|
DERSİM’DE DEVRİMCİ HAREKET VE SOSYALİZM/MARKSİZM
Auteur - yazari: SEYFİ CENGİZ Tarih, gün ve saat : 24. Haziran 2005
22:44:16:
DERSİM’DE DEVRİMCİ HAREKET VE SOSYALİZM/MARKSİZM
SEYFİ CENGİZ
GERİLLA SAVAŞLARI TECRÜBESİNDEN ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER
GERİLLA TAKTİĞİNE NEDEN, NE ZAMAN BAŞVURULUR?
Bir halk, bir avuç insan veya bir örgüt gerilla taktiklerine neden, ne zaman
başvurur?
Genellikle güçlü bir düşmana karşı zayıf tarafın başvurduğuna tanık
olduğumuz gerilla taktiği, belli bir hedefe hizmet etmek, siyasi-askeri bir
hedefle ilişkilendirilmek zorundadır. Güçlü bir düşmana veya işgalciye karşı
gerilla taktikleriyle başlayıp ayaklanmaya veya toplu direnişlere dönüşen
örnekler vardır. Gerilla savaşının ulus çapında bir halk ayaklanması
hazırlama, kışkırtma ve örgütlemenin bir aracı olarak hizmet gördüğü
olmuştur Bir ayaklanmanın veya toplu direnişin yenilgisinin ardından tanık
olunan gerilla mücadelesi örnekleri vardır. Benzer durumlar Koçgiri, Şeyh
Sait ve İç-Dersim direnişlerinde de görülmüştür. Başarılı ya da başarısız,
gerilla taktiklerinin salt propaganda amacıyla, bir konuyu gündeme taşımak
düşüncesiyle denendiği de olmuştur. Bir hareketin arada bir kendi adını,
varlığını duyurmak için başvurduğu veya barınma amaçlı bir hareketten öteye
gidemeyen örnekler vardır. Kitleleri politize etmek, siyasal eyleme ve
devrimin içine çekmek, belirli koşullarda (kriz ortamında) kitleleri
harekete çekecek bir kıvılcım olmak için de başvurulduğu olmuştur.
HALK DESTEĞİNİN ÖNEMİ
Halk savaşlarında birçok deneyimde süper güçlere karşı gerilla taktiği
kazandı. ABD Vietnam’da, SB Afganistan’da teknolojisine, silah, ateş, yıkım
ve imha gücüne güvendi, bu gücünü kullandı, ama yetmedi. Fransız sömürgesi
Cezayir, bağımsızlığını kent gerilla savaşı sonucunda kazandı.
Gerilla taktiğinin başarı sağladığı durumlar, dış konjonktür bir kenara
bırakılırsa, kitle muhalefeti ile birleştiği, kitleselleştiği örneklerdir.
Başarısız kaldığı durumlar ise kitle hareketi ile birleşemediği örneklerdir.
Sözgelimi Uruguay’da Tupamaroslar’ın yürüttüğü kent gerilla stratejisi
kitlesel bir harekete dönüşemedi.
Örnekleri, eski veya yeni, uzatmaya gerek yok.
Anlatmaya çalıştığım şey tüm gerilla hareketlerinin başarı için, pasif dahi
olsa, belirli bir halk desteğine ihtiyaç duyduklarıdır.
TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE DERSİM’DE GERİLLA DENEYİMLERİ
(ZAMANLAMA, KİTLE DESTEĞİ, TOPRAK ÜSSÜ, ETİK KONULAR)
1970‘lerin başından beri Türkiye, Kürdistan ve Dersim’de kesintili de olsa
gerilla taktiklerine, kır ve şehir gerillacılığına başvuran gruplar oldu.
Ama bunlar gerilla savaşı ile kitle mücadelesini birleştiremediler.
THKP-C ve THKO‘nun gerilla savaşı topu topu 1970 ve 1971 yıllarında konan
sınırlı sayıdaki silahlı eylemlerden ibaret kalıp kesintiye uğradı. TKP-ML/TİKKO‘nun
sık sık uzun kesintilere uğrayan düşük profilli gerilla savaşı da otuz
yıldır ne amaçlandığı şekilde “Kurtarılmış bölgeler“/“Kızıl siyasi
iktidarlar“ doğurdu, ne de iddia edildiği gibi “Halk savaşı“na dönüştü. Çok
küçük de olsa bir toprak üssü ve anlamlı bir halk desteği bile edinilemedi.
Oysa klasik gerilla hareketlerinin başarısı genelde bir toprak üssüne ve
belirli bir kitle desteğine ihtiyaç doğurmuştur.
Tekoşin (1980-82) ve PKK (1984-98)’nın yönettikleri gerilla hareketleri de
bir kitle mücadelesine, bir halk ayaklanmasına dönüşemediler.
Uzun sözün kısası, bu denemelerin hiçbiri yangını tutuşturamadı, başka
deyişle kitleleri harekete geçiremedi, kitlesel bir mücadeleye veya harekete
dönüşemedi. Ne 1970‘lerin kent-kır gerilla hareketleri ne de sonraki
süreçteki denemeler bunu başaramadılar. Kitleleri mobilize edemediler, ciddi
bir kitle desteği ve bir toprak üssü edinemediler.
Ne yazık ki hemen hepsi de adı geçen örgütlerin devletle düellosuna dönüşüp
son derece eşitsiz bir mücadelede başarısızlıkla sonuçlandılar.
Bu tecrübeden mutlaka öğrenmeliyiz.
Başka ülkelerin deneyimlerinden çok bu deneyimlerden öğreneceklerimiz vardır.
O halde başarısızlığın nesnel ve öznel nedenleri üzerinde tekrar takrar
düşünmek, bugün ve gelecek için dersler çıkarmak gerekir.
Kendi adıma ben, eğer kendileri de isterse, hep dost ve müttefik olarak
gördüğüm MKP’li ve TKP-ML’li devrimci arkadaşlarla bu konular üzerinde sözlü
ya da yazılı dostça bir tartışma yürütmeye hazırım.
1970 sonrasının gerilla pratiğinde yegane istisna 1990 ve 91 baharında
görüldü. PKK’nın gerilla savaşı sürerken bazı küçük kentlerde bu tarihlerde
ayaklanmalar patlak verdi.
Böylece gerilla hareketinin kitle mücadelesi ile birleşme şansı doğdu.
Ama bu şans PKK zihniyeti nedeniyle harcandı.
Bu örnekte birkaç önemli ders gizlidir.
Birincisi bölgede Birinci Körfez Savaşı’nın yarattığı elverişli siyasal
konjonktürdür. İkincisi ekonomik krizdir. Kitleleri harekete geçiren,
sınırın Irak yakasındaki gelişmelerin yanısıra, 1990 ve 91 tarihlerinde
küçük kentlerde etkisini duyuran, bu kentleri yıkıma uğratan ekonomik krizdi.
Açık ki, bir gerilla hareketi başlatmanın, sürdürmenin ve onun başarısının
da bazı koşulları vardır. Her şart altında gerilla hareketi başlatılamaz.
Şartlar ne olursa olsun devam ettirilemez. İşgal koşulları önemlidir, ama
tek başına yetmeyebildiği durumlar vardır. Ekonomik ve politik kriz, başka
deyişle bir “devrimci durum“un varlığı şart gibi görünüyor.
Bu koşullar yoksa gerilla hareketi yangını tutuşturacak bir kıvılcım işlevi
göremez.
1956‘da Fidel Castro’nun başlattığı gerilla hareketinin üç yıl gibi kısa bir
süre sonra Havana’da bir ayaklanmaya/devrime dönüşmesi başka türlü
anlaşılmaz kalır.
Gerilla hareketi kitlelerin hareketiyle birleşmek, kitlelerin acil
taleplerini doğru belirleyip işleyerek bu talepler etrafında onları siyasi
savaşa sürüklemek ve hareketi kitle mücadelesine dönüştürmek zorundadır. Bir
kitle mücadelesine dönüşemeyen gerilla hareketi bir avuç insanın devletle
halktan kopuk düellosu olarak kalır. Adına “halk savaşı“ denen şey, koşullar
ne olursa olsun, bir avuç gerillanın veya bir örgütün halk adına devletle
düellosu değil, bir grup gerillanın veya bir gerilla örgütünün halktan kopuk
savaşımı değil, halkın kendi savaşımıdır. Halk savaşı; halk adına, halk için
bir öncünün halktan kopuk savaşı, devletle halktan kopuk düellosu değil,
kadın-erkek, yaşlı-genç bizzat halkın katıldığı bir savaştır. Halk için
değil, halkın kendi savaşı olmalı, buna dönüşmeli.
Kurtuluş mücadelesinde insan faktörü başta gelir. Önce halkın kafası ve
yüreği kazanılmalı. İlk muharebe bunun için verilmelidir. Halkı savaşa
katacak ve savaşımı halkın kendi savaşımına dönüştürecek koşullar ve
yöntemler gereklidir.
Ve bir şey daha: Bizim savaşımımızın, elde silah yürütüldüğünde de, bir
etiği ve hukuku olmak, şartlar ne olursa olsun buna uyulmak zorundadır.
PROGRAMININ BAŞINA DERSİM’İN ULUSAL KURTULUŞ TALEBİNİ YAZMAYANLAR BUNDAN
BÖYLE DERSİM’DE TUTUNAMAZLAR
Şu andaki adları ne olursa olsun TKP-ML/TİKKO geleneğinden gelen grupların
kendi deneyimlerindeki başarısızlığı kabullenmeleri ve nedenleri üzerinde
ciddi ciddi düşünmeleri gerekir.
Hiç bir şey olmamış gibi devam edilemez.
Her şeyden önce, pek çoğu Dersimli olduğu halde esas üsleri gibi gördükleri
Dersim’e tamamen yabancı düşen poitikalarını gözden geçirmeli, bir Dersim
politikası oluşturmalıdırlar.
15-20 yıldır tartıştığımız Dersim Sorunu’nu ısrarla görmezden gelen, Mercan
katliamı’ndan sonra dahi Dersim’den tıpkı EMEP, PKK ve benzerleri gibi
“Kuzey Kürdistan“ın bir parçası olarak sözeden bir hareket, bundan böyle
Dersim’de ne ciddi bir kitle desteği umabilir, ne de toprak üssü bulabilir.
Dahası, bu politikalarda ısrar edenler bundan böyle etnik kökenleri ne
olursa olsun, inkarcı gibi görülmekten, hatta doğru ya da yanlış şekilde
işgalci güçlerle karıştırılmaktan kurtulamazlar. Çünkü Dersim Sorunu’nun
henüz bilinmediği devirler geride kaldı. Dersim fikrinin giderek güçlendiği
ve partileşmekte olduğu bugün, eskinin külüstür politikalarıyla yürünemez.
Bundan böyle programının başına, PSD (Partiya Serbestiya Dersimi)’nin
yaptığı gibi, Dersim’in ulusal kurtuluş talebini yazmayan bir hareket,
Dersimli olarak görülemez. Çünkü şu aşamada Dersim’de mücadelenin önde gelen
niteliği sınıfsal değil, ulusaldır. Ve çünkü “ulusal özlemleri“ ihmal eden
bir parti kitleselleşemez de.
Engels’in deyimiyle, sosyalist bir partinin, sosyalist idealler ile ulusal
özlemler arasındaki karşıtlıktan, “ulusal görev ile sınıf çıkarı“ arasındaki
bir çatışmadan kaçınmak için programının başına ulusal kurtuluş talebini
koyması zorunludur.
Dersim’i Türkiye ile karıştırmak, onu hiç mi hiç tanımamaktır. Bu yaklaşımla
Türkiye devrimine de katkıda bulunulamaz.
Dersim halkının tarihine, sorunlarına ve taleplerine bu denli yabancı bir
hareket, üstelik devrimci durum olsun olmasın her koşulda gerilla taktiğini
esas alan, onu mutlaklaştıran, siyasal mücadeleyi silahlı mücadeleye,
silahlı mücadeleyi de kır gerillacılığına indirgeyen bir hareket, ne denli
yiğitçe ve fedekarca dövüşürse dövüşsün başarılı olamaz.
Bir mücadelede ideolojik inanç, yiğitlik ve fedekarlık önemli faktörlerdir.
İnanç yoksa, umut yoksa, hiç bir kavga kazanılmaz. Ideoloji ve inancın
olmadığı yerde yürek, cesaret, bağlılık ve disiplin de olmaz. Bunlar
olmaksızın bir mücadele kazanılamaz. Ama bir mücadele salt bu faktörlerle
kazanılmaz.
Doğru bir prıogram, strateji ve taktik zorunludur.
PROGRAM, STRATEJİ VE MÜCADELE METOTLARI
Ajitatif yaklaşımlar belki günü kurtarır, ama geleceği değil.
Mercan katliamı MKP’li ve benzer düşüncedeki diğer devrimcileri program,
strateji ve taktiklerini köklü şekilde yenilemeleri için bir vesile
olmalıdır.
Kimsenin İbrahim Kaypakkaya’nın yiğit ve inançlı bir devrimci olduğundan
kuşkusu yoktur. Aydın Hambayat ve Cafer Cangöz’ün yiğitliklerinden kuşku
duyulamaz.
Ama İbrahim Kaypakya’nın Türkiye, Kürdistan ve Dersim için önerdiği %100 Çin
markası devrim stratejisi daha önerildiği tarihte yanlıştı. 1930‘ların ve
40‘ların Çin’i ile günümüzün Türkiye, Kürdistan ve Dersim’i ise farklı
gezegenler kadar başka başkadırlar.
Türkiye için bu tür stratejileri yapanların neden Dersim’de üslendikleri
malumdur. Yapılan seçim benimsedikleri stratejinin gereğidir.
Ama Dersim bu grupların iddia ettikleri gibi ne Türkiye’dir, ne de
Kürdistan’dır.
Adı üzerinde Dersim’dir.
Asırlardır süregelen bir “Dersim Sorunu“ vardır.
15-20 yıldır bu sorunu tartışıyoruz. Konu bir sır değil artık. Pek çoğu
Dersimli olan MKP’li ve TKP-ML’li devrimcilerin, ayrıca EMEP veya PKK
taraftarı Dersimliler’in bu konudaki duyarsızlığı pek çok insanın sabrını
taşırmakta, hatta bir çok kişiyi de reaksiyoner bir yaklaşımla gerici,
karşı-devrimci konumlara sürüklemektedir.
Fikirlerimiz yayılıp bir güce dönüşmedikçe onları hayata geçiremeyiz.
Siyasette düşündüklerimizi gerçekleştirebilmek için bir güce ulaşmak gerkir.
Halkı bilinçlendirip mücadeleye kazanmadan, kitleleri örgütlemeden
hedeflerimize varamayız.
Bu ise içinde bulunduğumuz dönemde propaganda, ajitasyon ve örgütlenme
faaliyetine, başka deyişle siyasal mücadelenin örgütlü/partili, kitlesel ve
barışçıl biçimlerine ağırlık tanımamızı gerektirir.
Şimdi doğru olan budur.
PSD Programı’nda,
“Ulusal kurtuluş, yabancı işgaline ve olağandışı rejim biçimlerine karşı
güncel/acil istemler etrafında kitle mücadelesini esas alan bir ulusal
direniş yükseltilerek kazanılabilir. Bu direnişin biçimleri koşullara bağlı
olarak değişecektir“,
denilmektedir.
Burada kitle mücadelesini, kitlelere dayanan örgütlü siyasal mücadeleyi
eksene koyan bir yaklaşım vardır.
Bu ekseni kaybetmemek koşuluyla, karşı taraf yasal ve barışçıl mücadele veya
çözüm yolunu tıkadığı, başka seçenek bırakmadığı, özellikle zora/şiddete
başvurduğu zaman, aynı yöntemlerle karşılık vererek zulme karşı direnme
hakkımızı kullanacağız.
Bu doğal bir haktır.
Yani silahlı mücadelenin veya şiddetin (gerilla savaşı yöntemleri,
ayaklanma) hepten, bütün zamanlar için dışlanması doğru olmaz.
Kimseye şiddete dayanmayan bir politik strateji sözü verilemez.
TC gibi tepeden tırnağa silahlı, şiddeti fetiş haline getirmiş bir
ordu-polis devletinde değişik biçimler altında silahlı direnişi veya silahlı
kalkışmayı reddederseniz, koşullar ne olursa olsun bu yola başvurmayız
derseniz, iyi bilmelisiniz ki, ciddi bir siyasal varlık olamazsınız,
hedefinizi gerçekleştirmek şöyle dursun, hiç bir mevzi edinmezsiniz.
Kaldı ki, bu topraklarda sadece devlet değil, muhalefetin önemlice bir
bölümü de silahlıdır ve özellikle PKK örneğinde tanık olduğumuz gibi sık sık
silahını halka ve devrimcilere karşı da kullanmaktadır. Devlet de, PKK türü
silahlı muhalefet de siyasi ve silahlı mücadelede hiç bir etik ve hukuk
tanımamaktadır.
Dolayısıyla, eğer her şeyi bırakmak ve bir kenara çekilmek niyetinde
değilseniz, caydırıcı bir yaptırım gücünüz olmak zorundadır.
Daha açık konuşursak, benim kişisel fikrime göre, PSD’nin bir askeri kanada
ihtiyacı vardır. Bu, yalnızca mecbur kaldığımızda silahlı direnme hakkımızı
kullanmak için değil, ne yazık ki bu topraklarda siyaset yapabilmek için
gereklidir.
Yoksa, bırakın siyaset yapmayı, bir bildiri dahi dağıtamaz, bir yerden bir
yere gidemez, görüşlerinizi özgürce ifade edemezsiniz. Dolayısıyla
propagandamızın (davamızın) çıkarı için, partimizin varlığını ve
faaliyetinin devamlılığını nasıl koruyacağımızı ciddi şekilde düşünmek
zorundayız.
Silahlı bir gücünüz yoksa (bir silahlı güç değilseniz), şamar oğlanına
dönersiniz.
Uzun sözün kısası, bu konu birçoklarının sandığı gibi basit bir seçim/tercih
sorunu değildir.
Mücadele alanında bir taraf iseniz ya da bir taraf oluşturmak niyetinde
iseniz, herşeye karar verecek konumda olmadığınızı bilmek zorundasınız.
Mücadele meydanında farklı iradeler vardır ve onlar sizden farklı tercihlere
sahiptir. Andaki realite tek taraflı tercihlere/arzulara fazlaca şans
tanımamaktadır. Tarafların ya da muhatapların tümünün üzerinde anlaştığı bir
çerçeve varolmadığı sürece de durum bu olacaktır.
Silah veya zor/şiddet kullanımını tek taraflı ve basit bir tercih sorununa
indirgeyenler, mücadeleyi hep tribünlerden izleyenlerdir, sahadaki
gerçekliği bilmeyenlerdir.
Özetle, bir varolma sorunuyla karşı karşıya olan Dersim, şu şartlarda
kendisini kuşatan düşman dünyaya karşı açık savaşa (meydan savaşı) giremez,
bu riski göze alamaz. Ama kendini koruma ve savunma sorununu da akıllıca
çözmek, etkili bir varolma, korunma ve savunma mekanizması geliştirmek
zorundadır.
Dersim, mücadele alanında tek başına kalmamak, müttefikler bulmak
zorundadır.
Sözgelimi Türkiye’de ve Kürdistan’da eş zamanlı bir ayaklanma halinde Dersim
kuşatılmış olmaktan ve yalnız kalmaktan kurtulabilir.
DERSİM’DE DEVRİMCİ HAREKET VE SOSYALİZM/MARKSİZM
Dersim’de yeni bir akım olarak devrimci hareket ve sosyalizm, 1960‘ların
sonlarında, henüz bir Dersim fikri, başka deyişle bir ulusal uyanış/hareket
yokken başladı. 1975-80 döneminde gelişip güçlendi.
1975-80 dönemi tüm eksikliklerine rağmen bence Dersim aydınlanmasının
başlangıcıdır. Dersim aydınlanmasının ikinci ve en önemli dönemi ise
1980‘lerin sonlarından itibaren sürgünde yaşandı. Dersim fikrinin bilince
çıkarıldığı, canlandırıldığı dönemdir bu. Bu süreci başlatan Desmala Sure
oldu. Sosyalizmi Dersim fikri ile birleştiren, onu Dersim koşullarına
uyarlayan Desmala Sure’ydi.
1975-80 döneminde Dersim’de işçi sınıfı ve işçi hareketi yok gibiydi.
Devrimcilik ve sosyalizm bu koşullar altında bir orta sınıf hareketi olarak
sahneye çıktı. Bu dönemin Dersim sosyalizmi Narodnik türden halkçı bir
hareketti. Halkçı ve eşitlikçi bir toplum özlemini ifade ediyordu. Ütopik ve
romantikti. Kendisine sosyalist dese de köylücü bir öz taşıyordu. İçerik
olarak devrimci ve demokratikti. Sosyalizm, işçi sınıfı ve sermaye
kutuplaşmasının hemen hemen olmadığı Dersim’de halkçı, ütopik ve romantik
bir karakter kazanmıştı.
Böylece 1975-80 döneminde Dersim’de herşeyini, okulunu, işini, mesleğini,
evini/ailesini bırakıp kendisini harekete adayan yüzlerce genç ve aydın
halkı harekete geçirmek için kırsal alanlara (ve kentlere ) gittiler. Ama
tüm yiğitlik ve fedekarlıklarına rağmen halkı mobilize edemediler ve
yenildiler.
Bugün durum farklı.
Dersim ruhu ve şuuru yükseliş halindedir.
Kazanmanın koşullarından biri 1975-80 döneminin devrimci mücadelesinde
ifadesini bulan Dersimi yiğitlik, coşku, heyecan ve fedekarlıktır. Dersim
ruhu ve şuuru ile donanmış benzer bir kuşağa ihtiyacımız vardır.
Cevaplar:
|
|
|