ÇALDIRAN’DAN 38’E DERSİM
DAVASI
Auteur - yazari: SEYFİ CENGİZ
Tarih, gün ve saat : 12. Temmuz 2005 00:40:25:
DERSİM ULUSLAŞMASININ ÜSTÜNDE YÜKSELDİĞİ TEMELLER 13.-16. YÜZYILLAR
ARASINDA KIZILBAŞLIK SAYESİNDE ATILDI
Dersim uluslaşmasının önünü açan Geç Dersimliler’in Dersim’e göçü ve
beraberinde getirdikleri Kızılbaşlık inancını Erken Dersimliler’e
benimsetmeleri oldu. Bu Geç Dersimliler arasında Babailer (Babalar)
ve Kızılbaşlar (Safeviler) da vardı. Bunlar Dersim geleneğinin
Seydanlılar dediği gruptur. Kızılbaşlığı Dersim’e benimsetenler
onlardı.
Dersim’in Erken ve Geç halk tabakalarını birleştiren Kızılbaşlık
oldu. Geç Dersimlilere (sonradan gelenlere) kendi adlarını veren
Erken Dersimliler, bu inancı olduğu gibi değil, kendi inançlarından
birşeyler katarak benimsediler.
Bu süreç, 13. ve 15. yüzyıllar arasında yeraldı.
Sürecin başını merkezlerini Batı İran, Irak, Harran ve Karaman‘dan
Dersim‘e taşıyan ocaklar çekiyordu.
Dersim uluslaşmasının üzerinde yükseleceği temeller, işte bu dönemde,
Dersim coğrafyasının kendisinde, Dersim adı etrafında atıldı.
Başlangıçta “Kızılbaş Sorunu“ adını taşıyan “Dersim Sorunu“ da bu
aynı tarihlerde başladı.
İSLAM DÜNYASI KIZILBAŞLIĞI
İSLAMDAN AYRI BİR DİN OLARAK GÖRÜYOR VE ONA KARŞI CİHAD ÇAĞRISI
YAPIYORDU
1473 yılında Şah Hasan (Uzun Hasan)‘ın Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı
padişahı Fatih karşısında aldığı yenilgi, fiili planda Dersim’in de
yenilgisi anlamına geldi.
Akkoyunlu imparatorluğunda yönetim 1501/2‘de Kızılbaşlar‘ın eline
geçti. Kırmanciye’de Şerefname’nin deyişiyle “Kızılbaş Devleti“
kuruldu. Dönemin kaynakları bu devletin topraklarından “Mülk-ü
Kızılbaş“ (Kızılbaş Ülkesi), halkından ise “Surh-u Ser Cemmi“
(Kızılbaş Cemaati, Kızılbaş Toplumu) diye sözederler.
Dersim, bu toprakların ve bu toplumun bir parçasıydı.
“Kızılbaş“ sözcüğü, İrani bir kavram olan “Surh-u Ser“in
Türkçesiydi.
Kırmanciye’de hakimiyet peşinde koşan Osmanlılar, her yanda güçlü
bir Kızılbaş direnişiyle karşılaştılar. Bunlardan en ünlüleri Şah
Kulu ve Hasan Halife (1511) ile Nur Ali Halife (1512)‘nin önderlik
ettikleri direnişlerdi. Bu direnişler kırımlarla bastırıldılar.
Ardından Yavuz Selim tarafından icra edilen Kızılbaş kırımı geldi.
Bu olayda 40 bin Kızılbaş yaşamını yitirdi. Osmanlılar tarafından
icra edilen Kızılbaş kırımlarının ilk perdesi böyle açıldı. Onu
Çaldıran Savaşı içinde tanık olunan bir diğer Kızılbaş katliamı
izledi (1514).
Dönemin Kızılbaş kaynakları Çaldıran Savaşı’nı Kerbela Savaşı
(680)‘nın bir devamı olarak tanımlarlar. Bir öncekindeki gibi, bu
katliamda da Dersimliler çok kan kaybetti. Çünkü bu savaşta
Dersimliler Şah İsmail’in yanıbaşında Osmanlılar’a karşı dövüştüler.
Yavuz Selim’in hedefi İran’ı zaptedip “İslam birliği“ adına
Kızılbaşlığı ortadan kaldırmaktı. Yavuz’un Kızılbaş kırımı ve
Çaldıran seferi öncesinde kaleme alınan fetvalar Kızılbaşlar’a karşı
savaşın “din düşmanları“na karşı bir savaş olacağını ve “cihad“
sayılacağını ilan ediyorlardı. Kürt önderleri İdris-i Bitlisi ve
Şerefhan, çatışan taraflardan “İslam ordusu“ ve “Kızılbaşlar“
diyerek sözediyorlardı. Bu dönemin Müslüman otoriteleri
Kızılbaşlar’ı Müslüman olarak görmüyor, Kızılbaşlığı “Sapkınlık“ ve
“Dinsizlik“ olarak tanımlıyorlardı.
Bugün Alevilik adı altında Bektaşilikle birlikte İslam’ın bir
mezhebi gibi gösterilmek istenen Kızılbaşlık, bu ilk evresinde
Müslüman dünyasında İslam-dışı bir din veya dinsizlik olarak
görülüyordu.
SADECE DERSİM 38‘E KADAR
OTONOM VARLIĞINI KORUYABİLDİ
Otlukbeli (1473) ve Çaldıran (1514) yenilgileri Dersim tarihinin
seyri ve Dersim uluslaşması üzerinde oldukça olumsuz etkilerde
bulundular. Çaldıran’ı takiben Kırmanciye’de Kızılbaş yönetimi son
bulmuş, Osmanlı hakimiyeti kurulmuştu. Bu tarihte ve sonraki süreçte
sadece Dersim, özellikle İç-Dersim kendi otonom varlığını
koruyabildi. Dersim’in bu fiili statüsüne son veren 1938 soykırımı
oldu.
Dersimli, 38 kırımını Kerbela’nın ve Çaldıran’ın bir devamı gibi
görür.
Dersim uluslaşması, Çaldıran’dan 38‘e kadarki 500 yıllık meşakkatli
tarih yolculuğunda pekişti. Bu yolculuk boyunda Celaliler’e adını
veren ünlü Şah Celal’in, onu takiben de Şah Veli (1519) ve Kalender
Çelebi (1527)‘nin direnişlerinden, sonraki yüzyıllarda patlak veren
diğer Kızılbaş direnişlerinden ve bunları izleyen sayısız
kırımlardan dolaylı ya da dolaysız şekilde yakından etkilendi.
İç-Dersim, bu süreçte, Anadolu’da Kızılbaşlığın mihrakı/merkezi
olmuştu. Kızılbaş toplumunu, özellikle Kırmancki ve Kırdaski konuşan
Kızılbaş nüfusu beş asır boyunca birarada tutan, merkezleri
Dersim’de bulunan ocaklardı.
Çaldıran’dan 38’e dek Kızılbaş toplumunu birarada tutan Dersim
ocakları belirli bir otonomiye sahipti. Resmen tanınmamış bile olsa
fiilen dinsel (veya dinsel-kültürel) bir otonomi mevcuttu.
DERSİM SİSTEMİ:
OTONOM DERSİM VE DERSİM KOMÜNÜ
Otonom Dersim’de 38‘e kadar birçok aşirette Komün hayatı vardı.
Dersim Komünü’nü vareden koşullardan biri beş asırlık İslami
kuşatmaydı, bu kuşatmanın dayattığı sürekli savunma ve direniş
zorunluluğuydu. Bu özgün koşullar kavranmadıkça Dersim Komünü
anlaşılmaz kalır. Dersim’de komünal yaşam tarzı ilkel aşiret
evresinden çok bu koşulların dayattığı bir sonuçtu. Müslüman
kuşatması altındaki Kızılbaş Dersim, ünlü ütopyalardakine benzer bir
ada görünümü sunuyordu.
İç kesimlerde hemen her aşiretin kendi aşiret adıyla bilinen
sınırları belli bir bölgesi vardı. Bu bölgede toprak, orman, otlak,
mera tüm aşiretin ortak mülküydü. Bu bölgeden taşınan biri evini
başka aşiretten birine vermezdi. O aşiretin üyesi olmaktan ileri
gelen haklarını devredemezdi. Her aşiretin ve kabilenin kendi içinde
bu aynı ortakçı ilişkiler egemendi. Belirli kabilelerin yerleşik
bulunduğu köy toplumunda bu aynı model yürürlükteydi.
DERSİM‘DE VATAN SAVUNMASI VE ULUSAL BİLİNÇ
1514 sonrasında Dersim Osmanlı ve Kürdistan sınırları içinde görünse
de fiilen bağımsızdır. O tarihte Dersim’de açık bir ulusal bilinç
olmasa da, vatan/yurt savunması anlamında bir ulusal içgüdü
mevcuttu. Müslüman çevrenin (Osmanlı-Kürt-Zaza) seferlerine karşı
Dersim savunması bir vatan bilinci doğurmuştu. Uzun süre korunabilen
bağımsız ya da yarı-bağımsız statü bu bilinci güçlendirdi. Dersim,
devlet içinde devlet gibiydi. Onun bu statüsü resmi tanınma görmese
de, Dersim’in kendisi de Osmanlı ve Türk otoritesini tanımamakta
kararlıydı. Ne Dersim devlete, ne de devlet Dersim’e üstün geldi.
Mücadele 38‘e dek bu minvalde sürüp gitti.
Tanzimat’tan 38‘e kadarki Dersim direnmeleri çağında ulusal bilinç
daha açık ve net ifadeler kazandı. Rus ve Ermeni desteğinin
katkısıyla Birinci Savaş içinde Ovacık’ta minyatür bir yönetim
(Hokmate Kırmanciye) kuruldu. Bu yönetim ancak 1916-18 arasında
yaşayabildi. Rus ordusunun geri dönüşü bu yönetimin yaşama şansını
yoketti. Böylece İkinci Savaş sırasında Kızıl Ordu desteğinde
İran’da doğan Mahabat Cumhuriyeti‘nin kaderine benzer bir durum
ilkin Dersim’de görüldü.
Batıda Türk-Yunan Savaşı’nın sürdüğü 1920-21 Koçgiri direnişi
yıllarında Tujik Dağı karşısındaki Ağdat’ta üç renkli
(Kırmızı-Beyaz-Yeşil) bir Dersim bayrağı dalgalanıyordu. Bu bayrağın
renkleri Dersim’in en kutsal üç rengiydi. Bu ulusal simge, ulusal
bilincin vardığı aşamaya işaret ediyordu. Seyit Rıza’nın Ağdat’taki
konağı bu yıllarda Özgür Dersim (Otonom Dersim)’in hükümet merkezi
gibiydi. Bu yönetimin kullanımında gerektiğinde hemen toplanabilen
önemlice bir ulusal milis gücü vardı.
Kürt milliyetçileri üç renkli bu Dersim bayrağını kasıtlı olarak çok
sonraları Mahabad’da doğanYeşil-Kırmızı-Sarı Kürt bayrağı ile
karıştırırlar. Oysa Dersim bayrağında sarı renk mevcut değildi.
DERSİM‘E KARŞI KÜRT VE ZAZA
TAVRI
Çaldıran’da ve sonrasında Kürtler ve Zazalar Kızılbaşlar’a ve
Dersim’e karşı Osmanlı’nın müttefikleri oldular. Kırmanciye’de
Kızılbaş (Safevi) yönetiminin yıkılması ve Osmanlı hakimiyetinin
kuruluşunda önemli rol oynadılar. Çaldıran sonrasında Osmanlı
desteğindeki fetihler yoluyla pek çok yeri Kızılbaşlar’dan aldılar,
bu süreç boyundaki Kızılbaş kırımlarında belirli bir rol
üstlendiler.
Dersim ve Kızılbaş direnişleri ilkin Osmanlı-Safevi (İran) savaşları
sürecine, daha sonra da Rus-Osmanlı savaşlarına paralel bir seyir
izlediler.
Osmanlı-Safevi savaşları peryodunda Dersim Sorunu Kızılbaş
Sorunu'nun bir parçası iken, Osmanlı-Rus savaşları sürecinde Dersim
için “Milli haklar“ talebi gündeme girer.
Dersim’in “milli haklar“ talep etmeye başladığı Osmanlı-Rus
savaşları peryodunda da Dersim’e karşı Kürt veya Zaza tavrında bir
değişiklik görülmez. Bu tutum 38 Dersim soykırımına kadar böyle
devam eder. Örneğin 1853-54‘te Ruslar’la savaşa tutuşmadan önce
Dersim’e saldıran Osmanlı ordusu ile işbirliği içindeler. 1908‘de
Cibran aşiretinden oluşan Hamidiye Alayı, Osmanlı ordusu ile
birlikte Koçan direnişini bastırma seferine katılır. 1916 Dersim
direnişinin bastırılması sırasında da Kürt ve Zaza aşiretlerinden
milisler kullanılır. 1916‘da Ovacık’ta oluşan özyönetimin
yıkılmasında Kürt Hamidiye Alayları’nın yanında Gökdereli Şeyh
Şerif’in kumandası altındaki Zaza aşiret milisleri de görev
almıştır.
Kürt milliyetçilerinin Dersim’e bakışında bu arkaplanın bugün bile
öğretici bir değer taşımaması düşündürücüdür. Zaza milliyetçilerinin
Dersim’e bakışı da ne yazık ki bundan farklı değildir.
PSD KENDİ PROGRAMININ BAŞINA DERSİM MUHALEFETİNİN GELENEKSEL
TALEBİNİ YAZMIŞTIR
Dersim muhalefetinin Dersim için geçmişte “Milli haklar“ talep
ettiğini biliyoruz.
Dersim muhalefetinin temel ulusal talebi uzun tarihi boyunca zaman
zaman bağımsızlık (1916 Dersim direnişi ve 1920-21 Koçgiri hareketi
yıllarında), ama genelde otonomi olmuştur.
PSD de Dersim için bir özyönetim talep etmektedir. Bence ayrılma
hakkı saklı tutulmak kaydıyla bu özyönetim talebi günümüz
koşullarında OTONOM DERSİM biçiminde formüle edilebilir.
Partimiz Dersim‘in kendi dinsel, kültürel, sosyal, iktisadi ve
siyasal yaşamı üzerinde otonomiye sahip olmasını istemelidir. Bu,
yalnızca dinsel-kültürel alanla sınırlı olmamalı, siyasal alanı da
kapsamalı, siyasal hakları içermelidir. Özcesi laik ve demokratik
bir politik otonomi talep etmeliyiz. Bu otonomi Dersim’in kendisinde
lokal bir parlamento ve hükümeti içermek zorundadır.
Mustafa Kemal’in imzasını taşıyan Amasya Protokolü (1919)’nün gizli
bölümlerinde Dersim’in otonomi talebinin tanındığına ilişkin
duyumlarımız vardır. Ama bu gizli metinlere henüz ulaşamadığımız
için kesin konuşacak durumda değiliz.
Bu bilgi doğruysa, TC devleti için bir bağlayıcılığı olmak
zorundadır.
Cevaplar: