CHOMSKY İLE ANARŞİ'Yİ KONUŞMAK
24 Nisan 2000
 
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler,
açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.
Chomsky'nin "Hayatı ve İlgili Linkler"

Noam Chomsky kıdemli (ing. longtime) bir politik eylemci, yazar ve MİT'de filoloji profesörüdür. Son kitaplarından bazıları "Ortak İyi" ve "Yeni Askeri Hümanizm"dir. Şubat ayı sonunda, Boulder, Colarado'daki Alternatif Radyo'nun yöneticisi David Barsamian tarafından Nation Dergisi adına [kendisi ile] bir röportajdır yapılmıştır. Röportajın düzeltilmiş hali aşağıdaki gibidir.


DB: Geçen Kasım ayı sonu ve Aralık ayı başında DTÖ [Dünya Ticaret Örgütü] (World Trade Organization, WTO) bakanlar düzeyi toplantısı sırasında Seattle'da olanlardan konuşarak başlayalım.

Chomsky: Bence bu çok önemli bir olaydı. Esas olarak ABD tarafından, ama diğer ana endüstriyel ülkelerce de dayatılan şirketler-önderliğindeki küreselleşmeye karşı geniş tabanlı bir muhalefetin yansımasıydı. Katılım, geçmişte nadiren ilişkiye geçen ABD'den ve uluslararası [düzeyde] unsurları içeren çok geniş tabanlı ve çeşitli bir katılımdı. Yine bir yıl kadar önce, Çok-Taraflı Yatırım (Multilateral Agreement on Investment, MAİ) anlaşmasını engelleyen, ve NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması -North American Free Trade Area) ve DTÖ diye anılan anlaşmalara şiddetli bir şekilde karşı çıkan güçler koalisyonunun bir benzeriydi.

Seattle'dan edinilen bir ders, eğer dikkatlice yapılırsa, uzun dönemli eğitim ve örgütlenmenin gerçekten de olumlu getirisinin olacağıdır. Başka birisi [ders] ise, yurtiçi ve küresel nüfusun önemli bir kısmının, güncel gelişmelerden rahatsızlık duyanlardan onlara şiddetle karşı çıkanlara kadar [geniş bir yelpazede], yani bu konular üzerinde düşünenlerin çoğunluğunun demokratik haklara ve kendi kararlarını alma özgürlüğüne karşı saldırılara; ve tüm endişelerin belli çıkar gruplarına, kar azamileştirmesine ve dünya nüfusunun küçük bir kısmının hakimiyetine kurban edilmesine cephe aldığıdır.

New York Times'ta Thomas Friedman, Seattle'daki göstericileri "dümdüz bir dünya taraftarlarının Nuh gemisi" [durgun, yavan bir dünya anlamında sanırım] olarak nitelendiriyordu.

Onun kendi bakış açısından muhtemelen bu doğrudur. Köle sahibinin bakış açısından da köleleşmeye karşı çıkanlar muhatemelen aynı gözle değerlendirilmişti. Gözönünde bulundurduğu ve temsil ettiği nüfusun yüzde 1'lik kısmı için bu karşı çıkanlar dümdüz bir dünyacılardır. Bu tasvir ettiğimiz gelişmelere neden karşı çıksınlar ki?

Seattle sokaklarındaki eylemlerde, gözyaşartıcı bombalarla karışan [kokunun] demokrasinin bir kokusu (ing. whiff) olduğunu söylemek adil olur mu?

Ben bunun böyle olduğunu kabul ediyorum. İşleyen bir demokrasinin sokaklarda gerçekleşmesi beklenmez. Bunun karar-alma [süreçlerinde] olması beklenir. Bu ise demokrasinin ayaklar altına alınmasının bir izdüşümü, ve buna karşı oluşan kitlesel bir tepkidir; bu ilk defa da olmamaktadır. Demokratik özgürlüklerin alanını genişletmek için yüzyıllardır süregelen bir mücadeledir bu, ve önemli başarılar da kazanmıştır. Bunların büyük bir kısmı aynen bu yolla kazanılmıştır; yani ikram edilerek değil, karşı çıkma ve mücadele yolu ile. Eğer bu örnekte kitlesel tepki gerçekten organize ve yapıcı bir biçim alırsa, dünya üstünde hakim kılınan uluslararası ekonomik düzenlemelerin neden olduğu fazlası ile demokrasi karşıtı hamleleri [yönelimleri] bastırabilir, ve tersine çevirebilir. Ve bunlar gerçekten de demokrasi karşıtıdırlar. Doğal olarak ilk aklımıza gelen ulusal hakimiyete (ing. sovereignty) karşı yapılan saldırılardır, fakat aslında dünyanın büyük bir kısmı daha da kötü durumdadır. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası, resmen kendi ulusal politikaları üzerinde, teorik düzeyde bile kontrole sahip değildir. Haciz yönetimi (ing. receivership) altındadırlar. Ekonomi politikaları, aslında ekonomik olmayan, aksine ideolojik bir tasarım olan borç krizleri sonucunda Washington'daki bürokratlar tarafından yönetilmektedir. Yani dünya nüfusunun yarıdan fazlası en asgari seviyede dahi hakimiyetten mahrum bırakılmıştır.

Neden borç krizlerinin ideolojik bir tasarım olduğunu söylüyorsunuz?

Ortada bir borç var, ama bunun sahibinin kim olduğu ve bundan kimlerin sorumlu olduğu ise ekonomik değil, ideolojik sorulardır. Örneğin, doğal olarak kimsenin dikkate almak istemediği bir kapitalist kural vardır; eğer senden borç alırsam, onu geri ödemek benim sorumluluğumdadır, ve eğer borç veren sensen, eğer geri ödemezsem bu senin riskindir. Ama hiç kimse bunu aklına bile getirmemektedir. Düşünelim ki bu [kuralı] uyguluyoruz. Mesela, Endonezya'yı ele alalım. Halihazırda ekonomisi, GSYİH'nın (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla, ing. Gross Domestic Product, GDP) yüzde 140'na varan borcu nedeni ile çökertilmiş halde. Eğer borcun izlerini takip ederseniz, desteklediğimiz insanlar [yani ABD kaynaklı uluslararası finans kurumlarının desteklediği] aslında askeri diktatörlüğün çevresinde yer alan ve onların işbirlikçisi olan, 100-200 civarında insandır. Borç verenler uluslararası bankalardır. Bu borcun büyük bir kısmı şu anda İMF (Uluslararası Para Fonu) aracılığı ile toplumsallaştırılmıştır, yani Kuzeyli vergi mükellefleri sorumludur. Peki bu paralara ne oldu? Bu insanlar kendilerini zenginleştirdiler. Bir miktar sermaye ihracatı, ve gelişme de olmuştur. Fakat bu parayı borçlanan insanlar bundan sorumlu tutulmamışlardır. Bunu [bu faturayı] ödemek zorunda olanlar Endonezya halkıdır. Bu ise yıkıcı bir kemer sıkma (ing. austerity) programı, şiddetli yoksulluk ve sıkıntı altında yaşamak demektir. Esasında almadıkları borcu ödemek zorunda kalmaları aptalca bir şeydir. Peki borç verenlere ne olmaktadır? Borç verenler risk'ten korunmuşlardır. Riskli borçlar sağlayan ya da yatırımlar yapanlara riskten muafiyet sağlamak, İMF'nin ana işlevlerinden birisidir. Bu nedenle onlar yüksek getiri elde etmektedirler, çünkü ortalıklı oldukça fazla risk bulunmaktadır. Risk üstlenmelerine gerek yoktur, çünkü [risk] toplumsallaştırılmıştır. İMF aracılığıyla ve Brady tahvilleri gibi diğer araçlarla, Kuzeyli vergi mükelleflerine yansıtılmaktadır. Tüm sistem borçlananların sorumluluktan arındırıldığı bir sistemdir. Bu [sorumluluk ise], kendi ülkelerindeki yoksullaştırılmış nüfus kitlesine yüklenilmektedir. Bunlar ekonomik değil, ideolojik tercihlerdir.

Aslında, durum bunun da ötesi geçmekte. 1898'de, ABD Küba'yı özgürleştirdiği, yani kendisini İspanya'dan özgürleştirecek olan Küba'yı işgal ettiği zamandan kalma, yüzyılı geçkin bir uluslararası hukuk kuralı vardır. O zaman ABD kontrolü ele geçirdiğinde Küba'nın İspanya'ya olan borçlarını silmişti; bu anlaşılabilir bir şeydi, çünkü [bu borçlar] Küba halkının onayı alınmadan zorla, mevcut güç ilişkileri kullanılarak onların üstüne yıkılmıştı. Sonradan bu ilke, yine ABD'nin girişimi ile, "kötü [kabul edilemez -ing. odious] borç" adı altında uluslararası hukuk tarafından da kabul edilmiştir. Borç, eğer temelde güç [zor kullanarak] yolu ile gerçekleştirilmişse geçerli değildir. Üçüncü dünya borçları kötü borçlardır. Bu bir kaç yıl önce, kötü borç ilkesi uygulanırsa Üçüncü Dünya borçlarının büyük bir kısmının silineceğini belirten, uluslararası bir iktisatçı olan ABD'nin İMF temsilcisi Karen Lissaker tarafından bile kabul edilmiştir.

Newsweek 13 Aralık tarihli sayısında, "Seattle Savaşı" başlığı ile bir kapak hikayesine yer vermişti. DTÖ-karşıtı eylemlere yer ayrılmıştır. Bu makalelerin birisinde, "Yeni Anarşizm" adlı bir de sütun [haber sütunu] vardı. Bu yan sütunda Rage Against the Mashine ve Chumbawamba gibi, yeni anarşizmin temsilcilerinin yer aldığı beş kişi/gruba yer veriliyordu. Bunların kim olduğunu bildiğinizi sanmıyorum.

Haberim var. O kadar da ilgisiz değilim.

Bunlar rock grupları. Listede geri kalan isimler ise yazar John Zerran, bilinen adı ile Unabomber, yani Theodore Kaczynski ve MİT profesörü Noam Chomsky. Newsweek sizle irtibata geçti mi?

Elbette. Uzun bir röportaj yaptık (gülüşmeler).

Benimle dalga geçiyorsunuz (ing. pulling my leg).

Bunu onlara sorman gerekiyor. Onların editör bürolarında neler olup, bittiğini konusunda, aklımda bir şeyler canlandırabilirim; ama sizin tahminleriniz de en az benimki kadar iyidir. "Anarşizm" kavramı elit çevrelerde her zaman garip [gizemli] bir anlamda kullanılmıştır. Örneğin, bugünkü Boston Globe'da [yer alan] bir makale'de, "Anarşistler Nisan'daki İMF toplantısını Protesto Etmeyi Planlıyor" türü bir başlık vardı. Protestoyu planlayan anarşistler kimlerdir? Ralph Nader'in Kamu Vatandaşı (ing. Public Citizen), işçi örgütleri ve diğerleri. Her ne anlamda olursa olsun, ortalıkta kendini anarşist olarak adlandıran bazı insanlar da olacaktır. Fakat elitlerin bakış açısından, bir şekilde rasyonel olmadığını ilan edebileceğiniz, bir şeyler üstüne eğilmek isterseniz.

New York merkezli bir STK (Sivil Toplum Kuruluşu, ing. Non-Governmental Organization, NGO) olan Madre'den Vivian Stromberg, ülkede bir çok kıpırdanmanın olduğunu ama bir hareket olmadığını söylüyor.

Buna katılmıyorum. Örneğin Seattle'da yaşanan kesinlikle bir hareketti. [Yine] pekçok öğrenci örgütünün desteklediği, üniversitelerin sweatshop [sağlıksız şartlarda düşük ücretle işçi çalıştıran işyeri] karşıtı koşulları kabul etmelerine yönelik, sonunda başarısız olan, protestolar sırasında öğrenciler tutuklandı. Yine benim hareket olarak gördüğüm pekçok şey oluyor. Bir kaç hafta önce Montreal'de (Biyogüvenliği protokol görüşmelerinde) olanlar aslında Seattle'dan da çarpıcıydı.

Burada fazla tartışılmadı, çünkü protestocuların büyük bir kesimi Avrupalıydı. ABD, bio-teknoloji ihracatından kar elde etmeyi uman diğer bir kaç ülke ile birlikteydi [birlikte hareket ediyordu]. Ama, "ihtiyatlılık ilkesi (ing. precautionary principle)" olarak adlandırılan konuda, tüm dünyanın karşısında yer alan esas olarak ABD idi. [Bu ilke], bir ülkenin, insanların; sürdürdüğünüz deneylerin bir nesnesi [kobayı] olmak istemiyorum diyebilme haklarının olup, olmadığı hakkında idi. ABD, uluslararası arenada, bunun karşısında oldukça ısrarlıydı. Montreal'deki görüşmelerde, devasa bioteknoloji endüstrilerinin, genetik mühendisliğin ve vb.'nin merkezi olan ABD, bu konunun DTÖ kuralları çerçevesinde değerlendirilmesini talep ediyordu. Bu kurallara göre, deney nesneleri, onun [deneyin] kendilerine zarar vereceğini bilimsel olarak ispat etmek zorundadırlar; aksi takdirde şirket haklarının yüce (ing. transcendent) değerleri hakim olacaktır. Avrupa ve dünyanın geri kalan kısmının büyük bir kesimi "ihtiyatlılık ilkesi" üzerinde (başarılı bir şekilde) ısrar ettiler. Bu tehdit edilenin ne olduğu hakkında açık bir kanıttır; bırakın bir kenara kendi [doğal] kaynaklarınızı kontrol etmek, yabancı yatırımlar üstünde koşullar koymak veya ekonominizi yabancı yatırım firmaları ve bankalarının eline bırakmak [gibi önemli sorunları]; bir deney nesnesi olup, olmayacağınız gibi basit şeyler hakkında dahi insanların kendi kararlarını verme haklarına karşı bir saldırı [-dır bu]. Birkaç mega-şirket ve asli olarak onların çıkarlarına hizmet eden birkaç devletten [oluşan], bir çeşit devlet-şirket bağlantısının elinde gücü toplamak faydasına, genel [ortak] egemenliğe karşı yapılan büyük bir saldırıdır. Montreal'deki mesele bir çok açıdan, Seattle'dakinden daha keskin ve açıktı.

Beslenme-güvenliği (ing. food-safety) konusu etrafında, solun daha geniş bir bütünlük oluşturabileceğini düşünüyormusunuz?

Bunun özellikle bir sol mesele olduğunu düşünmüyorum. Aslında, sol [-un] meseleler [-i] tamamı ile genel [popüler] meselelerdir. Eğer sol bir anlam ifade ediyorsa; bu [solun], genel nüfusun ihtiyaçları, refahı ve hakları ile ilgili olması demektir. Yani sol nüfusun büyük bir kesimi olmalıdır, ve bazı açılardan da aslında öyle olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, popüler olan bir mesele, sol bir mesele olabilir.

Öğrencilerin sweatshop karşıtı hareketinden biraz daha bahsedermisiniz? Bu, aşina olduğunuz daha önceki hareketlerden farklı mı?

Hem farklı, hem de benzer. Sömürü ilişkilerinin tam merkezini hedef alması hariç, bazı açılardan ırk ayrımı karşıtı (ing. anti-apartheid) harekete benziyor. Farklı öğelerin (constituency) nasıl bir arada çalıştığının başka bir örneği. Bu [hareket], büyük ölçüde New York'daki Ulusal Emek Komitesi'nden (National Labor Committee) Charlie Kernaghan ve işçi hareketi içindeki diğer gruplarca başlatıldı. Şimdi ise pekçok yerde önemli bir öğrenci meselesi haline gelmiş bulunuyor. Bir çok öğrenci grubu oldukça etkili şekilde bastırıyor; öyleki bunları engellemek için sonunda kanun benzeri bir şey hazırladı. Pekçok öğrenci grubunun hiç bir şeye hizmet etmeyeceğini düşünerek karşı çıktığı, öğrenci ve işçi liderlerini bir nevi hükümetçe finanse edilen koalisyon oluşturmaları için biraraya getirdiler.

Öğrenciler sömürünü sisteminin parçalanmasını talep etmiyorlar. Belki de etmeliler. Talep ettikleri teorik olarak garanti altına alınmış, bir çeşit emek hakları. Bu gibi şeylerden sorumlu olan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization, İLO) anlaşmalarına bakacak olursanız, öğrencilerin karşı çıktığı uygulamaların çoğunu, belki de tamamanı yasaklamışlardır. ABD bu anlaşmalara taraf olmamıştır [kabul etmemiştir]. Yakın zamanda baktığımda, ABD, İLO anlaşmalarının çok azına taraf olmuş. Sanırım Litvanya ve El salvador hariç, [bu konuda] dünyada en kötü sicile sahip. Diğer ülkeler anlaşmalara işlerlik kazandırmış değiller, ama en azından [anlaşmalar] üstünde imzaları var. ABD ilke olarak [bu anlaşmaları] kabul etmemekte.

Sizin kampüste, yani MİT'de neler olduğundan bahsedermisiniz? Sweatshop hareketi etrafında örgütlenenler var mı?

Aynı şeyi yapmakta olan, lisans seviyesinde [-ki öğrenciler arasında], [özellikle] son yıllarda giderek daha fazla olmak üzere, gayet aktif olan toplumsal-adalet grupları var. Bunun açıklaması nesnel gerçekliktir (ing. objective reality). [Bunun açıklaması], insanların Seatle sokaklarına dökülmesine sebep olan duyguların, anlayışın ve algılamanın aynısıdır. ABD Üçüncü Dünya gibi ıstırap çekmemektedir. Ama oldukça iyi bir ekonomik büyüme döneminde olmamıza rağmen, nüfusun büyük bir kısmı dışarıda bırakılmıştır [bu büyümeden faydalanamamıştır]. Serbest ticaret anlaşmaları (free-trade agreements) diye anılan uluslararası ekonomik düzenlemeler temel olarak bunu sürdürmek amacıyla tasarlanmışlardır.

Belki de bu konuştularımızla bir ölçüde çakışan, şu Afrika atasözü üstüne yorumda bulunurmusunuz: "Efendinin evini yıkmak için hiç bir zaman efendinin araçları kullanılmaz."

Eğer acı çeken insanların koşullarını iyileştirmeye boşuna çalışmayın anlamında söyleniyorsa, buna katılmıyorum. İster şirketler, isterse devlet olsun, merkezileşmiş gücün kendi rızası ile intihara kalkışmayacağı doğrudur. Fakat, birçok nedenden dolayı, bu ona çentikler atmamamız [yani kısmi de olsa değiştirmeye çalışmak, reforme etmek] demek değildir. Bu en azından acı çeken insanların faydasınadır. Ama efendinin evini yıkmak bağlamında bile; eğer insanlar birlikte çalışırken ne kadar güçlü olduklarını öğrenebilirlerse, ve hangi noktada durdurulacaklarını -muhtemelen şiddet kullanılarak, çarpıcı bir şekilde görürlerse bu bile nasıl devam etmek gerektiği konusunda değerli dersler öğretecektir. Bunun alternatifi akademik seminerlerde oturarak, sistemin ne kadar rezil (ing. awful) olduğu üstüne konuşmaktır [nutuk atmaktır].

ÇEVİRİ: Anarşist Bakış


Kaynak: "Talking 'Anarchy' With Chomsky"

Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1