Forum Yazarlari        
Seyfi Cengiz
Mehmet Doğan
Huseyin Dedesoy
Bertal Kahraman
Ali Kılıç
Alishan Karsan
Serpil Demir
R. Bagciyan
M. Tornêşeyali
Seyit Olgun
M. Hayaloğlu
İsmail Kiliç
Şerafettin Yurdakul
Armen
Sengul Savas
Adil Duran
Pascale
Özcan Yıldız

Özcan Soysal

Mehmet Yıldız
Home
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

DERSİM’DE DEVRİMCİ HAREKET VE SOSYALİZM/MARKSİZM

Dersim Forum

Auteur - yazari: SEYFİ CENGİZ Tarih, gün ve saat : 24. Haziran 2005 22:44:16:


DERSİM’DE DEVRİMCİ HAREKET VE SOSYALİZM/MARKSİZM

 

SEYFİ CENGİZ

 

GERİLLA SAVAŞLARI TECRÜBESİNDEN ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER


GERİLLA TAKTİĞİNE NEDEN, NE ZAMAN BAŞVURULUR?
Bir halk, bir avuç insan veya bir örgüt gerilla taktiklerine neden, ne zaman başvurur?
Genellikle güçlü bir düşmana karşı zayıf tarafın başvurduğuna tanık olduğumuz gerilla taktiği, belli bir hedefe hizmet etmek, siyasi-askeri bir hedefle ilişkilendirilmek zorundadır. Güçlü bir düşmana veya işgalciye karşı gerilla taktikleriyle başlayıp ayaklanmaya veya toplu direnişlere dönüşen örnekler vardır. Gerilla savaşının ulus çapında bir halk ayaklanması hazırlama, kışkırtma ve örgütlemenin bir aracı olarak hizmet gördüğü olmuştur Bir ayaklanmanın veya toplu direnişin yenilgisinin ardından tanık olunan gerilla mücadelesi örnekleri vardır. Benzer durumlar Koçgiri, Şeyh Sait ve İç-Dersim direnişlerinde de görülmüştür. Başarılı ya da başarısız, gerilla taktiklerinin salt propaganda amacıyla, bir konuyu gündeme taşımak düşüncesiyle denendiği de olmuştur. Bir hareketin arada bir kendi adını, varlığını duyurmak için başvurduğu veya barınma amaçlı bir hareketten öteye gidemeyen örnekler vardır. Kitleleri politize etmek, siyasal eyleme ve devrimin içine çekmek, belirli koşullarda (kriz ortamında) kitleleri harekete çekecek bir kıvılcım olmak için de başvurulduğu olmuştur.


HALK DESTEĞİNİN ÖNEMİ
Halk savaşlarında birçok deneyimde süper güçlere karşı gerilla taktiği kazandı. ABD Vietnam’da, SB Afganistan’da teknolojisine, silah, ateş, yıkım ve imha gücüne güvendi, bu gücünü kullandı, ama yetmedi. Fransız sömürgesi Cezayir, bağımsızlığını kent gerilla savaşı sonucunda kazandı.
Gerilla taktiğinin başarı sağladığı durumlar, dış konjonktür bir kenara bırakılırsa, kitle muhalefeti ile birleştiği, kitleselleştiği örneklerdir.
Başarısız kaldığı durumlar ise kitle hareketi ile birleşemediği örneklerdir. Sözgelimi Uruguay’da Tupamaroslar’ın yürüttüğü kent gerilla stratejisi kitlesel bir harekete dönüşemedi.
Örnekleri, eski veya yeni, uzatmaya gerek yok.
Anlatmaya çalıştığım şey tüm gerilla hareketlerinin başarı için, pasif dahi olsa, belirli bir halk desteğine ihtiyaç duyduklarıdır.


TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE DERSİM’DE GERİLLA DENEYİMLERİ
(ZAMANLAMA, KİTLE DESTEĞİ, TOPRAK ÜSSÜ, ETİK KONULAR)
1970‘lerin başından beri Türkiye, Kürdistan ve Dersim’de kesintili de olsa gerilla taktiklerine, kır ve şehir gerillacılığına başvuran gruplar oldu. Ama bunlar gerilla savaşı ile kitle mücadelesini birleştiremediler.
THKP-C ve THKO‘nun gerilla savaşı topu topu 1970 ve 1971 yıllarında konan sınırlı sayıdaki silahlı eylemlerden ibaret kalıp kesintiye uğradı. TKP-ML/TİKKO‘nun sık sık uzun kesintilere uğrayan düşük profilli gerilla savaşı da otuz yıldır ne amaçlandığı şekilde “Kurtarılmış bölgeler“/“Kızıl siyasi iktidarlar“ doğurdu, ne de iddia edildiği gibi “Halk savaşı“na dönüştü. Çok küçük de olsa bir toprak üssü ve anlamlı bir halk desteği bile edinilemedi.
Oysa klasik gerilla hareketlerinin başarısı genelde bir toprak üssüne ve belirli bir kitle desteğine ihtiyaç doğurmuştur.
Tekoşin (1980-82) ve PKK (1984-98)’nın yönettikleri gerilla hareketleri de bir kitle mücadelesine, bir halk ayaklanmasına dönüşemediler.
Uzun sözün kısası, bu denemelerin hiçbiri yangını tutuşturamadı, başka deyişle kitleleri harekete geçiremedi, kitlesel bir mücadeleye veya harekete dönüşemedi. Ne 1970‘lerin kent-kır gerilla hareketleri ne de sonraki süreçteki denemeler bunu başaramadılar. Kitleleri mobilize edemediler, ciddi bir kitle desteği ve bir toprak üssü edinemediler.
Ne yazık ki hemen hepsi de adı geçen örgütlerin devletle düellosuna dönüşüp son derece eşitsiz bir mücadelede başarısızlıkla sonuçlandılar.
Bu tecrübeden mutlaka öğrenmeliyiz.
Başka ülkelerin deneyimlerinden çok bu deneyimlerden öğreneceklerimiz vardır.
O halde başarısızlığın nesnel ve öznel nedenleri üzerinde tekrar takrar düşünmek, bugün ve gelecek için dersler çıkarmak gerekir.
Kendi adıma ben, eğer kendileri de isterse, hep dost ve müttefik olarak gördüğüm MKP’li ve TKP-ML’li devrimci arkadaşlarla bu konular üzerinde sözlü ya da yazılı dostça bir tartışma yürütmeye hazırım.
1970 sonrasının gerilla pratiğinde yegane istisna 1990 ve 91 baharında görüldü. PKK’nın gerilla savaşı sürerken bazı küçük kentlerde bu tarihlerde ayaklanmalar patlak verdi.
Böylece gerilla hareketinin kitle mücadelesi ile birleşme şansı doğdu.
Ama bu şans PKK zihniyeti nedeniyle harcandı.
Bu örnekte birkaç önemli ders gizlidir.
Birincisi bölgede Birinci Körfez Savaşı’nın yarattığı elverişli siyasal konjonktürdür. İkincisi ekonomik krizdir. Kitleleri harekete geçiren, sınırın Irak yakasındaki gelişmelerin yanısıra, 1990 ve 91 tarihlerinde küçük kentlerde etkisini duyuran, bu kentleri yıkıma uğratan ekonomik krizdi.
Açık ki, bir gerilla hareketi başlatmanın, sürdürmenin ve onun başarısının da bazı koşulları vardır. Her şart altında gerilla hareketi başlatılamaz. Şartlar ne olursa olsun devam ettirilemez. İşgal koşulları önemlidir, ama tek başına yetmeyebildiği durumlar vardır. Ekonomik ve politik kriz, başka deyişle bir “devrimci durum“un varlığı şart gibi görünüyor.
Bu koşullar yoksa gerilla hareketi yangını tutuşturacak bir kıvılcım işlevi göremez.
1956‘da Fidel Castro’nun başlattığı gerilla hareketinin üç yıl gibi kısa bir süre sonra Havana’da bir ayaklanmaya/devrime dönüşmesi başka türlü anlaşılmaz kalır.
Gerilla hareketi kitlelerin hareketiyle birleşmek, kitlelerin acil taleplerini doğru belirleyip işleyerek bu talepler etrafında onları siyasi savaşa sürüklemek ve hareketi kitle mücadelesine dönüştürmek zorundadır. Bir kitle mücadelesine dönüşemeyen gerilla hareketi bir avuç insanın devletle halktan kopuk düellosu olarak kalır. Adına “halk savaşı“ denen şey, koşullar ne olursa olsun, bir avuç gerillanın veya bir örgütün halk adına devletle düellosu değil, bir grup gerillanın veya bir gerilla örgütünün halktan kopuk savaşımı değil, halkın kendi savaşımıdır. Halk savaşı; halk adına, halk için bir öncünün halktan kopuk savaşı, devletle halktan kopuk düellosu değil, kadın-erkek, yaşlı-genç bizzat halkın katıldığı bir savaştır. Halk için değil, halkın kendi savaşı olmalı, buna dönüşmeli.
Kurtuluş mücadelesinde insan faktörü başta gelir. Önce halkın kafası ve yüreği kazanılmalı. İlk muharebe bunun için verilmelidir. Halkı savaşa katacak ve savaşımı halkın kendi savaşımına dönüştürecek koşullar ve yöntemler gereklidir.
Ve bir şey daha: Bizim savaşımımızın, elde silah yürütüldüğünde de, bir etiği ve hukuku olmak, şartlar ne olursa olsun buna uyulmak zorundadır.


PROGRAMININ BAŞINA DERSİM’İN ULUSAL KURTULUŞ TALEBİNİ YAZMAYANLAR BUNDAN BÖYLE DERSİM’DE TUTUNAMAZLAR
Şu andaki adları ne olursa olsun TKP-ML/TİKKO geleneğinden gelen grupların kendi deneyimlerindeki başarısızlığı kabullenmeleri ve nedenleri üzerinde ciddi ciddi düşünmeleri gerekir.
Hiç bir şey olmamış gibi devam edilemez.
Her şeyden önce, pek çoğu Dersimli olduğu halde esas üsleri gibi gördükleri Dersim’e tamamen yabancı düşen poitikalarını gözden geçirmeli, bir Dersim politikası oluşturmalıdırlar.
15-20 yıldır tartıştığımız Dersim Sorunu’nu ısrarla görmezden gelen, Mercan katliamı’ndan sonra dahi Dersim’den tıpkı EMEP, PKK ve benzerleri gibi “Kuzey Kürdistan“ın bir parçası olarak sözeden bir hareket, bundan böyle Dersim’de ne ciddi bir kitle desteği umabilir, ne de toprak üssü bulabilir. Dahası, bu politikalarda ısrar edenler bundan böyle etnik kökenleri ne olursa olsun, inkarcı gibi görülmekten, hatta doğru ya da yanlış şekilde işgalci güçlerle karıştırılmaktan kurtulamazlar. Çünkü Dersim Sorunu’nun henüz bilinmediği devirler geride kaldı. Dersim fikrinin giderek güçlendiği ve partileşmekte olduğu bugün, eskinin külüstür politikalarıyla yürünemez.
Bundan böyle programının başına, PSD (Partiya Serbestiya Dersimi)’nin yaptığı gibi, Dersim’in ulusal kurtuluş talebini yazmayan bir hareket, Dersimli olarak görülemez. Çünkü şu aşamada Dersim’de mücadelenin önde gelen niteliği sınıfsal değil, ulusaldır. Ve çünkü “ulusal özlemleri“ ihmal eden bir parti kitleselleşemez de.
Engels’in deyimiyle, sosyalist bir partinin, sosyalist idealler ile ulusal özlemler arasındaki karşıtlıktan, “ulusal görev ile sınıf çıkarı“ arasındaki bir çatışmadan kaçınmak için programının başına ulusal kurtuluş talebini koyması zorunludur.
Dersim’i Türkiye ile karıştırmak, onu hiç mi hiç tanımamaktır. Bu yaklaşımla Türkiye devrimine de katkıda bulunulamaz.
Dersim halkının tarihine, sorunlarına ve taleplerine bu denli yabancı bir hareket, üstelik devrimci durum olsun olmasın her koşulda gerilla taktiğini esas alan, onu mutlaklaştıran, siyasal mücadeleyi silahlı mücadeleye, silahlı mücadeleyi de kır gerillacılığına indirgeyen bir hareket, ne denli yiğitçe ve fedekarca dövüşürse dövüşsün başarılı olamaz.
Bir mücadelede ideolojik inanç, yiğitlik ve fedekarlık önemli faktörlerdir. İnanç yoksa, umut yoksa, hiç bir kavga kazanılmaz. Ideoloji ve inancın olmadığı yerde yürek, cesaret, bağlılık ve disiplin de olmaz. Bunlar olmaksızın bir mücadele kazanılamaz. Ama bir mücadele salt bu faktörlerle kazanılmaz.
Doğru bir prıogram, strateji ve taktik zorunludur.

 

PROGRAM, STRATEJİ VE MÜCADELE METOTLARI
Ajitatif yaklaşımlar belki günü kurtarır, ama geleceği değil.
Mercan katliamı MKP’li ve benzer düşüncedeki diğer devrimcileri program, strateji ve taktiklerini köklü şekilde yenilemeleri için bir vesile olmalıdır.
Kimsenin İbrahim Kaypakkaya’nın yiğit ve inançlı bir devrimci olduğundan kuşkusu yoktur. Aydın Hambayat ve Cafer Cangöz’ün yiğitliklerinden kuşku duyulamaz.
Ama İbrahim Kaypakya’nın Türkiye, Kürdistan ve Dersim için önerdiği %100 Çin markası devrim stratejisi daha önerildiği tarihte yanlıştı. 1930‘ların ve 40‘ların Çin’i ile günümüzün Türkiye, Kürdistan ve Dersim’i ise farklı gezegenler kadar başka başkadırlar.
Türkiye için bu tür stratejileri yapanların neden Dersim’de üslendikleri malumdur. Yapılan seçim benimsedikleri stratejinin gereğidir.
Ama Dersim bu grupların iddia ettikleri gibi ne Türkiye’dir, ne de Kürdistan’dır.
Adı üzerinde Dersim’dir.
Asırlardır süregelen bir “Dersim Sorunu“ vardır.
15-20 yıldır bu sorunu tartışıyoruz. Konu bir sır değil artık. Pek çoğu Dersimli olan MKP’li ve TKP-ML’li devrimcilerin, ayrıca EMEP veya PKK taraftarı Dersimliler’in bu konudaki duyarsızlığı pek çok insanın sabrını taşırmakta, hatta bir çok kişiyi de reaksiyoner bir yaklaşımla gerici, karşı-devrimci konumlara sürüklemektedir.
Fikirlerimiz yayılıp bir güce dönüşmedikçe onları hayata geçiremeyiz. Siyasette düşündüklerimizi gerçekleştirebilmek için bir güce ulaşmak gerkir. Halkı bilinçlendirip mücadeleye kazanmadan, kitleleri örgütlemeden hedeflerimize varamayız.
Bu ise içinde bulunduğumuz dönemde propaganda, ajitasyon ve örgütlenme faaliyetine, başka deyişle siyasal mücadelenin örgütlü/partili, kitlesel ve barışçıl biçimlerine ağırlık tanımamızı gerektirir.
Şimdi doğru olan budur.
PSD Programı’nda,
“Ulusal kurtuluş, yabancı işgaline ve olağandışı rejim biçimlerine karşı güncel/acil istemler etrafında kitle mücadelesini esas alan bir ulusal direniş yükseltilerek kazanılabilir. Bu direnişin biçimleri koşullara bağlı olarak değişecektir“,
denilmektedir.
Burada kitle mücadelesini, kitlelere dayanan örgütlü siyasal mücadeleyi eksene koyan bir yaklaşım vardır.
Bu ekseni kaybetmemek koşuluyla, karşı taraf yasal ve barışçıl mücadele veya çözüm yolunu tıkadığı, başka seçenek bırakmadığı, özellikle zora/şiddete başvurduğu zaman, aynı yöntemlerle karşılık vererek zulme karşı direnme hakkımızı kullanacağız.
Bu doğal bir haktır.
Yani silahlı mücadelenin veya şiddetin (gerilla savaşı yöntemleri, ayaklanma) hepten, bütün zamanlar için dışlanması doğru olmaz.
Kimseye şiddete dayanmayan bir politik strateji sözü verilemez.
TC gibi tepeden tırnağa silahlı, şiddeti fetiş haline getirmiş bir ordu-polis devletinde değişik biçimler altında silahlı direnişi veya silahlı kalkışmayı reddederseniz, koşullar ne olursa olsun bu yola başvurmayız derseniz, iyi bilmelisiniz ki, ciddi bir siyasal varlık olamazsınız, hedefinizi gerçekleştirmek şöyle dursun, hiç bir mevzi edinmezsiniz.
Kaldı ki, bu topraklarda sadece devlet değil, muhalefetin önemlice bir bölümü de silahlıdır ve özellikle PKK örneğinde tanık olduğumuz gibi sık sık silahını halka ve devrimcilere karşı da kullanmaktadır. Devlet de, PKK türü silahlı muhalefet de siyasi ve silahlı mücadelede hiç bir etik ve hukuk tanımamaktadır.
Dolayısıyla, eğer her şeyi bırakmak ve bir kenara çekilmek niyetinde değilseniz, caydırıcı bir yaptırım gücünüz olmak zorundadır.
Daha açık konuşursak, benim kişisel fikrime göre, PSD’nin bir askeri kanada ihtiyacı vardır. Bu, yalnızca mecbur kaldığımızda silahlı direnme hakkımızı kullanmak için değil, ne yazık ki bu topraklarda siyaset yapabilmek için gereklidir.
Yoksa, bırakın siyaset yapmayı, bir bildiri dahi dağıtamaz, bir yerden bir yere gidemez, görüşlerinizi özgürce ifade edemezsiniz. Dolayısıyla propagandamızın (davamızın) çıkarı için, partimizin varlığını ve faaliyetinin devamlılığını nasıl koruyacağımızı ciddi şekilde düşünmek zorundayız.
Silahlı bir gücünüz yoksa (bir silahlı güç değilseniz), şamar oğlanına dönersiniz.
Uzun sözün kısası, bu konu birçoklarının sandığı gibi basit bir seçim/tercih sorunu değildir.
Mücadele alanında bir taraf iseniz ya da bir taraf oluşturmak niyetinde iseniz, herşeye karar verecek konumda olmadığınızı bilmek zorundasınız.
Mücadele meydanında farklı iradeler vardır ve onlar sizden farklı tercihlere sahiptir. Andaki realite tek taraflı tercihlere/arzulara fazlaca şans tanımamaktadır. Tarafların ya da muhatapların tümünün üzerinde anlaştığı bir çerçeve varolmadığı sürece de durum bu olacaktır.
Silah veya zor/şiddet kullanımını tek taraflı ve basit bir tercih sorununa indirgeyenler, mücadeleyi hep tribünlerden izleyenlerdir, sahadaki gerçekliği bilmeyenlerdir.
Özetle, bir varolma sorunuyla karşı karşıya olan Dersim, şu şartlarda kendisini kuşatan düşman dünyaya karşı açık savaşa (meydan savaşı) giremez, bu riski göze alamaz. Ama kendini koruma ve savunma sorununu da akıllıca çözmek, etkili bir varolma, korunma ve savunma mekanizması geliştirmek zorundadır.
Dersim, mücadele alanında tek başına kalmamak, müttefikler bulmak zorundadır.
Sözgelimi Türkiye’de ve Kürdistan’da eş zamanlı bir ayaklanma halinde Dersim kuşatılmış olmaktan ve yalnız kalmaktan kurtulabilir.

DERSİM’DE DEVRİMCİ HAREKET VE SOSYALİZM/MARKSİZM
Dersim’de yeni bir akım olarak devrimci hareket ve sosyalizm, 1960‘ların sonlarında, henüz bir Dersim fikri, başka deyişle bir ulusal uyanış/hareket yokken başladı. 1975-80 döneminde gelişip güçlendi.
1975-80 dönemi tüm eksikliklerine rağmen bence Dersim aydınlanmasının başlangıcıdır. Dersim aydınlanmasının ikinci ve en önemli dönemi ise 1980‘lerin sonlarından itibaren sürgünde yaşandı. Dersim fikrinin bilince çıkarıldığı, canlandırıldığı dönemdir bu. Bu süreci başlatan Desmala Sure oldu. Sosyalizmi Dersim fikri ile birleştiren, onu Dersim koşullarına uyarlayan Desmala Sure’ydi.
1975-80 döneminde Dersim’de işçi sınıfı ve işçi hareketi yok gibiydi. Devrimcilik ve sosyalizm bu koşullar altında bir orta sınıf hareketi olarak sahneye çıktı. Bu dönemin Dersim sosyalizmi Narodnik türden halkçı bir hareketti. Halkçı ve eşitlikçi bir toplum özlemini ifade ediyordu. Ütopik ve romantikti. Kendisine sosyalist dese de köylücü bir öz taşıyordu. İçerik olarak devrimci ve demokratikti. Sosyalizm, işçi sınıfı ve sermaye kutuplaşmasının hemen hemen olmadığı Dersim’de halkçı, ütopik ve romantik bir karakter kazanmıştı.
Böylece 1975-80 döneminde Dersim’de herşeyini, okulunu, işini, mesleğini, evini/ailesini bırakıp kendisini harekete adayan yüzlerce genç ve aydın halkı harekete geçirmek için kırsal alanlara (ve kentlere ) gittiler. Ama tüm yiğitlik ve fedekarlıklarına rağmen halkı mobilize edemediler ve yenildiler.
Bugün durum farklı.
Dersim ruhu ve şuuru yükseliş halindedir.
Kazanmanın koşullarından biri 1975-80 döneminin devrimci mücadelesinde ifadesini bulan Dersimi yiğitlik, coşku, heyecan ve fedekarlıktır. Dersim ruhu ve şuuru ile donanmış benzer bir kuşağa ihtiyacımız vardır.


 

 


 

 

Cevaplar:
 

Dersim Forum
 
   
 
         

Hosted by www.Geocities.ws

1