Mustafa
Kemal Paşa, Amasya Tamimi adıyla ünlü bu genelgesini yaptıktan
sonra Erzurum'a geçmek üzere 27 Haziran 1919'da halkın sevinç
gösterileri arasında Sivas'a geldi. Şehirde kaldığı 1 günlük
süre içinde, Erzurum Kongresi'ni takiben Sivas'ta yapılacak
Kongre için ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum'a
hareket etti. Atatürk, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum'a geldi.
Kendisi der ki "Benim Erzurum'a gelişim, bütün milletin
ateşten bir çember içine alınmış olduğu bir zamana tesadüf
etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılacağını
düşünmekte idi".15 Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından
coşkun bir şekilde karşılandığı zaman Çukurova da muhacir
olarak bulunup Erzurum'a dönen ihtiyar Mevlüt Ağa i1e aralarında
geçen konuşma, bu ateşten çember içinden mutlaka çıkılması
gerektiği fikrini Atatürk'te daha da perçinledi. İhtiyar,
fakat dinç Mevlüt Ağa'ya Mustafa Kemal Paşa sordu: - Çukurova
gibi verimli bir memleketten niye döndün? Yoksa geçinemedin
mi? Mevlût Ağa derhal cevap verdi: - Hayır Paşam, geçimimiz
çok rahattı. Son günlerde işittim ki İstanbul'daki ırzıkırıklar,
bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim,
bu namertler kimin malını kime veriyorlar?
Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak üzere Erzurum'
a gelen Mustafa Kemal Paşa'yı çok duygulandırmış, gözlerini
yaşarmıştı.Etrafındakilere döndü ve : -"Bu milletle neler
yapılmaz.
Atatürk, Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra,8/9 Temmuz 1919'da
"Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak çalışmak üzere
çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa etti.
Artık bir millet ferdi olarak, milletten kuvvet, kudret ve
ilham alarak tarihi vazifesine devam ediyordu.
Askerlikten istifasını takiben Erzurumluların isteği üzerine
Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum
şubesinin Heyet-i Faale başkanlığına getirildi. Cemiyet,o
günlerde daha evvelce alınan bir karar gereğince doğu illerini
kapsayan bir kongrenin hazırlıkları içinde idi. Mustafa Kemal'in
Heyet-i Faale reisi olarak bu kongreye iştiraki mümkündü;
fakat o, bu kongreye özellikle Erzurum'dan üye olarak iştirak
etmek istiyordu. Ne çare ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmişti;
ama buna da Bir çözüm bulundu. Erzurum'un iki değerli evlâdı,
Kâzım Yurdalan ve Cevat Dursunoğlu Erzurum üyeliğinden istifa
etmek suretiyle yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf Bey'e bıraktılar.
Bu suretle Mustafa Kemal Paşa'nın kongreye girişi meşruluk
kazandı.
Erzurum Kongresi,23 Temmuz 1919'da tek katlı bir ilkokul salonunda
62 delegenin iştirakiyle toplanmıştı. Kongre bir kurucu meclis
gibi çalışarak 14 gün devam etti ve 7 Ağustos 1919 da çalışmalarına
son verdi. Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden
Hoca Raif Efendi açmış, delegelerin isim okunarak yoklaması
yapıldıktan sonra başkanlık seçimine geçilmişti. Yapılan oylamada
Mustafa Kemal Paşa başkan seçildi.
Millî Mücadele'ye bayrak olan bir kongrenin Erzurum'da toplanışı
bir tesadüfün eseri değildi; Mondros Mütarekesi'nden sonra
müdafaa şuurunun en keskin bir şekilde meydana çıktığı bölgelerden
biri Erzurum idi. Zira Mütareke hükümlerine göre asırlarca
şehit kanıyla sulanmış Erzurum topraklarını da içine almak
üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu durum, bölgedeki
millî birlik ve mukavemet şuurunu daha da bileyledi. Keza
Kongre'ye Doğu Karadeniz il ve kasabalarını temsil etmek üzere
17 delege ile iştirak eden Trabzon'da da Pontus tehlikesi
vardı. Bölge Rumları, Mondros Mütarekesi'nden faydalanarak
Doğu Karadenız şehirlerini kapsayacak bir Pontus Rum Devleti
kurma hayali içindeydiler. Bu bakımdan Doğu Anadolu şehirleri
ile tehlike müşterekti.
Erzurum Kongresi güç şartlar altında toplanıyordu. Çünkü Kongre
üyelerinin vilâyetlerce gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin
Kongre'ye gönderilmesinde büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülkî
âmirlerin büyük kısmı, İstanbul Hükûmetinin baskısı ile delegeleri
korkutuyorlar, yola çıkmalarını engelliyorlar, hatta bazı
vilâyetler kesin olarak delege göndermemekte direniyorlardı.
Elâzığ, Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler valilik
baskısı sebebiyle yola çıkmaktan alıkonulmuşlar, dolayısıyla
Kongre'ye iştirak edememişlerdi. Bu sebeple Kongre'nin toplanabilmesi
için Müdafa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin gayretleri
yanında Mustafa Kemal Paşa tarafından da ciddî teşebbüslerde
bulunmak icap etti. Vilâyetlerin herbirine açık telgraflar
gönderilmekle beraber, bir taraftan da şifre telgraflarla
valilere, komutanlara gerektiği şekilde tebligatta bulunuldu.
Nihayet yeteri kadar temsilci getirtilip Kongre'yi toplamaya
muvaffak olundu.
İşte bu şartların oluşturduğu hava içinde gerçekleştirilen
Erzurum Kongresi, Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye
Cemiyeti Erzurum Şubesi ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti'nin
müştereken hazırladığı bir Kongre idi. O günkü mülkî taksimatta
Trabzon'un kapsadığı Doğu Karadeniz il ve il elerinden 17,
Erzurum un kapsadığı il ve ilçelerden 25, Sivas'ın kapsadığı
il ve ilçelerden 14, Bitlis'ten 4 ve Van'dan 2 delegenin iştiraki
ile toplam 62 üye ile toplanmıştı. Bugünkü idarî taksimat
gözönüne alındığı takdirde 30'a yakın Doğu Anadolu ve Doğu
Karadeniz illerini ve bunların ilçelerini kapsamaktadır.
Erzurum Kongresi'nin toplanışı ve çalışmalarına başlamasıyla
İstanbul da Saray ve Hükûmet tarafından, Anadolu'da yükselen
bu kurtuluş sesini boğmak için yoğun bir faaliyet başladı.
Ajanslarla Mustafa Kemal'in devlete başkaldıran bir asi olduğu,
Erzurum Kongresi'nin kanunsuz toplandığı ilân edildi. Mustafa
Kemal Paşayı tutuklamak için her türlü tedbire başvuruldu.
İstanbul Hükûmeti, Erzurum Kongresi'nin dağılmasını, Kongre
ye katılanların yakalanarak İstanbul Divan-ı Harbine sevklerini
emretti ise de millet fertlerini saran o zamanki millî hava
içinde hiçbir makam bu emri yerine getirmeye teşebbüs edemedi.
İşte bu derece güç şartlar içinde gerçek bir vatan aşkıyla
her türlü tehlikeyi göze alarak toplanan Erzurum Kongresi
Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türk Kurtuluş
Savaşı' nın ilk temelleri bu Kongre'de atılmış, alınan tarihî
kararlar Millî Mücadele'nin temel kurallarını oluşturmuştu.
Erzurum Kongresi kararları şu şekilde özetlenebilir: 1- Doğu
illeri ile Trabzon ve Canik sancağı hiçbir sebep ve bahane
ile Osmanlı topluluğundan ayrılması mümkün olmayan bir bütündür.
Bu demekti ki ne doğu illeri Ermenistan sevdasıyla, ne Karadeniz
illeri Pontus hulyasıyla anavatandan ayrılamayacaktır. Bu
karar, vatanı ve milleti bölmek isteyenlere karşı ilk esaslı
ihtardı. 2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı,
millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
Bu madde ile milletin, her türlü işgal ve müdahaleyi kesin
olarak reddettiği, birlik halinde direneceği bildiriliyordu.
Vatan topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahale, karşılıksız
kalmayacaktı. Millet işgal ve istilâyı birlik halinde püskürtmeye
kararlıydı. 3- Vatanın ve istiklâlin muhafaza ve teminine
İstanbul Hükûmeti muktedir olamadığı takdirde, gayeyi temin
için Anadolu'da geçici bir hükûmet kurulacaktır.
İstanbul Hükûmetinin hali ve tutumu belliydi; güçsüz ve beceriksizdi.
Memleketi Mondros Mütarekesi ile kayıtsız şartsız galip devletlere
teslim etmişti. Ülkeyi uçurumun kenarından ancak ve ancak
millî iradeye dayanan bir hükûmet kurtarabilirdi; bu mutlaka
gerçekleştirilecekti. Esasen Erzurum Kongresi bu amaca yönelik
ilk adımdı. 4- Kuva- i Milliyeyi amil ve irade-i mılliyeyi
hâkim kılmak esastır.
Kuva-yi Milliyeden kasdedilen millî kuvvetler, milletin bağrından
çıkacak millî bir ordu idi. Bu ordu, milletin kutsal gayesi
uğrunda Milletin arzu ve eğilimleri yönünde mutlaka zafere
ulaşacaktı. Milli iradeyi hakim kılmak aynı zamanda demokratik
bir esastı. Bu esasta Cumhuriyet rejiminin ilk kıvılcımlarını
sezmemek mümkün değildi. 5- Hıristiyan azınlıklara siyasî
hakimiyet ve sosyal dengemizi bozan imtiyazlar verilemez.
Memleketteki azınlıklar yer yer siyasî egemenlik davasına
kalkışmıştı. Memleket bütünlüğünü bozucu, vatanı parçalayıcı
bu gibi davranışlara imkân verilmeyecekti. Azınlıklara sosyal
dengemizi bozan ekonomik, hukuksal ve kültürel -her ne çeşit
olursa olsun- ayrıcalıklar ve üstünlükler tanınmayacaktı.
6- Manda ve himaye kabul olunamaz.
Türk milleti her şeyi göze alarak istiklâli için silâha sarılmıştı.
Hiç kimseden lûtuf ve yardım beklemiyordu; yabancı devletlerden
merhamet istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun istiklâl
mutlaka gerçekleşecekti. Parola "Ya istiklâl ya ölüm"
idi. 7- Millı Meclis'in derhal toplanmasına ve hükûmet işlerinin
meclisin denetimi altında yürütülmesine çalışılacaktır.
MilletılMe evletlerinin baskısı ve Padişah fermanı ile kapatılmış
olan clısı derhal toplanmalı, hıikûmetin millet ve memleketin
mukadderatı ile ilgili vereceği her türlü karar böyle bir
meclisin denetiminden geçirilmeliydi. Hükûmet kararları ancak
bu şekilde meşruluk kazanacaktı. 8- Milletimiz insanî ve asrî
gayeleri tebcil, fennî, sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı
takdir eder.
Bu cümle ile Türk milletinin yeniliklere açık ruhu belirtiliyordu.
Denilmek isteniyordır ki Türk milleti insanî ve uygar amaçların
değerini bilen ve kavrayan bir millettir. Nitekim Atatürk
milletin çehresini değiştiren büyük inkılâplara başladığı
zaman "yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların
gayesi, milletimizi her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir.
İnkılâplarmızın temel kuralı budur", diyecekti. Kararda
geçen "Milletimiz fennî. sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı
takdir eder" ifadesinde de harap bir memleketi bayındır
hale getirmek için gelecekte gerçekleştirilecek kalkınma hamlelerine
işaret edilmekte idi.
Erzurum Kongresi, memleketin bütününü ilgilendiren bu tarihî
kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden
sonra gelişecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemişti. Zira
Sivas Kongresi kararları, Erzurum Kongresi kararlarına dayandı.
Misak-ı Millî'nin esasında Erzurum Kongresi kararları yer
aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanış ve açılış
gerekçesi Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu. Mudanya
ve Lozan antlaşmalarının bağımsızlığı savunan ruhu; ilhamını
Erzurum Kongresi kararlarından aldı. Cumhuriyet rejiminin
ruhu, irade-i milliyeyi hâkim kılmak esasında toplandı. Ve
nihayet "Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil eder"
cümlesiyle Atatürk inkılâplarının ilk kıvılcımları Erzurum
Kongresi'nde parıldadı.
Sonuçları bakımından bu derece önem taşıyan Erzurum Kongresi
için Mustafa Kemal Paşa, kapanış konuşmasında "Tarih,
bu Kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir"
ifadesini kullandı.
Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1919 günü -kendisi adına bü- tün
yetkileri kullanacak- 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek
çalışmalarına son verdi. Şimdi Heyet-i Temsiliye'yi ve onun
başkanını büyük bir görev bekliyordu. Erzurum Kongresi'nde
parlayan kıvılcımı söndürmemek, Sivas'ta onu meş'ale haline
getirerek millî kurtuluşa daha emin adımlarla yürümek gerekiyordu.
Bu sebepledir ki Mustafa Kemal Paşa, doğu illerinin mukadderatı
için toplanan Erzurum Kongresi'ni -gayesini daha da genişleterek-
bu amaca yöneltmek istedi. Bu sebepledir ki Erzurum Kongresi'ni
Sivas Kongresi'ne bağlayarak Millî Mücadele'ye memleket yüzeyinde
genişlik kazandırdı.
Sivas Kongresi günlerinde de memleketin içinde bulunduğu ağır
mütareke şartları bütün acılığı ile devam ediyordu. Mondros
Mütarekesi'nin milletimiz aleyhirıe haksız ve insafsız bir
şekilde uygulanması, İzmir'e çıkmış olan Yunanlıların İtilâf
devletlerinden aldığı cüretle Anadolu'nun içine doğru ilerlemesi,
çeşitli şehirlerimizin işgali Sivas Kongresi günlerinde de
birbirini izledi. İşte böyle bir hava içinde Mustafa Kemal
Paşa, bir kısım Heyet-i Temsiliye üyeleriyle beraber Sivas
Kongresi'ne iştirak etmek üzere 2 Eylül 1919'da Erzurum'dan
Sivas'a geldi. Sivas, Millî Mücadele liderini emsalsiz sevgi
gösterileri ve coşkıın bir sevinçle karşıladı.
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919 günü o zamanlar "Mekteb-i
Sultanî" olarak kullanılan bir binanın salonunda, 38
delegenin iştiraki ile toplandı. Kongre 8 gün devam etti ve
11 Eylül 1919'da Heyet-i Temsiliye seçimini takiben bir beyanname
yayımlayarak çalışmalarına son verdi. İlk oturumda yapılan
oylamada Mustafa Kemal Paşa. başkan seçildi.
Erzurum Kongresi'ni takiben bütün memleketi temsil eden böylesine
önemli bir Kongre'nin özellikle Sivas'ta toplanışı, şehrin
stratejik durumu ile ilgili idi. Anadolu'nun ortasında yer
alan bu şehrimiz -mütareke şartları gereğince İtilâf devletlerini
temsilen bazı subaylar bulunmasına rağmen- işgal altında değildi.
Ulaşım bakırrıından Anadolu yollarının birleştiği bir kavşak
durumunda idi: o günkü imkânların elverdiği ölçüde çeşitli
Anadolu şehirlerine şu veya bu şekilde bağlanabiliyordu. Her
ne kadar Fransızlar Adana üzerinden, İngilizler Samsun'dan
şehri işgal tehdidinde bulunuyorlarsa da Mustafa Kemal Paşa,
böyle bir işgalin düşmana çok pahalıya mal olacağını hesaplıyordu.
Bütün bu avantajları yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas
Şubesi ,şehirde oldukça iyi teşkilâtlanmıştı.
İşte bu şartların oluşturduğu hava içinde gerçekleşen Sivas
Kongresi doğrudan doğruya Mustafa Kemal'in çağrısı üzerine
toplanmış , bir millî kongredir. Kongre nin 38 üyesinden 31'ini
Batı ve Orta Anadolu illerinden gelen üyeler, 7'sini ise Doğu
Anadolu illerini temsilen Erzurum Kongresi'nce seçilen Heyet-i
Temsiliye oluşturmuştu. Böylece Batı ve Orta Anadolu illerinden
seçilen delegelerle Doğu illerini temsilen gelen Heyet-i Temsiliye,
Sivas Kongresi'ne memleket çapında bir genişlik ve bütünlük
kazandırdı
Tarihî bir gerçek olarak belirtmek gerekir ki Sivas Kongresi'nin
toplanışı sırasında da Erzurum Kongresi'nde olduğu gibi İstanbul
Hükûmeti ve idarecileri büyük engeller çıkardılar. Bu sebepledir
ki Ankara ve diğer bazı şehirlerimizden valilik baskısı ile
delege seçilemedi. Bazı vilâyetlerden seçilen delegeler de
aynı baskı nedeniyle yola çıkmaktan alıkonuldu, dolayısıyla
Kongre'ye iştirak edemedi.
Sivas Kongresi'nin toplanı`ırıaması için Sivas'ta bulunan
Fransız Jandarma Müfettişi Brüno da baskı yaptı. Vali Reşit
Paşa ile görüşerek böyle bir Kongre gerçekleştiği takdirde
Sivas'ın işgal edileceğini ve Kongre'nin dağıtılacağını bildirdi.
İngilizler de Samsun üzerinden Sivas'ı işgal edecekleri tehdidinde
bulundular. Fakat Mustafa Kemal'in her güçlüğü aşan azmi önünde,
bütün bu tehditler sonuçsuz kaldı.
İstanbul Hükûmeti Erzurum Kongresi'nde yaptığı gibi Sivas
Kongresi sırasında da bütün gücüyle Mustafa Kemal'i tevkife
yönelmişti. Anadolu'nun hemen her valisine telgraflar çekilerek
Mustafa Kemal'in ne pahasına olursa olsun tutuklanarak İstanbul'a
gönderilmesi isteniyordu. Bunu gerçekleştirmek üzere valiliklere,
mutasarrıflıklara yeni atamalar yapıldı. Fakat hiçbir idareci,
şahlanan millî irade ve miUî hava içinde İstanbul Hükûmetinin
isteklerini yerine getirmek cesaretini gösteremedi.
Sivas Kongresi'nin diğer bir özelliği de delegelerin vatanın
kurtuluşu ve milletin mutluluğundan başka hiçbir kişisel maksat
izlemeyeceklerine, mevcut siyasî partilerden hiçbirinin amaçlanna
hizmet etmeyeceklerine dair Kongre'de yemin etmeleri olmuştu.
Bu suretle Millî Mücadele'nin hiçbir siyasî parti adına yapılmadığı,
tamamen milleti ve memleketi kurtarma amacına yönelik bir
hareket olduğu açıkça belirtilmiş oluyordu. Sivas Kongresi
kararları şu şekilde özetlenebilir: 1- Millî sınırlar içinde
bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.
Evvelce toplanan Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz
vilâyetlerinin hiçbir sebep ve bahane ile anavatandan ayrılamayacağını
ilân etmişti. Sivas Kongresi sahip olduğu tam yetki ile bu
karara bütün memleketi kapsayan bir genişlik kazandırdı. 2-
Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak
kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
Erzurum Kongresi'ni toplanmaya davet eden başlıca tehlike
Doğu Karadeniz Bölgesinde kurulması
düşünülen Pontus Rum devleti ile Doğu Anadolu illerini içine
kalacak bir Ermenistan tehlikesi idi. Sivas Kongresi, batıdan
gelen Yunan tehlikesini de göz- önüne alarak, vatan topraklarına
yönelik hiçbir işgal ve müdahalenin karşılıksız kalmayacağını
mütecaviz düşmana açıkça bildiriyordu. 3- İstanbul Hükûmeti,
haricî bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını
terk mecburiyetinde kalırsa vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü
temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
Bu madde ile İstanbul Hükûmetinin millet menfaatlerine aykırı
herhangi üir karar veya davranışına milletin kayıtsız kalmayacağı,
gerektiğinde millî iradeye dayanan bir hükûmetin derhal kurulacağı
açıkça belirtiliyordu. 4- Kuva-yı milliyeyi âmil ve irade-i
milliyeyi hâkim kılmak esastır.
Erzurum Kongresi'nde belirlenen bu kural, Sivas Kongresi'nde
perçinleştiriliyordu, Memleketi kurtaracak tek kuvvet, millî
ordu idi. Bu ordu, milletin iradesi ve eğilimleri yönünde
savaşacâk, bağımsızlık mutlaka gerçekleşecekti. Millet artık
egemenliği- ni kendi eline almıştı; kendi hâkimiyetinden başka
hiçbir güç tanımıyordu. Bu esas gelecekteki Cumhuriyet rejiminin
esasırtı oluşturuyordu. 5- Manda ve himaye kabul olunamaz.
Erzurum Kongresi'nde karar altına alınan bu görüş, Sivas Kongresi'nce
de onaylanarak Millî Mücadele'nin temel kuralı haline getiriliyordu.
Millî kurtuluş hareketinin parolası hiçbir devletin merhametine
sığınmaksızın" Ya istiklal ya ölüm!" dü. 6- Millî
iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması
mecburidir.
Erzurum Kongresi kararlarında da belirtilen bu istek, artık
bir mecburiyet olarak gösteriliyordu. Aksi takdirde hükûmet
kararları millî iradeyi yansıtmayacaktı. 7- Aynı gaye ile
millî vicdandan doğan cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir.
Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölgelerindeki
millî cemiyetleri "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"
adıyla bir merkezde toplamıştı. Sivas Kongresi, bu örgüte
-bütün Anadolu ve Rumeli Cemiyetlerini de içine almak üzere-
memleket çapında bütünlük kazandırdı. 8- Mukaddes maksadı
ve umumî teşkilâtı idare için Kongre tarafından bir Heyet-i
Temsiliye seçilmiştir.
Erzurum Kongresi, Doğu illerini temsilen 9 kişilik bir Heyet-i
Temsiliye seçmişti. Sivas Kongresi'nce 6 kişi daha seçilmek
suretiyle "Heyet-i Temsiliye" genişletilmiş, bu
suretle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar memleket
mukadderatında yegâne söz sahibi bir kurul oluşturulmuştu.
Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek,
bu kararlara bütün memleketi kapsayan bir nitelik kazandırması
bakımından İnkılâp Tarihimizde büyük öneme sahip bir Kongre'dir.
Üyelerinin, bütün memlekete şamil olması sebebiyle de Millî
Mücadele başlangıcında Türkiye'nin mukadderatını çizen, bütün
milletin tek vücut halinde birlik olduğunu dünyaya ilân eden
millî bir Kongre'dir. Bunun içindir ki tesirleri Erzurum Kongresi'nden
daha geniş oldu.
Sivas Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal Paşa'nın amacı en
kısa zamanda Anadolu'da millet temsilcilerinden oluşan bir
meclis toplamak ve bu meclisin kuracağı hükûmet ile Millî
Mücadele'yi bir merkezden idare etmek idi. Dâhi adam, bu büyük
işi gerçekleştirmek üzere Sivas Kongresi'nden sonra da Heyet-i
Temsiliye Reisi sıfatıyla millî teşkilâtın kuvvetlenmesi yolunda
-bütün engelleri aşarak- azimle çalıştı. Bu devre esnasında
Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye i1e temas temini ve anlaşma
zemini arayan İstanbul Hükûmeti, temsilcileri vasıtasıyla
20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında Amasya'da onunla görüşmüş
ve bir Millet Meclisi toplanmasına ikna olmuştu. Bu görüşme
İnkılâp Tarihimizde "Amasya Mülâkatı" olarak bilinmektedir.
Mustafa Kemal, Meclisin Anadolu'da toplanmasını istemesine
rağmen, Meclis 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Fakat
İngilizlerin ve gerekse onlara âlet durumunda olan hükûmet
adamlarının baskısı sebebiyle olumlu bir faaliyet gösteremedi.
Sadece Erzurum ve Sivas Kongrelerinin esaslarını "Misak-ı
Millî" halinde kabul ve ilân etti.
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919'da bir kısım arkadaşları
ve Heyet-i Temsiliye üyeleri i1e beraber Ankara'ya gelmişti.
Artık Millî Mücadele Ankara'dan yönetiliyor, İstanbul'daki
asker ve sivil birçok vatansever, Bağımsızlık Savaşında görev
almak üzere Ankara'ya geliyordu. Bir süre sonra,16 Mart 1920
tarihinde İstanbul, İtilâf devletleri tarafından fülen işgal
edildi; şehir yabancılar tarafından tamamen askerî kontrol
altına alınmıştı. Bu şartlar altında Meclis de faaliyet gösteremeyeceğini
anlayarak dağıldı; zaten bu sıralarda milletvekillerinin bir
kısmı da İngilizler tarafından tutuklanmış bulunuyordu.
Mustafa Kemal, İstanbul'un işgali üzerine valiliklere ve kolordu
komutanlıklarına talimat vererek Ankara'da toplanacak fevkalâde
salâhiyete sahip bir meclise yeni temsilciler seçmelerini
bildirdi. Seçimler sür'atle sonuçlandi. Nihayet 23 Nisan 1920'de
yurdun her bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet
iradesini ve egemenliğini temsil eden bu Meclise ve onun hükümetine
de başkan seçilerek artık Türk bağımsızlık mücadelesinin her
bakımdan, askerî, siyasî ve sosyal lideri oldu. Ama memleketin
içinde bulunduğu şartlar, kendisinin omuzlarına yüklenen görevi
gerçekten çok ağırdı. Tarihten silinmek istenen bir milletin
ölüm kalım savaşının,. istiklâl mücadelesinin Iiderliğini
yapıyordu.
Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, milli bir hükûmetin
kurulması üzerine Padişah ve İstanbul Hükûmeti de millî mücadeleyi
daha geniş ölçüde baltalama yollarına sapmıştı. Anadolu'da
binbir fedakârlıkla oluşturulan millî kuvvetlere karşı halife
ve padişah orduları kuruluyor, başta Atatürk olmak üzere Millî
Mücadele kahramanları, âsi sayılarak idama mahkûm edilmiş
bulunuyordu. Diğer taraftan İzmir'e çıkan Yunanlılar da Anadolu
içlerine doğru taarruza hazırlânıyordu. Mütareke ile örgütlü
ordu resmen dağıtılmış, silâhları alınmış olduğundan, işgal
altındaki yörelerde düşmana ancak mahallî kuvvetler ve gönüllü
müfrezeler karşı koyuyordu. Bu düşman saldırılarının yanı
sıra Anadolu'nun bazı yörelerinde Anzavur gibi, Çopur Musa
gibi, Postacı Nâzım gibi aldatılmış kişilerin elebaşılık ettiği
iç isyanlar devam ediyordu.
Bütün bu iç ve dış güçlüklere, zor şartlara rağmen Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, kısa zamanda duruma hakim olarak
düşman kuvvetlerine karşı çeşitli cephelerde büyük başarılar
kazanmaya başladı. Doğu cephesinde XV. Kolordu Komutanı Kâzım
Karabekir komutasındaki kuvvetlerimiz büyük başarılar kazandı.
Bu bölgede Oltu, Sarıkamış ve Kars'ı işgal suretiyle sınır
şehirlerimize tecavüz eden Ermenilere karşı 28 Eylül 1920'de
taarruza geçilerek, merkezi Erivan'da bulunan Ermeni Cumhuriyeti
ordusu mağlup edildi ve 29 Eylül 1920'de Sarıkamış, 30 Ekim
1920'de Kars tekrar geri alındı. Ermenilerin barış isteği
üzerine 2/3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalanarak savaşa
son verildi. Gürcistan'a da Ardahan ve Artvin vilâyetlerimiz
tahliye ettirildi.
Güney cephesinde de Adana, Urfa, Antep ve Maraş bölgelerirıde
Fransız birlikleriyle mahallî kuvve'tler arasında şiddetli
çatışmalar oluyordu. Sonuçta Fransızlar 12 Şubat 1920'de Maraş'tan,
11 Nisan 1920 günü de Urfa'dan çekilmek zorunda kaldılar.
21 Ekim 1921'de Fransızlarla yapılan "Ankara Antlaşması"
Adana, Mersin, Gaziantep ve diğer bazı şehirlerimizin kurtuluşuna
uzandı.
Yunanlılar 1920 Haziranında, Ankara'da kurulan iki aylık yeni
hükûmetin içinde bulunduğu güç şartlardan yararlanarak 22
Haziran 1920 günü Batı Cephesinde umumî taarruza geçmişler,
büyük kısmı ile gönüllülerden oluşan kuvay-ı milliye cephesini
yararak 8 Temmuz 1920 günü Bursa'yı, 29 Ağustos 1920 günü
de Uşak'ı işgal etmişlerdi. Bu olaylar seyrederken Padişah
ve İstanbul Hükûmeti de 10 Ağustos 1920'de İtilâf devletleriyle
Sevr Antlaşmasını imzalamak suretiyle dış düşmanlarımızla
birleşmiş oluyordu.
Yunanlıların Batı cephesinde ilerleyişi, birçok bölgelerin
kuvvet yetersizliği sebebiyle işgal edilmesi üzerine Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, cephe komutanları
ile görüşmüş, artık gönüllü kuvvetler yerine düzenli bir ordu
kurulması gereğini ilgililere bildirmişti. Çünkü olaylar gösteriyordu
ki, millî mücadelenin başarısı, bütün kuvvetlerin tek bir
otnrite altında toplanmalarına bağlı idi. Bu da millî müfrezelerin,
milis kuvvetlerinin, gönüllü teşkilâtların ordu içinde düzenli
kıtalar haline getirilmesini gerektiriyordu. Çete halinde
dağınık savaşa son verilecek, bütün millî müfrezeler ve gönüllü
kuvvetler ordu içinde disiplin ve eğitime tabi tutulacaktı.
Artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kema1
Paşa, Millî Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa ve Genelkurmay
Başkanı ve aynı zamanda Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet
Bey, bütün çalışmalarını düzenli ordunun gerçekleşmesine vermişlerdir.
Bu aylar, millî mücadele tarihimizin gerçekten en buhranlı,
en çetin aylarıdır.
Şimdi 1920 yılının Aralık sonlarındayız. Bir çok millî müfreze,
gönüllü örgüt sür'atle millî ordu içinde toplanmaktadır. Ne
çare ki ellerinde bir kısım kuvvet bulunan Çerkez Ethem ve
kardeşleri, Batı Cephesi kuvvetlerine bağlı kalmak istememişler,
başlarına buyruk bir siyaset izleme yoluna gitmişlerdi. Bunlar,
Millî Mücadele'nin güç zamanlarında başardıkları bazı işlerin
verdiği şımarıklıkla bulundukları bölgelerde sivil memurları
diledikleri gibi azlediyor, değiştiriyor, kendilerine göre
atamalar yapıyorlardı. Batı Cephesi, tek komuta altında örgütlendikçe,
düzenli kuvvetler haline geldikçe, Ethem ve kardeşlerinin
huzurları daha da kaçıyor, Batı Cephesi yanında Ankara Hükûmeti'ne,
hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dil uzatmaktan çekinmiyorlardı.
Artık tutumları, millî hükûmete karşı bir isyan halini almıştı.
Durum gerçekten nazikti. Binbir emek ve fedakârlıkla kurulan
düzenli orduda emir ve komuta birliğini temin bakımından bu
sorunun, kesin şekilde çözümlenmesi gerekiyordu. Zira Ethem
müfrezesi ordu içinde kaldıkça hiçbir zafer kazanılamayacağı
gibi, aksine bu âsi kuvvetler her başarıda orduya ayakbağı
olacaktı. Bu sebeple hükûmet Çerkez Ethem kuvvetlerinin ortadan
kaldırılmasına karar verdi.
29 Aralık 1920 günü Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey'le Güney
Cephesi Komutanı Albay Refet Bey, Çerke.z Ethem ve kuvvetlerini
ortadan kaldırmak üzere ileri harekete geçtiler. Kütahya yörelerinde
bulunan Çerkez Ethem kuvvetleri, Batı Cephesi kuvvetlerin
Kütahya'yı işgali üzerine Gediz'e çekildi. Millî kuvvetler,
âsileri takiple 5 Ocak 1921 günü Gediz'i de işgal edince Çerkez
Ethem müfrezesi Simav yönüne çekilmek mecburiyetinde kaldı.
İşte şimdi Millî Mücadele'nin en dramatik anları yaşanmaktadır.
Batı Cephesi kuvvetleri Çerkez Ethem isyanını bastırmak üzere,
eski harp mevzilerinden çok uzaklaşmışlar, Gediz'e kadar ulaşmışlardır.
Çerkez Ethem'i takip sebebiyle cephelerin boşaltıldığını,
askerlerin mevzilerden uzaklaştığını haber alan Yunanlılar,
içinde bulunduğumuz bu iç buhranı, Ankara Hükûmeti'nin bu
çetin ve zor ânını kendileri için büyük bir fırsat bilerek
6 Ocak 1921 günü hem Bursa, hem Uşak cephelerinden sür'atle
ileri yürüyüşe geçtiler. Amaçları, Türk kuvvetlerini, zayıflayan
mevzilerinde âniden bastırıp mağlup etmek, bu suretle Eskişehir
ve Afyon'u ele geçirerek kendilerine Ankara yolunu açmaktı.
Bu plan gerçekleştirildiği takdirde, henüz sekiz aylık millî
hükûmeti doğduğu yerde boğmak, kolayca ortadan kaldırmak güya
mümkün olacaktı.
Düşmanın, taarruz hedefi olarak seçtiği Eskişehir de, Afyon
da askerî yönden önemli kavşaklardı. Bu şehirlerimizin elden
çıkışı, önemli demiryollarının da düşman eline geçmesi demekti.
Hele, Bursa ve Uşak Cephelerinden ilerleyen düşman kolları,
Kütahya önlerinde birleşme imkânı bulursa, Çerkez Ethem'e
karşı geride bırakılan kuvvetlerimizi de arkadan vurabilirdi.
İşte mağlubiyetimiz halinde ortaya çıkacak korkunç tablo bu
idi.
Düşman taarruzu i1e gelişen bu kritik durum üzerine, Batı
ve Güney Cephesi komutanları vaziyeti görüşerek, ister istemez
Çerkez Ethem'in takibine ara vermeyi ve Kütahya ve Gediz'e
kadar gelmiş olan kuvvetlerimizin büyük kısmını vakit geçirmeksizin
İnönü ve Dumlupınar mevzilerine sevketmeyi kararlaştırdılar.
Ancak Batı Cephesi kuvvetlerinin şimdi bulundukları Gediz
ve Kütahya yöreleri ile İnönü mevzileri arasında 3 günlük
bir yol vardı. Eğer Yunanlılar, bizden daha önce İnönü mevzilerine
ulaşabilirlerse mukavemetsiz, Eskişehir'e kadar yol almış
olacaklardı. O halde yapılacak iş, son sür'atle İnönü mevzilerine
yetişerek ilerleyen düşmanı burada durdurmak olacaktı. Bu
amaçla Çerkez Ethem ve kardeşlerine karşı bir kısım kuvvet,
Kütahya yöresinde bırakılarak, geri kalan kuvvetler İnönü
mevzilerine hareket ettirildi. Keza üç misli düşman kuvvetine
karşı İnönü mevzilerini da- ha da takviye etmek üzere, Ankara'da
yeni kurulmakta olan 4. Tümen de Cepheye çağrıldı. Ethem'in
takibine ara vererek Kütahya'dan hareket eden 11. Tümen de
9 Ocak sabahı, İnönü mevzilerine varmıştı.
Öte yandan Yunanlılar sür'âtle ilerleyerek, 8 Ocak 1921 günü
Çivril ve Pazarcık'ı, 9 Ocak sabahı da Bilecik ve Bozüyük'ü
işgal ettiler. Fakat bütün bu işgallere, güç şartlara, iki
ayrı düşmanla savaş mecburiyetine rağmen sonucun zaferle biteceği
hususunda başta Atatüxk olmak üzere Millî Mücadele liderlerinin
inançları asla sarsılmamıştı. Atatürk, 8 Ocak 1921 günü Türkiye
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden şunları söylüyordu: "Efendiler!
Dahilde ve hariçteki düşmanlarımız ister çok, ister az olsun,
faaliyetlerinin genişliği ne olursa olsun, kesin başarı, son
başarı meşru bir ama izleyenlerde olacaktır."
I. İnönü Muharebesi, 9 Ocak 1921 günü öğleden sonra Yunanlıların
Bozüyük yönünden şiddetli taarruzu ile başladı. Ufak bir köyden
ismini alan İnönü, şimdi Türk Kurtuluş Savaşında dönüm noktası
olacak bir muharebeye sahne oluyordu. Ve yıllar sonrâ bu muharebeyi
idare eden komutana, Atatürk tarafından "İnönü"
soyadı verilecekti.
Muharebenin ilk günü Batı Cephesi kuvvetleri ile Yunanlılar
arasında çok çetin çarpışmalar oldu. Yunanlıların her taarruzu,
karşı taarruzla cansiperane püskürtülüyor, ilerlemelerine
imkân verilmiyordu. Anlaşılan düşman, umduğunu bulamamıştı.
İnönü mevzilerinde boş cepheler yerine, Türk kuvvetlerinin
piyade ve topçu ateşiyle karşılaşmaları, onlar gerçekten şaşırtmıştı.
Muharebe,10 Ocak günü de sabahtan akşama kadar bütün şiddetiyle
devam etti. Bu sabah, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey
de Gediz'den muharebe meydanına gelmiş, savaşı bizzat ateş
hattında idareye başlamıştı. Bir ara bir alay kadar düşman
kuvveti, mevzilerimizdeki bir boşluktan istifade ederek Batı
Cephesinin karargâhı bulunan İnönü istasyonunun kuzevine kadar
sokulmaya muvaffak oldu. Bu kritik vaziyet karşısında cep-
he karargâhı istasyondan alınarak sür'atle İnönü köyüne nakledildi
ve cephenin bu kesimi kuvvet kaydırarak takviye edildi.
Askerlerimiz bugün de, aralıksız devam eden düşman taarruzlarını,
bir an gerilemeksizin göğüslüyorlar; Yunanlıların ilerlemesine
imkân bırakmıyorlardı. Şüphesiz ki ordumuz, bu taarruzlar
karşısında ağır zayiat veriyor; ama canından aziz bildiği
kutsal vatan topraklarını her ne pahasına olursa olsun, savunmadan
geri kalmıyordu. En nihayet tükenen, gücü kırılan düşman oldu.
2 gündür devam eden taarruzlarından bir başarı elde edemediğini,
edemeyeceğini anladı.
|
|