Mustafa Kemal Atatürk,1881 yılında Selânik'te doğdu. Babası
Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Ali Rıza Efendi
Selânik yerlilerindendi. Uzak dedeleri Vidin'den ayrılarak
Serez'de yerleşmişler, oradan da Selânik'e gelmişlerdi. A1i
Rıza Efendi, hayatının ilk devirlerinde gümrük memurluğu yapmış,
daha sonraları memuriyeti terkederek kereste ticareti ile
meşgul olmuştu. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım da Selânik
yakınlannda Langaza adı verilen kasabada yerleşmiş eski bir
Türk ailesine mensuptu. Bu aile, soy olarak Anadolu'dan Rumeli'ye
geçmiş yörüklerdendi ve 'Varyemez oğulları' olarak tanınıyorlardı.
Bu ailenin Langaza'da büyük çiftlikleri vardı; tarım yanında
hayvancılıkla meşgul idiler.
1871 yılında Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi'nin
henüz elli yaşlarında iken 1888 yılında ölmesi üzerine, yedi-sekiz
yaşlarında yetim kalan küçük Mustafa'nın büyütülmesi ve yetiştirilmesi
görevi, büyük Türk kadını Zübeyde Hanım'a düştü.
Küçük Mustafa, ilk öğrenimine bir süre annesinin arzusuna
uyarak Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde devam etti;
fakat çok geçmeden babasının isteği ile Selânik'te çağdaş
eğitim yapan Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti ve ilkokulu burada
bitirdi. Şemsi Efendi, yeni öğrencisinin yeteneklerini ve
zekâsını takdir ettiğinden, küçük Mustafa'nın kendi okulunda
bulunmasından son derece memnundu. Küçük Mustafa, bu okulda
okurken babası öldü. Bu sıralarda isimleri Makbule ve Naciye
olmak üzere kendisinden küçük iki kız kardeşi bulunuyordu.
Babaları öldüğü zaman küçük Mustafa yedi, Makbule bir yaşını
henüz doldurmuştu; Naciye ise kırk günlüktü. Bu en küçük kardeşleri
genç kız iken Selânik'te öldü.
Ali Rıza Efendi'nin ölümü üzerine, Zübeyde Hanım üç çocuğu
ile bir süre Selânik yakınlarındaki Rapla çiftliğinde subaşılık
yapan kardeşi Hüseyin Efendi'nin yanına yerleşti. Çiftlik
hayatı nederiyle küçük Mustafa'nın öğrenimi ister istemez
bir süre aksamıştı. Fakat çok geçmeden Selânik'e dönerek halasının
yanında, bıraktığı yerden öğrenimine devam etti.
Küçük Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulu'ndan sonra bir süre Selânik
Mülkiye Rüştiyesi'ne devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça
öğretmeninin kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine
bu okuldan ayrıldı ve 1893 yılında kendi kararı ile Askerî
Rüştiye'ye müracaat ederek öğrenimine burada devam etti. Yazları,
dayısı Hüseyin Efendi'nin yanına gider, okul zamanına kadar
çiftlikte kalırdı. Mustafa bu okulu gerçekten sevmişti. Arkadaşları
arasında zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini
gösterdi ve öğretmenlerinin sevgisini kazandı; öğretmenleri
neredeyse kendisine bir arkadaş muamelesi yapma gereğini hissetmişlerdi.
Bu okulda matematik öğretmenliği yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi,
genç öğrencisinin yetenekleri ve zekâsı karşısında sınıftaki
diğer Mustafa'larla aralarındaki farkı belirtmek üzere öğrencisinin
adının sonuna "Kemal" ismini ilâve etti. Artık genç
öğrenci Mustafa Kemal olmuştu.
Mustafa Kemal, Selânik Askerî Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra
1896 yılında Manastır Askerî İdadisi'ne girdi. Burada Ömer
Naci i1e arkadaşlık etti. İlerde ünlü bir hatip olarak tanınacak
olan bu kişi, Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde
etkin rol oynadı. Yakın arkadaşlanndan biri olacak olan Ali
Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Genç Mustafa Kemal,
askerî öğreniminin yanısıra yabancı dil öğrenimini de ihmal
etmiyor; yazları izinli olarak Selânik'e döndüğü zaman Fransızca
dersleri alıyordu.
Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisi'ni de başarı ile
bitirerek 13 Mart 1899 tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na
girdi. 3 senelik başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10
Şubat 1902'de bu okulu Teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine
Harp Akademisi'nde devam etti.1903 yılında Üsteğmen olmuştu.11
Ocak 1905 tarihinde de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi'nden
mezun oldu. Harp Okulu'nda ve Harp Akademisi'nde de zekâsı,
yetenekleri ve üstün kişiliği ile kendisini arkadaşlarına
ve hocalarına tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı.
Askerlik derslerine büyük ilgisi yanında matematiğe, edebiyata
ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eğilimi vardı. Harbiye'de
ve Harp Akademisi'nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi,
düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın
ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir istibdat idaresi
idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince
gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimi oluşu, onun
herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber
Harp Akademisi'nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat
ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe
çekerek birkaç ay İstanbul'da tutuklu kaldı; sonra bir nevi
sürgün olarak vazife ile 5 Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine,
Şam'a atandı.
Şam'da 5. Ordu'nun emrinde kaldığı üç yıl içinde Suriye'nin
hemen her yerini görevle dolaşmış, memleket idaresindeki aksaklıkları,
ordunun eğitim ve öğretimindeki eksiklikleri daha da yakından
görmüştü. Mustafa Kemal, burada 1906 yılı Ekim ayı içinde
güvendiği bazı arkadaşlarıyla gizli olarak "Vatan ve
Hürriyet Cemiyeti"ni kurdu. Bu arkadaşlarıyla beraber
Beyrut, Yafa ve Kudüs'te de kurdukları cemiyeti genişletti.
Bir ara gizli olarak Mısır ve Yunanistan yoluyla Selânik'e
geçerek burada da "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"nin
bir şubesini açtı ve tekrar Şam'a döndü. Şam'dan uzaklaşışı
hükûmetçe duyuldu ise de âmirleri kendisini koruduğundan bir
ceza yoluna gidilmedi. Bir süre daha Şam'da kaldı. Bu sıralarda
20 Haziran 1907 tarihinde Kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu
ve Şam'daki Ordunun Kurmay Başkanlığında bir göreve getirildi.
Mustafa Kemal 13 Ekim 1907'de merkezi Manastır'da bulunan
3. Ordu Karargâhına atandı. Bu Karargâhın Selânik'teki şubesinde
çalışmak üzere Selânik e geldi. Bu sıralarda Selânik'teki
"Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" üyelerini de içine
almış olan ittihat ve Terakki Cemiyeti" faaliyet halinde
idi. Mustafa Kemal de Selânik'e gelişini takiben bu cemiyete
dahil olarak hizmet görmeye başladı. Memleketin istibdat idaresinden
kurtarılması, yapılacak yenilikler onun da baş düşüncesiydi.
Selânik'e gelişini takiben kısa bir süre sonra 22 Hazıran
1908 de Üsküp-Selânik arasındaki demiryolu müfettişliği de
3. Ordu Karargâhındaki görevine ek olarak kendisine verildi.
Bu esnada Rumeli'de büyük faaliyet gösteren "İttihat
ve Terakki Cemiyeti" Abdülhamit'i,1876 Anayasasını yeniden
yürürlüğe koymaya ve kapatılan Meclis-i Mebusan'ı tekrar toplantıya
çağırmaya zorlamaktadır. "Ittihat ve Terakki Cemiyeti
nin bu girişimleri adım adım II. Meşrutiyetin ilânına uzandı.
23 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet ilân edildiği zaman
Mustafa Kemal, Kolağası rütbesiyle Selânik'te askerî görevini
sürdürmekte, bir yandan da "İttihat ve Terakki Cemiyeti"
içinde çalışarak İstanbul'daki siyasi gelişmeleri yakından
izlemektedir. O, II. Meşrutiyet gibi büyük bir inkılâbı takiben
yapılanları kâfi görmüyor; bu fırsattan yararlanılarak memlekette
daha büyük ve daha köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesi
gereğine inanıyordu.Fakat kendisinin görüşleri "İttihat
ve Terakki Cemiyeti ileri gelenlerinin görüş ve düşüncelerine
uymadı. Buna rağmen fikirleriyle zamanın söz sahibi kişilerini
uyarmaktan da çekinmiyordu.
II. Meşrutiyet'in ilânı üzerinden henüz bir sene geçmemişti
ki İstanbul'da 13 Nisan 1909'da bu harekete karşı, gerici
çevrelerce desteklenen büyük bir isyan gelişti. Mustafa Kemal,
31 Mart Vak'ası olarak bilinen bu isyanı bastırmak üzere Rumeli
de oluşturulan Hareket Ordusu'nun Kurmay Başkanlığına getirildi
ve bu ordu ile 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul'a geldi. Hareket
Ordusu'nun gerek yolda gerekse İstanbul'daki sevk ve idaresinde
Kurmay Başkanı olarak önemli hizmetler gördü. Hareket Ordusu'nun
İstânbul'a girdiği gün halka hitaben yayımlanan beyannameyi
kendisi yazmıştı. Hareket Ordusu'nun duruma hakim oluşundan
sonra Abdülhamit tahttan indirildi, yerine Sultan Reşat getirildi.
Mustafa Kemal, bu gerici olayın bastırılmasından sonra İstanbul'da
çok kalmayarak 16 Mayıs 1909'da tekrar Selânik'e döndü. Bu
sıralarda Selânik ve çevresinde yapılan mânevralarda, tatbikatlarda
düşünce ve görüşlerini cesaretle savunuyor; bu ise bazı üstlerinin
dikkatini çekerken bazılarının da tahammülsüzlüğüne sebep
oluyordu. Kendisi, bir yandan da askerî eğitim konuları üzerinde
telif ve tercüme eserler hazırlıyordu.
O, II. Meşrutiyet'i takiben Ordu'nun "İttihat ve Terakki
Cemiyeti" ile sıkı alâkasının ve siyasete karışmasının
tehlikelerini sezinlemeye başlamış, bu görüşlerini 22 Eylül
1909'da Selânik'te toplanan "İttihat ve Terakki Bûyük
Kongresi"nde açıkça dile getirmişti. Fâkat Cemiyetin
önde gelenleri onun bu görüşlerini paylaşmadılar. Mustafa
Kemal de kendisini Cemiyetten uzak tutarak doğrudan doğruya
askeri vazifesine verdi. "İttihat ve Terakki Cemiyeti"
ile anlaşmazlığı ve aralarının açılması böyle başladı.
Mustafa Kemal, Selânik'teki görevini başarı i1e yürütürken
1910 yılı Eylül ayında Pik2ırdi manevralarını izleme amacıyla
Fransa'ya gönderildi. Burada Fransız Ordusunu ve komutanlarını
yakından tanıdı. Selânik'e dönüşünden kısa süre sonra 1911
Mart'ında Arnavutluk'ta bir isyan çıktı. Bu isyanı bastırmak
üzere düzenlenen harekâtta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın
yanında görev aldı.
Mustafa Kemal, 15 Ocak 1911'de 3. Ordu Karargâhındaki görevinden
alınarak evvelâ 5. Kolordu Karargâhında, daha sonra yine Selânik'te
bulunan 38. Piyade Alayı'nda görevlendirildi. Bu atamadan
amaç, kendisine kıta hizmeti gördürerek onu başarısızlığa
sürüklemek; bu suretle şevk ve hevesini bir ölçüde kırmak
idi. Ama O, bu görevde de büyük başarılar gösterdi; eskiden
olduğu gibi yine kumandanlarının, arkadaşlarının sevgi ve
saygısını kazandı. Selânik garnizonundaki subaylar gittikçe
onun etrafında toplanıyorlardı. Bu durum 3. Ordu Müfettişliğinin
hoşuna gitmedi. Onu Selânik'teki vazifesinden ayırarak 27
Eylül 1911 tarihinde İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığında
bir göreve tayin ettiler. Mustafa Kemal bu atama üzerine İstanbul'a
gelerek bir süre Genelkurmay Başkanlığında çalıştı.
5 Ekim 1911'de İtalyanlar Trablusgarp'a hücum ederek istilâ
hareketlerine başlamışlardı. Mustafa Kemal, bu bölgede görev
almak üzere 15 Ekim 1911'de İstanbul'dan ayrıldı. Trablusgarp'a
gelişini takiben bir süre Tobruk ve Derne Bölgelerinde gönüllü
mahalli kuvvetlerin başında bulundu.12 Mart 1912 de Derne
Komutanlığına getirildi. Bu sıralarda 27 Kasim 1911 tarihinde
binbaşılığa terfi etti.
1912 yılı Ekiminde Balkan Harbi başlamıştı. Mustafa Kemal,
24 Ekim 1912'de Trablusgarp'tan hareket ederek İstanbul'a
geldi. 21 Kasım 1912'de Gelibolu'da bulunan Bahr-i Sefîd (Akdeniz)
Boğazı Kuvay-ı Mürettebesi Komutanlığı Harekât Şubesi Müdürlüğüne
atandı. Bu atama üzerine Gelibolu ya geldi. Olaylar süratle
gelişmiş, baba memleketi Selânik düşmüş, Bulgar Ordusu ilerleyerek
Çatalca'ya kadar gelmişti. Bu elim vaziyet kendisini çok üzdü.
Bu cephede bir süre sonra Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanlığına
getirildi. Bu görevde iken Dimetoka ve Edirne'nin düşmandan
geri alınışında büyük hizmetleri gördü.
Mustafa Kemal, Balkan Harbinden sonra, 27 Ekim 1913 tarihinde
Sofya Ataşemiliterliğine atandı.11 Ocak 1914 tarihinden itibaren
Belgrat ve Çetine Ataşemiliterliklerini yürütme görevi de
kendisine verildi. Sofya Ataşemiliterliğine atandığı günlerde
yakın arkadaşı Ali Fethi (Okyar) de Sofya Elçiliğine atanmıştı.
Mustafa Kemal Sofya Ataşemiliterliği esnasında 1 Mart 1914
tarihinde yarbaylığa terfi etti.1915 yılı Ocak sonlarına kadar
Sofya'da kaldı.
Bu sıralarda 1 Ağustos 1914'te Almanya'nın Rusya'ya harp ilanı
ile I. Dünya Savaşı başlamıştı. Mustafa Kema1 gelişen siyasi
ve askeri olayları büyük bir dikkatle izlemekte; bir taraftan
da görüş ve düşüncelerini Harbiye Nezaretine bildirmekte idi.
Ona göre katılma zorunlu hale gelmedikçe Osmanlı Devleti bu
büyük savaşın dışında kalmalıydı. Ancak olayların süratle
gelişmesi 29 Ekim 1914'te Osmanlı Devletini de ister istemez
İttifak Devletleri yanında harbe girmek mecburiyetinde bıraktı.
Mustafa Kema1 bu gelişmeler üzerine Başkumandanlıktan kendisine
faal bir hizmet istedi ise de uzun süre bu isteği yerine getirilmedi.
Nihayet ısrarı üzerine, kendisini 20 Ocak 1915 tarihinde,
Tekirdağ'da teşkil edilecek 19. Tümen Komutanlığına tayin
ettiler. Mustafa Kemal, bu tayin üzerine Sofya dan ayrılarak
İstanbul a döndü; derhal yeni görev yerine hareket ederek
Tümenini kurdu. Bu Tümen kısa süre sonra görülen lüzum üzerine
25 Şubat 1915'te Tekirdağ'dan Maydos (Eceabat)'a nakledildi.
Mustafa Kemal burada,19. Tümene ilâveten 9. Tümenin 2 Piyade
Alayı ve bazı topçu birlikleri de emrine verilerek Maydos
Mıntıkası Kumandanı olarak görev yaptı.
Gelibolu Yanmadasında önemli olaylar oluyordu. İngiliz donanması
18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazını geçmeye teşebbüs etti
ise de kıyı topçusunun başarılı savunması karşısında, muvaffak
olamayarak ağır zayiat verdi. Donanması ile Boğazı geçemeyen
düşman, bu defa Gelibolu Yarımadasını çıkarma ile zorlamaya
karar verdi. Olaylar bu şekilde gelişirken, Genelkurmay Başkanlığı
da 23 Mart 1915 tarihinde Gelibolu'da 5. Ordu kurulmasına
karar vermiş, Komutanlığına da Alman Generali Liman von Sanders'i
atamıştı.
Liman von Sanders, muhtemel düşman taarruzuna karşı kuvvetlerini
üç gruba ayırarak planını yapmış; Mustafa Kemal'in başında
bulunduğu kuvvetleri ordu ihtiyatına almıştı. Mustafa Kemal
bu plan gereğince 18 Nisan 1915 günü Tümeniyle Bigalı'ya geçti.
Düşman birlikleri 25 Nisan 1915 günü Seddülbahir ve Arıburnu
bölgesinden ilk çıkarma hareketine başladı. Ancak çıkarma
hareketi ilk gün karşısında Mustafa Kemal'i buldu. Mustafa
Kemal, çıkarmanın başladığını görür görmez, kuvvetlerini süratle
Bigalı'dan Conkbayırı'na sevketmişti. Arıburnu'ndan Conkbayırı'na
ilerleyen İngiliz kuvvetleri, o gün, Mustafa Kemal'in komuta
ettiği 19. Tümen kuvvetlerinin taarruzu ile geri çekilmeye
mecbur edildi.
Conkbayırı taarruzunda Türk askeri görülmemiş bir inanç ve
cesaretle savaşıyor, tarihin en büyük kahramanlık sahneleri
sergileniyordu. Dâhi komutan, kumandanlara verdiği emre şu
cümleleri de ilâve etmişti: "Ben, size taarruz emretmiyorum;
ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında
yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!"
25 Nisan 1915 günü başlayan çıkarma, kuvvetlerimiz tarafından
kıyıya kadar itilmesine rağmen düşman, 26 ve 27 Nisan 1915
günleri de çıkarma harekâtına devam etti. İlerlemek isteyen
İngilizlerle yer yer şiddetli çarpışmalar oldu; ancak her
taarruz Türk askerinin kahramanca savunması karşısında başarısız
kaldı. Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesindeki bu üstün başarıları
üzerine 1 Haziran 1915'de Albaylığa terfi etti.
Düşman, Çanakkale'de başarı sağlayamamasına, ilerleme gösterememesine
rağmen, yeni bir çıkarma yapmada kararlıydı. Düşünülen çıkarmanın
gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce ilk direnç hatlarını
oluşturan Arıburnu ve Seddülbahir'deki Türk kuvvetlerinin
yerlerinden sökülmesi gerekiyordu. İngilizler bu amaçla 6
ve 7 Ağustos l9l5 günleri, takviyeli kuvvetlerle yeni bir
taarruz daha denediler; düşman kuvvetleriyle, kuvvetlerimiz
arasında şiddetli muharebeler oldu. Ancak, Mustafa Kemal'in
aldığı önlemIer sayesinde düşmanın bu taarruzu da gelişme
imkânı bulamadı. Arıburnu ve Seddülbahir'deki taarruz devam
ederken İngilizler 6 Ağustos 1919 akşamı Çanakkale'nin güney
kıyılarına da asker çıkararak ilerlemeye başladı. Bu suretle
Anafartalar Bölgesi de ansızın kritikleşti. Gelişen bu buhranlı
durum üzerine Liman von Sanders'in emri ile komuta değişikliği
yapılarak, "Anafartalar Grubu Komutanlığı'na 8 Ağustos
1915 tarihinde Albay Mustafa Kemal. qetirildi. 9 Ağustos 1915
günü komutayı ele alan Mustata Kemal beklemeksizin aynı gün
yaptığı taarruz ile ilerleyen İngiliz kuvvetlerini tekrar
çıkarma yaptıkları kıyılara itti. Aynı günün akşamı Conkbayırı
bölgesine geçerek buradaki kuvvetleri de 10 Ağustos 1915 sabahı
taarruza geçirdi. Böylece düşmanın ilerlemesine imkân verilmemiş;
aksine tutunduğu mevzilerden tamamen çıkarılarak Anafartalar
bölgesine tam anlamıyla hâkim olunmuştu.
Mustata Kemal, 25 Nisan 1915 taarruzunda olduğu gibi 9 ve
10 Ağustos taarruzlarında da bizzat ateş hattında bulunmuş,
ateş hattından emirler vermiş, bu davranışı yanındaki subay
ve erler için ifadesi imkânsız cesaret kaynağı olmuştu. Conkbayırı'nda
kalbini hedef alan bir kurşun, cebindeki saate çarpıp geri
döndüğünden mutlak bir ölümden kurtuldu. Bu muharebeler esnasında
gösterdiği kahramanlık, azim ve yüksek kumanda kudreti, kendisine
memleket içinde ve dışında büyük ün sağladı. Artık o, "Anafartalar
Kahramanı" olarak anılıyordu. Aylarca süren çıkarma ve
savaşlar sonucu ilerleme kaydedemeyen İngilizler; nihayet
1915 yılı Aralık sonunda müttefikleriyle beraber Çanakkale'den
çekildiler. Düşmanların Çanakkale Boğazı'nı geçememesi, İstanbul'un
işgalini önlemiş; İngilizlerin, Marmara ve Karadeniz üzerinden
müttefikleri Rusya ile bağlantı kurma hayallerini söndürmüştü.
Bütün bu olaylar, bir anlamda, I. Dünya Savaşının akışını
da etkiliyor, dünya tarihinin yönünü değiştiriyordu. Bu savaşlarda
İngilizler insan, araç ve gereç yönünden Türklerden şüphesiz
ki çok fazla idi; ancak onların unuttukları nokta, Türk askerinin
tarihsel kahramanlığı ve bu kahramanlığı yönlendiren Mustafa
Kemal faktörü idi.
Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebelerinin eski şiddetini kaybettiği
1915 yılının son aylarında, son bir taarruzla düşmanı tutunduğu
kıyılardan da sökerek onu tam mağlûp duruma düşürmek görüşünde
idi. Ancak bu teklifi, Ordu Komutanı Liman von Sanders tarafından,
düşmanın da kıyıdan yapacağı topçu ateşinin ağır zayiat verdirebileceği
endişesiyle benimsenmedi. Artık bu cephede yapacak bir şey
kalmamıştı. Mustafa Kemal,10 Aralık 1915'te "Anafartalar
Grubu Komutanlığı"nı, Fevzi (Çakmak) Paşa'ya bırakarak
izinli olarak Çanakkale den ayrıldı; İstanbul a döndü.
Mustafa Kemal, 27 Ocak 1916'da karargâhı Edirne'de bulunan
Onaltıncı Kolordu Komutanlığına atandı. Kısa süre sonra bu
Kolordu'nun aynı isimle Diyarbakır'da kurulması kararı üzerine
yine Kolordu Komutanı olarak 11 Mart 1916'da Diyarbakır-Bitlis-Muş
Cephesine tayin edildi. Mustafa Kemal, 26 Mart 1916'da Diyarbakır'a
gelerek komutayı ele aldı.1 Nisan 1916 da Generalliğe yükseltildi.
Diyarbakır'a gelişini takiben kısa bir hazırlıktan sonra 3
Ağustos 1916 sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve Muş yönünde
taarruza geçirdi; Ruslarla iki tümenimiz arasında taarruz
ve karşı taarruz şeklinde şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet
8 Ağustos 1916 sabahı Muş, aynı günün akşamı Bitlis kuvvetle
rimiz tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. Muş; ne yazık
ki 25 Ağustos 1916'da tekrar Rusların eline düşmüştü. Mustafa
Kemal Paşa, 2. Ordu Komutanlığı sırasında, 14 Mayıs 1917'de
Muş'u ikinci defa Rus işgalinden kurtardı.
Mustafa Kemal Paşa, Aralık l9l6'da Ahmet İzzet Paşa'nın izinli
olarak bir süre İstanbul'a gitmesi üzerine vekâleten 2. Ordu
Kumandanlığına tayin edildi. Karargâhı Diyarbakır'da olan
bu ordunun Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey'di. Büyük
Kumandanın, İnönü ile yakından tanışması, emir-komuta zinciri
içinde çalışması bu tarihlere rastladı.
Mustafa Kemal Paşa,14 Şubat 1917'de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi
Komutanlığına atanması üzerine Şam'a giderek Sina Cephesini
teftiş etti ise de 5 Mart 1917 tarihinde Diyarbakır'da 2.
Ordu'ya vekâleten komutan atandı. Tekrar Oiyarbakır'a dönen
Mustafa Kemal Paşa,16 Mart 1917'de asaleten 2. Ordu Komutanlığına
getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz 1917
tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına bağlı olarak
Halep'te kurulması kararlaştırılan 7. Ordu'nun başına getirildi.
Bu cephenin umumî idaresi Falkenhein adlı bir Alman generaline
verilmişti. Mustafa Kemal Paşa,15 Ağustos 1917 günü Halep'e
gelerek göreve başladı. Fakat bir süre sonra General Falkenhein
ile aralannda askeri görüşler ve uygulanacak harekat bakımından
anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlık sonucu Mustafa Kemal Paşa,1917
Ekim başlarında istifa mecburiyetinde kaldı. Kendisine tekrar
Diyarbakır'daki eski görevi teklif edildi ise de kabul etmeyerek
İstanbul'a geldi. 7 Kasım 1917'de Genel Karargâh'ta görevlendirildi.
Ancak kısa süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde
Alman Umumî Karargâhını ve Alman Cephelerini ziyaret etmek
üzere Almanya seyahatine iştirak etti.15 Aralık 1917 - 4 Ocak
1918 arasını kapsayan bu seyahat esnasında Mustafa Kemal,
Alman askeri çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman İmparatoru
II. Wilhelm ve devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara
-hoşlanmasalar da- I. Dünya Harbinin muhtemel sonuçlan hakkındaki
görüşlerini açıkça ve belirgin şekilde anlatıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 20 gün süren Almanya seyahatinden İstanbul'a
döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlığı nedeniyle Viyana
ve Karlsbad'a giderek tedavi gördü. 13 Mayıs 1918 - 4 Ağustos
1918 arasını kapsayan bu seyahat dönüşü General Falkenhein'in
yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığına getirilmiş olan
General Liman von Sanders'in emrindeki 7. Ordu'ya Ağustos
1918'de tekrar komutan oldu ve 15 Ağustos 1918 günü Halep'e
geldi. Mustafa Kemal, bu cephede İngilizlere karşı başarılı
müdafaa savaşları yaptı. Takviyeli İngiliz kuvvetleri karşısında,
O'nun maharet ve dirayeti sayesinde, bu bölgedeki Türk Ordusu
dağılmaktan kurtarılmiş; büyük bir düzen içinde Halep'e kadar
çekilme başarısını göstermişti. Fakat I. Dünya Savaşı Almanya
ve müttefikleri aleyhine gelişiyordu. 29 Eylül 1918 tarihinde
Bulgaristan savaştan çekilmiş, 4 Ekim 1918 tarihinde de Almanya
mütareke istemişti. İstanbul'da Talat Paşa Kabinesi istifa
etmiş, yeni Kabineyi Ahmet İzzet Paşa kurmuştu. Bu gelişmeler
karşısında Mustafa Kemal Paşa yetkili makamlara, askerî ve
siyasî önerilerine devam etti ise de yine kabul ettiremedi.
Nihayet 30 Ekim 1918 tarihinde de Osmanlı Devleti, itilâf
devletleri ile Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak l. Dünya
Savaşından çekildi.
Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi'nin imza edildiği günün
ertesi, 31 Ekim 1918 tarihinde Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığına
getirildi ise de artık yapacak birşey kalmamıştı. 7 Kasım
1918 tarihinde bu Grup Kumandanlığı'nın da Padişah iradesiyle
kaldırılması üzerine Adana'dan hareketle 13 Kasım 1918 günü
İstanbul'a geldi. Artık Türkiye, mütareke şartlarını yaşıyordu
ve kendisi de Harbiye Nezareti emrine verilmiş bir Ordu Kumandanı
idi.
Memleket ve milletin içinde bulunduğu şartlar ağır idi. Büyük
bir savaş sonunda, mağlup bir devlet olarak 30 Ekim 1918'de
"Mondros Mütarekesi" adı verilen şartları ağır bir
anlaşma imzalanmış, bu anlaşma şartlarına dayanılarak memleketin
birçok bölgesi galip devletlerce işgal edilmiş, ordumuz dağıtılmış,
bütün silâh ve cephane galip devletlerin emrine verilmişti.
Osmanlı memleketleri tamamen parçalandığı gibi, Türk'ün ana
yurdu, Anadolu da galip devletler arasında taksime uğruyordu.
İtalyanlar Antalya'ya çıkmıştı. İskenderun, Adana, Mersin,
Antep, Maraş, Urfa işgal altında idi. Kars'ta İngilizler idareyi
ele almıştı. Trakya işgal altında idi. Düşman donanması İstanbul
sularında demirlemişti. Çanakkale ve İstanbul Boğazları tutulmuştu.
İstanbul ve İstanbul Hükûmeti İtilâf Devletlerinin baskı ve
kontrolü altında idi. Padişah ve hükümet, düşmanlara âlet
olmuş, âciz ve şaşkın bir vaziyette sadece kendileri için
emniyet ve kurtuluş yolu aramakta idiler. Anadolu'nun her
şehrinde ecnebi subaylar dolaşıyor, İtilâf Devletleri temsilcisi
sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da İzmir'i
işgal hazırlıklarıyla meşguldu; bu yolda büyük çaba harcıyorlar,
İtilâf Devletlerini iknaya çalışıyorlardı. Nihayet 15 Mayıs
1919'da bu gayelerine eriştiler.
Olayların bu şekilde gelişeceğini Mustafa Kemal, önceden sezinlemişti.
Nitekim Mondros Mütarekesi'nden 5 gün sonra, 5 Kasım 1918'den
itibaren Harbiye Nezaretinden Mondros Mütarekesi gereğince
ordulara terhis emirleri gelmeğe başladı. Atatürk, aynı gün
Adana'dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya ilk ikaz telgrafını
çekti: "Ciddî olarak arzederim ki gereken tedbirleri
almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! Şayet orduları terhis edecek
ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak düşman ihtiraslarının
önüne geçmeğe imkân kalmayacaktır. Bu, Atatürk'te, her şey
bitti zannedilen bir zamanda da kurtuluş ümidinin sönmediğini,
pek çoklarının düştüğü yeis ve ümitsizliğe asla kendisini
kaptırmadığını gösterir.
Fakat, acıdır ki Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün
bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve· ordunun terhisine sür'atle
devam edilir. Çünkü genel kanaat, İtilâf Devletleri ile herhangi
bir mücadeleye giremeyeceğimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize
sonuçlanacağı idi. O halde İtilâf Devletlerini gücendirmeyecek,
Mondros Mütarekesi şartlarını yerine getirecektik. İstanbul
Hükümetinin görüşü ve davranışı bu idi.
Padişah ve hükümetini saran bu umutsuzluğa rağmen, milletimiz,
haksız işgal ve istilâlara karşı nefsini müdafaa yolunda her
çabayı gösteriyor; memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla
mahalli kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. Diğer taraftan
mütecaviz dügmana karşı koymak ve kurtuluş çareleri aramak
üzere Anadolu'da yer yer milli teşkilâtlar oluşturuluyordu.
Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayn çalışmaları sebebiyle
istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan
bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.
Mütareke Türkiye'si, aklın alamayacağı derecede karışık bir
Türkiye'dir. Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i
Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i İlhak gibi cemiyetlerin yanı
sıra özellikle İstanbul'da güya kurtuluş çareleri arayan yüzlerce
cemiyet kurulmuştu. İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri
Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam,
Müzaheret Cemiyeti bunlann başlıcalarıdır. Kurtuluş çareleri
değişikti. Bir kısmı İngilizlerin, bir kısmı Fransızların
himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu.
Bir kısım kimseler de Mondros Mütarekesi gereğince padişah
ve halife için hükümranlık hakkı tanınan küçük bir bölgede
Osmanlı Devleti'ni sembolik olarak devam ettirme düşüncesinde
idiler. Memleketin içinde bulunduğu karışıklıktan istifade
çareleri arayan bazı cemiyetler de vatan toprakları üzerinde
millî birliği parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.
Bu durum karşısında ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi.Tarih
kültürü çok geniş olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi
bilen Atatürk, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet
karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan,
kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak idi.
Atatürk'e göre önemli olan "Türk milleti'nin haysiyetli
ve şerefli bir millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin
ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet,
medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir
muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve
efendiliğini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu,
acizlik ve miskinliği itiraftan başka birşey değildi. Halbuki
Türk'ün haysiyet ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir
millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyiydi. Öyleyse Milli
Mücadele'nin parolası "Ya istiklâl ya ölüm!" olacaktı.
Artık Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele bayrağını açmak gerekiyordu.
İşte bu sıralarda, Mustafa Kemal Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmak
amacıyla, kendisine Dokuzuncu Ordu Müfettişliği teklif edildi.
Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş salâhiyetler tanıyan bu
vazifeyi kabul etti.
16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul'dan hareket
eden Mustafa Kemal Paşa,19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'da Anadolu
topraklarına ayak bastı. Kendisinin Anadolu'ya gönderiliş
gerekçesi, "Samsun ve çevresindeki asayişsizliği yerinde
görüp incelemek ve tedbir almaktan ibaretti. Hükûmete verilen
İnqiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı
gerilla hareketine giriştikleri ve bölgenin asayişini bozdukları
bildirilmekte ise de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus
Rum Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum faaliyeti
vardı. Baskı gören Rumlar değil, Türklerdi. Rum Patrikhanesinden
idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurduğu çeteler
vasıtasıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli
halkı yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever
Türkler de mukabil çeteler oluşturmuşlar; bölge Rumları ile
mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu gerçeklere rağmen Mustafa
Kema1 Paşa'ya verilen talimat gereğince bölge Türklerinin
direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal Paşa, görevi kabul
için Ordu Müfettişliği sıfatı ve geniş salâhiyetler istedi.
İstanbul Hükûmeti bu istekleri de kabul etti.
Saray ve İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa'nın bu görevi
yapacağını zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal'in düşünceleri
tamamen başka idi. Ama bu görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu
ya geçmek için değerlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine
verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin menfaatleri
adına kullanmak vicdanî bir davranış idi. Esasen olayların
akışı da kısa zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa
İstanbul'dan ayrılmadan önce başta sadrazam olmak üzere kabine
azalarının hemen hepsi ile ve en sonunda Padişahla görüşmüştü.
Fakat bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde bulunduğu badireden
kurtaracak bir enerji, bir ümit ışığı görmemiş, görememişti.
İstanbul Hükümetinin ve Padişahın davranışlarında İtilâf Devletlerini
gücendirmemek görüşünün ağır ezikliğini hissetti. Oysaki onların
kararlarına uymak değil, karşı koymak lâzımdı. İşte Anadolu'ya
bu gaye ile gidiyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan
ayrılırken yakın arkadaşlarına söylediği şu sözler bu bakımdan
büyük önem taşımaktadır: "Düşman süngüsü altında milli
birlik olamaz. Ancak hür vatan topraklarında memleketin istiklâli
ve milletin hürriyeti için çalışılabilir. Bu gayeyi tahakkuk
ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez planını uygulamaya
başladı. 21 Mayıs 1919'da Kâzım Karabekir'e çekti. Telgrafta
bu davranışını şöyle belirtiyordu: "Umumî durumumuzun
aldığı vahim şekilden pek müteessirim. Millet ve memlekete
borçlu olduğum en son vicdani vazifeyi yakından müşterek çalışma
ile en iyi şekilde yerine getirmek mümkün olacağı kanaati
ile bu son memuriyeti kabul ettim".
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs
1919'da Genelkurmay Başkanlığına Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin
sebeplerini açıklayan ne İstanbul Hükûmetinin ne de İtilâf
Devletleri temsilcilerinin hoşlanmadığı şu telgrafı çekti:
"Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti teşkili gibi bir
safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen kâmilen
siyasi bir şekle dönüşmüştür". 22 Mayıs 1919'da Samsun'dan
Sadaret'e gönderdiği raporu da şu cümle ile noktaladı: "Millet
birlik olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır".
Bu anlamlı ifadede Anadolu'da beliren Milli Mücadele azmini
sezmemek mümkün değildir. İşte bu raporlar İstanbul'a geldikten
sonradır ki İtilâf Devletleri temsilcileri İstanbul Hükümetinden
sordu: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi
vardır?" Bunun üzerine İstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya
gönderdiği müfettişi geri çağırma girişimlerine başladı.
Artık Anadolu'da başlayan Millî Mücadele,liderini bulmuş,
dağınık ve bölgesel mukavemetler bir bayrak altında toplanmaya
başlamıştı. Bunun ilk örneğini 22 Haziran 1919'da Mustafa
Kemal imzasıyla Amasya'dan bütün memlekete duyurulan bir tamimde
görüyoruz. Bu genelgede kutsal bir ses işitiliyordu: "Vatanın
bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Milletin istiklâlini
yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır". Bu cümleler
Milli Mücadele'nin örgütlü olarak fiilen başladığının onun
imzası ile bütün cihana ılânı idi. Bu genelge diğer bir maddesiyle
beliren millî tehlike karşısında izlenecek ilk yolu da belirtiyordu:
"Her vilâyetten seçilecek milletin güvenini kazanmış
delegelerle, Anadolu'nun en emin yeri olan Sivas'ta derhal
bir millî kongre toplanacaktır".
|
|