LİBERTER KOMÜNİZM
Isaac Puente
1932
Nerede Duruyoruz: İsyancı İşçi Grubu
GİRİŞ
Isaac Puente, emekçi
sınıflardan olmayıp da savaş öncesi dönemde İspanyol CNT'si
üzerinde etkisi olan az sayıdaki üyeden birisiydi. Jose
Peirats, İspanyol Devrimi'nde Anarşistler
adlı eserinde ondan şöyle bahseder: "Basklı bir doktor ve
sosyalist, liberter komünizm propagandacısıydı. Sendikalist ve
anarşist basınla birlikte çalışmıştı..." Ancak, ilk baskısı 1932
yılında yapılan bu broşürde onun anarşizm dışında herhangi bir
şeye bağlılığını gösteren bir şey yoktur.
Liberter komünizm geleceğin
toplumunun ayrıntılı bir planı değildir. Daha ziyade, işçi
sınıfının ve işçi sınıfıyla yan yana çalışmaya hazır olan
tüm herkesin, toplumun iktisadi temelini toplumsal adalete uygun
olarak yeniden biçimlendirmek üzere bu temeli devralıp
işletirken uygulayacakları bir ilkeler kümesidir. Liberter
komünizm, ruhen ve yöntemi itibariyle kolektif [ortaklaşmacı]
olmakla birlikte, bireysel ihtiyaçlara ve arzulara
mümkün olan en geniş alanını sağlar. Anarşi ütopyasına
ulaşmanın bir aracı olmasına karşın ütopyacı bir proje değildir.
Aralık 1933'te Puente, Cipriano
Mera ve Durruti ile birlikte Aragon'daki ayaklanmayı
örgütleyen komiteyi kurdu. Bu ayaklanmaya katılan bir yoldaş,
Miguel Foz, olayları kısaca şöyle anlatır:
"Yoldaşlar tapu arşivlerini, kilise
ve belediye kayıtlarını yakma gibi görevleri yerine
getirdiler… Bundan böyle paranın dolaşımının yasaklandığı
halka ilan edildi… Köyün sadakati ve düşmanın
endişeli hâli sayesinde beş gün süresince liberter
komünizmle yaşadık. Bazı karşıtlarımız birliklere gelerek toplantı
hâlindeki meclisten liberter komünizmin anlamı hakkında
açıklamalar talep ediyorlardı, bazıları da kendi istekleriyle
bize katılıyordu."
Aragon ayaklanması, yetkililerce
büyük bir gaddarlıkla bastırıldı. Polisin tutuklayıp işkence
ettikleri arasında Puente de vardı. Halktan gelen büyük baskı
sayesinde Puente ile önde gelen diğer örgütleyiciler
nihayet beş ay sonra salıverildiler; ayaklanmacılara karşı
yürütülen hukuki davaysa savcılık bürolarına karşı
hapishane içinden yapılan, cesurca bir baskınla sonuçsuz
bırakıldı.
Puente'nin broşürü yaygın
bir şekilde okundu. CNT'nin Mayıs 1936'daki Zaragosa kongresinde
formüle edilen tarihi platforma esin kaynağı oldu. Zaragosa,
Aralık 1933 ayaklanmasının merkeziydi. İspanyol işçilerinin
sadece birkaç hafta sonra başlayacak olan faşizme karşı
mücadelelerinde toplumsal kurtuluşu görülmemiş bir
düzeye çıkarmaları bu platform temelinde
gerçekleşti. Ne yazık ki, faşist hatların gerisinde yakalanan ve
Mayıs 1936'da vurularak öldürülen Puente faşistlerin ilk
kurbanlarından birisi oldu.
Günümüzün
gerici liderlere sahip (liderleri otoriter orta sınıftan çıkar)
reformist emek hareketleri ile Puente tarafından tasvir edilen
türden devrimci sendikalar [union]
arasındaki farklar oldukça fazla ve büyüktür.
Günümüzün ücretli kölesini fiziksel ve
zihinsel olarak sıkıcı ve monoton işe zincirli bir hâlde tutan
tam zamanlı sendika görevlileri, sendika sözleşmeleri,
parıltılı emeklilik fonları, serap ve şantaj aygıtının geriye kalan
tüm unsurları; tüm bunlar bir gecede yok olsa, işçiler
sabahleyin uyandıklarında birdenbire işverenlerin merhametsiz
açgözlülüğü karşısında savunmasız
olmayacaklar. Aksine, iş yerlerinde hâlâ
örgütlü olacaklar, ancak bir farkla: En sonunda
gerçek çıkarlarının bilincinde olarak, daha önce
hiç olmadığı kadar birlikte hareket edebilecekler.
Mücadeleleri,
kaçınılmaz bir şekilde köleliklerinin (yani kapitalizm ile
devletin) ortadan kaldırılmasına yönelerek daha kendinden emin ve
eşgüdümlü bir hâle geldikçe, benimsenecek
örgütsel ilkeler, doktor ve liberter bir militan olan Isaac
Puente'nin burada tasvir ettikleri olacaktır.
M.H.
LİBERTER KOMÜNİZM
Ulusal Emek Konfederasyonu (CNT),
tabiri caizse işçi sınıfının tüm devrimci
çabalarını tek bir amacın gerçekleştirilmesine
yönelten bir kanaldır: Liberter Komünizm'in tesis edilmesi.
Bu, devleti ya da siyaseti kullanmadan, iktisadi soruna çok iyi
bilinen bir formül uyarınca çözüm bulmaya
teşebbüs eden beşeri bir yan yana varoluş sistemidir: Herkesten
yetenekleri ölçüsünde ve herkese
ihtiyaçlarına göre.
İşçi sınıfının
özgürlük hareketi, deneyimlerden çıkarılan acı
derslere katlanılarak ilerler. Her başarısızlıktan gençleşmiş
olarak ve taze bir kuvvetle çıkar. Geleceği hazırlayan,
biçimlendiren kuvvettir. İçinde toplumsal
mükemmelleştirilebilirliğin tohumunu taşır ve insanın
özünden gelen bir çabanın, yolunu yüz kere daha
kaybetse bile yok olup gitmeyecek bir çabanın varlığına işaret
eder.
Zalimce baskılardan sağ salim
çıkan işçi hareketi, birer kardeşten birdenbire birer
düşmana dönüşen liderlerle kurtarıcıların şahsi
kurtuluşlarından başka bir şeye yol açmayan reformizmin sahte
sesleri ile siyasetin baştan çıkarıcı çağrılarının
kendisini ayartmasına uzunca bir süre izin vermiştir.
İşçiler çok sayıda
vaazın hedefi olmuştur. Bazıları onlara sakin olmaları gerektiğini,
bazıları kültüre ihtiyaçları olduğunu, bazıları ise
eğitilmeleri gerektiğini söylemiştir. Onlara çobanlık
yapmak isteyenlerin anlayışına göre işçiler asla
kendilerini özgürleştirecek kadar olgun olmamıştır. Eğer bu
durum devam edecekse, hazırlıklar da sonsuza kadar devam edecektir:
İşçilerin, kapitalist rejimle devletin kendilerine
biçtiği cahillikle kültürel yoksunluğu
üzerlerinden atmalarının tek yolu devrimdir. Her kısmi
özgürlük, eğer bireyler tarafından değil de kolektif bir
şekilde kazanılacaksa, toptan bir kurtuluş kadar maliyetli olacaktır.
Eğer sisteme saldırmadan bunu
gerçekleştirmenin yollarını arıyorsak, toplumsal sorunun
çözümü imkânsızdır. Bu Kolomb'un
yumurtalarına benzer. Yumurtayı bir ucundan dengelemeye
çabalayıp durursak, sadece çok vakit kaybederiz.
Uçlardan birisini masaya vurarak düzleştirmeye,
böylece bizzat yumurtanın mevcut şekline saldırmaya kararlı
olmalıyız.
Ulusal Emek Konfederasyonu,
reformist zevzekliğe karşı uyarıda bulunarak ve siyasetin çıkmaz
sokağından kaçınmaya dikkat ederek, işçilerin
özgürlük hareketinin tercümanı olarak hareket eder.
Özgürlüğe giden tek yol olan liberter komünizmin
doğrudan tesisini sağlayacak düz bir yol bulmuştur: Doğrudan
eylem. Kurtuluş amacını gerçekleştirmediği müddetçe,
gerek üyelerinin gerekse dışarıdakilerin takdirini kazanacak
güçlü bir hareket inşa etmenin bir anlamı olmaz. Bu,
üzerine titrenecek boş bir ülkü değildir: Bir savaş
cephesidir. Ülkü, kılavuzluk eden ve harekete geçirici
kuvvet olan anarşizm biçimindedir.
Liberter komünizm, devlet ve
özel mülkiyet olmadan örgütlenen bir toplumdur. Bu
amaç doğrultusunda yeni bir şey icat etmeye ya da yeni bir
örgüt kotarmaya gerek yoktur. Gelecekte yaşamın
örgütleneceği merkezler bugünün toplumunda zaten
mevcuttur: Özgür sendika ve özgür belediye.
Sendika:
Fabrikalarda ve kolektif sömürünün söz konusu
olduğu her yerde işçileri kendiliğinden bir araya getirir.
Özgür belediye:
Köy ve mezra sakinlerini yine kendiliğinden bir araya getiren ve
kırsal kesimde toplumsal yaşamdaki sorunlarının çözüm
yoluna işaret eden, kökleri geçmişe uzanan meclis. (Yazar,
köy derken nüfusu birkaç bine kadar çıkan bir
kırsal yerleşim yerini kastetmektedir –Ed.)
Federal ve demokratik ilkelerle
işleyen her iki örgütlenme türü de karar alırken,
daha yüksek bir organa minnettar kalmaksızın bağımsız olacak;
yegâne yükümlülükleri, endüstriyel
federasyonlarda örgütlenmiş irtibat ve iletişim organları
için iktisadi gerekliliğin dayatmasıyla birbirleriyle federe
hâle gelmektir.
Sendika ve özgür belediye, şu anda özel mülkiyet altında olan her şeyi ortaklaşa [kolektif] ya da ortak sahiplik altına alacak, her yerellikte üretimle tüketimi (kısacası ekonomiyi) düzenleyecektir.
İki terimin (komünizm ve
liberter) bir araya gelmesi iki fikrin kaynaşmasının bir işaretidir:
Bunlardan biri, bireylerin bağımsızlığını hiçbir şekilde
zayıflatmadan onların katkısını ve işbirliğini sağlayarak, bir
bütün olarak uyumu beraberinde getirme eğiliminde olan
kolektivist bir fikirdir; ötekisiyse, bağımsızlıklarına saygı
gösterileceği konusunda bireylerin endişelerini gidermeyi
amaçlayan bireyci bir fikirdir.
Kendi başına hiçbir şey elde
edemeyeceğinden ötürü fabrika işçisinin, demiryolu
işçisinin ya da emekçinin, gerek işini yapmak
gerekse bir birey olarak çıkarlarını korumak için iş
arkadaşlarıyla gücünü birleştirmesi gerekir. Bunun
aksine bir zanaatkâr ve toprak işçisi bağımsız
yaşayabilir, hatta kendi kendine yeterli de olabilir –bunun
sonucunda, bireycilik ruhu onlarda iyice yer etmiştir. Böylece,
sendika kolektivist örgütlenme ihtiyacını karşılarken,
özgür belediye ise köylünün bireyci
duygularına daha uygun düşmektedir.
Yoksulluk bir belirtidir ve kölelik bir hastalıktır.
Eğer yalnızca görünenlere göre hareket edecek olursak,
yoksulluğun günümüz toplumunun en kötü
özelliği olarak öne çıktığını hepimiz kabul ederiz.
Ancak, insanı yoksulluk çekmeye mahkûm eden ve ona karşı
isyan etmekten alıkoyan en kötü hastalık köleliktir. En
büyük kötülük, işçiyi
sömürerek kendisini zenginleştiren sermayeden ziyade silahlı
kuvvetleri ve hapsetme yetkisi sayesinde işçiyi boyunduruğu
altında tutan, onu korunmasız ve savunmasız bırakan devlettir.
Bugün toplumda yakındığımız her hastalığın kökü (hepsini burada sıralamak yersiz olur) iktidar [erk]
kurumunda, yani devlette ve biriktirilmesi sermayeyi yaratan özel
mülkiyet kurumunda yatar. İnsan, kontrolünden kaçan bu
iki toplumsal illetin insafına kalmıştır: Bu ikisi insanı, zengin
olduğunda adi, cimri ve dayanışmadan yoksun; gücü
kullandığında insanların çektikleri acılara son derece duyarsız
yapar. Yoksulluk alçaltır ama zenginlik de yoldan
çıkarır. İtaat insanı yere kapaklanmaya zorlarken, otorite [yetke]
onun duyarlılıklarını sakatlar. Doymak bilmez kâr arzusuyla
sermayeden daha fazla gözyaşına ve kan banyosuna neden olan başka
bir şey şimdiye kadar görülmemiştir. Tarih, otoritenin
gerçekleştirdiği suçlarla ve işkencelerle doludur.
Gücün biriktirilmesi gibi
zenginliğin de bir azınlık tarafından biriktirilmesi ancak diğerlerinin
mahrum bırakılması uğruna gerçekleştirilebilir. Yoksulluğu yok
etmek ve keza köleliğe son vermek için, mülkiyetin ve
gücün biriktirilmesine karşı direnmek gerekir; böylece,
hiç kimse ihtiyacından fazlasını almayacak ve hiç
kimsenin diğerlerine patronluk yapmasına izin verilmeyecektir.
İki temel dürtü. Doğamız gereği ve yaşam şeklimiz yüzünden insanların sahip oldukları iki çaba bastırılamaz: Geçim çabası,
yani ekonomik ihtiyaçlarımızı karşılamak için gereken her
şey (besin, giyim, barınma, eğitim, tıbbi yardım ve haberleşme
araçları gibi); özgürlük
çabası ya da kendi eylemlerimizi kontrol etme. Dışsal
baskılar başlı başına bizde tiksintiye yol açmazlar,
çünkü doğanın dayattıklarına boyun eğeriz. Bizi asıl
tiksindiren ve isyan ettiren, rastgele ve başkalarının eseri olan
baskıdır. Bir kısıtlamanın adil olduğuna inanıyorsak ve bunun kararını
vermenin bize bırakılması koşuluyla, buna aldırış etmeyiz. Ancak, eğer
bu kısıtlama görüşümüz alınmadan bize
dayatılıyorsa, tüm gücümüzle ona karşı
çıkarız.
Bu özgürlük duygusu
(kendi kendimizin efendisi olma tutkusu) öylesine canlı,
öylesine yoğundur ki bununla ilgili eski bir halk hikâyesi
anlatılır: Hikâyede, bir hanın sağladığı yiyecek ve barınma
olanağını, hanın sıcaklığını terk edip kendisini yollara vuran bir
asilzadeden bahsedilir; özgürlüğünü korumak
için yapar bunu, çünkü handa kalıp sunulan
olanaklardan yararlanmak için hanın bir kışlayı andıran
disiplinine uyması gerekir.
Liberter komünizm, ekonomik
ihtiyacın tatmin edilmesini mümkün kılarken, bu
özgür olma arzusuna da saygı göstermelidir.
Özgürlük aşkından ötürü manastır ya da
kışla tarzı komünizmi, karınca kolonisi ve arı kovanı
komünizmini, Rusya'daki çoban-sürü türü
komünizmi reddediyoruz.
Önyargılar:
Bu yazıyı tüyleri diken diken olmuş bir hâlde,
önyargılıyla okuyanlara bunlar saçma
gözükecektir. Bunun sıkıntısını çekenlerin
önyargılarından kurtulmalarına yardımcı olmak için gelin bu
önyargıları inceleyelim.
Birinci önyargı: Krizin geçici olduğu inancı.
Sermaye ve devlet çok eski
iki kurumdur; gittikçe ağırlaşan ve tedavisi mümkün
olmayan, dünya çapında bir krizle karşı karşıyalar. Doğal
dünyadaki her şey gibi bunlar da parçalanmakta olan
özleri içinde, kendi yerlerini alacak organizmaların
tohumlarını taşıyan iki organizmadır. Doğanın dünyasında yaratım
ve yıkım yoktur, yalnızca her şey dönüşmektedir. Sermaye
kendi pisliğinde boğuluyor. İşsizlik sürekli yükseliyor,
çünkü tüketim, makineler sayesinde hızla artan
üretimin hızına yetişemiyor. İşsizler devrimin askerleridir.
Açlık tecrit edilmiş bireyi korkaklaştırır, ancak bu
açlık yaygın olarak hissedildiğinde bir öfke ve cesaret
kaynağı hâline gelir. İşçi sınıfı arasında yıkıcı fikirler
büyüyor ve ilerliyor. Keza devlet de kendi kuvvetinin
entrikaları içerisinde boğulmakta. Devlet, asalaklığın
ölümcül ağırlığını vergi mükelleflerinden
çalınan vergilere yükleyerek, giderek daha baskıcı
kuvvetleri ve daha büyük bir bürokrasiyi kullanmak
zorunda kalıyor. Çökme tehlikesiyle karşı karşıya
olmasından ötürü yapıyı destekliyor. An ve an giderek
keskinleşen bireysel bilinç, devletin koyduğu sınırlarla
açıkça çatışıyor. Çöküşün
yakınlaşması devleti, daha demokratik biçimlere doğru olan
tarihsel evriminden geri gitmeye sevk etmiştir; Rusya'daki işçi
sınıfı diktatörlüğü dahil olmak üzere, İtalya'da
faşizm ve başka yerlerde diktatörlük cübbesini
giymektedir. İşçi sınıfının yaşlı sermaye kurumu karşısında
taleplerinin giderek artmasını sağlayan şey "ya batarsın ya
çıkarsın" türü krizlerdir; devlet denilen bu
yaşlı, çok yaşlı kurum artık halkın liberter tutkularının
önünü kesmektedir. Halk onun üstesinden gelecektir.
Eski sisteme sıkı sıkıya yapışıp,
geçici çareler ya da reformlar bulmaya, sorunları halının
altına süpürmeye çalışmak boşunadır –Henry
George'un "tek vergi"si kadar cezbedici olsalar bile bu geçici
çareler, bir ayağı çukurda olan bir organizmaya yeni bir
soluk getirmek için artık çok geç olduğundan
beyhudedirler. Bunun yerine, toplum yaşamında bir yer bulmaya
çalışan çığır açıcı kuvvetlerden doğmaya
çabalayan, yok olması gerekenin yerini almayı amaçlayan
görüş hâkim olmalıdır.
İkinci önyargı: Liberter komünizmin cehaletin bir ürünü olduğu faraziyesi.
Üniversite diploması olmayan,
eğitimsiz ve yontulmamış olduğu söylenen insanların liberter
komünizmi desteklenmesinden ötürü, bu yaklaşımın
yaşamın karmaşıklıklarını ve bu kadar geniş ölçekli bir
değişime içkin sorunları hesaba katamayan, basite indirgeyici
bir çözüm olduğu farz edilir.
Kolektif olarak bakıldığında,
işçiler sosyoloji hakkında aydınlardan daha
çok şey bilirler; çözümler söz konusu
olduğunda daha uzak görüşlüdürler. Dolayısıyla, bir
meslek dalında fazla kişinin olması sorununu ele aldığımızda,
örneğin doktorların ya da avukatların aklına gelen yegâne
çözüm fakültelere girişin kısıtlanmasıdır; yani "Boş yerler doldu. Başka kimseye yer yok" demektir. Onlar, bunu
söyleyerek, giderek artan sayılarla amfilerin yolunu tutan yeni
kuşakları başka bir kariyer peşinde gitmeye, aksi takdirde şiddetli
protestolara başvurmaya sevk ederler. Bu çözüm
saçma, basite indirgeyici ve (başkaları karşısındaki
üstünlüklerinden gurur duyan insanlara pek uygun
olmayan) zararlı bir çözümdür.
Öte yandan işçiler,
sosyoloji kitapları (ile mücadelelerine) uygun olarak, tek bir
sınıfla ya da bir sınıfın tek bir kuşağıyla sınırlı kalmayıp toplumdaki
tüm sınıflar için geçerli bir çözüm
öne sürmeye cüret ederler. Nitelikli sosyologların
bilimsel ve felsefi düzeyde zaten gündeme getirmiş oldukları,
tüm insanlara ekmek ve kültür sağlanması temelinde
toplumsal soruna getirilen diğer teorik çözümler
karşısında iddiasını sürdüren bir
çözümdür bu.
Eğer bu
çözümü telaffuz eden "cahil" kişilerse, bunun
nedeni aldıkları tüm saygın eğitime rağmen aydınların
bu konuda hiçbir şey bilmemeleridir. Eğer işçi sınıfı bu
çözümü kendi bayrağı olarak benimserse, bunun
nedeni kolektif olarak işçi sınıfının, bir bütün
olarak aydın sınıflardan çok daha keskin bir gelecek
görüşüne ve daha engin bir ruha sahip olmasıdır.
Üçüncü önyargı: Aydın aristokrasisi.
Bu, insanların özgür bir
yaşam sürmek için gerekli donanıma sahip olmadıkları,
dolayısıyla da denetime ihtiyaçları olduğu tavrıdır. Aydınlar, soylu kesimin bugüne kadar halk üzerinde
sahip olduğu aynı aristokratik ayrıcalıktan faydalanmayı
amaçlarlar. İnsanların liderleri ve eğitmenleri olmayı
arzularlar.
Her parlayan altın değildir. Ne de
kaderin cilvesiyle eğitimden mahrum kalanların entelektüel
konumları hafife alınmalıdır. Diplomanın sağladığı kanatlara rağmen
avamın bir adım ötesine geçemeyen birçok aydın vardır. Bunun tersine, işçi sınıfından pek
çok kişi de yetenek açısından aydınlara
denktir.
Mesleğe yönelik
üniversite eğitimi hiçbir şekilde bir
üstünlük ifade etmez, çünkü bu eğitim
açık rekabetle değil iktisadi ayrıcalığın koruması altından elde
edilmiştir.
Aklıselim, çabuk
kavrayabilme, sezgisel beceri ve özgünlük dediğimiz
şeyler üniversitelerde alınıp satılabilecek şeyler değildir.
Bunlar okuma yazması olmayanlarda da, aydınlarda da aynı
ölçüde bulunabilir.
Tüm feci cahilliğine rağmen
yontulmamış bir zihniyet, ayrıcalıkla zehirlenmiş ve hafızlama
şeklindeki rutin öğrenimle yalama olmuş zihinlere yeğdir.
Kültürlü
olabilirler, ancak aydınlarımızın haysiyet duygusu
gelişmemiştir. Bu duygu, kültürsüz oldukları farzolunan
halkta kimi zaman çok daha belirgindir.
Temiz bir işe sahip olmak, bir
mesleğe sahip olmaya herhangi bir üstünlük ifade etmez;
bu tür bir işe sahip olan insanların diğerlerini yönetmesi ve
onlara emir vermesi gerektiğini söylemek, basite indirgeyici ve
çocukçadır.
Dördüncü
önyargı: Bizim sanatı, bilimi ya da kültürü hor
gördüğümüz iddiası.
Bizim konumumuz, bu üç
faaliyetin neden yoksulluğa ve insanın köleliğine dayanarak ışık
saçmak zorunda olduklarını anlamadığımız şeklindedir. Bize
göre bu gibi gereksiz kötülüklerle uyumlu
olmamalıdırlar. Eğer ışık saçmak için çirkinlikle,
cahillikle ve kültürsüzlükle karşıtlık kurmaları
gerekiyorsa, hiçbirini istemediğimizi ilan ediyor, bunu
söyleyerek aykırı bir düşünceyi dile getirmekten
ötürü vicdan azabı da duymuyoruz.
Sanat, bilim ya da kültür
ne parayla satın alınabilir, ne de güçle elde edilebilir.
Tam tersine, eğer bir değerleri varsa bunun kaynağı boyun eğmeyi kabul
etmemeleri ve başkasının emrinde olmaya karşı çıkmalarıdır.
Sanatsal adanmışlıktan, yetenekten, sorgulama
dürtüsünden ve mükemmellik hevesinden
kaynaklanırlar. Maecanas [şair Virgilius ile Horatius’un hamisi]
ya da Sezarlar tarafından canlandırılmış şeyler değildirler. Herhangi
bir yerde kendiliğinden ortaya çıkabilirler ve tek
ihtiyaçları yolları üzerinde engel olmamasıdır. Beşeri
olanın meyveleridirler ve hükümetin patent ofisi kurmasının
ya da kültür ödülleri vermesinin, onlara herhangi
bir şey kattığına inanmak saflık olur.
İşçi ekmek talep ettiği,
ısrarla adalet istediği ve kendisini özgürleştirmeye
çalıştığı zaman sanatı, bilimi ve kültürü tahrip
edeceği suçlamasıyla karşılaşırsa, put kırıcı [ikonoklast]
olması, kendisini köleliğe ve yoksulluğa mahkûm etmekte
kullanılan kutsal putları tek bir darbeyle alaşağı etmesi gayet
doğaldır. Refahın artmasıyla ve özgürlükten
yararlanılmasıyla birlikte sanatın, bilimin ya da
kültürün herhangi bir şekilde gerileyeceğini kim
söylüyor?
Beşinci önyargı: Yeni bir yaşam inşa edecek donanıma sahip olmamamız.
Yeni iktisadi düzen,
uzmanlarla vasıfsız emekçi arasında bulunana benzer bir teknik
yardıma gereksinim duyar. Bugün devrimci kuvvetlerin üretimde
işbirliği yapması gibi, yarın da herkes işbirliği yapmak zorunda
olacaktır. Yani, yeni yaşam bir bütün olarak bugün
toplumda var olan becerilerle yargılanmamalıdır. Teknisyeni
çalışmaya sevk eden şey burjuvaziye duyduğu sevgi değildir,
iktisadi zorunluluktur. Yarın, herkesi üretimde işbirliği yapmaya
sevk edecek şey de iktisadi zorunluluk olacaktır, ancak sağlıklı
tüm yurttaşların hissedecekleri bir iktisadi zorunluluktur bu.
Bizler, yalnızca adanmış ya da erdemli olmaları yüzünden
çalışanlara güveniyor değiliz.
Dolayısıyla, ne yeteneklerimizle,
ne de (siyasetçilerinki kadar sahte olacak) doğuştan gelen sıra
dışı hünerlerimizle dünyanın gözünü
kamaştırmamız gerekiyor. Hiç kimseyi kurtarmayı teklif
etmiyoruz. Bizler, insanların üretim yapmaları için
köleleştirilmelerinin gerekmeyeceği, sermayenin
açgözlülüğüne boyun eğmelerini sağlamak
için yoksulluğun kullanılmayacağı, yöneten/yönlendiren
gücün kapris ya da özel/kişisel menfaat olmayacağı,
aksine her birimizin kuvveti ve yeteneği
ölçüsünde emeğiyle bütünün
ahengine katkıda bulunacağımız bir rejimi savunuyoruz.
Altıncı önyargı: Bir toplum mimarına gereksinim olduğu inancı.
Düzeni sürdürmek
için toplumun iktidara ihtiyacı olduğu ya da polis kuvveti
olmazsa kitlenin kaosa sürükleneceği inancı, siyasetin
beslediği bir önyargıdır. İnsan toplumlarını bir arada tutan şey
ne iktidarların dayatmalarıdır, ne de yanlış bir şekilde sürekli
kendilerinin böyle bir niteliğe sahip olduklarını hayal eden
hükümettekilerin zekice öngörüleridir.
Toplumları bir arada tutan şey toplumculluk
içgüdüsü ve karşılıklı yardımlaşma ihtiyacıdır.
Dahası, toplumların giderek daha mükemmel biçimler almaları
seçtikleri liderlerden ötürü değil, toplumu
oluşturanlar arasında kendiliğinden var olan gelişme eğilimden, her
insan grubunda doğuştan var olan bu tür bir özlemden
ötürüdür.
Sanki büyüme ve
olgunlaşma dışsal bir nedenden kaynaklanıyormuşçasına, aynı
yanlış düşünceden hareketle bir çocuğun
büyümesini ve gelişimini de ebeveynlerinin bakımına
atfederiz. Ancak, büyüme ve gelişme, hiç kimsenin
sebep olmasına gerek olmaksızın her çocukta mevcut olan bir
şeydir. Asıl önemli olan, kimsenin bunlara engel olmayıp
önlerini kesmemesidir.
Çocuk aynı tarzda eğitilir
ve okutulur: Doğal eğilimle. Öğretmen çocuğun
özümseme becerisinde ve şekillenmesinde kendisine pay
çıkarabilir, ancak işin doğrusu (yoluna engeller
çıkarılmaması koşuluyla) onu yönlendirecek hiç kimse
olmadığında bile öğrenenin ve eğitilenin çocuğun kendisi
olduğudur. Akılcı pedagojide (yani "çocuk merkezli eğitim"
–Ed.) öğretmelerin asli rolü, biyolojik açıdan
mütevazı bir görev olan çocuğun bilgiyi
özümseyip kendisini şekillendirmesine giden yolu temizleyip
engelleri ortadan kaldırmaktır. Kendi kendilerini yetiştirmiş insanlar,
öğretmenin eğitim sürecinin ayrılmaz bir parçası
olmadığına ilişkin epeyce bir kanıt sunarlar.
Tıp hakkında da aynı şeyleri
söyleyebiliriz. Doktor hastanın iyileşmesinin kendi eseri olduğunu
iddia edebilir ve kamuoyu da buna büyük ölçüde
inanabilir. Ancak, tedavinin gerçek sorumlusu vücudun
kendiliğinden dengesini yeniden bulma eğilimi ve vücudun savunma
mekanizmalarıdır. Vücudun sağlığını yeniden kazanmasının
önündeki engel ve mâniaları uzaklaştırmak, doktorun
yine biyolojik bir tevazuuyla işini en iyi yapmasının yoludur. Hastanın
doktora rağmen iyileştiği vaka sayısı hiç de az değildir.
İnsan toplumlarının
örgütlenmek ve bu örgütlenmeyi
mükemmelleştirmek için hiç kimsenin teşvikine
ihtiyacı yoktur. Kimsenin engellememesi ve ket vurmaması yeterlidir.
Yine, insanı geliştirmeyi arzulamak ve doğal insani eğilimlerin yerine
erkin tertiplerini ya da orkestra şefinin çubuğunu
geçirmeyi amaçlamak saflık olacaktır. Biz anarşistler,
biyolojik tevazuuyla, düzenleyici eğilimlerin ve
içgüdülerin özgürce hüküm
sürmesini talep ediyoruz.
Yedinci önyargı: Bilgiyi deneyimin önüne koymak.
Bu, ustalığın eğitimden önce,
maharetin çıraklıktan önce, pratik deneyimin
teşebbüslerden önce olmasını ya da nasırın sıkı
çalışmadan önce ortaya çıkmasını istemeye benzer.
Daha en başından bizden kusursuz
bir sistemle ortaya çıkmamız, aksilik ya da hata olmaksızın
işlerin şu şekilde değil de bu şekilde olacağını garanti etmemiz
istendi. Eğer yaşamak bu şekilde öğrenilseydi, çıraklık
dönemimiz hiç bitmezdi. Ne bir çocuk
yürümeyi ne de bir genç bisiklete binmeyi
öğrenebilirdi. Aksine, gerçek yaşamda işler tam tersi
şekilde yürür. Çalışmaya karar verilir ve bu
çalışma sırasında öğrenilir. Doktor henüz işinin ehli
olmadan pratik yapmaya başlar; zorluklar, hatalar ve birçok
başarısızlık sayesinde ustalık kazanır. Ev işleriyle ilgilenen bir
kadın, ev idaresi konusunda önceden herhangi bir eğitim almamasına
rağmen yetersiz ücreti idareli kullanarak ailesinin batmaktan
kurtarabilir. Karanlıktan çıkıp bir uzman hâline gelmek
yavaş yavaş olur.
Liberter komünizmde yaşamak,
yaşamayı öğrenmeye benzer olacaktır. Zayıf noktaları ve zaafları
uygulamaya geçirildiğinde ortaya çıkacaktır. Eğer
siyasetçi olsaydık, mükemmelliklerle dolu bir cennet
resmederdik. İnsan olarak ve insan doğasının nasıl olabileceğinin
bilincinde olarak, insanların yürümeyi yegâne olası
yoldan giderek öğreneceklerine inanıyoruz: Yani
yürüyerek.
Sekizinci önyargı: Aracılar olarak siyasetçiler.
Önyargıların en
kötüsü, ülkünün ancak bir azınlığın
–bu azınlık, siyasetçi olarak bilinmeyi arzu etmiyorsa
bile– aracılığı sayesinde hayata geçirilebileceği
inancıdır. Siyasetçiler rejimin görünürdeki
yüzüne adlarını kazıyarak ve anayasal metinlere yeni maddeler
ekleyerek kendilerini tatmin ederler. Dolayısıyla, Rus sistemini
komünizm diye yutturmak mümkün olmuştur; tüm
sınıflardan işçi sayısının on bir milyon (toplam nüfus 24
milyondur –Ed.) olduğu İspanya'yı bir İşçi Cumhuriyeti
olarak göstermek mümkün olmuştur. Eğer liberter
komünizmi gerçekleştirmek siyasetçilere kalmış
olsaydı, ne komünist ne de liberter sayılamayacak bir rejimle
yetinmek zorunda kalırdık.
Siyasal eylemin hokkabazlığı ve
üçkâğıtçılığı karşısında, zihindeki fikrin
derhal gerçekleştirilmesi anlamına gelen; soyut yazılı bir
hayalin ya da uzaktaki bir vaadin değil de somut, gerçek
olguların yapılması anlamına gelen doğrudan eylemi savunuyoruz. Bu,
kendisini mesihlerin ellerine terk etmeden ve aracılara itimat etmeden,
herkesin kararlaştırdığı bir anlaşmanın herkesçe uygulanmasıdır.
Doğrudan eyleme ne kadar fazla
başvursak ve aracılardan ne kadar uzak durursak, liberter
komünizmin gerçekleşmesi olasılığı o kadar artacaktır.
TOPLUMUN İKTİSADİ ÖRGÜTLENMESİ
Liberter komünizm, herkesin
üzerinde görüş birliğine vardığı yegâne bağ
olduğundan bireyler arasındaki tek ortak bağın iktisadi çıkar
olduğu bir iktisadi toplum örgütlenmesine dayanır. Liberter
komünizmin toplumsal örgütlenmesi, toplumun refahını
yaratan her şeyin (yani üretim araç ve gereçleri ile
bizzat ürünlerin) ortak sahiplik altına alınmasını, herkesin bu üretime enerjisi ve yeteneği ölçüsünde katkıda bulunmasının ortak bir yükümlülük hâline getirilmesini,
ardından da ürünlerin bireysel ihtiyaçlar uyarınca
herkes arasında bölüştürülmesini amaçlar.
İktisadi bir işlev ya da iktisadi
bir faaliyet niteliğine sahip olmayan şeyler, örgütlenmenin
yetkisinin ve denetiminin dışında kalır. Sonuçta da kişisel
girişime ve bireysel faaliyete açık olur.
Devleti temel alan bütün
rejimlerin ortak özelliği olan siyasete dayalı
örgütlenme ile devletten uzak duran bir rejimdeki iktisada
dayalı örgütlenme arasındaki karşıtlık, bugün olduğundan
daha radikal ve daha derin olamazdı. Bu karşıtlığın tam anlamıyla
görülmesini sağlamak için aşağıdaki karşılaştırmalı
planı hazırladık.
Siyasi Örgütlenme
1. İnsanı, denetim ve gözetim
olmadığında kendisini örgütlemekten ya da idare etmekten aciz
bir genç olarak görür.
2. Tüm güç devlete
aittir: Ekonomide, eğitimde, adaletin yönetiminde, yasanın
yorumlanmasında, refahın yaratılmasında ve tüm işlevlerin
örgütlenmesinde.
3. Devlet egemendir, tüm
güç (ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler) onun ellerinde
toplanır. İnsanların savunmasız ve silahsız olmaları, demokrasilerde
onlardan "egemen" diye bahsedilmesini engellemez.
4. İnsanlar siyasi, dini ya da
toplumsal inançlarına göre gruplandırılır; bunlar
insanların en fazla farklılık ve değişkenlik gösterdikleri konular
olduğu için asgari kriterler olduğu söylenebilir.
5. Küçük bir
azınlıktan oluşan devlet, çeşitli toplumsal gruplaşmalardan daha
basiretli, becerikli ve akıllı olduğunu iddia eder. "Tek bir
kafa, bir araya gelen tüm diğerlerinden daha bilgilidir."
6. Devlet, her zaman geçerli sabit bir normu [düzgü]
(anayasasını ya da yasasını) şart koşarak, geleceği sakatladığı gibi
aynı zamanda da çok yönlü olan ve durmaksızın değişen
yaşamı kötürüm bırakır.
Sendikal Örgütlenme
1. Her mesleki kolektivitenin kendi
işlerini düzenlemeye uygun olduğunu kabul eder. Denetim ve
gözetimin gereksiz, devletin de işlevsiz olduğunu belirtir.
2. İnisiyatif meslek
örgütlenmelerine, eğitimin denetimi öğretmenlere, sağlık
hizmetlerinin denetimi bu hizmetlerde çalışan işçilere,
haberleşmenin denetimi meclislerde toplanan teknisyenlerle
işçilere devredilirken, üretimin denetimi Sendikalar
Federasyonuna ait olur.
3. İktidar, her grubun
gücü üyelerine vermesi nedeniyle kaynağına geri
döner. Artık bir yerde birikmez, her birey iktidardan payını alır
ve meclis, herkes neyi veriyorsa ona sahip olur.
4. İnsanlar, mesleklerine ve ortak
ihtiyaçlarına göre sendikada, yerelliğe ve ortak
çıkarlarına göre özgür belediyede bir araya
gelirler. Bu yolla, ortak olan şeyler azami düzeye
çıkarılır.
5. Meclis, kendi meslek dalında
azami basirete, beceriye ve akla sahiptir. Bir araya gelen herkes, ne
kadar bilgili olursa olsun bir kişiden daha bilgilidir.
6. Sendikal örgütlenmede
takip edilmesi gereken kılavuz ilkeler, koşulların ışığında
sürekli gözden geçirilecektir.
Siyasi Örgütlenme
7. Devlet, her şeyi feshederek
kendinde toplar. İnsanların, paraları sökülmek,
itaatkâr olmak, üretmek ve kontrolü elinde tutan
insanın yüce iradesi önünde secde etmekten başka
yapabileceği bir şey yoktur. Devlet şöyle der: "Gücü bana verirsen seni mutlu yapacağım."
8. Toplum iki karşıt kasta bölünmüştür: Emirleri verenler ve emirlere itaat edenler.
9. Yalnızca kurgusal, kâğıt
üzerinde kalan haklar verilir: Siyasi yanılsamanın kutsal ateşini
beslemek için özgürlük, egemenlik, özerklik
gibi.
10. Toplumun ilerlemesi ve evrimi,
devleti zorbaca ve mutlakıyetçi biçimlerle kendi
çöküşüne götürür. Sosyalizm gibi
faşizm de çok geç kalmış bir
çözümdür. Devlet ayrıcalıklarını gizler ve
onların üstünü örter, ancak bireysel ve sınıfsal
bilincin gelişmesiyle birlikte bu çabasının tek sonucu,
ayrıcalıklarını birer birer yitirmesi olur.
11. Örgütlenmenin siyasi
temelli olduğu durumlarda, hiyerarşi giderek tepede önem kazanır.
İnsanların üzerinde kent konseyi, onun üzerinde il meclisi,
onun üzerinde vali ve onun da üzerinde hükümet
vardır.
Sendikal Örgütlenme
7. Aracıların ve kurtarıcıların
yokluğunda her birey kendi işiyle kendisi ilgilenmeli ve aracılar
olmadan işlerini idare etmeye alışmalıdır. Böylece, kendilerini
yüzyıllık bir geçmişi olan siyasi eğitimle edindikleri
alışkanlıktan kurtarmaları gerekir.
8. Her yurttaş sadece bir
üretici olmayı kabullenmez. İdari mevkiler geçici olacak,
bu görevdekiler üretken emekten muaf tutulmayacaktır. Bu gibi
mevkiler, sürekli olarak Meclislerde alınan kararlara bağlı
olacaktır.
9. Temel özgürlük,
yani iktisadi özgürlük hayata geçirilir.
Demokrasi, yani halkın halk tarafından yönetilmesi gerçeğe
dönüştürülür. Federalizm, her belediyeye ve
her üretken birime azami ölçüde özerkliğin
ve bağımsızlığın verildiği gerçek bir federalizmdir.
10. Mesleki kolektivitelerin
evrimi, onların sürekli daha mükemmel olmalarına ve
büyümelerine yol açar. Bu kolektiviteler, bireyin
bencil çıkarlarının savunulmasından başlayarak, toplumdaki
rollerinin getirdiği sorumluluğu kabul edecek donanıma sahip olmalarını
sağlayacak şekilde gelişim göstermiştirler.
11. Örgütlenmenin
iktisadi temelli olduğu durumlarda, hiyerarşi aşağıdan yukarı doğru
işler. Komitenin kararları genel kurul [üyelerin hepsinin hazır
bulunduğu toplantı] tarafından, genel kurulun kararları meclis
tarafından ve meclisin kararları insanlar tarafından iptal edilebilir.
REFAH VE EMEK
Bir ulusun halkı arasında
paylaştırılması gereken iki şey vardır: Refah (ya da tüm
nüfusun tüketimi için üretim yapma) ve bunu
üretmek için gereken emek. Bu, adil ve eşitlikçi bir
çözüm olacaktır. Aynı zamanda da akılcı. Ancak,
kapitalist toplumda refah emek harcamayan bir kesime giderken,
çalışma ise tüketimle ilgili ihtiyaçları
karşılanmayan bir başka kesimin omuzlarına yüklenir. Yani,
doğadaki durumun tam tersiyle karşı karşıyayız: Doğada, çalışan
üyeye ya da organa daha çok besin ve kan sağlanır.
Refahın yıllık yaklaşık 25.000
milyon pesetayı bulduğu tahmin ediliyor [1935]. Bu refah gerektiği gibi
dağıtılmış olsaydı, kişi başına yıllık 1.000 pesetadan biraz fazla bir
gelirle İspanya'nın yaklaşık 24 milyonu bulan nüfusu rahat bir
şekilde yaşıyor olacaktı. Dolayısıyla, beş kişilik bir ailenin yıllık
geliri 5.000 peseta olacaktı –iktisadi bir ifadeyle herkesin
hâlinin vaktinin yerinde olacağı bir durum.
Ancak, kapitalist sistemde
sermayenin yıllık yüzde altı faiz getirmesi beklendiğinden ve
otoritenin gelirle uygun olması gerektiğinden, bazı bireyler yılda
birkaç milyon peseta gelire sahip olurken, geliri her bireye
düşmesi gereken payın yarısını bile bulmayan aileler olması
gerekir.
Pesetalar ve bunların nasıl
paylaşılacağı meselesi, liberter komünist düzende
gündemde olmayacaktır. Yalnızca ürünlerle uğraşılacak ve
bunlar artık pesetayla değiştirilmeyecek, biriktirilemeyecek ve
ihtiyaçlarına göre herkes arasında pay edilecektir.
Paylaşılması gereken diğer şey ise
çalışmadır. Bu konuda da günümüzde adaletsiz ve
insanı isyan ettiren bir eşitsizlik söz konusudur. Bazılarının
yaşamlarını tembellik ederek geçirmesi için diğerlerinin
günde sekiz, hatta on, on dört saat ter dökmesi
gerekmektedir.
Bugün refahın
üretilmesine yaklaşık yedi milyon kişi katıldığına, bu da
günde ortalama sekiz saat çalışmalarını gerektirdiğine
göre, eğer on dört milyon sağlıklı yurttaş çalışırsa,
bu her kişi için günlük dört saatlik bir
çalışma anlamına gelir.
Bu, iyi ve adil bir
bölüşümden çıkarılabilecek açık ve basit
bir derstir. Anarşistlerin gerçekleştirmeye çalıştığı
ütopya budur.
ÜLKEMİZİN İKTİSADİ POTANSİYELLERİ
Liberter komünizmin Avrupa
ulusları arasında yalnızca ülkemizde uygulamaya
geçirilmesi, beklenebileceği üzere kapitalist ulusların
düşmanlığını uyandıracaktır. Burjuva emperyalizmi, kendi
tebaasının çıkarlarını savunmak bahanesiyle, sistemimizi daha en
başında ezmek için silahlı kuvvetleriyle müdahale etmeye
teşebbüs edecektir. Bir ya da birden çok farklı
güç adına yapılacak silahlı müdahale bir dünya
savaşının önünü açacaktır. Dolayısıyla kapitalist
uluslar, kendi ülkelerinde olası bir toplumsal devrim
tehlikesinden sakınmak amacıyla, Rusya'da yaptıkları gibi varlığını
sürdüren gerici tabyaları kullanarak gizlice paralı bir ordu
finanse etme taktiğini tercih edeceklerdir.
Benzeri mücadelelerle aynı
türden durumların halkımızın tarihinde hafızalara kazınmış olması
ve toprağımızın topografik koşulları, bağımsızlık kavgamızda bize
güven veriyor. Eğer insanlar kırsal kesimdeki kaynakları en iyi
şekilde kullanır, böylece de daha rahat bir yaşam standardına
kavuşurlarsa, liberter komünizmin en sadık savunucuları
hâline geleceklerdir.
Diğer bir tehdit, kıyılarımızın
kapitalist ulusların savaş gemilerince abluka altına alınması, bunun
sonucunda yalnızca kendi kaynaklarımıza dayanmak zorunda kalmamızdır.
Kıyılarımızın uzunluğu nedeniyle böyle bir ablukadan kolayca
sakınılabilir. Ancak, bu yine de olasıdır ve sorunu önceden ele
almamız gerekmektedir.
İthalat yapmadan durumu idare edebilecek kadar üretim yapıyor muyuz?
Buna daha yakından bakalım.
Bugünkü rakamlar gelecekteki duruma tam olarak uygulanabilir
olmayacaktır, çünkü ne ithal etmemiz gerektiğiyle neyi
ithal etmenin kârlı olduğu pek birbirine denk düşmez, bunlar
her zaman aynı şey değildir. Örneğin, kömürü
yeraltından çıkartabiliriz, ancak kendimizinkiyle
karşılaştırıldığında daha uygun fiyatlı olmasından
ötürü İngiliz kömürü ithal ediyoruz. Bu
yıl, Endülüs'de bolca buğday olması nedeniyle ihtiyacımız
olmamasına karşın Arjantin buğdayı ithal edildi.
İstatistiklere göre tarımsal
ürünlerde kendi kendimize yeterliyiz: Büyük
miktarlarda zeytinyağı, narenciye, pirinç, sebze, patates,
kayısı, şarap ve meyve ihraç ediyoruz. Arpa ithal etmemize
karşın tahıl ürünlerinde de kendi kendimize yeterliyiz.
İhtiyacımızdan fazla madene sahibiz.
Ancak, petrol ve petrol yan
ürünleri (benzin, ağır yağlar, yağlayıcı maddeler vb.),
kauçuk, pamuk ve kâğıt hamurunda ithalata bağımlıyız.
Ulaşımın büyük önemi olduğu
düşünülürse, petrol yokluğu ekonomimizin ilerlemesi
önünde ciddi bir engel olabilir. Sonuç olarak, abluka
uygulanması durumunda tüm enerjimizi petrol aramaya, mevcut
olduğuna inanılmakla birlikte yerleri henüz saptanmamış yeni
kuyuların açılmasına ayırmamız hayati olacaktır. Petrol,
ülkemizde her ikisi de bolca bulunan yumuşak kömürle
linyitin damıtılmasıyla elde edilebilir. İhtiyaçlarımızı
karşılamak için hâlihazırda mevcut olan bu endüstriye
daha fazla ağırlık vermeliyiz. %30-50 oranında alkolle karıştırarak
benzin stokumuzu artırabiliriz; bu karışım tüm motorlarda
mükemmel sonuçlar vermektedir. Pirinç, buğday,
patates, pekmez, üzüm, odun gibi şeylerden elde edilebildiği
için alkol stokumuz tükenmeyecektir.
Kauçuğu, Almanya'da yapıldığı gibi sentetik olarak üretmek gerekecektir.
Başta Endülüs olmak
üzere ülkemizde pamuk büyük bir başarıyla
yetiştirilmektedir; bundan hareketle şu yargıda bulunabiliriz:
Çıktı miktarındaki sürekli artış çok geçmeden
ulus olarak gereksinimlerimizi karşılayacaktır. Ürünleri
ihtiyacımızı aşan bağlar ve zeytin ağaçları yerine pamuk
ekilebilir.
Yeniden ağaçlandırma
programımızın yoğunlaştırılmasıyla birlikte kereste endüstrimiz
ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde
büyütülebilir. Okaliptüs ve kereste çamı, en
iyi kâğıt hamuru kaynaklarıdır.
Ancak, üretimin
bugünkü durumunun ötesinde İspanya'nın sahip olduğu
üretim potansiyeli düşünüldüğünde iyimser
olmak için sebeplerimiz vardır. İspanya, henüz tam olarak
yerleşilmemiş bir ülke, toplam kaynaklarının onda biri dahi
henüz ortaya çıkarılmamış bir ülke olarak
görülebilir.
Haddi hesabı olmayan enerji
kaynağımız var; bu alanda İsviçre'nin ardından ikinci sıradayız.
Göletler ve sulama kanalları inşası neredeyse bakir bir alan.
Tahmini 50 milyon hektar olan ekilebilir arazilerimizin yarısını bile
kullanmıyoruz. Ekilebilir arazilerimizin iyileştirilmesi gerekiyor:
Yoğun tarımcılık geliştirilmeli ve çiftlik makineleri her yerde
uygulamaya sokulmalı. Bugün yalnızca zengin toprak sahiplerinin
elinde bulunan çiftlik makinelerinin belediyedeki tüm
topraklarda kullanıma sunulması sonucunda, herkesin birlikte
çalıştığı bir sistem üretimin artırılmasını sağlayacaktır.
Üretimle tüketimin
denkleştirilmesi henüz denenmemiş bir şeydir. Yeterinden fazla
toprağımız var. Toprağın yanı sıra ihtiyacımızdan fazla insan enerjimiz
var ki bu üretim potansiyeli demektir.
İnsan enerjisi fazlası sorun olmak
şöyle dursun, liberter komünizmin başarısının garantisidir.
Eğer ortada işçi fazlası varsa, mantıksal olarak daha az
çalışmamızın yeterli olacağı anlamı çıkar ve
önümüzde iki yol vardır. Ya iş gününü
kısaltacağız ya da üretimi artıracağız.
Emek gücü fazlası,
bireyin iş gününü kısaltabileceğimiz, işteki artışı
(göletlerle kanalların inşa edilmesi, yeniden ağaçlandırma
çalışması, ekimin artırılması, maden üretiminde artış ve
hidroelektrik enerjinin kullanılması) karşılayabileceğimiz ve belli bir
endüstride üretimi hızlandırabileceğimiz anlamına gelir.
Vardiyalı çalışma sayesinde
bir fabrikanın üretimini artırmak ya da makine miktarını
artırmaksızın günlük üretim rakamlarını ikiye katlamak
üzere personelden en iyi şekilde faydalanılması kolaylaşacaktır.
Mevcut çalışanlar, her vardiyanın çok sayıda çırak
kabul edeceği, ardı ardına çalışacak iki vardiyaya
bölünebilecek kadar vasıflı gözükmektedir.
Böylelikle, yeni fabrikalar
kurmak gibi zorlu bir işe kalkışmaya ve makineleri geliştirmeye ya da
artırmaya gerek kalmadan, en yetersiz endüstrilerinin
üretimleri bile iki katına çıkarılabilir.
Sonuçta, ülkemizin
kendi kendine yeterli olabileceği, birkaç yıl sürecek bir
ablukanın zorluklarına dayanabileceği gösterilebilir.
Gerçek bir zorunlulukla kuşatıldığımızda, sıkıntılı durumun
yaratıcı dürtülerimizi ve pratik zekâmızı harekete
geçirmesi sayesinde, uzmanların değil bizlerin doğaçlama
bir şekilde anında bulacağımız çözümler
geliştirilecektir.
Her şeyi doğaçlama
getirilecek çözümlere bırakamayız, ancak bunun kritik
durumlarda yardımcı olabileceğini de gözden uzak tutmamalıyız,
çünkü en becerikli olduğumuz zamanlar tam da
böylesi durumlardır.
UYGULAMAYA GEÇİRME
Liberter komünizm, sayesinde
şehir ve köylerdeki iktisadi yaşamın her yerelliğin kendine
özgü ihtiyaçlarının ışığı altında
sürdürüldüğü, hâlihazırda mevcut olan
örgütlenmelere dayanır. Bu organizmalar sendika ve
özgür belediyedir. Sendika, bireyleri işin mizacına ya da
günlük ilişkilerine göre gruplaştırarak, onları bir
araya getirir. İlk olarak bir fabrika, atölye ya da firma
işçilerini grup hâline getirir; bu, yalnızca kendisini
ilgilendiren şeyler konusunda özerklikten istifade eden en
küçük hücredir. Bunlar, aynı türden
hücrelerle birlikte endüstriyel ya da bölümsel
sendika içerisinde bir seksiyon [şube]
oluştururlar. Kendi başlarına bir sendika oluşturacak kadar sayıya
sahip olmayan işçilerle ilgilenmek için genel meslekler
sendikası [general trades union]
vardır. Yerel sendikalar birbirleriyle federe hâle gelerek yerel
federasyonu oluştururlar; yerel federasyon, sendikalar tarafından
seçilen komiteden, tüm komitelerin genel kurulundan ve son
tahlilde egemenliği en üst düzeyde elinde tutan genel
meclisten meydana gelir.
Özgür belediye,
çok küçük bir yerellikteki (köy ya da
mecra) işçi meclisidir; tüm yerel konularda egemen
güçlere sahiptir. Kökleri çok eskiye uzanan bir
kurum olarak, siyasal kurumlarca sulandırılmış olmasına karşın eski
egemenliğini tekrar kazanabilir ve yerel yaşamı örgütleme
görevini üstlenebilir.
Ulusal ekonomi, ulusu meydana
getiren çeşitli yerellikler arasında eşgüdümün
sağlanmasının bir sonucudur. Her yerellik düzenli işleyen ve iyi
idare edilen bir ekonomiye sahip olduğunda, bütün de uyumlu
bir düzenleme olacak ve ulus kendisiyle tamamen barışık olacaktır.
Mesele mükemmelliğin yukarıdan dayatılması zorunluluğu değildir,
aksine zorlama bir gelişme yerine kendiliğinden büyümeye yol
açacak şekilde tabandan gelişip büyüme meselesidir.
Aynen bireyler arasındaki anlaşmanın aralarındaki temas sayesinde
ortaya çıkması gibi, yerellikler arasındaki uyum da benzer bir
şekilde elde edilecektir; gerek genel kurullarla kongrelerdeki duruma
bağlı ve dönemsel temaslar, gerekse endüstriyel
federasyonlarca oluşturulan kalıcı ve sürekli temaslar sayesinde.
Gelin şimdi de kırsal kesimdeki,
şehirlerdeki örgütlenmeye ve bir bütün olarak
ekonominin örgütlenmesine ayrı ayrı bakalım.
KIRSAL KESİMDE
Yalnızca özgür
belediyenin faal hâle getirilmesini gerektirdiği için
liberter komünizmin en az karışıklık yaratacağı yer kırsal
kesimdir.
Özgür belediye ya da
komün, esasen üretim ve dağıtım olmak üzere yerel
işlerin idaresi ve düzenlenmesi konularında tam yetkili olan bir
meclis (konsey) içinde bir araya gelen bir köyün ya da
mecranın tüm sakinlerinden oluşur.
Küçük bir
teşekkül olarak görülen konsey günümüzde
istediğini yapabilen bir eyleyici [ajan]
değildir ve sırtından yaşamlarını sürdüren üç
asalak kurum olan belediye, ilçe konseyi ya da
hükümet, konseyin kararlarını geçersiz kılabilir.
Özgür belediyede,
bugün olduğu gibi belediye alanının yalnızca bir kısmı değil,
yetki alanı dâhilindeki tüm bölge ortak mülkiyet
altında olacaktır; tepeler, ağaçlar ve çayırlar;
ekilebilir araziler; işte kullanılan hayvanları ve eti için
beslenen hayvanlar, binalar, makineler ve çiftlik aletleri;
fazla malzemeler, orada yaşayanların biriktirdiği ya da depolarda
sakladığı ürünler.
Sonuç olarak, varlığını
sürdürecek yegâne özel mülkiyet, her bireye
gerekli olan şeyler üzerinde olacaktır –kalacak yer,
giysiler, mobilya, meslek aletleri, her oturana tahsis edilecek ve
kendi tüketimleri için ya da hobi olarak kullanılabilecek
toprak parçası, ufak tefek çiftlik hayvanları ya da
avluda beslenen kümes hayvanları gibi.
Meclisin daha önceden vardığı
anlaşma uyarınca, gerekenden fazla olan her şey her zaman belediye
tarafından toplanabilir, çünkü ihtiyacımız olmamasına
karşın biriktirdiğimiz şeyler bize ait değildir, aksi takdirde herkesi
bundan mahrum etmiş oluruz. Doğa bize ihtiyacımız kadar üzerinde
mülkiyet hakkı verir, ancak hırsızlık yapmadan, kolektifin
mülkiyet haklarını gasp etmeden ihtiyacımızın ötesine
geçen herhangi bir şey üzerinde hak iddia edemeyiz.
Tüm sakinler eşit olacak,
1. Tüm sakinler, yatkınlık
(yaş, mesleki eğitim gibi) temelindeki ayrımının dışında, üretim
faaliyetine katılır ve komünün varlığını
sürdürmesine eşit derecede katkıda bulunurlar.
2. Meclislerdeki idari karar-alma sürecine eşit şekilde katılır.
3. İhtiyaçları
ölçüsünde ya da zorunlu olduğunda tayınlamaya
göre eşit tüketim haklarına sahiptir.
Çocuklar, hastalar ve
yaşlılar hariç olmak üzere, topluluk için
çalışmayı reddedenler tartışmalara katılma ve tüketme
haklarından mahrum bırakılırlar.
Özgür belediye, başka
yerelliklerdeki emsalleriyle ve ulusal endüstriyel federasyonlarla
federe hâle gelecektir. Her yerellik fazla
ürününü, karşılığında ihtiyacı olan şeyleri elde
etmek üzere mübadeleye koyar. Demiryolları, otobanlar,
göletler, çağlayan, yeniden ağaçlandırma gibi genel
çıkarı ilgilendiren işlerde kendi payına düşen katkıyı
yapar.
Özgür belediyenin
üyeleri, bölgenin ya da ulusun genel çıkarı
için yaptığı işbirliği karşılığında, postalar, telgraflar,
telefonlar, demiryolları ve ulaşım; yan ürünleriyle birlikte
elektrik şebeke sistemi; akıl hastaneleri, hastaneler, sanatoryumlar ve
kaplıcalar; lise ve üniversite eğitimi gibi kamu hizmetlerinden,
kendi yerelliklerinde imal edilmeyen malzemelerle ürünlerden
faydalanma şansına sahip olacaktır.
İnsan enerjisi fazlası, hem yerele
uygun düşen yeni iş ve ürünler için, hem de işin
herkes arasında paylaştırılmasıyla çalışma süresinin ve her
işçinin iş gününün azaltılması için
kullanılacaktır.
Köylüler de
özgür belediyeden rahatsız olmayacaklardır,
çünkü ataları oldukça benzer bir şekilde
yaşıyorlardı. Her köyde ortak işlere, az ya da çok
komünal mülkiyete ve (yakacak ya da ot toplama gibi)
ortaklaşa yapılan faaliyetlere rastlanabilir. Yine, kırsal ananelerde,
olası her güçlüğe bir çözüm
bulunmasını sağlayacak usuller, yollar ve araçlar vardır; bu
usullere göre karar asla tek bir birey tarafından alınmaz
(diğerleri tarafından belli bir görevi yapmak için
seçilmiş olsa dahi) ve herkesin karara katılmasıyla alınır.
ŞEHİRDE
Şehirde, özgür
belediyenin işini yerel federasyon yapar. Büyük nüfus
merkezlerinde, böylesi büyük örgütler her
ilçede var olabilir. Endüstriyel sendikalardan oluşan yerel
federasyonda nihai egemenlik, tüm yerel üreticilerden meydana
gelen genel meclise aittir.
Onların görevi, kendi
yerelliklerinin gereksinimlerinin yanı sıra diğer yerelliklerin
talepleri ışığı altında, başta üretim ve dağıtım olmak üzere
kendi yerelliklerinde iktisadi yaşamı düzenlemektir.
Sendikalar, devrim anında
fabrikaların, atölyelerin ve çalışma odalarının; kalacak
yerlerin, bina ve arazilerin; kamusal hizmetlerle malzemelerin,
hammaddelerle depolarda tutulan hammaddelerin kolektif mülkiyetini
ele geçirecektir.
Üretici sendikaları ise
kooperatifleri ya da dükkân ve pazar alanlarını kullanmak
suretiyle dağıtımı düzenleyecektir.
Eğer kişiler tüm haklarından
faydalanmak istiyorlarsa, ilgili sendika tarafından verilecek olan
üretici cüzdanı vazgeçilmez bir zorunluluk olacaktır;
tüketimle ilgili ayrıntılı bilgilerin yanı sıra ailenin
büyüklüğü, ne kadar gün ve saat
çalışıldığı gibi şeyler de bu cüzdanlara kaydedilecektir.
Yalnızca çocuklar, yaşlılar ve hastalar bu zorunluluktan muaf
tutulacaktır.
Üretici cüzdanının sağladığı haklar:
1. Tayınlamaya ya da ihtiyaçlara göre, o yerellikte dağıtılan tüm ürünleri tüketme.
2. Kişisel kullanım amacıyla uygun
bir eve, gerekli mobilyaya, kolektifin karar vereceği üzere bir
kümes bahçesine ya da bir toprak parçasına ya da bir
bahçeye sahip olma.
3. Kamusal hizmetleri kullanma.
4. Kişinin fabrikasında,
atölyesinde, firmasında, seksiyonunda, sendikasında ve yerel
federasyonunda alınan kararlarda oylamaya katılması.
Yerel federasyon, kendi yerelinin
ihtiyaçlarıyla ilgilenecek ve belli bir endüstrinin en
uygun şekilde ya da ulusun en acil ihtiyaç duyduğu şekilde
geliştirilmesini sağlayacaktır.
İşler sırasıyla genel meclisten
sendikalara, sendikalardan seksiyonlara ve oradan da iş yerlerine
olacak şekilde dağıtılacaktır. Bu yapılırken işsizlikten sakınılması,
bir endüstrideki bir vardiya işçilerinin günlük
üretiminin artırılması ya da gerekli iş günü uzunluğunun
azaltılması amaçları sürekli göz önünde
bulundurulacaktır.
Tamamen iktisadi olmayan tüm diğer uğraşlar, bireylerin ve grupların kişisel inisiyatifine bırakılmalıdır.
Her sendika, başta üretici
sağlığının korunmasıyla ve işin daha makbul hâle getirilmesiyle
ilgili faaliyetler olmak üzere, herkese fayda sağlayacak
faaliyetlerle ilgilenmeye çalışmalıdır.
GENEL İKTİSADİ DÜZEN
İktisadi baskılar bireyi yerelliğin
iktisadi yaşamına katılmaya zorlar. Aynı iktisadi baskılar, kolektifler
tarafından da hissedilmeli ve onları ulusun iktisadi yaşamına katılmaya
zorlamalıdır. Ancak, bu ihtiyaçların karşılanması için,
otoriterliğin tohumlarını taşıyan ve bürokrasinin yuvası olmanın
yanı sıra diktatörlüğün de odak noktası olan merkezi bir
konseye ya da yüksek bir komiteye gerek yoktur. Yerellikler
arasında karşılıklı anlaşmaya varmanın ötesinde bir mimara ya da
buyurgan bir otoriteye ihtiyacımız olmadığını söylemiştik. Her
yerelliğin (şehir, köy ya da mezra) kendi yaşantısını düzene
sokmasıyla birlikte ulusun örgütlenmesi de tamamlanmış
olacaktır. Yerelliklerle ilgili ekleyebileceğimiz bir şey daha var.
Tüm üyelerin ihtiyaçlarının karşılanması güvence
altına alınır alınmaz, belediyenin ya da federasyonun iktisadi yaşamı
da mükemmelleştirilmiş olacaktır.
Biyolojide, bir organizmanın uygun
fizyolojisine ve normalliğine ulaşması için onu meydana getiren
her hücrenin işlevini yerine getirmesi gerekir; bu ise sadece bir
tek şeyi gerektirir: Kan akışı ile sinirler arasındaki ilişkinin
güvence altına alınması. Ulus hakkında da aynı şeyi
söyleyebiliriz. Her yerellik üzerine düşeni yaptığında,
kendinde eksik olanı getirip kendine engel teşkil edeni
götüren kan akışı (başka bir deyişle ulaşım) güvence
altına alındığında ve yerellikler birbirleriyle temas hâlinde
olup karşılıklı ihtiyaçlarını ve potansiyellerini birbirlerine
aktardıklarında, ulusun yaşamı da güvence altına alınmış ve normal
olur.
İşte, tüm yurdu kapsayan bir
planla yönetilmesi gereken –haberleşme (posta, telefon,
telgraf) ve ulaşım (demiryolları, gemiler, karayolları ve havacılık)
gibi– kolektifleştirilmiş hizmetlerin ayrıntılı bir şekilde
düzenlenmesiyle ilgilenen organlardan ibaret olan
ulusal-endüstriyel federasyonlar tam burada işin içine
girer.
Özel işlevi yerelde yerine
getirilemeyen yerel örgütler haricinde yerel
örgütlenmenin üzerinde hiçbir üstyapı
olmamalıdır. Ulusal iradenin yegâne temsilcileri olan kongreler,
koşullar gerektirdiği zaman meclislerin referandum kararlarıyla
kendilerine devredebileceği egemenliği geçici olarak ifa
etmelidirler.
Ulusal ulaşım ve haberleşme
federasyonlarının yanı sıra deniz haritacılığı, orman ya da elektrik
federasyonları gibi bölge ya da il düzeyinde federasyonlar da
olabilir.
Ulusal federasyonlar yolların,
demiryollarının, binaların, malzemelerin ve atölyelerin ortak
mülkiyetini elinde bulunduracaktır. Çabalarıyla ulusal
ekonomiye katılan, ürünlerini ya da ürün
fazlalarını sunan, ulusal talebi aşan miktarda üretim yapmaya
çalışan, ihtiyaç duyulabilecek hizmetlerin
üretilmesine katkıda bulunan yerellik ya da bireyler, ulusal
federasyonların hizmetlerinden ücretsiz faydalanırlar.
Ulusal haberleşme ya da ulaşım
federasyonlarının görevi, üretici bölgeler ile
tüketici olanlar arasında ulaşım hizmetlerini oluşturarak, (balık,
süt, meyve ve et gibi çabuk tüketilmesi gereken
dayanıksız mallara öncelik vermek üzere) yerelliklerin
birbirleriyle irtibatını sağlamaktır.
İhtiyaç duyan alanlara ve
fazlanın üretildiği kalabalık olmayan alanlara güvenilir bir
tedarik sağlanması, ulaşımın doğru örgütlenmesine bağlıdır.
Ne tek başına bir beyin ne de
birkaç beyinden oluşan bir büro bu örgütlenmeyle
ilgilenebilir. Bireyler birbirleriyle konuşarak ortak bir anlayışa
ulaşırlar, yerellikler de birbiriyle irtibata geçerek aynı şeyi
yaparlar. Her alanın hangi ürünlerde uzmanlaştığı
gösteren bir kılavuz ya da elkitabı, belli bir alanın neye
ihtiyacı olduğunu ve neyi sunduğunu belirterek tedarik sağlanması işini
kolaylaştıracaktır.
Bırakalım zorunluluk,
yerelliklerinin iktisadi yaşamına katkıda bulunmak üzere bireyleri
çabalarını birleştirmeye zorlasın. Bırakalım benzer şekilde
zorunluluk, ülke genelinde karşılıklı mübadele yoluyla
kolektifleri faaliyetlerini düzenlemeye zorlasın; ve bırakalım
dolaşım sistemi (ulaşım) ve sinir sistemi (haberleşme), yerellikler
arasındaki irtibatın sağlanmasında üzerlerine düşeni
yapsınlar.
Ne ekonominin işletilmesi ne de bireyin özgürlüğü daha karmaşık şeyleri gerektirmez.
SONUÇ
Liberter komünizm, toplumun
özgürce ve kendi isteğiyle örgütlenebileceği,
toplumun evriminin suni sapmalar olmaksızın kendi mecrasında
ilerleyebileceği açık bir kanaldır.
Liberter komünizm,
üretimin ve çözüme ulaşmak için gerekli
olan çalışmanın adaletli şekilde paylaşılması anlamına geldiği
için iktisadi soruna getirilen çözümlerin en
akılcı olanıdır. Orantılı üretim çabasına katılma
zorunluluğundan hiç kimse kaytarmamalıdır,
çünkü besinlerimizin kendiliğinden yetişmediği
iklimlerde bu katı çalışma yasasını bize doğanın kendisi dayatır.
İktisadi zorlama, toplumun birleşme
noktasıdır. Ancak, bütünün birey üzerindeki
yegâne zorlaması budur ve bununla sınırlı kalmalıdır. Diğer
tüm faaliyetler (kültürel, sanatsal ve bilimsel)
kolektifin kontrolü dışında olmalı ve bunlarla ilgilenmeye,
bunları teşvik etmeye hevesli grupların elinde olmalıdır.
Zorunlu iş günü (yani
verili teknoloji düzeyinde fiilen gereken iş günü
–Ed.), bireyin, merak ve hevesle beslenen; kendini tatmin etmek,
kendini ödüllendirmek için yapacağı üretim
(kontrol altındaki üretimin yanında daha başka, özgürce
ve kendiliğinden yapılan üretim de olacaktır) için
çalışma kapasitesini tüketmeyecektir. Başka bir toplumun,
yani anarşizmin savunup propagandasını yaptığı yeni toplumun tohumları
bu üretimde ekilerek filiz verecektir; toplumun
ihtiyaçlarını karşıladığı sürece bireylerin
örgütler tarafından denetlenip gözetlenmesi gereksiz
hâle gelecektir.
Çoğu
çürütülmeyi bile gerektirmeyecek kadar anlamsız
olan binlerce itiraz yapılacaktır. Tembellik, sıkça tekrar
edilen bir itirazdır. Tembellik, buna uygun bir iklimin doğal
ürünüdür, çünkü bireyi
üşengeç yaparak tembelliği meşrulaştıran bu doğadır.
Tembel olma hakkını kabul ediyoruz,
ancak bu hakkı kullanmak isteyenler başkalarının yardımı olmaksızın
başlarının çaresine bakmayı kabullenmelidirler. Tembel insanın,
beceriksiz ve anti-sosyal olanın zenginleştiği, bolluğa, güce ve
üne sahip olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Eğer bu insanlar tüm
bunlardan vazgeçmeyi kabul ediyorlarsa, nasıl ki bugün
fosilleşmiş hayvanlar sergileniyorlarsa, bu insanlardan arta kalanların
da müzelerde ve galerilerde sergilenmesinin önünde
hiçbir engel yoktur.
Isaac Puente
NEREDE DURUYORUZ: İSYANCI İŞÇİ GRUBU [Rebel Worker Group]
* Anarko-sendikalizm,
Sermaye ile Devletin çifte boyunduruğuna karşı sınıf savaşımına
dayanan liberter bir işçi hareketidir. Amacı, toplumsal yaşamın
liberter komünizm temelinde yeniden örgütlenmesi
bilinçli hedefiyle tüm işçileri mücadeleci
örgütler (devrimci sendikalist birlikler) içerisinde
birleştirmektir.
* Anarko-sendikalist
örgütlenmelerin iki yönlü bir işlevi vardır.
Birincisi, mevcut kapitalist toplum içerisinde iktisadi ve
toplumsal ilerleme için mücadele verilmesi; ikincisi,
tüm refahın toplumsallaştırılması yoluyla üretimle dağıtımda
eksiksiz özyönetimi sağlamak üzere işçilerin
kendi kendilerini eğitmesi.
* Anarko-sendikalizm,
tüm iktisadi ve toplumsal tekellerin kesinlikle karşısında yer
alır. Siyasi iktidarın ele geçirilmesini değil, devletin toplum
yaşamındaki tüm işlevlerinin tamamen ortadan kaldırılmasını
hedefler. Dolayısıyla, tüm parlamenter faaliyetleri ve yasama
organlarıyla diğer işbirliklerini reddeder. Tüm siyasi Partilerden
ve İşçi Sendikası bürokrasilerinden bağımsız durarak ve
onlara karşı çıkarak, iş yerleriyle topluluklardaki
mücadeleci örgütleri savunur.
* Anarko-sendikalizmin
yegâne savaşım aracı tüm biçimleriyle Doğrudan
Eylemdir (işgaller, grevler, boykotlar, sabotajlar, Genel Grev vb).
Herkesin gerek mevcut savaşıma gerekse geleceğin özyönetimli
toplumuna tam anlamıyla katılımını sağlamak amacıyla
örgütlerinde merkeziyetçiliğe karşı çıkar.
Liberter Federalizm temelinde örgütlenir. Liberter
Federalizm, hiyerarşi olmaksızın aşağıdan yukarı doğru olan, yerel ve
bölgesel gruplara tam inisiyatif özgürlüğü
tanıyan bir örgütlenmedir. İşçi Federasyonlarının
tüm eşgüdüm sağlayıcı organları, yerel işçi
meclisleri tarafından belirlenmiş eylemleri yapmakla görevli, geri
çağırılabilir delegelerden meydana gelir.
* Anarko-sendikalizm,
rastgele yaratılmış tüm siyasal ve ulusal sınırları reddeder.
Milliyetçiliğe ve tüm Ulus-devletlere karşı çıkarak,
gerek ruhen gerekse somut küresel eylemde ve karşılıklı
yardımlaşmada devrimci enternasyonalizm bayrağını yükseltir.
* Anarko-sendikalizm
ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, militarizme olduğu gibi hem
eşitliğe hem de insanların kendi yaşamlarıyla çevrelerini
kontrol etme hakkına engel olan tüm tavırlara ve kurumlara karşı
çıkar.
Çeviri: AnarşistBakış
Kaynak: Libertarian Communism, Zabalaza Books (Rebel Worker Group'un 1985 baskısından).
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->