SAVUNMA KONUŞMASI
Emile Henry
Nisan 1894
Size sunduğum bir savunma değil.
Amacım, saldırdığım toplumun misillemesinden kaçmak değil
kesinlikle. Ayrıca, yalnızca tek bir mahkemeyi tanırım; o da kendim,
diğer mahkemelerin hükmü benim için anlamsız. Burada
yalnızca size eylemlerimin açıklamasını yapmak ve beni bunları
yapmaya neyin sevk ettiğini anlatmak istiyorum.
Sadece kısa bir zamandır
anarşistim. Devrimci harekete katılmam, 1891 yılı ortası gibi yakın bir
tarihte oldu. O zamana kadar, mevcut ahlakın telkin edildiği bir
çevrede yaşıyordum. Anavatan ve aile, otorite ve mülkiyet
ilkelerine saygı göstermeye, hatta onları sevmeye alışmıştım.
Mevcut kuşağın öğretmenleri
sıklıkla bir şeyi unutuyorlar; bir cahili gerçekler karşısında
düşünmeden gözünü açmaya zorlayan
şeyin, kavgaları ve yenilgileriyle, adaletsizlikleri ve
kötülükleriyle yaşamın kendisi olduğunu. Herkes gibi ben
de bunu yaşadım. Bana yaşamın kolay olduğu, zeki ve enerjik olanların
önünün açık olduğu söylenmişti; deneyimlerim
bana gösterdi ki ziyafet sofrasının en iyi yerleri yalnızca kinik
ve köle ruhlu olanlara açık.
Bana toplumsal kurumlarımızın
adalet ve eşitlik üzerine inşa edildikleri söylenmişti;
çevremde yalan ve sahtekârlıktan başka bir şey
görmedim.
Her gün bir yanılsamayı
arkamda bıraktım. Gittiğim her yerde bazılarının aynı sefaleti, diğer
bazılarınınsa aynı sefahati yaşadığını gördüm. Saygı
göstermemin öğretildiği onur, görev gibi tumturaklı
sözcüklerin, en yüz kızartıcı akçaklıkları
gizleyen birer maskeden başka bir şey olmadığını çok
geçmeden anladım.
Hiçbir şeyi olmayan
işçilerin alın terinden devasa servetler edinen
imalatçılar namuslu centilmenlerdi. Elleri daima rüşvete
açık olan milletvekilleriyle bakanlar kendilerini kamunun
iyiliğine adamışlardı. Yeni bir tüfek modelini yedi yaşındaki bir
çocuk üzerinde deneyen subay görevini yapmıştı ve
konsey başkanı parlamentoda onu açıkça tebrik etmişti!
Gördüğüm her şey beni isyan ettiriyordu ve aklım, mevcut
toplumsal düzenin eleştirmeye yöneliyordu. Bu tip eleştiriler
o kadar sıklıkla yapılmaktadır ki benim burada tekrar etmeme gerek yok.
Bir suçlu olduğum kararını veren toplumun düşmanı
hâline geldiğimi söylemem yeterli.
İlk kez sosyalizme yönelmemin
üzerinden çok geçmeden partiden uzaklaştım.
Dördüncü kuvvetin [basın] düzenli saflarında yer
almak için özgürlüğe fazlasıyla âşık,
bireysel inisiyatife fazlasıyla saygılı, askeri örgütlenmeden
fazlasıyla nefret ediyordum. Ayrıca, sosyalizmin mevcut düzenin
hiçbir şeyini temelde değiştirmediğini fark ettim. Sosyalizm
otorite ilkesini korur ve kendinden menkul özgür
düşünceli kimseler hakkında ne derlerse desinler bu ilke,
üstün bir güce duyulan köhneleşmiş inancın
devamından başka bir şey değildir.
Bilimsel çalışmalar
sayesinde doğal kuvvetlerin evrendeki rolünü yavaş yavaş fark
etmeye başladım. Materyalist ve ateist oldum. Modern bilimin,
ihtiyaç duymadığı Tanrı hipotezini ıskartaya çıkardığını
fark ettim. Aynı şekilde, yanlış varsayımlara dayanan dini ve otoriter
ahlakın yok olup gitmesine izin verilmeliydi. O zaman dedim kendi
kendime, eski dünyayı yeniden canlandırabilecek ve mutlu bir
insanlığın ortaya çıkmasına yol açabilecek doğa
yasalarıyla uyumlu, yeni bir ahlak ne olabilirdi?
İşte, bugün dahi tanıdığım en
iyi insanlar arasında gösterebileceğim anarşist yoldaşlarla
ilişkiye geçmem tam bu sırada oldu. Bu insanlar kişilikleriyle
beni anında büyülediler. Onlarda büyük bir
samimiyet, tam bir dürüstlük, tüm önyargılara
karşı sorgulayıcı bir güvensizlik gördüm; o zamana kadar
karşılaştığım insanlardan çok farklı olan bu insanları yaratan
fikri anlamak istedim.
Bu fikir, onu kavramamla birlikte,
gözlemlerim ve kişisel düşüncelerim sayesinde zihnimde
onu benimsemeye hazır bir yer buldu. Zihnimde boşlukta ve
tereddütlü bir biçimde var olan şeylere bir netlik
kazandırdı. Böylece anarşist oldum.
Burada anarşizm kuramını
bütünüyle geliştirmeme gerek yok. Anarşizmin, beni
burada sizlerin karşısına getiren devrimci yönünü,
yıkıcı ve olumsuz yönünü vurgulamak istiyorum sadece.
Orta sınıf ile düşmanları
arasındaki mücadelenin keskinleştiği şu anda, kendimi Souvarine'in
Germinal'de dediklerini söylemek zorunda hissediyorum: "Gelecekle
ilgili tüm tartışmalar suçtur, çünkü saf
ve basit yıkımı engeller, devrimin
yürüyüşünü yavaşlatırlar..."
Her şeyin adi, her şeyin ikircikli,
her şeyin çirkin olduğu; her şeyin insanın tutkularını dışarı
vurması, kalbin cömertçe atması, düşüncenin
serbestçe gezinmesi önünde bir engel olduğu bu toplum
görüntüsünün her gün tazelediği derin bir
nefret beni mücadeleye sevk etti.
Darbeyi mümkün olduğunca
güçlü ve adil bir şekilde indirmek istedim. Gelin ilk
girişimimi, Rue des Bon-Enfants'daki bombalamayı ele alarak başlayalım.
Carmaux'daki olayları yakından takip etmiştim. İlk grev haberleri beni
oldukça keyiflendirmişti. Madenciler, başkalarına inanan
işçilerin, şirketin milyonlarca frankı karşısında zafer kazanmak
için birkaç frankla sabır içinde beklediği,
hiçbir işe yaramayan barışçıl grevleri sonunda terk etmiş
gibi gözüküyorlardı. En kararlı hâliyle 15 Ağustos
1892'de gözlenen şiddet tarzını benimsemiş gibi
gözüküyorlardı. Madenin büroları ve binaları,
misilleme yapmadan eziyet çekip durmaktan usanmış bir insan
kalabalığı tarafından işgal edilmişti; mühendislerin pısırık
olanları kendilerini engellemeye çalıştığında, işçilerin
içten içe nefret ettikleri mühendisi
dövmeleriyle adalet yerini bulmuştu.
Kimdi bu insanlar? İnsanların bir
kere özgürce hareket etmeye başladıklarında sözlerine
artık itaat etmeyeceklerinden korkan, tüm devrimci hareketlerin
boşa çıkmasına neden olanlar; binlerce insanı her ay sıkıntıya
katlanmaya ikna eden, böylece de onların sıkıntılarını ağızlarına
sakız ederek kendilerinin sorumlu mevkilere gelmelerini sağlayacak
popülariteye ulaşanlar; böyle adamlar, sosyalist liderleri
kastediyorum, aslında grev hareketinin liderliğini üstlenmişlerdi.
Bölgede ortaya bir laf ebesi
centilmenler dalgası yayılıverdi; kendilerini bütünüyle
mücadelenin hizmetine adadılar, yardım paraları topladılar,
konferanslar düzenlediler ve para bulmak için dört bir
yana başvurdular. Madenciler tüm inisiyatifi onlara devrettiler ve
sonunda ne olduğunu herkes biliyor.
Grev devam etti ve madenciler
alışılmış refakatçileri hâline gelen açlıkla
çok yakın bir ilişki kurdular; birliklerin ve yardımlarına koşan
diğer örgütlerin oluşturdukları ufak yedek fonu
tükettiler; ardından, iki ayın sonunda süngüleri
düşmüş ve eskisinden de perişan bir hâlde maden
kuyularına geri döndüler. Eğer en başında Şirketin
yegâne duyarlı noktasına, yani mali yönüne saldırılmış
olsaydı; kömür stokları yakılsaydı, maden makineleri
kırılsaydı, boşaltma pompaları tahrip edilseydi, işler çok daha
basit olurdu.
Bu yapılsaydı kesinlikle Şirket
çok geçmeden teslim olacaktı. Ancak sosyalizmin yüce
başrahipleri böyle yöntemlere izin veremezlerdi,
çünkü bunlar anarşist yöntemlerdi. Böylesi
oyunlarda birisi hapse girme riskini ve (kim bilir?) belki de
Fourmies'de harikulade şekilde kullanılan o kurşunlardan birisini yeme
riskini göze alır? Belediye meclisinde ya da yasama organlarında
koltuk kapmanın yolu bu değildir. Kısacası, geçici bir süre
rahatsız edilen düzen Carmaux'da yeniden tesis edilmişti.
Şirket,
sömürüsünü öncekinden de daha
güçlü bir şekilde devam ettirdi ve centilmen hisse
sahipleri grevin mutlu sonuçlanması nedeniyle birbirlerini
kutladılar. Paylarına düşen temettüleri toplamak eskisinden
de tatlı olmuştu.
İşte o zaman, burjuvazinin daha
önce de işittiği ama Ravachol ile birlikte yitip gittiğini
düşündüğü bir sesle bu mutlu sesler korosuna
müdahale etmeye karar verdim: Dinamitin sesiyle.
Burjuvaziye bundan böyle
keyiflerini rahatça süremeyeceklerini, küstah
zaferlerinin rahatsız edileceğini, altından buzağılarının şiddetle
temellerinden sarsılarak nihayetinde pislik ve kan içinde
devrileceğini göstermek istedim.
Aynı zamanda madencilerin,
çektikleri eziyetlere yürekten kızan ve onların
öcünü almaya istekli tek insan grubunun anarşistler
olduğunu anlamalarını istiyordum. Bu tür insanlar Mösyö
Guesde ve dostları gibi parlamentoda oturmazlar, giyotine doğru ilerler.
Böylece bir bomba hazırladım.
Bir an için Ravachol'a yapılan suçlamalar aklıma geldi.
Masum kurbanlar ne olacaktı? Çok geçmeden bu sorunu
çözdüm. Carmaux Şirketi'nin bürolarının yer
aldığı binada yalnızca burjuvalar oturuyordu; dolayısıyla ortada masum
kurbanlar olmayacaktı. Burjuvazinin tamamı yaşamını bedbahtların
sömürülmesiyle sürdürür ve bu
suçların cezasını birlikte çekmeliler. Böylece,
eylemimin meşruluğuna tamamen ikna olmuş bir hâlde bombayı Şirket
bürolarının kapısı önüne bıraktım.
Neyi umut ettiğimi zaten
açıkladım; aygıtın patlamadan önce bulunması hâlinde
polis karakolunda patlayacaktı ve zarar görecekler yine benim
düşmanlarım olacaktı. Beni, suçlanmakta olduğum ilk
girişimi yapmaya yönelten güdüler bunlardı.
İkinci olaya, Café Terminus
olayına geçelim. Paris'e Vaillant olayı sırasında geri
dönmüştüm ve Pallais Bourbon'daki patlamanın ardından
yaşanan müthiş baskıya tanıklık ettim. Hükümetin
anarşistlere karşı almaya karar verdiği zalimce tedbirleri
gördüm. Her yerde casuslar, aramalar ve tutuklamalar vardı.
İnsanlar rastgele toplanıyor, ailelerinden koparılıyor ve hapse
atılıyordu. Bu yoldaşlar hapisteyken onların eşlerine ve
çocuklarına ne olacağıyla kimse ilgilenmiyordu.
Anarşiste artık bir insan olarak
değil, görüldüğü yerde avlanması gereken vahşi bir
hayvan gözüyle bakılırken, otoritenin alçakça
köleliğini yapan burjuva Basını yüksek sesle anarşistlerin
ortadan kaldırılmasını talep ediyordu.
Aynı zamanda, liberter gazeteler ve
broşürlere el konulmuş, toplantı yapma hakkı lağvedilmişti. Daha
da kötüsü: Bir yoldaşın her şeyden tamamen uzak durması
arzulanırken bir muhbir geldi ve içinde mazı tozu olduğunu
söylediği bir paketi onun odasına bıraktı; ertesi gün
üzerinde bir önceki günün tarihi olan bir arama
emriyle arama yapıldı, içinde şüpheli bir toz olan paket
bulundu, yoldaş mahkemeye çıkarıldı ve üç yıl hapis
cezasına çarptırıldı. Bu konuda gerçeği bilmek
istiyorsanız, yoldaş Mérigeaud'un evine gelen alçak
casusa sorun!
Ancak tüm bu yöntemler
iyiydi, çünkü korku yayan düşmana ve korkudan
titreyen ama ne kadar cesur olduklarını göstermek isteyenlere
saldırıyordu. Bu sapkın kişilere karşı çıkılan haçlı
seferinin başı olan İçişleri Bakanı M. Reynal'ın, aldığı
tedbirlerle hükümetin anarşist saflara dehşet yaydığını
Bakanlar Kuruluna söylediğini işittik. Ancak bu yeterli değildi.
Hiç kimseyi öldürmemiş olan birisi idam cezasına
çarptırıldı. Sonuna kadar cesaretli olduğunu göstermek
gerekiyordu ve güzel bir günün sabahında giyotinle
öldürüldü.
Ancak, burjuva baylar,
rakiplerinizi fazla küçümsediniz. Yüzlerce erkeği
ve kadını tutukladınız, çok sayıda evi bastınız, ancak
hâlâ hapishane duvarlarının dışında olan, siz anarşistleri
avlarken gölgeler içinde sizi izleyen ve avcıları avlamak
için uygun zamanı bekleyen tanımadığınız insanlar vardı.
Reynal'ın sözleri anarşistlere
karşı bir meydan okumaydı. Düello daveti kabul ettim. Café
Terminus'daki bomba, özgürlüğe yönelik tüm
ihlallerinize, tutuklamalarınıza, baskınlarınıza, Basın aleyhtarı
yasalarınıza, toplu sürgün cezalarınıza, giyotinle
idamlarınıza verilmiş bir yanıttı. Ancak, müşterileri ne
yargıç, ne milletvekili ne de bürokrat olan, sadece orada
oturup müzik dinleyen bu sakin kafeye neden saldırılsın ki diye
soruyorsunuz. Neden mi? Çok basit. Burjuvazi anarşistler
arasında ayrım yapmadı. Vaillant kendi başına bir bomba attı;
yoldaşların onda dokuzu onu tanımıyordu bile. Ama bunun hiçbir
anlamı yoktu; herkese eziyet edildi ve anarşistlerle en ufak bir
bağlantısı olanların bile peşine düşüldü. Sizler tek bir
adamın eyleminden bir grubun tamamını sorumlu tuttuğunuz ve ayrım
gözetmeksizin herkese saldırdığınız için biz de ayrım
yapmadan saldıracağız.
Belki de yalnızca bize karşı
yasalar yapan milletvekillerini, bu yasaları uygulayan
yargıçları, bizi tutuklayan polisleri öldürmeliyiz?
Buna katılmıyorum. Bu insanlar sadece birer araçtır. Kendi
adlarına hareket etmiyorlar. Onların işlevleri, kendi güvenliğinin
peşindeki burjuvazi tarafından belirlenir. Onlar, sizlerden daha fazla
suçlu değiller. Herhangi bir mevkide olmayan, ancak
işçilerin alın teri üzerinden paylarını alan ve
aylakça yaşayan iyi burjuvalar da misillemeden paylarına
düşeni alacaklar. Yalnızca onlar da değil, mevcut düzenden
memnun olan, hükümetin yaptıklarına alkış tutan ve
böylece onların suç ortağı hâline gelenlerin hepsi
de; zenginlerden daha fazla halktan nefret eden ve ayda üç
beş yüz frank kazanan memurlar da; daima
güçlünün yanında olmayı seçen aptal ve
gösterişli insan güruhu da (yani Terminus ve diğer
büyük kafelerin günlük müşterileri) paylarına
düşeni alacak.
İşte bu nedenle rastgele saldırdım
ve kurbanlarımı seçmedim! Burjuvazi, eziyet çekenlerin en
sonunda çektikleri eziyetten bıkıp usandıklarını anlamalı;
dişlerini gösteriyorlar ve onlara karşı zalim olursanız, daha da
zalimce saldıracaklar. Onların insan hayatına saygıları yok,
çünkü burjuvazinin kendisi buna aldırış etmediğini
göstermiştir. Başkalarına suikastçı demek, kanlı haftadan
ve Fourmies'den sorumlu olan suikastçılara düşmez.
Burjuvazinin çocuk ve
kadınlarının canlarını bağışlamayacağız, çünkü bizim
sevdiğimiz insanların çocuk ve kadınlarının canları da
bağışlanmadı. Yetersiz beslendikleri için kansızlıktan yavaş
yavaş ölen o çocuklar; günde kırk sou [5 kuruş
değerindeki eski Fransız parası -çev.] kazanmak için
atölyelerinizde günden güne sararıp solan ve yoksulluk yüzünden
fahişelik yapmak zorunda kalmazlarsa kendilerini şanslı sayan o
kadınlar; tüm yaşamları boyunca birer üretim makinesine
dönüştürdüğünüz, kuvvetleri
tükendiğinde de çöp yığınına ya da darülacezeye
attığınız o yaşlı insanlar, onlar masum kurbanlar değiller mi?
Burjuva baylar, en azından
işlediğiniz suçları üstlenme cesareti gösterin ve
yaptığımız misillemenin tamamen meşru olduğunu teslim edin.
Tabii ki hayale kapılmıyorum.
Eylemlerimin, bunlara hazır olmayan kitleler tarafından henüz
anlaşılmayacağını biliyorum. Onlar adına kavga verdiğim işçiler
arasında bile, gazeteleriniz tarafından aldatılarak beni
düşmanları olarak görecek birçokları olacaktır. Ancak
bu önemli değil. Kimsenin yargısını beni ilgilendirmiyor. Keza,
anarşist olduklarını iddia eden, ancak eylemli propagandacılarla
dayanışma içinde olmayı kesinlikle reddeden bireyler olduğunu da
bilmiyor değilim. Onlar, teorisyenlerle teröristler arasında ince
bir ayrım yapmaya amaçlıyorlar. Kendi hayatlarını riske
atamayacak kadar korkak oldukları için eyleme geçenleri
reddediyorlar. Ancak, sandıklarının aksine devrimci hareket
üzerindeki etkileri sıfırdır. Bugün, zayıflık
göstermeden ve geri çekilmeden eyleme geçme
zamanıdır.
Rus devrimci Alexander Herzen bir
zamanlar şöyle demişti: "Şu ikisinden birisi seçilmeli:
Suçlayıp ilerlemek ya da özür dileyip yarı yoldan geri
dönmek." Bizler ne özür dilemeye ne de yarı yoldan geri
dönme niyetindeyiz; çabalarımızın hedefi olan devrim,
yaptıklarımızı özgür bir dünyanın yaratılmasıyla
taçlandırıncaya kadar durmaksızın ilerlemeliyiz.
Burjuvaziye karşı ilan ettiğimiz
merhametsiz savaşta, merhamet dilenmiyoruz. Ölüler veriyoruz
ve buna nasıl göğüs gereceğimizi biliyoruz. Kararınızı
kayıtsızlıkla bekliyorum. Keseceğiniz en son kellenin benimki
olmayacağını biliyorum; başkaları da düşecek,
çünkü açlık içindeki yığınlar
büyük kafe ve restorantlarınıza, Terminus ve Foyot'a giden
yolu öğrenmeye başladı. Ölülerimizden oluşan kanlı
listenize başka isimler de ekleyeceksiniz.
Chicago'da astınız, Almanya'da
başını kestiniz, Jerez'de boğarak öldürdünüz,
Barcelona'da kurşuna dizdiniz, Montbrison ve Paris'de giyotinle
katlettiniz, ancak anarşiyi asla yok edemezsiniz. Kökleri
çok derinlerde. Çürüyen ve parçalanan
bir toplumun kalbinde doğuyor. Anarşi, kurulu düzene karşı
gösterilen şiddetli bir tepkidir. Otoriteye karşı harekete
geçen tüm eşitlikçi ve liberter arzuları temsil
ediyor. Her yerde olduğu için kontrol altına alınması
imkânsız ve sizi öldürerek son bulacak.
Çeviri: AnarşistBakış
Kaynak: "Defence Speech", Gazette des Tribunaux, 27-8 Nisan 1894, çeviren George Woodcock (Anarchist Encyclopedia).
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->