BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN ...
AMA NE TÜRDEN, VE KİMCE ŞEKİLLENDİRİLMİŞ? 

Cindy MILSTEIN


31 Ocak ile 4 Şubat arasındaki New York'daki Dünya Ekonomi Forumu (DEF) [World Economic Forum, WEF] toplantıları ve bununla ilgili gösteriler sırasında, Village Voice dergisi yer değiştirmekte olan siyasi kanatlara işaret ediyordu. O haftanın manşeti, "Meşaleyi Devretmek: Anarşistler İlericilerin Bıraktığı Yerden Yukarı Kaldırıyorlar" şeklindeydi; ve ilişikteki resim, iş elbiseleri içindeki orta yaşlı, beyaz bir erkeğin, arkasından hızla koşmakta olan "anarşistik" giyimli genç, beyaz bir erkeğe elinde tuttuğu Molotof kokteylini devretmesini resmediyordu. Bu ön kapak zarar verici basmakalıp [görüntüsü] --yani tüm anarşistlerin genç, şiddet taraftarı beyaz erkekler [Kafkasyalı tipli] olduğu-- nedeniyle eleştirilebilir olsa da, içerideki makale sempatiyle "anarşist görüşün hızlı bir şekilde hareketin merkezi haline geldiği" kabul ediyordu. Anarşistler aslında ilericilere baskın çıkıyorlar, çünkü onlar devre hitap eden muhalefet ve dönüşüm biçimini --dünyanın güçlü seçkinlerine karşı açıkça muhalefet eden, ancak aynı zamanda çoğu toplumsal adalet eylemcisinin safında bir diken olarak işlev gören bir biçim-- sunmaktalar.

Bu, özellikle DEF ile onun muhaliflerini karşılaştırınca belirginleşir: Dünya Sosyal Forumu'nun (DSF) [World Social Forum, WSF] Brezilya'nın Porto Allegre şehrindeki eşzamanlı toplantısı ve NYC caddelerinde düzenlenen anti-kapitalist birleşim.

DSF, "başka bir dünya mümkün" sloganını savunuyor. Aslında bu yanlızca mümkün değil, aynı zamanda --küreselleşme olarak bilinen süreç, diğer birçok yeniden tasarımlarının yanısıra, esasen iktidar ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesi olduğu biliniyorken-- kesinlikle olasıdır. Ve durulmuş olması bir yana, dünyayı (yeniden)-biçimlendirme gücü, küreselleşme yüzünden harap olan milyonların yanısıra ulusötesi şirketler, kar amaçlı olmayan örgütler ve keza ulus-devletlerin hem açıktan hem de el altından kavga konusu olmaktadır. Bazı potansiyel dünyalar, tabii ki bugününkilerden daha dis-ütopyacı [dystopian] olabilir --söz gelişi, her türden köktendincilerce, bir tanrı veya peygamberin ilahi sözü olduğu ısrarla ifade edilenler. Ancak daha insancıl görüşler bile, DSF'ninki gibileri bile soruları içinde barındırmakta: Bu, sonunda kimin dünyası olacak? Toplumsal, ekonomik, siyasi ve kültürel kararları kimler ve nasıl alacak? Ortada birden fazla yanıt bulunurken, bunların tümü bir veya iki yönetim [governance, yönetişim] kutbundan ortaya çıkmaktadır: merkeziyetçi vs. merkezsizci [ademi merkezci], veya daha yalın bir şekilde ifade edilirse, otoriter vs. anti-otoriter.

Yeni otoriter modeller arasında, DEF'inkinin en avandgard [avant-garde, yenilikçi, öncü] olduğu söylenebilir. DEF, küreselleşme çağında modaya uygun bir dünya hakimiyeti kurma yetisine sahip bir örgütsel kültürü ve yapıyı güçlendirmek konusunda gününün çok ötesinde gidiyor. [DEF], kısıtlı bir azınlık için "daha fazla ekonomik büyüme ve toplumsal ilerleme" sağlama arayışında kesinlikle yanlız değil --toplumsal ilerleme de ekonomik büyümeeyle ölçülür. Dünya Bankası'ndan Avrupa Birliğine, ABD hükümetine kadar çeşitli kuruluşlar aynı uğraşı paylaşıyor. DEF'yi ayrı kılan şey, potansiyel olarak onu daha da tehlikeli kılan sahip olduğu yenilikçi [innovative] araçlarıdır. Onun kendi dilini ödünç alırsak, DEF üyeleri, sosyopolitik-ekonomik süreçleri kendi yararlarına denetlemek amacıyla, "küresel gündemi şekillendirmek üzere", "çözümlere şekil vermek üzere", -daima lüks içindeki-- "eşsiz bir klüp atmosferi" içerisinde toplanırlar.

Bu gibi manevralara, son birkaç yıllık toplantı sırasında, İsviçre'nin Davos kentinde militan bir şekilde meydan okundu. DEF'nin ilk defa tenha bir yere çekilmeye teşebbüs etmesinin iddia edilen sebeplerinden bir kısmı, onun tırmanmakta olan bu direnişten kaçınmasıydı. Toplumsal maliyet, özellikle İsviçre yetkileri açısından, çok yüksek oldu. DEF liderleri, 11 Eylül'ün hemen ardından New York City'de toplanarak muhtamelen bu tür muhalefetleri toptan gözden düşürmeyi amaçlamıştı. Zengin Waldorf-Astoria otelinde toplanarak, hem ölenlerin yasını tuttuklarını hem de NYC'nin yeniden inşası için kendi paylarına düşeni yaptıklarını iddia edebileceklerdi. Bunun aksine, DEF muhtamelen protestocuların ise mülkiyete ve adaba özen göstermeksizin hala yasta olan şehrin sokaklarında vahşice koşarak ölülere saygızlık eden, davetsiz cenaze töreni ziyaretçileri olarak görüleceklerini varsayıyordu. Direniş telafi edilemez bir şekilde lekelenecek, bu sayede de DEF gibi kurumların, --bir DEF üyesinden alıntı yaparsak-- "anti-küreselleşmeci marjinaller"in sinir bozucu müdehaleleri olmaksızın, kapitalist toplumu yönetme yüce misyonunu yerine getirmesine imkan yaratılacaktı.

Bu spekülasyonları daha da ileri götürmek anlamına gelse de, toplanarak Manhattan'a yürümek için en iyi sebep bu görece küçük, genç örgütlenmenin büyüyen küresel etkisini sergilemekti. 11 Eylül ve peşisıra yaşanan şarbon korkusunun gösterdiği üzere, sabit ve görünür olan iktidar merkezleri hedef alınabilmekte ve saldırıya uğrayabilmektedir. Savaş sonrası dünya ekonomisinin belirlenmesinde böylesine büyük bir rol oynayan kurumların fiziksel evleri (New York Borsası gibi) ve jeopolitikleri (D.C.'nin Kongre Binası gibi) kapatılma tehlikesi altındaydı. Kendi üstünlüğünün sağladığı aşırı güvenin mağruru olan ABD hükümeti, içeride ve dışarıda kamçısını şiddetle vurma kudretine hala sahiptir; ancak tüm şişkinleşen imparatorluklar gibi, sıska rakipleri küresel iktidar simsarlığı elbisesini üstlenmek için yeni stratejilerin hayalini kurarken bile, [ABD hükümeti] aynı denenmiş yollarla otoritesini sürdürmeye çalışıyor. Bu nedenle DEF'nin NYC'ye gelmesinin nedeninin, 11 Eylül'ün aslında Amerika'nın-süpergücün incinebilirliğini ortaya çıkarması, bu suretle de DEF'nin Wall Street ve ulus-devletler gibi kurumların mirasçısı olarak kendisini göstermesi için imkan yarattığı öne sürülebilir. Veya en azından kendisini, potansiyel olarak daha dirençli --esnek, bilgili ve mekansız-- bir hakimiyet biçimi olarak öne çıkardığı [iddia edilebilir].

DEF kendisini eğilim-belirleyici olarak gösteriyor, ve aslında böyle. Hükümetsel-olmayan bir örgüt olarak (STÖ [türkçede sivil toplum örgütleri olarak kullanılıyor, NGO]) 1971'de başlayarak, en iyi ve en parlak küresel iktidar seçkinlerini biraraya getirir: emek, sosyal adalet ve eğlence sektörü serpintilerinin yanısıra 1000 iş hayatı lideri, 250 siyasi lider, 250 akademik lider, 250 medya lideri. Bunlar, seçmenler veya kamuoyu böyle dediği için değil, zenginlikleri, etkileri ve güçleri ve bu üçünü korumaktaki uzak görüşlülükleri sayesinde liderdirler. Bu, küreselleşmenin nereye doğru gidebileceğini önceden en iyi görebilenlerin, ve bu nedenle de onun yönelimini en iyi idare edebileceklerin DEF'nin akışkan özünü oluşturmasını, ve --eğer gerekirse-- üyeliğin kolaylıkla yeniden düzenlenebilmesini güvence altına alır (Enron'dan Ken Lay'in alelacele davetliler arasından çıkarılmasının işaret ettiği üzere). Bu ayrıcalıklı azınlık, ne mekan veya alanla, ne de coğrafya veya ulus-devletle birbirine bağlıdır. Yalnızca kendilerine, ve kendi-çıkarlarına hizmet ettiği zaman da birbirlerine karşı sorumludurlar. DEF'nin kendi sözleriyle, bu STÖ "hiçbir siyasi, partizan veya ulusal çıkara bağlı değildir" --"borçlu olmak" daha açıklayıcı [bir ifade] olurdu. Taraftarlığını yaptığı kapitalizm biçimi gibi ulusötesi ve elastiktir. Ve aşırı derecedeki seçkin, özel küresel kulüp binasında, DEF üyeleri arasındaki parlak sıkıfıkılık gerçek-dünya ekonomisini ve sosyal politikasını yasallaştırmaktadır.

Bir ikonik [simge haline gelmiş] katılımcıyı ele alalım: Bill Gates. Para onun tek amacı olamaz; sekiz yıldır dünyanın en zengin kişisi. Daha anlamlısı, insanlığın elektronik olarak nasıl iletişim kuracağını belirlemek üzerinde neredeyse tekelci bir güce sahip olan birisi olarak Gates şimdi hayırsever bir dönüş yapmıştır. Kendi sağlıklılık [wellness] görüşünü paraasl olarak desteklemek suretiyle, yoğun bir şekilde tüm ülkelerin ve hatta kıtaların sağlık politikasını belirliyor. Bu büyük jest, onun şirket ahbaplarının ilaç kullanımına yönelik tasarımlarına büyük bir bağımlılık yaratmayı da içeriyor --özellikle de Bill'in bağışlarının sonu geldiğinde. Yalnızca yardımsever güdüleri olsa bile, milyarlarca insanın bedeni için neyin iyi olacağını tek bir kişi bilebilir mi? Radikal feministlerin uzun süredir savundukları gibi, bir kimsenin bedeni üzerindeki denetim, sağlığını olduğu kadar kendi iradesini ve toplumsal özgürlüğü de ilgilendirir.

Pek çok ulus-devletin "temsili" demokrasisi, en azından DEF'yi kontrol altında tutmanın bir yolu olarak, görece iyi gözükmeye başladı. Ancak, açık bir şekilde demokratik olmayanlarla beraber, bu görünürdeki demokratik ülkeler DEF'nin ortağıdırlar ve bizzat [DEF'nin] yönlendirmenin etkisi altındadırlar. Üç gibi genç bir yaştayken bile, 1973'te DEF "mütevazi bir başlangıçtan, küresel iş/hükümet etkileşiminin önde gelen ara birimi haline geldiğini" iddia edebiliyordu. Şimdi tam yupi dönemindeki bu STÖ --Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrika'dan, Doğu ve Merkez Avrupa, Asya ve hatta Kuzey Amerika'ya kadar-- ülkeleri (uluslararası topluluk denilenin çok ilerisinde olan) kendi kurumsal yapısına dahil ederek kaslarını geliştirmiştir. "İş alemi, hükümet ve sivil toplum liderlerinin gala toplantısı" olarak, DEF gibi özerk, ulusal-üstü bir organ ulus-devletlerin iktidarını kısıtlıyor gözüküyor, ve giderek de bunu yapacak daha fazla nüfuza sahip oluyor. Bu, seçmenlerce, daha da az olmak üzere etik değerlendirmelerce, kültürel kısıtlarca, ve hatta anti-kapitalist birleşimlerce engellenmeyen, özü alış-satış ilişkileri olan bir şekilde, bir avuç kadar bireyin doğru ve yanlışa karar vermesi [şeklindeki] potansiyel bir tek bir dünya biçimi, hükümetsel olmayan bir yönetişim için [çizilmiş], hala belirsiz ancak daha da keskin bir örgütsel taslaktır.

Bu bağlamda, DSF, DEF'ye karşı çıkmak için ve daha iyi bir dünya için gelecek vaad eden bir aday olarak öne çıkarıldı. DEF'ye toplumsal yönlü karşı bir ağırlıkla muhalegfet etmek için sekiz STÖ tarafından oluşturulan DSF, ilk defa DEF'nin Davos oturumu sırasında Porto Alegre'de toplandı. Bu sene, Brezilya toplantısı kasten DEF'inki ile aynı zamana denk getirildi. DSF, "neoliberal modele alternatif" amaçlayan herkese açık bir "tartışma forumu" olarak, "bu tartışmalardan kaynaklanacak taahhütleri yerine getirmeye karar veren, halkları tarafından görevlendirilmiş siyasi sorumluluk sahibi konumunda olanlar"ın yanısıra, "dünyanın bütün ülkelerinden gelen örgütleri ve sivil toplum hareketlerini ... biraraya getirir, ve birbirleriyle ilişkiye geçmelerini sağlar". Yine DSF'den alıntılarsak, şurası kesindir ki, DSF ve bu alternatif foruma katılanlar, "halkın geerksinimlerine cevap verecek ve doğaya saygı gösterecek ekonomik faaliyet ve siyasi eylemlerin merkezine yerleştirecek bir toplumun oluşturulmasına özel bir değer verirler". Ve fazlasıyla gereksinim duyulan toplumsal adalet çalışması, DSF'nin görece açık (diğer küresel toplantılara kıyasla) olan toplantılarında ortaya çıkmaktadır ve çıkacaktır.

Ancak bilerek ya da bilmeyerek, alternatifi olarak DEF'nin toplantılarına koşut olmayı denerken, DSF sonunda onun hiyerarşik yapısını taklit etmektedir: günlük yaşamları etkileneceklere karşı hiçbir sorumluluk taşımadan ve onlardan giderek uzaklaşarak, küresel gündemi şekillendirmeye amaçlayan ulus-üzeri, hükümetsel-olmayan bir organ. DSF de, DEF gibi --bu sefer "kar amaçlı olmayan" ve "hareket" sektörlerinde-- küresel olarak etkili olmak için gayriresmi, akışkan ve merkezileşmiş bir ağ oluşturma ortamı sunmaktadır. DEF'nin iyi bildiği üzere, dünya sahnesindeki böylesi bir etki, kısa zaman içinde ulus-devletlere rakip veya onları aşan bir güce dönüşebilir.

DSF'nin yıllık toplantıları bir kere toplumsal olarak duyarlı liderlerin toplantısı olarak görüldüğü zaman --ki iki yıl gibi kısa bir zaman içindee bu hale gelmekte olduğu açığa çıktı--, bildirileri sıradışı bir siyasi ağırlık taşıyacak ve "tartışmalar"ı kısa zaman içinde kamusal politikayı ayrıntılarıyla belirleyecektir. Büyük, bürokratik STÖ'ler giderek artan sayılarla DSF'ye akmaya devam edecekler; ve kısıtlı kaynaklarla [on a shoestring] faaliyet gösteren aktivistler ve topluluk [cemaat]-temelli örgütlenmelerin aksine, toplantıları her yıl katılabilecek ve toplantılar arasında [geçen süre zarfında] örgütleyici konseyin üyeleri olarak hizmet edebilecekler. Bu STÖ'ler, böylece DSF'de tartışılan temaları ve stratejileri belirleyecek, başından itibaren otkökü [grassroots, tabandan yükselen] gruplarının ve radikal hareketlerin sorunlarını kısıtlayabilecekler. Dahası, bu STÖ'ler, kendi toplumsal değişim fikirlerini uygulatmak için, (en asgaride) --sıklıkla bu STÖ'lerle ilgili olan veya onların parasal destekçisi olan-- hükümetler ve şirketler [önünde] lobicilik faaliyetleri yapacak finansal ve örgütsel kaynaklara sahiptirler; böylece herhangi bir "değişim"in gayet güzel bir şekilde statükoyla uyuşmasını güvence altına alacaklar. Veya Gates gibi, STÖ'ler de küresel sosyal hizmet projeleri yoluyla, DSF toplantılarında kendilerinin geliştirdiği fikirleri doğrudan uygulamaya teşebbüs edebilirler. STÖ'lerin kendi gündemleri olduğu için, bu gibi projeler daima siyasi, toplumsal ve/veya kültürel fiyat etiketleri taşıyacaktır. Özel, hükümetsel olmayan organlar olarak STÖ'lerin katılımcı süreçler, hesap verebilirlik veya şeffaflık konularında kaygılanmasına gerek olmadığı göz önüne alınırsa, bu bir sorun olmayabilir. Çok fazla temsili demokrasi, çok daha az topluluk denetimi veya daha da az kamusal denetleme.

DSF küresel bir etki kazandıkça davetler bile alacaktır; belki de hepimizden önce akrabalık ruhunu fark eden, bizzat meydan okumak üzere kurulduğu DEF'den bu yıl aldığı [davet gibi]. Bunun bizzat DSF'nin misyonu ile bir ilgisi olabilir; [misyonu] DEF'ninkini tamamen tersine çevirir. DEF, her şeyi ekonomik bir lens aracılığıyla görürken, ve bu nedenle de toplumsal meselerle ancak ekonomik büyümeye engele teşkil etmesi ölçüsünde ilgilenirken; DSF, her şeyi toplumsal bir lensle görür, ve bu nedenle de ekonomik meselelerle sosyal adaleti engellediği ölçüde ilgilenir. DEF, örneğin, ülkelerdeki su yokluğu, eğitim veya ulaşım gibi şeylerle kendisini zahmete sokar, çünkü bu temel gereksinimler ekonomik büyüme için hayati altyapıyı oluştururlar. (Bunun ötesinde, tam bir yoksunluk içindelik piyasaları özellikle güçlü kılmaz ve hatta onları zaptedilemez bile kılabilir). Bunun tam tersine, DSF ekonomik sömürüyü azaltmak için çabalar, çünkü bu insanların iş, beslenme ve barınma gibi temel şeylere erişimini sınırlar. Sosyoekonomi, veya daha doğru ifadesiyle kapitalizm, bu nedenle tam zıt amaçlar için kullanılabilir: bu, DEF'nin gözünde, iş alemi için iyidir; DSF'ninkinde ise, bunun yerine sosyal adaletin yaratılmasına yardım edebilir. DSF en iyi amaçları sergiler: insan gereksinimlerinin adil bir şekilde karşılanması. Ancak, günümüz toplumsal ilişkilerinin parçalanmasıyla ortaya çıkarılabilecek (ücret sisteminin tamamen sona erdirilmesi gibi) olasılıklar yerine, yalnızca kapitalist bir toplum içinde ulaşılabilir olanları (söz gelişi, yüksek ücretler) kabullendiği için, mümkün olan diğer dünyanın sınırları zaten belirlenmiş, zaten zarar görmüştür.

Böylesi bir düşünüş, DSF'nin sosyal adaleti ulus-devletler ve uluslararası kuruluşların ortaklığıyla sağlamaya teşebbüs etmesine neden olur. Örneğin, DSF'ye bu yıl (büyük-şehir belediye başkanları ve idarecilerini içinde barındıran) Yerel Otoriteler Forumu [the Forum of Local Authorities] ve Dünya Parlamenter Forumu [World Parliamentary Forum] da katıldı. Bu siyasi liderler, DEF'ye temsilci gönderen ülkelerden gelmektedir; çoğu siyasi liderin, yatırım, danışmanlık veya yönetim kurullarındaki sandalyeleri nedeniyle askeri-ticari kompleksle candan olmasa bile arkadaşça bağları vardır; ve sosyal adaletsizliğin icra edilmesine yardım eden aynı siyasi varlıkları temsil etmektedirler. Evet, DSF yurttaşların "demokratik" (temsili) uluslarda ve uluslarlararası organlardaki katılımını artırmayı umut etmektedir, ve bu pek çok insan için bir ilerleme olacaktır; ancak daha fazla girdi [input, güç, enerji] yine gerçek iktidardan dağlar kadar farklıdır. "Katılım", insanların en sonunda otorite konumunda olanlar tarafından dinlenecek bir konumda olduklarını --ki [bu otoriteler] insanların memnuniyetsizliğini etkisiz kılmaya yetecek ölçüde onların kaygılarını hesaba katmak için dikkatli bir şekilde dinlerler-- hissetmelerini sağlayarak, popüler hareketleri ezmenin nazikçe ifadesidir. Ancak en son sözü söyleyenler hala en yukarıdakilerdir. Bu stratejinin anlık bir görüntüsü, 28-29 Ocak 2002'de, "yıllık merkezi DSF olayını" düzenlemeye devam etme kararı alan; ancak "DSF dünya geneline özgü olma özelliğini kazanır ve daha fazla destek (yani, güç) kazanırken, tüm kıtalardan daha fazla katılımı cesaretlendirmek amacıyla bölgelerde daha fazla hareket olmalıdır" [diyen] DSF'nin Uluslararası Konseyinde görülebilir.

Eğer DEF ve DSF gibi denetlenemeyen, serbestçe hareket eden organlar, kendilerinin "kamu" politikasını demokratik rejimlerde seçilmiş sözde kamu hizmetlilerinden daha iyi belirleyebildiğini ispatlarlarsa, (bazılarının ulus-devletlerin güçlendirilmesi gerici taleplerine yol açarak) katılım daha da anlamsız hale gelecektir. Etkili olan bir azınlık kendisini, insanlık için neyin iyi olduğunu dünya halklarının büyük çoğunluğundan daha iyi bilen dokunulmaz "liderler" olarak kabul ettirecektir ([dünya halkları] yaşamak istedikleri toplulukların şekillendirilmesinde tamamen dışarıda bırakılacaklardır). Aslında, DEF'nin görünürde daha iyi bir toplum için oy kullanan "şirket yurttaşlığı" kavramına korkutucu bir benzerlikle, DSF, "gezegensel yurttaşlığı"nı önermektedir. Allah aşkına bu küresel vatandaşlar topluluğunu kim yönetecektir?

Ne kadar asilce olursa olsun, DSF'nin sosyal adaleti sağlama misyonunda kayıp olan şeyler, bizzat özgürlük, kendi kaderini tayin ve kendinden yönetim kavramlarıdır --ki bunlar olmaksızın sosyal adalet olamaz. Şurası kesin ki, DSF'nin mümkün dünyası DEF'ninkinden çok daha tercih edilir olacaktır. Yine de DSF, DEF'ya karşı çıkmaya çalışırken, yalnızca yukarıdan-aşağıya karar alımının daha sevimli, daha yumuşak bir versiyonunu sunmaktadır, ve böylece aslında hiçbir gerçek alternatif sunmamaktadır.

Bu bizi, yukarıda bahsedilen Voice makalesinde ele alınan anti-otoriter "ateş muhafızları"na geri getirir. Yazar Esther Kaplan anarşistlerin, "DEF'ye yalnızca politikalarının yoksulları sömürmesi nedeniyle değil, aynı zamanda iktidarlarının gayrimeşru olması nedeniyle" karşı çıktıklarını belirtiyor. "(Anarşistler) zenginlik ve gücün yeniden bölüştürüldüğü, ulus-devletlerin olmadığı eşitlikçi bir toplumu tasavvur ediyorlar; ve kurumlarını bu tarzda modellemek için büyük acılara katlanıyorlar." David Graeber de In These Times'da buna benzer şeyler söylüyor: DEF toplantısı sırasındaki anti-kapitalist birleşim, "ideolojisi (olarak), yeni, radikal bir şekilde merkezsizleşmiş doğrudan demokrasi biçimlerini öne çıkardılar. 'Kötü' protestocular, en azından (hiyerarşik) STÖ'ler veya sendikaların yapabilecekleri her şeyi muhtamelen çok daha iyi bir şekilde yapabileceklerini ispatlamayı başardılar."

STÖ'ler ve sosyal adalet aktivistleri, 11 Eylül sonrası havasının korkusuyla ve/veya Brezilya'daki daha itibarlı, güvenli DSF'nin bir parçası olmak istemeleri nedeniyle DEF karşıtı gösterilerden uzak dururken, Seattle'de (yeniden) doğmuş olan ABD doğrudan eylem hareketinin saltanatı her çeşitten anti-otoriterlere bırakılmış oluyordu. Onlar, çok önemli olan NYC birleşiminin ana düzenleyicileri ve sözcüleri haline geldiler. Bu nedenle, (tabii ki daima orada hazır olan) hakim medya bile birleşim hakkında haber sunacaklarında, anarşist inanış ve görüşleri ele almaya zorunlu kalmıştı. Böylece, anarşizmin --şirketler basınında sıradan olduğu üzere şeytanlaştırılmasına rağmen (anarşistleri temelde "El Kaide benzeri" bir şey olarak etiketlendiren "Yumruk Kanunu" adlı bir diğer Voice makalesinde olduğu gibi)-- açıkça kapitalizme karşı çıktığı ve doğrudan demokrasi taraftarı olduğu oldukça evrensel bir bildiri haline geldi. Bu, özellikle katılımcıların kendileri arasında böyleydi. Anti-otoriterler açısından doğrudan demokrasi, iktidarı tabanda bulunduran ağlar ve konfederasyonlar içerisinde hareket eden kolektifler ve ilgi gruplarından tutun, işçi ve/veya mahalle konseylerine kadar her şeyi kapsayabilirken, çoğu kendinden yönetimin bugünkü ve gelecekteki toplumsal örgütlenme biçimlerinin ayrılmaz bir parçası olması gerektiği üstünde hemfikirdir. Bu, son birkaç yılda Kuzey Amerika'da gerçekleşen birleşimlerden hiçbirisinde bu kadar hissedilir, bu kadar açık olmamıştı.

NYC gösterileri, direnişin ve yeniden inşa etmenin ölüm çanlarını çalmak yerine, --ister anarşist olsun isterse olmasın-- anti-otoriterlerin toplumsal ve politik protesto kavramlarını "normalleş"tirmiş olmalı. Katılımcı karar-alma süreçlerinin DEF birleşimi öncesi ve sırasında yaygın bir şekilde kullanılması, (mükemmel olmasa da) 11 Eylül'ün yarattığı duygulara karşı --özellikle de NYC'de-- duyarlı olan sokak taktiklerinin belirlenmesini; ve böylece [gösterilerin] bilinçli bir şekilde ağırbaşlı ve sakin [geçmesini] sağladı. Bu, yürüyüşçüler için göreceli olarak durgun olsa da --ve tabii medya ve polis için de-- yalnızca 11 Eylül'ün ardından direnişin hoş görülebilir bir şey olduğunu bir kere daha onaylamakla kalmadı; aynı zamanda, [direnişin], küresel otoriterciliğin yeni, hızlı bir şekilde yerleşen biçimlerinin ışığı altında giderek gerekli ve cesur olduğunu [gösteren], belirgin bir şekilde anti-kapitalist olan bir olay oldu. Bu, daha da önemlisi, özgürleştirici [liberatory] alternatiflerin temize çıkarılmasına ve geçerliliğinin onaylanmasına yardım etti.

Bu gibi alternatifler, anti-kapitalist birleşimlerde ve yerelleşmiş anarşist projelerde, ve yine 11 Eylül'ün hemen ardından her çeşitten New Yorklunun Union Square'de kendiliğinden toplanmasından, Arjantin'deki protestolar sırasında orta sınıfın mutfak aletleriyle gürültü yapmasına kadar her yerde parlak şekilde görünmüş olsalar da, son zamanlarda anlık olarak parlayıp sönmekteler. Kendiliğinden örgütlenme arzusuna katalizör olmak yeterli değildir. DEF ve DSF merkezileşmiş iktidarı kendi adlarına ele geçirmek için düelloya tutuşurken, anarşistler bir ikili [dual] iktidar biçimi olarak popüler kendinden-yönetim için mücadele etmelidirler.

Zapatistalar, kendilerinden önceki diğer devrimcilerle birlikte, "demokrasi, özgürlük, adalet" bildirimlerini zaten yankılatmışlardır. Ancak, onlar, aynı zamanda, bölgesel ve küresel dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma ağlarını korurken, belediyelerin devlet idaresinden ve sermayeden özerk olmak için, insani ve ekolojik kaygıları en başa koyabilmek için mücadele edebileceğini ispatlamıştırlar. Bu, anti-otoriter bir toplumsal dönüşüm anlayışından kaynaklanan bir ikili iktidar biçimidir. Bugün, hala emekleme döneminde olsalar da, başkalarının da ipuçları görülüyor: European Social Consulta (ESC) ve Arjantin'deki mahalle meclisleri. ESC, kendilerini zaten radikal olarak nitelendirenler tarafından isteyerek oluşturulmuşken ve meclisler ise çoğu kendisini daha önce politik olarak nitelendirmeyenler tarafından organik bir şekilde kurulmuşken, her ikisi de iyi bir toplumun kendi yasamasını yapabilme, kendini yönetebilme ve kendi kendine karar verebilme kapasitesine sahip olduklarını sezdirmektedirler.

ESC, yerel ve bölgesel grupları ve toplumsal hareketleri "yatay ve merkezsizleşmiş bir şekilde" birbirine bağlayacak ortak bir buluşma mekanı yaratmaya teşebbüs ederek bunu açıkça yapmaktadır. ESC'nin önerilen belirleyicilerinin vurguladığı üzere, bu, "toplumsal dönüşümün araçları olarak eleştirel düşünme, tartışma, doğrudan eylem ve mevcut sisteme karşı alternatifler geliştirilmesi çağrısıdır." Bu, kapitalizmin yanısıra "her türlü tahakküm ve ayrımcılık sisteminin" de reddedilmesini gerektirir. Önemlidir ki, hem kendi içsel yapısında hem de daha genelde toplumla nasıl iç içe geçeceğini umma [noktasında], ESC "doğrudan ve katılımcı demokrasiye, ve tüm insanoğullarının içinde yaşamak istedikleri bir dünyayı yaratma ve kendilerini en fazla etkileyen kararların alınmasına katılma yetisine sahip olduklarına" inanmaktadır. Halen şekillenme aşamasında olan ESC kendi amaçlarını canlı tutmakta başarısız olabilir, dar bir radikaller çevresinin dışına pek çıkamayabilir. Bu arada ve buna rağmen, başka bir dünyanın mümkün olduğunun işlenmesini hedefleyen öngörülü çabasının esin verici bir örneği olacaktır. Örneğin, ESC'nin önerilerinden birisi, 2004 Avrupa seçimleri sırasında, yerel meclislerde Avrupa-çapındaki toplumsal danışma [consulta] ile birlikte meseleleri ortaya getirmek; bu yolla, doğrudan ve yarı-temsili demokrasiyi dramatik bir şekilde karşı karşıya getirmek, ve belki de süreç içerisinde çift yönlü iktidar kurumlarını ortaya çıkarmaktır.

Arjantin mahalle meclisleri hareketi halihazırda kendisini böyle ortaya koymaktadır. Umutsuzluk ve güçsüzlüğün yarattığı kısırdöngü hissi birleşerek, insanları yalnızca bağırarak protesto etmek üzere sokaklara çıkmaya değil, ancak şimdi ne yapılacağını saptamak üzere --yerel, ulusal ve küresel düzeylerde-- komşularıyla giderek güçlenen bir diyaloğa girmeye zorlamıştır. Aralık 2001'den beridir, yaklaşık elli mahalle haftalık toplantılar düzenlemekte, ve her Pazar mahalleler arasında düzenlenen genel koordinasyon toplantılarına delegeler göndermektedir. Anarşist olan Arjantin Liberter Yerel Konseyler Federasyonu, meclislerin "işsizler, yeterli çalışamayanlar, ve kapitalist toplumda marjinalleşen veya dışlanmış olan insanlardan oluştuğunu: hepsi birbirine komşu olan profesyoneller, işçiler, küçük esnaflar, sanatçılar, el zanaatçılarını içerdiğini" yazıyordu. Liberter Federasyonun belirttiği üzere, "Toplantılar herkese açıktır ve isteyen herkes katılabilmektedir," ve "gücün (temsilcilere) devredilmemesi, kendinden yönetim (ve) yatay yapı" tüm meclislerde ortaktır. Bu meclislerin, eski hükümetsel yapının aynısının reforme edilmiş bir biçimine dönüşecek katılımcı ara basamaklar olarak mı işlev göreceğini, yoksa Arjantinlilere kamu politikasını birlikte kendilerinin yapma yetisinin bir ışıltısını mı sunacağını söylemek için henüz çok erken. Ancak şimdilik, Liberter Federasyon şunu söylüyor, "toplumumuzdaki korkunun yerini cesaret aldı. ... Artık tüm Arjantinlilerin özgürlüklerimizi kimin engellemekte olduğunu kesinlikle bildiklerini ümit etmek için sebepler bulunmaktadır."

En kötü durumda, bu gibi kırılgan denemeler, toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel kararların alınmasında anti-otoriter yolların somut alternatifler olduğunu gelecek kuşaklara hatırlatmaya hizmet edecektir. En iyi durumda ise, yalnızca eski değil yeni tahakküm biçimlerine de karşı çıkan ve hatta belki de onların yerini alan, çift yönlü iktidarlara doğru genişleyeceklerdir. Anarşistlere ve benzeri zihniyettekilere, bugün mümkün olanın ötesinde kalan, ancak inanılmaz ölçüdeki harika bir yarına işaret eden bir meşale devredilmiştir. Bakalım onunla ne kadar ileri koşabileceğiz?
 


Kaynaklar:
1. Esther Kaplan, "Keepers of the Flame" [Ateş Muhafızları], Village Voice, 5 Şubat 2002 (www.villagevoice.com/issues/0205/kaplan.php).
2. Dünya Ekonomi Forumu (www.worldeconomicforum.com).
3. Dünya Sosyal Forumu (www.forumsocialmundial.org).
4. David Graeber, "Reinventing Democracy" [Demokrasi'yi Yeniden Keşfetmek], In These Times, 20 Şubat 2002 (www.inthesetimes.com/issue/26/08/feature3.shtml).
5. Richard Esposito, "Law of the Fist" [Yumruk Kanunu], Village Voice, 22 Ocak 2002 (www.villagevoice.com/issues/0204/esposito.php).
6. Avrupa Sosyal Consulta (www.consultaeuropea.org).
7. Arjantin Liberter Yerel Konseyler Federasyonu, "Arjantin: Yoksulluk ve Protesto Arasında" çev. Robby Barnes ve Sylvie Kashdan (www.ainfos.ca/en/ainfos08566.html).

Faydalı yorumlarından dolayı Rob Augman'a teşekkürler. Cindy, Sosyal Ekoloji Enstitüsü'nde fakülte üyesi (www.social-ecology.org), Anarşist Çalışmalar Enstitüsü'nde kurul üyesi (flag.blackened.net/ias), ve Arsenal: A Magazine of Anarchist Strategy and Culture dergisi köşe yazarıdır (www.azone.org/arsenal). Şu adresten kendisine ulaşılabilir: [email protected]. (Mart 2002)

Son Güncelleme: 5 Mart 2002


Çeviri: Anarşist Bakış

Kaynak: "Another World Is Possible..., But What Kind, and Shaped By Whom?".
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1