KISIM B.5
KAPİTALİZM GÜÇLENDİRİCİ MİDİR VE İNSAN EYLEMİNE Mİ DAYANIR?
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

Kapitalizm, özellikle de "liberter" kapitalizm tarafından ortaya konulan toplumsal görüşün ana unsuru, "yurttaş"ın oy kullanmasına benzeyen "müşteri"nin "oy kullanması"dır. Milton Friedman'a göre, "süpermarkette oy kullandığınızda, tam olarak oyunuzu kullandığınız şeyi elde edersiniz ve herkes için böyledir." Cebinizle yaptığınız böylesi bir "oylama"nın (Kısım H'de tartışacağımız üzere, aşırı tutucular tarafından daima devlet sosyalizmi ile eşgörülen sosyalizmin aksine) kapitalizmde insanların keyfini çıkardıkları harika "özgürlük"lerin bir örneği olduğu iddia edilir. Ancak, bu iddianın incelenmesinde, müşterilerle yurttaşlar arasındaki ayrım önemlidir.

Müşteriler, kar amacıyla başkalarınca tasarlanmış ve yapılmış raftaki ürünler arasında seçim yaparlar. Tüketici, başkaları tarafından bir yerlerde yaratılmış olan seçenekler arasında seçim yapan, bir aktör olmaktan çok bir izleyici olan nihai-kullanıcıdır. Piyasa kararı almak bu nedenle esasen pasif ve tepkiseldir --yani başkalarının başlattığı gelişmelere tepki vermeye dayanmaktadır. Aksine, "yurttaşlar", ya doğrudan veya seçilmiş delegeler aracılığıyla, karar alma sürecinin tüm aşamalarına (en azından idealde) aktif şekilde katılırlar. Bu nedenle, merkezsizleşmiş ve katılımcı-demokratik örgütler veriliyken, yurttaşların karar alması pro-aktif [kendi kendine eyleme geçen] --bir kimsenin inisiyatif üstlendiği ve kendi gündemini belirlediği insani eyleme dayanan-- olabilir. Aslında, "yurttaş" modelinin çoğu destekçisi, aktif bir şekilde bireylerin toplumsal karar almaya katılımlarını içermesi; ve böylece de sürecin eğitsel bir yön ortaya çıkarması, katılanların yeti ve güçlerini geliştirmesi nedeniyle bunu destekler.

Ek olarak, tüketici gücü toplum içinde eşit bir şekilde dağılmamıştır. Bu nedenle "oy kullanma" ifadesi, piyasa bağlamında kullanıldığında, genelde kullanıldığından oldukça farklı bir düşünceyi ifade eder. Politik bir oylamada herkesin bir oyu vardır, piyasada ise her dolar için bir oyunuz vardır. Tek bir kişiye onbinlerin toplamından daha fazla oy hakkı veren bir demokrasi ne biçim bir demokrasidir?

Bu nedenle "tüketici" fikri, bireye pasif bir rol atfetmesinin yanısıra piyasada var olan güç farklılıklarını da dikkate almaz. [Bireyler] en iyisinden, alım güçlerini kullanarak piyasada izole olmuş bireyler olarak davranabilirler. Ancak, böylesi bir konum sorunun bir parçasıdır; E. F. Schumacher'in söylediği gibi, "alıcı esasen bir pazarlık avcısıdır; malların kökeni veya hangi koşullar altında üretildikleriyle ilgilenmez. Onun tek ilgisi parasının karşılığını en iyi şekilde almaktır." Ve şuna dikkat çeker; piyasa "bu nedenle toplumun yüzeyiyle ilgilidir, ve onun önemi oradaki ve o andaki parasal durumla ilgilidir. Şeyler derinlemesine, arkasında yatan doğal veya toplumsal olgularla incelenmez." (Small is Beatiful, s. 29)

Aslında, "müşteri" modeli fiilen işlerin gidişatını incelemeye yönelik her girişime karşı çalışmaktadır. Birincisi, tüketiciler kendilerine sunulan malları önemini ya da etkilerini nadiren bilirler, çünkü piyasa mekanizması bu gibi bilgileri onlara vermez. İkincisi, piyasanın atomistik yapısı üretime ilgili "neden" ve "nasıl" tartışmalarını güçleştirdiği için, geriye çeşitli "neler" arasında seçim yapmamız kalır . Belirli ekonomik pratiklerin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri eleştirel bir şekilde değerlendirmek yerine, bize sunulan yegane şey, halihazırda üretilmiş olan şeyler arasında seçim yapmamızdır. Zaten zarara uğramışken, yapabileceğimiz tek şey en az zarar veren seçeneği seçerek tepki göstermektir (ki sıklıkla bu seçeneğimiz bile olmaz). Ve belli bir ürünün toplumsal ve ekolojik etkilerini keşfetmek için, bu tip bilgileri (piyasanın sağlamadığı ve sağlayamayacağı, rasyonel karar almada hayati olan bilgileri) sağlayan gruplara katılarak pro-aktif bir rol üstlenmemiz gerekir.

Dahası, "tüketici" modeli, "arzularımız"ı karşılamak üzere piyasa aldığımız kararların toplumsal ve piyasa güçlerince belirlendiğini de dikkate almaz. Arzulama yetimiz içinde yaşadığımız toplumsal örgütün biçimleriyle ilgilidir. Örneğin, General Motors 1930'larda tramvay hatlarını satın alıp ardından tahrip ettiği için insanlar araba almayı seçmektedirler; ve insanların "fast food" satın almalarının sebebi artan çalışma süreleri yüzünden yemek pişirmeye zamanları olmamasıdır. Bu, piyasadaki kararlarımızın sıklıkla ekonomik baskılarla kısıtlandığı anlamına gelir. Örneğin, piyasa güçleri iflas acısının karşısında olası her çeşit maliyet yönünden etkin şeyin yapılmasını gerektirir. [Çevreyi] kirleten bir firma kötü çalışma koşullarına sahiptir, ve böyle  davranarak genellikle rekabetçi üstünlük [ing. competitive advantage] edinir; diğer firmalar ya dava açacaklardır veya işi bırakmak zorunda kalacaklardır. Bireyler "ümitsizlik kararları" alırken, "sonuna kadar yarış" yanlızca hayatta kalmayı sağlar. Diğer bir deyişle, belli değerlere yönelik bireysel bağlılıklar alakasız hale gelebilir, çünkü basitçe karşı koyucu ekonomik baskılar fazlasıyla yoğun olabilirler (Robert Owen'ın kar güdüsünün "bireysel ve kamusal mutluluk için tamamen elverişsiz bir ilke" olduğunu söylemesine şaşmamak gerek).

Ve piyasa, tabii ki, kapasitemiz dahilinde tüketiciler olarak istemediğimiz, ancak gelecek kuşakları korumak veya ekolojik nedenlerle arzuladığımız malları ortaya çıkaramaz ve çıkarmaz. Gezegenin, eko-sistemin korunmasını ve bu gibi "mallar"ı piyasaya bağlı yaparak, kapitalizm ağzımızı açtığımızda parayı bastırmadıkça, eko-sistem, tarihi alanlar ve benzeri malların korunmasında söz hakkımız olmamasını güvence altına alır. Bu gibi "kaynaklar"ı uzun dönemde koruma gereksinimi kısa-dönemcilik uğruna gözardı edilir --aslında, bu gibi ürünleri bugün "tüketme"zsek eğer, yarın orada olmayacaklardır. Toplumun içindeki büyük bir çoğunluğun ihtiyaçlarını karşılamakta genellikle zorluklarla karşılaştığı bir toplumda, bunun anlamı kapitalizmin, insanlar olarak (ya başkaları ya da gelecek kuşaklar için, veya yanlızca gezegeni korumak için) varolduğunu görmek istediğimiz, ancak tüketiciler olarak almaya gücümüzün yetmediği veya arzulamadığımız malları asla sağlayamayacağıdır.

"Tüketici" modelinin politika arenasına da aktarılması kapitalist ideolojinin artan hakimiyetinin açık bir işaretidir. Bu, politik kurumların giderek artan ölçüde seçmenin oyunu şu veya bu "ürün"ün (yani parti liderinin) "desteği"ne bağladığı, daha önce değindiğimiz [üzere] seçmeni edilgen bir izleyici haline getirme eğilimini güçlendirdiği olgusunu yansıtır. Murray Bookchin'in yorumladığı gibi, "eğitimli, bilgili yurttaşlar 'hizmetler' karşılığında para ödeyen basit birer vergi ödeyicisine indirgendiler." (Remaking Society, s. 71) Uygulamada bu, devlet merkeziyetçiliği nedeniyle politik süreci, "yurttaşlar"ın "tüketiciler"e indirgendiği bir piyasa uzantısına dönüştürür. Veya Erich Fromm'un zekice analizinde, "Demokratik bir ülkede politika aygıtının işleyişi esasen meta piyasasının işleyiş usulünden farklı değildir. Politik partiler büyük ticari işletmelerden çok farklı değildirler, ve profesyonel politikacılar kamuoyuna mallarını satmaya çalışırlar." (The Sane Society, s. 186-187)

Ancak bu önemli midir? Friedman, müşteri olmanın yurttaş olmaktan daha iyi olduğunu söyler, çünkü istediğinizi, herkes istediğini "tam olarak" elde etmektedir.

Buradaki anahtar soru, alışveriş yaptıklarında insanların daima istediklerini alıp almadıklarıdır. Beyazlatılmış gazete kağıdı [3. sınıf hamur kağıt] ve tuvalet kağıdı alan tüketiciler, nehirlerde, göllerde ve deniz kıyılarında tonlarca diyoksin ve diğer organik-kloridin olmasını gerçekten de istiyorlar mı? Araba satın alan müşteriler, trafik keşmekeşini, hava kirliliğini, doğal manzarayı tahrip eden otobanları ve küresel ısınmayı gerçekten de istiyorlar mı? Ve peki bunları almayanlara ne demeli? Başkalarının kararlarından onlar da etkileniyorlar. --Toplumsal etkiyi dikkate almaksızın, iistediğiniz şeyi tam olarak edinmeyi arzulamanın çocukça olması gibi--, tüketicinin kararından yanlızca kendisinin etkilendiği de saçmadır.

Friedman belki de tükettiğimiz zaman onun etkilerini de kabul etmiş olduğumuzu iddia ederdi. Ancak piyasada "oy kullandığımız" zaman, bunun sonucunda ortaya çıkan kirliliği (veya gelirin veya gücün dağılımını) onayladığımızı söyleyemeyiz, çünkü bu [bize] sunulanla ilgili bir seçim değildir. Böylesi değişiklikler önceden-belirlenmiş veya bütüncül birer sonuçturlar, ve ancak kolektif karar alımıyla seçilebilirler. Bireysel olarak karar verilebilecek, ancak kolektif olarak bizi yaralayacak sonuçları ancak bu şekilde düzeltebiliriz. Ve piyaasanın aksine, politikada düşüncemizi değiştirebilir, daha önceki duruma geri dönebiliriz; yapılan hatayı giderebiliriz. Piyasada böyle bir olasılık yoktur.

Yani, Friedman'ın seçimlerde "oy kullandığınızdan daha farklı bir şeyle karşılaşırsınız" iddiası, aynı şekilde pazar yeri için de geçerlidir.

Bu değerlendirmeler, insani eyleme [ilişkin] tüketici modelinin (en hafifinden!) biraz sınırlı olduğunu göstermektedir. Bunun yerine, "tüketici" modelini de kapsadığını vurgulamamız gereken "yurttaş" modelinin önemini fark etmeliyiz. Topluluğun aktif bir üyesi olmak, (ekoloji-kar, ucuz mallar-işçi hakları, aile-kariyer gibi) kötü tercihleri ortadan kaldırarak, tümü potansiyel olarak mevcut seçeneklerimizi zenginleştiren [şeyler] arasında bireysel tüketim tercihleri yapmayı bir kenara bırakacağımız anlamına gelmez.

Ek olarak, bunun "yurttaş" modelini uygulayanların gelişimindeki rolünü; toplumsal ve kişisel hayatımızı nasıl zenginleştirdiğini vurgulamalıyız. Katılımcı kurumlar içinde faal olmak, aktif, "kamusal-ruhlu" bir kişilik tipini ortaya çıkarır ve geliştirir. Kolektif kararlar aldıkları için, yurttaşların kendilerinin [çıkarları] gibi başkalarının da çıkarlarını dikkate almaları gerekecektir; böylece olası kararların kendileri, diğerleri, toplum ve çevre üzerindeki etkilerini de düşünmeleri gerekecektir. Bu, doğası itibariyle [insanların] eleştirel yetilerini geliştirerek, ve kişisel çıkarın tanımını birer birey olmaları yanısıra toplumun ve eko-sistemin birer parçası olmaları şeklinde genişleterek, herkesin yararına olacak bir eğitici bir süreçtir. "Tüketici" modeli, pasif ve tamamen şahsi/para yönelimiyle çok az kişinin yetilerini geliştirir, ve "rasyonel" eylemlerinin kendilerini (dolaylı olarak) [yönlendirmesi] ölçüsünde onların kişisel çıkarlarını daraltır.

Noam Chomsky'nin söylediği üzere, "ekonomistlerin 'dışsallıkları'nın artık dipnotlara atılamayacağı bugün büyük ölçüde kabullenilmiştir. Günümüz toplumunun meselelerini bir an için bile düşünen bir kimsenin, tüketim ve üretimin toplumsal malliyetlerinin, çevrenin giderek tahrip olmasının, günümüz teknolojisinin son derece irrasyonel kullanımının, kar ve büyümeyi azamileştirmeye dayanan bir sistemin ancak kolektif olarak ifade edilebilecek gereksinimleri ele almasındaki yetersizliğinin, ve sistemin yaşam kalitesindeki genel bir iyileşme yerine kişisel kullanıma yönelik metaların azamileştirmesine yönelik olan büyük eğiliminin farkında olmaması mümkün değildir..." (Radical Priorities, s. 223)

Böylece "yurttaş" modeli, rasyonel bireysel kararlar toplamının rasyonel kolektif bir sonuca yol açmayabileceği gerçeğini ortaya koyar (dahil olan bireylere zarar verdiğini ve böylece onların kendi çıkarlarının aleyhine çalıştığını eklemeliyiz). Atomize olmuş "tüketici" modelinin --[tüketicilerin] kendilerini ve bir bütün olarak toplumu daha kötü bir duruma getiren "ümitsizlik kararları" üzerinde "anlaşmaya varmaları"ndan bireyi koruyamamasını bırakın bir kenara--, özünde yapıcı bir toplumsal değişimi başarmakta kifayetsiz olduğu alanlarda; tartışma ve diyalog süreciyle yaratılan ve zenginleşen toplumsal standartlar etkili olabilir (Bakınız Kısım E.4 ve Kısım E.5).

Bu, anarşistlerin bireysel karar alımını ortadan kaldırmayı arzuladığı anlamına gelmez, alakası yok. Anarşist bir toplum, ne tüketmek istedileri, nerede çalışmak istedikleri, ne tip bir işte çalışmak istedikleri ve benzeri [konularda] bireyin karar almasına dayanacaktır. Yani "yurttaş" modelinin amacı "tüketici" modelinin yerini almak değil, bireysel tüketim kararlarımızı aldığımız toplumsal çevreyi iyileştirmektir. İnsani eyleme ilişkin "yurttaş" modelinin arzuladığı şey, "Hobson seçenekleri"ni mümkün olduğunca [ortadan] kaldırarak, bu gibi kararları --yaşamın kalitesinin hepimiz için iyileştirilmesine aktif bir şekilde katılıma olanak tanıyacak- toplumsal bir çerçevenin içine yerleştirmektir.
 

Çeviri: Anarşist Bakış


Kaynak: "Is capitalism empowering and based on human action?", Anarşist Sıkça Sorulan Sorular (versiyon 9.8).
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1