BİZE DERSİMLİ DERLER, DERSİM
MANA BİZ NUTKUYUZ!
SEYFİ CENGİZ
MADDE I
Yerküremizde hemen hiç bir halk başlangıçta bulunduğu yerde değildir.
Her halkın tarihinde göçler, akınlar, işgaller ve fetihler mutlaka
vardır.
Geleneklerinden ve tarihsel verilerden biliyoruz ki, buna Ermeniler
de dahildir. Onlar da göçler, işgaller ve fetihler yapmıştır.
O çağların dünya görüşü, etiği, ahlakı tamamen farklıydı. Örneğin
uzak geçmişte “insan hakları“ ve “soykırım“ gibi konseptler yoktu.
Uzak geçmişi modern dünyanın bakış açısı ile yargılamak, o çağları
kendilerine tamamen yabancı olan modern hukukun hükümleri ışığında
sorgulamak, ne dediğini bilmemektir.
MADDE II
Dersim kültürü hakkında biraz fikri olanlar, bu toplumun kilise
yıkmayacağını bilir. İstisnai örnekler her toplumda vardır. Ola ki
yıkık bir kilisenin taşını kullananlar da olmuştur. Ama Dersim
kültürü ve inancı kilise yıkmasına izin vermez. Dersimli’nin
deyişiyle söylersek “Yol bırakmaz“. Dersim’i “Harde keşişano, harde
dewresano“ (Keşişlerin ve dervişlerin toprağı) diye tanımlayan
Dersimli bunu yapamaz. Kilise harabelerinde hala mum yakıp dua eden
insanların yaşadığı bir toplumda kilise yıkacak birileri çıkmaz.
Biraz tarih çalışan biri Dersim kiliselerinin genelde Osmanlı ve TC
devletlerinin Dersim seferleri ve işgalleri sürecinde yıkıldığını
bilir. Dersim kiliselerini yıkanlar Dersim’de zorla cami
yapanlardır. Dersim kiliselerinin taşlarını merak edenler onları
Dersim’de devletçe inşa ettirilen camilerin duvarlarında, Türk
ordusunun inşa ettiği askeri kışlaların, hükümet binalarının ve
öteki yapıların duvarlarında aramalıdırlar.
MADDE III
1915 soykırımı, sadece bugün “Ermeni“ olarak bilinenlerin değil,
değişik köken ve milliyetlerden Hiristiyan Ermenistanlılar‘ın
kırımıdır. Bunlar arasında Dersim’in ana Hristiyan öğelerinden
Mamakan (Domane Khal Memi) ve Part (Domane Khal Ferati) kökenliler
de vardır.
Kısacası Dersimli de bu kırımdan dolaylı ya da dolaysız şekilde pay
almıştır.
Bunu defalarca ifade ettik.
Bu gerçeğe, üstelik Dersim ve Kızılbaşlar‘ın kırıma uğrayanlara
koruma verdiği de belgelenmiş olmasına rağmen, birileri kalkar da
bir şekilde bu kırımın mağdurları arasında bulunan Dersimliler’i
kırımın failleri arasında gösterip “soykırımcı“ olarak suçlarsa ne
düşünürsünüz?
Bir soykırımından dolayı mağdur konumunda bulunanlar asıl suçluyu
unutturmaya ve aklamaya çalışırcasına önüne geleni sorumsuzca
“soykırımcı“ diye tanımlar ve onların maruz kaldığı 38 gibi tartışma
götürmez bir soykırımı “iddia“ olarak tanımlayıp geçerse neler
düşünürsünüz?
Bu tür yaklaşımlar, “adalet“ istediğini iddia eden “Ermeni“
mercilerin fena halde kirlendiğini, bir insanlık suçunun hesabını
sorma görünümü altında toprak davası ve ilhaklar peşinde koştuğunu,
bir insanlık dramının bir devletin politik hesapları uğruna istismar
edildiğini düşündürüyor.
Adalet arayışı ile beş asırdır onlarca kırım görmüş Dersim ve
Kızılbaşları “soykırımcı“ ve “işgalci“ olarak suçlamak birbiriyle
bağdaşmaz. İnsanlık suçlarının hesabını sormakla başka soykırımları
inkar zihniyeti birarada duramaz. Mazlum bir halkın hak ve özgürlük
arayışlarına düşmanlık adalet kavramı ile uyuşmaz.
Bu tavırlar, olsa olsa “Ermeni“ devletinin yayılmacı heveslerinin,
kendisini “Büyük Ermenistan“ hayalinde dışa vuran şövenizminin
ifadesidirler.
Ermeniler, hiç değilse kendi topraklarının bir bölümünde
özgürleştiler. Kürtler de öyle. İkisi de ebatları hoşlarına gitmese
de birer devlete sahip artık.
Öyle görünüyor ki Kürdistan topraklarından umudunu kesen Ermeni
devleti için en kolay lokma belli başlı halk grupları içinde henüz
siyasal bir varlık olmayı başaramamış Dersimliler ile Zazalar’dır.
Onların sözde Dersim ve Zaza sevgilerinin gerçek nedenleri giderek
açığa çıkmaktadır.
MADDE IV
“Dersim’in sınırları Dersim Sorunu’nun sınırlarıdır“ demiştim bir
yazımda.
Kendi görüşümü böyle ifade etmiştim.
Bu aynı yazıda sade halkın hudut tarifinde Kızılbaşlık faktörünün
oynadığı role işaret etmiş, halkın görüşünün yabana atılamayacağını
belirtmiştim.
Buradan hareketle Antranik denen karakter, benim Dersim’in
sınırlarını bir “mezhebin sınırları“ olarak tarif ettiğimi öne
sürdü.
Oysa ben Dersim Sorununu hep iki boyutuyla birlikte ele aldım,
tekrar tekrar, 1) Kızılbaş sorunudur, 2) Ulusal bir sorundur,
diyerek tarif ettim.
Bunun anlamı “Dersim Sorunu’nun sınırları“nın Kızılbaşlığın
sınırlarına indirgenmediği, ille de başka bir ifade kullanmak
gerekecekse, Dersim kültürünün sınırları olarak anlaşılması
gerektiğidir.
İşin gerçeği şu ki, Dersim Sorunu’nu açık ve net biçimde tarif
ettiğimi düşündüğüm son yazılarımda bu sorunun Kızılbaş boyutuna
düştüğüm vurgu bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Çünkü son beş asır
boyunca Dersim’i dinsel ve ulusal asimilasyona karşı direngen kılan
en temel unsurlardan biri, hatta birincisi, onun Kızılbaşlığı
olmuştur.
Dersim’in Kızılbaşlığı ilhaklar peşinde koşanları beş asırdır
rahatsız etmiştir. O nedenledir ki, bu güçler Dersim’e askeri
seferlerle yetinmemiş, başarı için yoğun bir misyoner faaliyeti
zorunlu görmüşlerdir.
MADDE V
Dersim-Ermeni ilişkilerini merak edenler, en az 1500‘lü yıllardan
başlayarak ilerlemeli, o tarihten günümüze kadarki beş asırlık
süreci iyi çalışmalıdırlar.
Dersim Raporları’nda bile bu döneme referansla “Dört asır içinde
Kızılbaşlar en az 40 defa kılıçla tedip ve tenkil edilmiştir“
denilmektedir.
1500‘lerden sonraki beş asır zarfında yapılan bu Kızılbaş kırımları
sürecinde “Ermeni“ tavrının ne olduğunu merak edenler varsa
kendilerine birkaç kaynak vereyim:
Grikor Vartabet, Kronoloji (1620-40): Ermeniler’in o dönemdeki
Kızılbaş direnişleri karşısındaki genel siyasi tutumunun Osmanlı
devletini desteklemek olduğunu kayddeder.
Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Kürt
Ermeni-Kürt İlişkileri: 1514-1800 tarihleri arasındaki 300 yıllık
döneme değinir. Kızılbaş direnişleri peryodunun bu fırtınalı
dönemindeki Ermeni tavrına dair bilgiler verir.
MADDE VI
Aşağıda 1915 Ermeni soykırımı öncesi, sırası ve sonrasında olanların
özet bir kronolojisini veriyorum. Dersim’in Ermeni soykırımına
katıldığını iddia edenler, kendi iddialarını tarih, yer ve kanıt
göstererek burdaki fotoğrafa yerleştirsinler. Aksi taktirde bu
iddiaları aşağılık bir iftira olarak görecek ve hafızamızdan asla
silmeyeceğiz.
1914 Ağustosunda Birinci Savaş patlak verdi. İttihatçı liderler
Cemal, Enver ve Talat Ekim-Kasım 1914’te Osmanlı devletini Almanya
ile ittifak halinde savaşa soktular. 22 Aralık 1914’teki Sarıkamış
Harekatı ile Rusya’ya karşı bir saldırı savaşı başlattılar. 1915
yılı başlarken Enver Paşa’nın ordusu Ruslar karşısında ağır bir
yenilgi alarak geri çekildi. Hemen sonra Ermeni ayaklanması koptu.
Nisan-Mayıs 1915’te Rus ordusu Ermenistan’a girdi. İşte tamda bu
gelişmeyi takibendir ki, yani Osmanlı bozgunu ve Rus ordusunun
Ermenistan’a girişini takibendir ki, ünlü kural işler, yani iç-savaş
başlar. Ermeniler ayaklanır. İlk ayaklanma 20 Mayıs’ta Rus ordusunun
girdiği Van’da başlar. Kısa sürede Erzurum, Elazığ ve diğer kentlere
yayılır. Böylece birinci emperyalist savaşta Osmanlılar’ın yenilgisi
iç savaş ve ayaklanmayı tetikler.
İttihatçıların Ermeni tehciri bu ayaklanmadan hemen sonra, 27 Mayıs
1915’te başlatılır. Ayaklanma tehcir ve soykırımla bastırılır. Tarih,
1915 yılının Nisan-Mayıs aylarıdır.
Bu sırada Dersim’in tavrı nedir?
1915 başında ordusu Ruslar karşısında bozgun halinde geri çekilirken,
Enver Paşa Dersim aşiret reislerini görüşmeye çağırır. Amacı onları
Ruslara karşı savaşa sokmaktır. Bu görüşmeye sadece bir iki Batı
Dersim aşiret reisi, Kangooğlu Mehmet ile Meço ağalar katılırlar.
Bunlar Elazığ’da kendi adlarına Enver ve Talat’la görüşürler. Ama
ikna edilemezler.
Bunun üzerine Bektaşi postnişini Cemalettin Çelebi devreye sokulur.
Dersimli liderleri Erzincan’da kendisiyle görüşmeye çağırır. Onunla
sadece Doğu Dersim adına Baku Ağa görüşür ve Dersimlilerin bu savaşa
ancak “Dersim’in milli istemleri”nin kabul edilmesi koşuluyla
katılabileceğini bildirir. Bu talebi yabancı tahriki olarak gören C.
Çelebi de Dersimlileri bu savaşa girmeye ikna edemez. Bunun üzerine
sadece beraberindeki Bektaşi milisiyle Ruslar’a karşı savaşmak üzere
Erzurum’a, yani cepheye gider.
Böylece 1514‘ten beri süregelen Kızılbaş ve Bektaşi tavırları
arasındaki ayrılık bu sırada da sürer.
Ittihatçi liderlerin savaşa sokamadığı Dersim, 1915
Nisan-Mayıs’ındaki Ermeni soykırımı sırasında kendisine sığınan
onbinlerce Ermeniyi İttihatçı liderlerin tüm ısraralarına rağmen
iade etmez. Bu tarihten sonra bir de bu yüzden İttihatçıların
hışmına uğrar.
Hatırlatmakta yarar var: özellikle 1895/7 ve 1915‘te Dersim‘e Ermeni
sığınmaları kitlesel boyutlardadır.
1916‘da M. Kemal, İsmet İnönü ve Kazım Karabekir de Dersim’in önde
gelenlerinden bir bölümüyle bizzat görüşmeler yaparlar. Bu
görüşmelerin amacı da çeşitli vaatlerle Dersimliler’i Ruslara karşı
savaşa sokmak, Dersim’den asker toplamaktır. Ama bu görüşmelerden de
bir şey çıkmadığı anlaşılmaktadır.
Sonrasını diğer yazılarımda birkaç kez anlattım: 1916 Mart’ında
Dersim’de (Ovacık) direniş başlar. Ağustos’ta Ovacık merkezli bir
özyönetim oluşur. Bu özyönetim ancak 1918’e dek yaşayabilir.
Son olarak şu ya da bu olayda Dersim’in tutumu araştırılırken
Dersim’de bu tutumdan sorumlu tutulabilecek merkezi bir siyasi
otoritenin genelde mevcut olmadığı bilinmek zorundadır. Dersim’in
tavrı genelde tekil değil, bölünmüştür. Tek tek aşiret veya
kabilelerin tavrının Dersim’in ortak tavrı gibi gösterilemeyeceği
açıktır. Ama bu tür tekil durumlara ilişkin bilmediğimiz bir şey
varsa eğer, onu da bilmek istiyoruz.