BAKUNİN'İN
MİRASI
PAUL
AVRICH
(1970)
Amerikan Tarih Birliği [American
History Association]'ın 30 Aralık 1969 yıllık toplantısında
sunulan makale, Washington. D.C.
Geçtiğimiz
yüzyılda,
anarşizm devrimci hareket içindeki ana kuvvet olarak ortaya
çıkıyordu, ve onun önde gelen savunucusu ve peygamberi
Bakunin'in ismi, işçiler ve Avrupa'nın radikal
entelektüelleri arasında, Birinci Enternasyonal'in liderliği
için rekabet ettiği Karl Marks kadar iyi biliniyordu. Bakunin,
Marks'ın aksine, ününü ayaklanmanın bir kuramcısı olarak
değil de esasen bir aktivisti olarak edinmişti. O kütüphanede
oturup, önceden belirlenecek olan bir devrim üzerine
çalışacak
ve yazı yazacak birisi değildi. Eyleme geçmek için
sabırsız
olan Bakunin, bastırılması imkansız bir çoşkuyla, Paris'den
Avusturya ve Almanya barikatlarına kadar yaşanan devrim gelgitinde
hareket eden bir Prometheus figürü olarak 1848 ayaklanmasına
yöneldi. Bir çağdaşımızın belirttiği gibi, Bakunin gibileri
"kasırga ile büyürler, ve
güneşli bir havadan ziyade fırtınalı bir iklimde olgunlaşırlar"
[01].
Bakunin'in 1869 Dresden ayaklanması sırasında tutuklanması onun ateşli
devrimci faaliyetini kesintiye uğrattı. Bundan sonraki sekiz yılını,
altısı çarlık Rusya'sının karanlık zindanlarında olmak
üzere, hapishanede geçirdi; en sonunda cezası
ömür
boyu Sibirya sürgününe çevrildiğinde,
iskorbüt yüzünden dişleri dökülmüş ve
sağlığı ciddi bir biçimde bozulmuştu. 1861'de, gardiyanlarını
atlatarak, yerküreyi dolaşacağı ve Avrupa genelindeki radikal
gruplar arasında ismini bir efsane ve bir tapınma nesnesi haline
getirecek heyecanlı
uzun bir yolculuğa çıktı.
Bakunin, romantik bir isyancı ve tarihteki aktif bir kuvvet olarak,
Marks'ın asla rakip olamayacağı bir kişisel cazibeye sahip olmuştur.
Dresden ayaklanmasından arkadaşı olan besteci Richard Wagner "onun hakkındaki her şey devasaydı"
diye anıyor onu; "o, tamamen ilkel
bir çoşku ve kuvvetle doluydu" [02].
Bakunin'in bizzat
kendisi, "geniş ufuklar açan,
sonu önceden görülemeyen fantastik, sıradışı, daha
önce hiç duyulmamış olan maceralara olan aşkı"ndan
bahseder [03]. Bu da başkalarında
abartılı
rüyalara esin kaynağı olmuş, ve 1876'da öldüğünde,
devrimci geleneğin
serüvencileri ve şehitleri arasında benzersiz bir yer kazanmıştı.
Alexander Herzen, Bakunin için, "bu adam sıradan bir yıldız altında değil,
bir kuyruklu yıldız altında doğmuştu" diyordu [04].
Engin
yüce
gönüllüğü ve bir çocuğu andıran meraklılığı,
hürriyet ve eşitliğe olan yakıcı tutkusu, ayrıcalık ve
adaletsizliğe karşı bir volkan gibi patlayan şiddetli saldırısı;
tüm bunlar
zamanının liberter çevrelerinde ona fazlasıyla insani bir cazibe
kazandırmıştı.
Ancak, Bakunin, eleştirmenlerinin hiç durmaksızın işaret
ettikleri gibi, sistemli bir düşünür değildi. Öyle
olduğunu da asla iddia etmedi. Çünkü o kendisini "bir felsefeci veya Marks gibi bir sistem
mucidi olarak değil" [05],
eylem
içindeki bir devrimci
olarak görüyordu. Peşinen belirlenmiş veya önceden
kararlaştırılmış tarih yasalarının varlığını kabullenmeyi reddediyordu.
Toplumsal değişimin "nesnel" tarihsel koşulların yavaş yavaş ortaya
çıkmasına dayandığı görüşünü reddediyordu.
Aksine, insanların kendi kaderlerini belirlediğine, onların
yaşamlarının soyut
sosyolojik formüllerin Procusterian yatağına hapsedilemeyeceğine
inanıyordu. Bakunin, "bugüne
kadar yazılmış olan hiçbir kuram, hiçbir hazır sistem,
hiçbir kitap dünyayı kurtarmayacaktır" diyordu [06].
Marks, işçilerin kuramlarını öğreterek, yalnızca her
insanın zaten sahip olduğu devrimci ateşi --"hürriyete olan şiddetli arzuyu,
eşitliğe olan
tutkuyu, kutsal ayaklanma içgüdüsünü"--
söndürecektir diyordu [07].
Bakunin'in etkisi esasen, Peter Kropotkin'in belirttiği gibi,
"entelektüel bir otorite"den
ziyade "ahlaki bir kişilik"
idi [08].
Şaşılacak derecede çok yazmış olmakla beraber, gelecek kuşaklara
tek bir bitmiş kitap dahi bırakmamıştır. Çalkantılı varoluşu
nedeniyle
yarım kalacak ve asla tamamlanmayacak yeni eserlere başlardı hep.
Onun edebi ürünü, Thomas Masaryk'ın betimlemesiyle, "ufak
ufak parçaların biraraya geldiği bir yamalı bohça"
idi [09].
Ancak yine de yazıları, ne kadar hatalı olsa da ve metodolojik olmasa
da, kendi zamanın ve bizim zamanımızın en önemli sorunlarından
bazılarını aydınlatmakta, onları kavramaya yönelik ışıltıları
bolca
taşımaktadır. Bu makalenin göstermeye çalıştığı şey ise,
Bakunin'in kişiliğinden geri kalmamak üzere fikirlerinin de
devamlı bir etki, son birkaç yıl içerisinde
özellikle dikkat çeken bir etki ortaya koyduğudur.
Bakunin'in ruhu bir kere dahi dillenmişse eğer, bunun yeri anarşizmin
kara bayrağının göze çarpar bir şekilde dalgalandırıldığı,
ve Sorbonne'da duvarlara kazınan graffitiler arasında Bakunin'in
ünlü ifadesi "yıkma arzusu
yaratıcı bir arzudur"un dikkat çeken bir yer işgal ettiği
Mayıs 1968 Paris'inin öğrenci semtleriydi. Ülkemizde
[ABD'de],
Eldridge Cleaver, Soul on Ice
[Buz
Üzerindeki Ruh] adlı eserinde, Bakunin'e, ve yakın
zamanda Berkeley'deki Kara Panter örgütlenmesi tarafından
broşür biçiminde basılan Neçayev'in Catechism of Revolutionary
[Devrimcinin El Kitabı]'na olan
borcunu ifade eder. Sosyolog Lewis Coser, Bakunin'in genç
fanatik müritinin ardından, zekice "Andlar'ın Neçayevi" dediği
Régis Debray'de yeni-Bakuninci bir yön görür [10]. Ve
Frantz Fanon'un etkili kitabı, The
Wretched of the Earth [Yeryüzünün
Lanetlileri], sömürge zalimlerini yok etmek için
en
alttan ayaklanan hor görülen ve dışlananlar şeklindeki
Manichean görüşleriyle, bazen doğrudan Bakunin'in toplu
eserlerinden alınmışçasına okunabilir.
Kısacası, yeni kuşağın kendiliğinden, doktriner olmayan [undoctrinaire] ayaklanmacılığı
yeniden keşfettiği bir zamanda, Bakunin'in öğretileri onlara miras
kalmıştır.
Yirminci yüzyılda bu kadar geçerli olduklarını ispatlayan
bu fikirler nelerdir --belki de Bakunin'in kendi zamanından da daha
fazla? Her şeyden önce, Bakunin, Marks hariç olmamak
üzere, çağdaşlarının hepsinden daha açık bir şekilde
modern devrimin gerçek mizacını önceden
görmüştü. Marks'a göre, sosyalist devrim iyi
örgütlenmiş ve sınıf bilincine sahip bir proletaryanın ortaya
çıkmasını gerektiriyordu; Almanya ve İngiltere gibi
oldukça sanayileşmiş ülkelerde olması beklenecek bir şey.
Marks, köylülüğü yapıcı devrimci eylem için
en az yetisi olan toplumsal sınıf olarak görüyordu:
köylüler, şehrin yoksul semtlerinin Lümpen-preletaryası ile
birlikte,
cahil ve ilkel barbarlardan başka bir şey değildiler; karşı-devrim
öbeğiydiler. Bakunin'e
göre ise tam aksine, burjuvazi uygarlığının bozucu etkilerine en
az maruz kalmış olan köylüler ve Lümpen-proletarya, ayaklanmaya
yönelik ilkel gayretlerini ve fırtınalı
içgüdülerini muhafaza etmişlerdi. O, gerçek
proletaryanın, orta sınıfların
gösteriş ve özlemleriyle lekelenmiş yetenekli zanaatkarlar ve
örgütlü fabrika işçilerden değil,
gerçekten de zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan
milyonlarca "uygarlaşmamış
[medeniyetten bihaber], mirasdan yoksun bırakılmış ve cahil [olan]"
yığınlardan oluştuğunu söylüyordu. Bu nedenle, Marks eğitimli
ve disiplinli bir işçi sınıfının önderliğindeki
örgütlü bir devrime inanırken, Bakunin ise umutlarını,
adalate yönelik içgüdüsel tutkusu ve
söndürülemez intikam duygusuyla hareket eden
medeniyetden yoksun kitlelerin ayaklanması olan, kendiliğinden
yükselen çılgın şehir kalkışmalarının [mob] eşlik ettiği bir
köylü jacquire'sine
[ayaklanmasına; Fransız devrimi sırasındaki büyük
köylü ayaklanmaları için kullanılan özel bir
terim] bağlamıştı. Bakunin'in modeli onyedinci ve onsekizinci
yüzyıllardaki
büyük Razin ve Pugaçev isyanlarına dayanmaktaydı. Onun
görüşü, her kesimi kapsayan bir başkaldırma, işçi
sınıfının yanısıra toplumun en karanlık unsurlarını --Lümpen-proletaryayı, ilkel
köylülüğü, işsizleri, haydutları [outlaw, yasal haklarından yoksun
bırakılanları]-- içeren kitlelerin, kendilerini sefalete ve
köleleştirilmeye itenlerin çukurlarını kazanların
tümünün, kitlelerin gerçek bir ayaklanmasıydı.
Takip eden olaylar, Bakunin'in
görüşünün doğruluğunu çarpıcı bir şekilde
onaylamıştır.
Günümüz tarihçilerinin, tarihin
şekillendirilmesinde ilkel ve kendiliğinden olan hareketlerin
rolüne
yeni bir ilgi göstermelerinde pek şaşılacak bir şey yoktur.
Modernleşme ile tarımsal ayaklanma arasındaki ilişkiyi yakın zamanda
inceleyen Barrington Moore'un, keza Eric Hobsbawn, George Rudé,
E.P. Thompson'un ve başkalarının çalışmalarından, çoğu
modern devrimin, geçmişteki pek çokları gibi,
büyük ölçüde planlanmadığını ve
kendiliğinden olduğunu, kentli ve kırsal emekçilerin kitle
hareketleriyle yönlendirildiğini, çoğunlukla anarşistik bir
ruhla yapıldığını anlamaya başlıyoruz. Bu naif, ilkel ve irrasyonel
gruplar, artık kenarda köşede kalan unsurlar olarak
tarihçiler
tarafından ihmal edilemezler. Onlar, tam aksine, toplumsal değişimin
tam merkezinde yer alıyorlar.
Bakunin, zamanımızın büyük devrimlerinin görece
azgelişmiş ülkelerin "en
derinleri"nden çıkacağını önceden
görmüştü. İleri medeniyetlerdeki
çöküşü, geri ve ilkel uluslardaki canlılığı
görmüştü. Devrimci itkinin, insanların hiçbir
mülke sahip olmadığı, düzenli bir işlerinin olmadığı, ve
varolan
şekliyle işlerin gidişatından hiçbir çıkarlarının
olmadığı
yerlerde en güçlü olacağında ısrar etmişti; ve bu,
düşlerindeki ayaklanmanın İngiltere veya Almanya gibi zengin ve
disiplinli ülkelerden ziyade Avrupa'nın güney ve doğusunda
başlayacağı anlamına geliyordu.
Bu devrimci görüşler Bakunin'in daha önceki Panslavizmi
ile yakından ilişkiliydi. 1848'de, Batı Avrupa'nın
çöküşünden bahsediyor, ve yeniden oluşması
için en ilkel, en az sanayileşmiş Slavlarda bir umut
ışığı görüyordu. Avusturya İmparatorluğu'nun
parçalanmasının
bir Avrupa devrimi için asli koşul olduğuna inanarak, onun
yıkılması ve yerini bağımsız Slav cumhuriyetlerinin alması
çağrısında bulunuyordu --yetmiş yıl sonra gerçekleşen bir
düş. Slav milliyetçiliğinin gelecekteki önemini doğru
bir şekilde önceden tahmin etmiş, ve dahası Slavların devriminin
Avrupa'nın toplumsal dönüşümünü
önceleyeceğini görmüştü. Özellikle de, kendi
toprağı Rusya'ya geçmişin Üçüncü Roma'sına
ve geleceğin Üçüncü Enternasyonal'ine benzer bir
mesihsel rol biçmişti. "Devrimin
yıldızları", diye
yazıyordu 1848'de, "bir kan ve ateş
denizi içerisinden Moskova'nın üzerinde yükselecek, ve
kurtulmuş insanlığı yönlendirecek bir kutup yıldızına
dönüşecektir" [11].
Böylece, neden Marks'ın değil de Bakunin'in modern devrimin
gerçek peygamberi olduğunu görebiliriz. Yirminci
yüzyılın en büyük üç devrimi --Rusya,
İspanya ve Çin-- de görece geri ülkelerde
gerçekleşti, ve hepsi de büyük
ölçüde, Bakunin'in tahmin ettiği üzere, kentli
yoksulların kendiliğinden patlamalarıyla ilintili olan
"köylü savaşları"
idiler. Köylülük ve niteliksiz işçiler, Marks'ın
utangaç bir küçümseyiş sergilediği bu basit
gruplar, yirminci yüzyıl toplumsal ayaklanmalarının kitle tabanı
haline geldiler --genellikle "Marksist" olarak damgalanan, aslında
çok daha doğru bir şekilde "Bakuninci" olarak tasvir
edilebilecek ayaklanmalar. Dahası, Bakunin'in görüşleri, bir
bütün olarak, Bakunin'in geri, periferi Avrupasının
küresel ölçekteki modern karşılığı olan
"Üçüncü
Dünya" içerisindeki toplumsal mayalanmayı önceden
tahmin etmişti.
Bu nedenle, Bakunin'in ruhunun, Frantz Fanon ve Régis Debray, ve
daha az ölçüde olmak üzere Eldridge Cleaver ve
Herbert Marcuse gibi günümüz kuramcılarının yazılarına
sinmesinde şaşıracak bir şey yoktur. Fanon, hiç de Bakunin'den
geri kalmayacak şekilde, işçi sınıfının kurulu düzenin
değerleri tarafından yozlaştırıldığına ve devrimci ateşini kaybettiğine
inanmıştı. "Büyük hata",
diye
yazıyordu, "azgelişmiş
bölgelerin siyasi partilerinin çoğundaki içsel
kusur, geleneksel çizgileri takip ederek, siyasi açıdan
en bilinçli olan unsurlara yaklaşmak olmuştur: kentlerdeki
işçi sınıfları, nitelikli işçiler ve devlet memurları
--yani, nüfusun yüzde birden fazllasını nadiren temsil eden
küçük bir kesim" [12].
Fanon, Bakunin gibi,
umutlarını ayrıcalıksız ve Avrupalılaşmamış köylü
emekçilerle, köklerinden sökülmüş,
yoksullaştırılmış, kıtlık içinde yaşayan ve kaybedecek
hiçbir şeyi olmayan, gecekondu mahallerinde yaşayan Lümpen-proletarya'dan oluşan
büyük yığına bağlamıştı. Fanon'a göre, Bakunin
için olduğu gibi, bir insan ne kadar basit [ilkel] olursa onun
devrimci ruhu
da o ölçüde saf olurdu. Fanon "insanlığın
umutsuz süprüntüleri"nden doğal asiler olarak
bahsettiğinde, Bakunin ile aynı dili konuşmaktadır. Dahası,
Bakunin ile sadece yeraltının devrimci potansiyeline ilişkin
güveni paylaşmakla kalmaz, ateş yoluyla bir yeniden doğuş
görüşünü,
çöken ve baskıcı Avrupa medeniyetinin baştan aşağı
reddedilmesini de paylaşır --bunun
yerine, Üçüncü Dünya'nın "insanın yeni tarihini"
başlatması gerektiğini söyler. Kara Panterler de Fanon'un
birçok düşüncesini kabullenmişlerdir; Eldridge Cleaver
ve
Huey Newton, Amerika'daki siyahları, beyaz polisin işgal ordusuyla
kontrol altında tutulan, beyaz işadamları ve siyasetçiler
tarafından sömürülen bir ezilenler kolonisi olarak
tasvir
ettiklerinde ona --ve dolaylı olarak da Bakunin'e-- olan
borçlarını
açıkça kabullenmektedirler.
Benzer şekilde, Herbert Marcuse, One
Dimensional Man'de [Tek
Boyutlu İnsan], devrimci değişimin en büyük umudunun,
"toplumdan dışlananlardan ve toplumun
dışında kalanlardan meydana gelen
altkatmanda, diğer ırklar ve
renklerin sömürülen
ve zulmedilenlerinde, işsizler
ve işsiz bırakılabilecekler"de
yattığını yazar. Eğer bu gruplar, diye ekler, radikal
entelektüellerle ittifak kurarlarsa, "en ileri bilince sahip insanlık ile onun
en çok sömürülen kuvveti"nin ayaklanması
gerçekleşebilir [13]. Yine
burada da etkisi
açık olan
kişi Marks'dan ziyade Bakunin'dir. Çünkü memnuniyetsiz
[disaffected]
öğrenci ve entelektüellere çok önem veren ve
onlara olması yakın dünya devriminde anahtar rol atfeden
Bakunin'dir. Marks'ın daha dar olarak tasarlanan proletarya ile
burjuvazi arasındaki sınıf savaşının tam aksine, Bakunin'in
her kesimi kapsayan sınıf savaşımı şeklindeki kahinsel
görüşü, Marks'ın küçümsediği toplumun
bu ek, bölünmüş unsuru için yeterince geniş bir
alan
yarattı. Marks'a göre, köksüz entelektüeller kendi
başlarına bir sınıf değilllerdi, onlar ne de burjuvazinin atrılmaz bir
öğesiydiler. Onlar, tarihsel sınıf savaşımı sürecinde
hiçbir
önemli rolleri olmayan, sadece orta sınıfın "süprüntüleri", "bir
avuç sınıf-dışı"[declassés,
sınıfsızlar, hiçbir sınıfa ait olmayanlar]dan
--müşterisi olmayan avukatlar, haastası olmayan doktorlar,
küçük gazeteciler, beş parasız öğrenciler, ve
benzerleri-- ibarettiler [14].
Öte
yandan, Bakunin içinse entelektüeller, "tamamen sınıf-dışı olan, hiçbir
kariyer veya
çıkış yolu olmayan ateşli,
enerjik gençler", değerli bir devrimci kuvvetti
[15]. Bakunin'in işaret ettiği gibi,
sınıf-dışıların,
işsiz Lümpen-proletarya
ve topraksız köylüler gibi, işlerin halihazırdaki
gidişatından hiçbir çıkarı yoktu, ve varolan düzeni
yıkacak yakın [immediate,
aşamasız bir şekilde nihai amacını derhal gerçekleştirecek] bir
devrimden başka bir ilerleme umutları da yoktu.
Genel olarak, Bakunin en büyük devrimci potansiyeli, modern
toplumca ya kenara itilmiş olan veya ona uymayı reddeden,
köklerinden koparılmış, yabancılaştırılmış sınıf-dışı unsurlarda
görmekteydi. Bu alanda da yine dönemdaşlarına göre
gerçek bir kahindir. Çünkü [toplumdan]
soğutulmuş entelektüellerin mülksüzleştirilmiş
kitlelerle birlikte gerilla tipi bir savaş hali içerisinde
ittifak
kurması, modern devrimlerin merkezi bir özelliği olmuştur.
Régis Debray, modern ayaklanmanın bir diğer etkili el kitabı
olan Revolution in Revolution?
[Devrim içinde Devrim?] kitabında bu fikri nihai sonucuna
götürür. Bir işe sahip
olan insanlar, der Debray, ne kadar yoksul ve baskı altında olurlarsa
olsunlar şehir ya da köyde az çok normal bir iş hayatı
olanlar, esasen burjuvadırlar, çünkü kaybedecek
şeyleri vardır --işleri, evleri, geçimlilikleri. Debray'e
göre, hayatından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan
köksüz gerilla gerçek proletardır; ve eğer devrimci
mücadele başarılı olacaksa, bu Debray'in sözleriyle "en yüksek sınıf savaşımı
biçimlerini başlatacak" olan profesyonel gerilla
takımları --yani, sınıf-dışı
entelektüeller-- tarafından yapılmalıdır [16].
Bakunin, günümüz açısından oldukça ilgili
olan bir başka noktada daha Marks'la ayrı düşmüştür.
Bakunin yakın bir devrimin sağlam bir inananıydı. Zamanı gelince
harekete geçecek devrimci kuvvetlerin, yavaş yavaş ortaya
çıkacağı görüşünü reddediyordu. Onun aslında
talep ettiği şey "özgürlük,
hemen şimdi" idi. Varolan
sisteme zaman kazandıracak
bir kararsızlığa destek vermeyecekti. Eski düzen
çürümüştür, diyordu, ve kurtuluş ancak onu
topyekün yıkarak gerçekleşebilirdi. Herhangi bir
biçimiyle
aşamacılık ve reformizm abesle iştigaldi; hafifletici nedenler ve
tavizlerin hiçbir anlamı yoktu. Bakunin'in hayali, derhal ve
evrensel bir yıkım, varolan tüm değer ve kurumların
dümdüz edilmesi, küllerinden yeni ve liberter
bir toplumun yaratılması hayaliydi. Ona göre, parlamenter
demokrasi, insanlar ekonomik sömürüye maruz kaldıkları
müddetçe, utanmaz bir aldatmacaydı. İsviçre ve
Birleşik Devletler gibi en özgür devletlerde bile, diyordu,
bir azınlığın medenileşmesi çoğunluğun zahmete katlanması ve
aşağılanması üzerine inşa edilmişti. "Anayasalara ve kanunlara inanmıyorum"
diyordu. "Dünyadaki en iyi
anayasa beni tatmin edemez. Bizim farklı bir şeye ihtiyacımız var:
ilham, yaşam, yeni, kanunsuz ve bu nedenle de özgür bir
dünya" [17].
Bakunin, insanları temsil eden parlamenter demokrasi
iddiasını redderedek, biyografisinin yazarı E.H. Carr'ın belirttiği
gibi, "ondokuzuncu yüzyıldan
ziyade yirminci yüzyılın daha aşina olacağı bir dilde konuşuyordu"
[18]. Bir başka modern vurguyu
andırır bir şekilde,
bir halk devrimi
için ideal anın savaş zamanı --ve en nihayetinde bir dünya
savaşı sırasında-- olduğunu görmüştü. 1870'de,
Fransa-Prusya savaşını, devletin kuvvetle tahrip edileceği ve
yıkıntılarından özgür bir komünler federasyonunun
yükseleceği anarşist bir devrimin habercisi olarak
görüyordu. Fransa'yı kurtarabilecek tek şey, diye yazıyordu Letters to a Frenchman'de [Bir
Fransıza Mektuplar], "kitlelerin
doğal, güçlü,
tutkulu bir şekilde enerjik, anarşistik, yıkıcı, denetimsiz ayaklanması"dır
[19]; Daniel Cohn-Bendit ve yoldaşı
Mayıs 1968
isyancılarının hararetle
destekleyecekleri bir görüş. Bakunin, kendisinden sonraki
Lenin gibi,
ulusal bir savaşın toplumsal bir ayaklanmaya
dönüştürülmesi gerektiğine inanıyordu.
Kaçınılmaz olarak gördüğü ve burjuva
dünyasını tahrip edecek genel bir Avrupa savaşının hayalini
kuruyordu. Herzen'in bir defasında belirttiği gibi, Bakunin alışkanlık
olarak "hamileliğin
üçüncü ayını dokuzuncu ayı ile karıştırıyor"du.
Ancak görüşü, Birinci Dünya Savaşı'nın eski
düzenin yıkılmasına yol açması, ve kendilerini ortaya
çıkarmayı bekleyen devrimci güçleri serbest
bırakmasıyla en
sonunda gerçekleşecekti.
Bir an için Rus Devrimine, yirminci yüzyılın toplumsal
başkaldırılarının ilk örneğine odaklanalım. Burada olan şey
özünde, Bakunin'in yaklaşık elli yıl önceden
öngördüğü "kitlelerin
kendiliğinden isyanı" idi. 1917'de, Rusya siyasi otoritenin
fiili bir parçalanmasıyla karşı karşıyaydı; liberter
komünlerin temelini oluşturabilecek işçi ve köylü
konseyleri her yere yayılmıştı. Lenin, kendinden önce Bakunin'in
yaptığı gibi, Rus toplumunun ham ve eğitilmemiş unsurları eski
rejimden geriye kalanları süpürüp atmak için
cesaretlendirmişti. Bakunin ve Lenin, mizaç ve doktrinlerindeki
tüm farklılıklara rağmen, amansız şekilde birer karşı devrimci
olarak gördükleri liberal veya ılımlı sosyalistlerle
işbirliği yapmayı reddetmekte birbirlerine benziyorlardı. Her ikisi de
sonuna kadar anti-burjuva ve anti-liberaldi. Bakunin gibi
Lenin de uzatılmış bir kapitalist gelişme aşaması olmaksızın derhal
sosyalizm talebinde bulunuyorlardı. O da keza küresel devrimin
geri köylü Rusya merkezli olabileceğine inanıyordu. Dahası, April Thesis'de [Nisan Tezleri], özellikle
Bakuninci olan birkaç önermede bulunmuştu: dünya
savaşının kapitalist sisteme karşı bir devrimci mücadeleye
dönüştürülmesi; Paris Komünü'nün
izinden giderek şekillendirilecek bir sovyetler rejimi lehine
parlamenter hükümetin reddedilmesi; polisin, ordunun ve
bürokrasinin lağvedilmesi; ve gelirlerin eşitlenmesi. Lenin'in "Şubat'tan bin defa daha kuvvetli bir
parçalanma ve devrim" çağrısı fark edilir bir
şekilde
Bakuninci bir tınıya sahiptir --o kadar ki, Petrograd'daki anarşist
liderlerden birisi Lenin'in ele geçirir geçirmez "devleti sönümlendirmeye" [wither away,
çürümeye, dağılmaya bırakmak] niyetli olduğuna
inanmıştı [20].
Ve, aslında, Lenin'in en büyük başarısı, Rus devrimci
geleneğinin anarko-popülist kökenlerine yönelmek,
Marksist kuramını proletar devriminin pek de anlamlı olmayacağı,
görece geri bir ülkenin koşullarına uydurmaktı.
Lenin'deki Marksist ona sabırlı olmasını, Rusya'nın tarihsel
materyalizmin yasalarına göre evrilmesine izin vermesini
söylerken; ondaki Bakuninci, devrimin, proletar devrim ile toprağa
aç köylülerle militan sınıf-dışı entelektüel
seçkinlerin --daha önce gördüğümüz
üzere Marks'ın yalnızca küçük
gördüğü toplumsal unsurların-- devrimleriyle
kaynaştırılarak derhal yapılması gerektiğinde ısrar
ediyordu. Lenin'in ortodoks Marksist arkadaşlarının onu anarşist
olmakla ve "Bakunin'in tacına talip
olmakla" suçlamasında şaşılacak hiçbir şey yoktur
[21]. Keza, yıllarca sonra önde
gelen bir
Bolşevik
tarihçinin "Bakunin yalnızca
Avrupa anarşizminin değil, aynı zamanda Rus popülist
isyancılığının ve dolayısıyla da Komünist partinin içinden
çıktığı Rus Sosyal Demokrasisi'nin kurucusuydu", ve
Bakunin'in yöntemleri "pek
çok açıdan Sovyet iktidarının ortaya çıkışını
önceden tahmin etmiş ve büyük 1917 Ekim Devrimi'nin
gelişimini genel hatlarıyla
öngörmüştür" demesinde de şaşılacak bir şey
yoktur [22].
Ancak, Bakunin Rus Devrimi'nin anarşistik doğasını
öngördüyse, onun otoriter sonuçlarını da
öngörmüştür. Eğer 1917, Bakunin'in umut ettiği
gibi, kitlelerin kendiliğinden ayaklanmasıyla başladıysa, Bakunin'in
korktuğu gibi, yeni bir yönetici elitin
diktatörlüğü ile sona erdi. Bakunin, Machajski veya
Djilas veya
James Burnham'dan çok daha önce, entelektüeller ve
yarı-entelektüellerden oluşacak yeni bir
sınıfın toprak sahipleri ile kapitalistlerin yerini alabileceği, ve
insanları özgürlüklerinden mahrum bırakabileceği
uyarısında bulunmuştu. 1873'de, çok şaşırtıcı bir doğrulukla,
sözde proletarya diktatörlüğü altında "Komünist parti liderleri, yani Bay
Marks ve takipçileri, insanlığı kendi bildikleri şekilde
özgürleştirmeye başlayacaklardır. Hükümetin
dizginlerini tek bir güçlü elde toplayacaklar.
... Tek bir devlet bankası kuracaklar; ticari, endüstriyel,
tarımsal, ve hatta bilimsel üretimi onun güçlü
ellerinde toplayacak, ve ardından yeni ayrıcalıklı ilmi ve siyasi
sınıfı oluşturacak devlet mühendislerinin doğrudan komutası
altında kitleleri iki orduya --endüstriyel ve tarımsal--
bölecekler" [23]
kehanetinde
bulunuyordu.
Ama yine de, devrimci diktatörlüğe karşı tüm
saldırılarına karşın, Bakunin üyelerinin "katı bir hiyerarşiye ve koşulsuz bir
itaate tabi oldukları" kendi gizli komplocu topluluklarını
kurmaya kararlıydı. Dahası, bu gizli örgütlenme devrimin
gerçekleştirilmesinin ardından bile herhangi bir "resmi diktatörlük"ün
kurulmasını erken davranıp önlemek için aynen korunacaktı
[24]. Böylece, Bakunin,
acımasızca ifşa ettiği
günahı bizzat
kendisi işliyordu. Devrimci diktatörlüğe karşı dile
getirilmemiş bir itaatle birbirlerine bağlı olan, gizli ve sıkı sıkıya
kenetli devrimci bir parti --bir keresinde Cizvit Düzeni'ne
benzettiği bir parti-- fikrinin ilk yaratıcılarından birisi kendisiydi.
Araçlarla amaçlar arasındaki yakın bağlantıyı fark
ederken, devrimi gerçekleştirecek yöntemlerin devrimin ardından ortaya çıkacak
toplumun mizacını etkilemesi gerektiğini görürken, kendi
liberter ilkeleriyle tam bir karşıtlık içinde olan
yöntemlere başvurmaktan geri kalmadı. Amaçları
özgürlüğü işaret ediyordu, ancak araçları
--gizli devrimci parti-- totaliter diktat&oouml;rlüğe işaret
ediyordu. Kısacası, Bakunin klasik ikilemin içinde hapsolmuştu:
Etkin bir devrimci örgütlenme eksikliğinin
kaçınılmaz olarak başarısızlığı getireceğini anlıyordu, ancak
seçtiği araçlar arzu ettiği amaçları
kaçınılmaz bir şekilde tahrif ediyordu.
Bunun da ötesinde, devrimci ahlak sorununda, Bakunin
amaçların araçları haklı kıldığını vaaz ediyordu. Tam
yüz yıl önce Neçayev ile birlikte yazdığı Catechism of a Revolutionary'de [Devrimcinin El Kitabı], devrimci,
ahlaktan tamamen yoksun, mevcut düzenin yıkımını sağlamak
için her türlü suçu işlemeye, her
türlü hainliği ve alçaklığı yapmaya hazır birisi
olarak tasvir ediliyordu. Devrimci, diye yazıyorlardı Bakunin ve
Neçayev, "zamanının toplumsal
ahlakını tüm biçimleriyle
küçümser ve ondan nefret eder. Devrimin zaferine
hizmet eden
her şeyi ahlaki olarak kabul eder. ... Ondaki yumuşak ve zayıflatıcı
her
türden arkadaşlık, sevgi, minnettarlık, hatta onur duygusu,
devrimci
ülküye olan soğuk tutkuyla boğulmalıdır. ... Gece ve
gündüz sadece tek bir düşüncesi, tek bir amacı
olmalıdır --merhametsiz bir yıkım" [25].
Eldridge Cleaver,
Soul on Ice'da [Buz
Üstündeki Ruh],
Bakunin ve Neçayev'in El
Kitabı'na "aşık olduğu"nu,
"bağlantı içinde olduğu
herkesle olan ilişkilerinde acımasızlık taktiklerini" kullanarak
günlük yaşamının ilkelerine dahil ettiği bir devrimci incil
olarak kabul ettiğini söylüyor bize [26]
(El Kitabı, yukarıda
bahsedildiği
üzere, Berkeley'deki bir Kara Panter örgütlenmesi
tarafından broşür olarak yayınlandı).
Burada da yine, devrimcilerin gizli örgütlenmesine
ve "geçici" devrimci diktatörlüğe olan inancında,
Bakunin'in Lenin'in doğrudan atası olduğunu görürüz. Bu,
bizim
1917'de Kerensky hükümetini devirmek için
anarşistlerin Bolşevik
rakipleriyle işbirliği yapmalarının nasıl mümkün olduğunu
anlamamızı kolaylaştırır. Hatta, Ekim Devrimi'nin ardından, anarşist
bir lider "anarşist bir proletarya
diktatörlüğü teorisi" oluşturmaya bile
kalkışmıştı [27]. Yirmi yıl sonra
İspanya'da
olacağı gibi,
anarşistlerin demokrasinin kırılgan embriyosunu yok etmeye yardım etmek
zorunda kalmaları, böylece de kendi çöküşlerinin
mimarı olacak yeni bir tiranın yolunu hazırlamaları gerçeğinde
trajik bir ironi var. Bolşevikler, bir kere iktidara geldiklerinde,
liberter müttefiklerini bastırmaya yöneldiler, ve devrim
Bakunin'in umut ettiğinin tam tersine dönüştü.
Varlıklarına izin verilen az sayıdaki anarşist gruptan bir tanesi de "Sovyet topraklarında değil de gezegenler arası uzayda" --ki bu
Armstrong ve Aldrin'li yıllarda bazı ilginç olasılıkları ortaya
getirmekte!-- devletsiz bir toplum başlatma niyetlerini büyük
bir ciddiyetle açıklayan bir gruptu [28].
Ancak çoğu
anarşist için, geriye yol göstericileri Bakunin'in elli yıl
önce tahmin etmesinin melankolik tesellisi kaldı sadece .
Bu nedenle, Bakunin'in mirası belirsiz bir şeydir. Bunun sebebi
Bakunin'in kendisinin belirsiz bir mizaca sahip bir paradokslar insanı
olmasıdır. Bir köylü devrimi için özlem duyan
bir soylu, diğer insanlara hakim olmak için karşı konulamaz
bir güdüye sahip olan bir liberter, anti-entelektüel
yönü olan bir entelektüel; aklından gizli
bir örgütler ağı geçirirken ve takipçilerinden
kendi iradesine koşulsuz itaat talep ederken, sınırlandırılmamış bir
hürriyeti vaaz edebiliyordu. Dahası dillere düşmüş
çara yazdığı Confessions'da
[İtiraflar],
Slavlığın bayrağını Batı Avrupa'ya taşımak ve kısır parlamenter
sistemin sonunu getirmek için I. Nicolas'a başvurabiliyordu.
Onun Pan-slavizmi ve anti-entelektüelizmi, Almanlara ve Yahudilere
karşı hastalık derecesine varan kini (Marks tabii ki her iki
özelliğe de sahipti),
şiddet ve devrimci ahlaksızlık kültü, liberalizm ve
reformizme olan nefreti, köylülüğe ve Lümpen-proletarya'ya olan
inancı, tüm bunlar onu hem Sol'un hem de Sağ'ın daha sonraki
otoriter hareketlerine --canlı yükselişlerini görseydi
hiç şüphesiz ki Bakunin'in kendisinin de geri duracağı
hareketlere-- rahatsız edici ölçüde yakınlaşdı.
Yine de, tüm belirsizliğine rağmen, Bakunin etkili bir figür
olmayı sürdürüyor. Herzen bir keresinde ondan "Amerika'sı, ve hatta bir gemisi bile
olmayan bir Kolomb" olarak bahseder [29].
Ancak
günümüz devrimci hareketi enerjisini,
cüretkarlığını, ve fırtınalı karakterini büyük
ölçüde ona borçludur. Gençlere
özgü canlılığı, orta-sınıf geleneklerini
küçük
görmesi, ve kuramdan ziyade eyleme olan vurgusu, Bakunin'in
kendilerine eylemde anarşinin, bir yaşam tarzı olarak
devrimin bir örneğini sunduğu bugünün isyankar
gençliği arasında dikkate değer bir cazibe yaratmaktadır.
Fikirleri de keza geçerli olmaya devam etmektedir --belki de
daha önce hiç olmadığı kadar. Bir alim olarak
--özellikle de Marks ile karşlaştırıldığında-- kusurları ne
olursa olsun,
devrimci görüşü ve sezgileri fazlasıyla bunlara ağır
basmaktadır. Bakunin ilkel başkaldırının, komplocu devrimci partinin,
terörist ahlaksızlığın, gerilla ayaklanmacılığının, devrimci
diktatörlüğün, ve kendi iradesini halka dayatacak ve
onların özgürlüğünü çalacak yeni
yönetici sınıfın ortaya çıkışının kahinliğini yapmıştı.
Toplumsal devrimi kozmik [evrensel] terimlerle ve uluslararası bir
ölçekte vaaz eden ilk Rus asisiydi. Onun başlıca bête noire'si [en çok
tiksindiği şey] olan
merkezileşmiş bürokratik devlet onun en umutsuz tahminlerini
gerçekleştirmeyi sürdürürken, kendi kaderini
tayin etme ve doğrudan eylem formülleri giderek artan bir cazibe
yaratıyor. En önemlisi de, Rusya, İspanya ve Çin
derslerinin ardından, Bakunin'in en önemli mesajı toplumsal
kurtuluşun diktatöryal değil, liberter araçlarla
başarılması gerektiğidir. Üstelik, işçi
kontrolünün yaygın bir şekilde yeniden tartışıldığı bir
dönemde, özgür bir sendikalar
federasyonunun "burjuva
dünyasının yerini alacak olan yeni toplumsal düzenin yaşayan
bir hücresi" olacağında ısrar eden Bakunin --belki de
Proudhon'dan da daha fazla-- devrimci
sendikalizmin peygamberi olduğu da hatırlanmalıdır [30].
Ancak her şeyden önce, liberter sosyalizm görüşü
yirminci yüzyılın iflas etmiş otoriter sosyalizm
görüşüne alternatif sunduğu için,
Bakunin günümüz öğrencileri ve entelektüelleri
açısından çekicidir. Onun otonom komünler ve emek
federasyonlarından oluşan merkezsizleşmiş bir toplum hayali, merkezi,
konformist ve suni bir dünyadan kurtulmak isteyenlere cazip
gelmektedir. "Ben bir
öğrenciyim:
beni katlamayın, sakatlamayın, delmeyin" farkedilir bir
Bakuninci tona sahiptir. Aslında, öğrenci asiler, Marksist
olduklarını ilan ettiklerinde dahi, Berkeley'den Paris'e
kadar kampüs gösterilerinde kara bayrağı zaman zaman
dalgalandırılan
Bakunin'e ruhen genellikle daha yakındırlar. Doğal, kendiliğinden, ve
sistemli olmayana vurguları; daha basit bir yaşam tarzı arzuları;
bürokrasi ve merkezi otoriye olan güvensizlikleri; herkesin
yaşamını etkileyen kararların alınmasında payı olması gerektiğine
inançları; "katılımcı demokrasi", "özgürlük,
hemen şimdi", "iktidar halka" sloganları; topluluk [cemaat]
kontrolü, işçi yönetimi, kırsal kooperatif, eşit
eğitim ve gelir, devlet iktidarının dağıtılması; tüm bunlar
Bakunin'in görüşüyle uyum içindedir. Liberter
anarşizm ile otoriter sosyalizmin birbirlerine zıt yöntemlerini
birleştiren çoğu genç asi arasındaki belirsizlik
dahi, Bakunin'in kendi devrimci felsefesi ile kişisel yapısı
içindeki belirsizliği yansıtmaktadır.
Son olarak, genç muhalifler bizim kendi kendisini yücelten
bilimsel ilerlemeye eleştirmeksizin duyduğumuz inancı
sorguladıklarında, Bakunin'in sesi yankılanır. Bakunin, yüz yıl
önce
bilim adamları ve teknik uzmanların bilgilerini diğerleri
üzerinde tahakküm kurmak için kullanabilecekleri, ve
bir gün sıradan yurttaşların sertçe uyanarak kendilerini "yeni bir grup hırslı insanın
köleleri, oyuncakları ve kurbanları" olarak
bulabilecekleri uyarısında bulunmuştu [31].
Bakunin
bu nedenle, "bilime, daha doğrusu
bilimsel bilginin
yönetimine karşı yaşamın ayaklanması"nı vaaz etmişti. O
bilimsel bilginin geçerliliğini reddetmiyordu. Ancak, onun
tehlikelerini fark etmişti. Yaşamın laboratuvar formüllerine
indirgenemeyeceğini, ve bu yöndeki çabaların en
kötü tiranlık biçimine yol açacağını
görmüştü. Ölümünden sadece bir yıl
önce yazdığı bir mektupta, bütün dünyaya yayılan "bir şer ilkesinin oluşumu ve gelişimi"nden
bahsediyor, ve bizim bugün "askeri-endüstriyel
kompleks" dediğimiz şeye karşı önceden uyarıda bulunuyordu.
"Er ya da geç" diyordu,
"bu devasa askeri devletler
birbirlerini yıkmak ve yutmak zorunda kalacaklar. Ne manzara ama!"
[32].
Korkularının ne ölçüde geçerli olduğu,
günümüzün nükleer ve biyolojik kitle imha
silahları
çağında değerlendirilebilir. İlkel toplumsal unsurların tekrar
moda olduğu, kitlesel ayaklanmanın tekrar yaygın bir şekilde vaaz
edildiği,
ve modern teknolojinin Batı medeniyetini yokolmakla tehdit ettiği bir
zamanda, açıktır ki Bakunin takdir edilmeyi hak etmektedir.
Sonuç olarak, büyük anarşist tarihçi Max
Nettlau'nun yaklaşık otuz yıl önce söylediklerini hatırlatmak
istiyorum: Bakunin'in "fikirleri
canlıdır ve daima yaşacaktır" [33].
DİPNOTLAR
[01]
E. Lampert, Studies in Rebellion,
London, 1957, s. 118.
[02] E.H. Carr, Michael
Bakunin,
New York, 1961, s. 196.
[03] Lampert, op.
cit., s.
138.
[04] Eugene Pyziur, The Philosophy
of Anarchism of M.A. Bakunin, Milwaukee, s. 1.
[05] Iu. M. Steklov, Mikhail
Aleksandrovich Bakunin, 4 cilt, Moskow, 1926-27, III, s. 112.
[06] Carr, op.
cit., s. 175.
[07] M.A. Bakunin, Oeuvres,
6
cilt, Paris, 1895-1913, II, 399; Steklov, op. cit., I, 189.
[08] Peter Kropotkin, Memoirs of a
Revolutionist, Boston, 1899, s. 288.
[09] Pyziur, op.
cit., s. 10.
[10] Dissent,
Ocak-Şubat
1968, s. 41-44.
[11] George Woodcock, Anarchism,
Cleveland, s. 155.
[12] Frantz Fanon, The
Wretched of
the Earth, New York, 1966, s. 88.
[13] Herbert Marcuse, One
Dimensional Man, Boston, 1964, s. 256-57.
[14] Max Nomad, Apostles
of
Revolution, Boston, 1939, s. 127; Lewis Feuer'in Marx and Intellectuals'ından
alıntı, New York, 1969, s. 216-28.
[15] M.A. Bakunin, Gesammelte
Werke,
3 cilt, Berlin, 1921-24, III, 120-121.
[16] Régis Debray, Revolution
in the Revolution?, New York, 1967, s 95-116.
[17] Carr, op.
cit., s. 181.
[18] A.y.
[19]
A.y.,
s. 411.
[20] Paul Avrich, The
Russian
Anarchists, Princeton, 1967, s. 129.
[21] A.y.,
s. 128.
[22] Steklov, op.
cit., I, 9,
343-45; III, 118-27.
[23] M.A. Bakunin, Izbrannye
sochineniia, 5 cilt, Patrograd, 1919-22, I, 237.
[24] Bakunin, Gesammelte
Werke,
III, 35-38, 82.
[25] Nomad, op.
cit., s.
227-33.
[26] Eldridge Cleaver, Soul on Ice,
New York, 1968, s. 12.
[27] Avrich, op.
cit., s. 200.
[28] A.y.,
s. 231.
[29] Pyziur, op.
cit., s. 5.
[30] Rudolf Rocker, Anarcho-Syndicalism,
Indore, tarihsiz, s. 88.
[31] Bakunin, Oeuvres,
IV,
376.
[32] Nomad, op.
cit., s. 208;
K.J. Kenafick, Michael Bakunin and
Karl Marx, Melbourne, 1948, 304.
[33] G.P. Maximoff, ed., The
Political Philosophy of Bakunin, New York, 1953, s. 48.
Çeviri:
Anarşist
Bakış
Kaynak: "The Legacy of Bakunin",
Russian
Review, cilt 29, sayı 2 (Nisan 1970), 129-142.
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->