelidir. Gençlerin bu konuda ihtiyaçlarının fazla olmasına karşın
çeşitli nedenlerle gençler bu uygulamalardan yararlanmamaktadırlar. Gençlerin
terapisinde hedef, gencin kendini gerçekleştirmesine yardımcı olmaktır. Gencin
egosunun gelişmesi ,çocuk rolünden kopmasına ve yetişkin rolüne girmesi, çevresinde
yaşanana problemlerle baş etmeyi öğrenmesi, serbest zaman değerlendirmesi konusunda
gence rehberlik edilmelidir. Gençlere yapılacak öneriler çok gerçekçi olmalıdır.
Gençlerin korkularının, nevrotik düşüncelerinin üstesinden gelmeleri isteniyorsa,
serbest zaman çalışmaları imkanları,tartışma grupları, film grupları, müzik
grupları, spor grupları, tiyatro grupları ile terapi saatleri
birleştirilmelidir.Danışanı merkez alan psikoterapide gençler konuşma ile
duygularını ifade etmeye çalışırlar ve böylece kendilerini keşfederler. Eğer
terapist gençlerle iyi bir ilişki kurabilirse başarılıdır.
Grup
Terapisi Grup terapisi, bireyin problemleri ve bu problemlere kendisinin bulduğu çözüm
yollarını, diğer grup üyelerinin problemleri ve buldukları çözüm yolları ile
karşılaştırma olanağını bulduğu ortamdır. Bu yolla aynı zamanda birey kendi
problemlerinin diğer grup üyeleri tarafından nasıl algılandığını görme şansına
da sahip olur. Ancak gruba alınacak grup üyelerinin bireysel terapiden geçmeleri uygun
olur.
|