KISIM B.3
ANARŞİSTLER NEDEN ÖZEL MÜLKİYETE KARŞIDIRLAR?


B.3.1 Özel Mülkiyet ile Zilyetlik Arasındaki Fark Nedir?
B.3.2 Devlet Hangi Tür Mülkiyeti Korur?
B.3.3 Mülkiyet Neden Sömürücüdür?
B.3.4 Özel Mülkiyet Meşrulaştırılabilir mi?
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler,
açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

Kapitalizm anarşistlerin karşı çıktığı iki şeyden birisidir. Kapitalizme iki ana özellik damgasını vurmuştur: "özel mülkiyet" (veya bazı durumlarda, devlet-sahipliğindeki mülkiyet) ve ücretli emek. Ancak, bu ikincisi ilkine dayanmaktadır --yani ücretli emeğin olması için işçilerin kullandıkları üretim araçlarına sahip olmamaları veya [onları] kontrol etmemeleri gerekir. Bunun için, üretim araçlarının özel (veya devletçe) sahipliği ancak --mülkiyet sahibi sınıfların emrinde olan örgütlü zor mekanizması demek olan-- devlet varsa mümkündür (bakınız Kısım B.2).

Anarşistler özel mülkiyete (yani kapitalizme) karşı çıkarlar, çünkü [kapitalizm] baskıcı, hiyerarşik otoritenin ve elitlerin ayrıcalığının kaynağıdır (Proudhon'un sözleriyle, "Mülkiyet ... dışlama [ing. exclusion, yoksun bırakma] hakkıyla eşitliği; ve despotizmle ise özgürlüğü ihlal eder ... (ve) hırsızlıkla tam bir özdeşliği (vardır)", What Is Property?, s. 251). Ve böylece özel mülkiyet (kapitalizm), yaşamsal araçlara sahip olmayıp onları kullananların katılımını, etkisini, denetimini zorunlu olarak dışlar.

Bu nedenle, tüm gerçek anarşistler için, mülkiyete bir otorite, aslında despotizm, kaynağı olarak karşı çıkılır. Bu konuda Proudhon'dan alıntı yapacak olursak:

"Mülk sahibi, hırsız, kahraman, egemen --bu ünvanların hepsi eşanlamlı olduğu için-- kendi iradesini yasa olarak dayatır, ve ne çelişkiden ne de denetimden muzdariptir; yani, aynı anda hem yasama hem de yürütmeymiş gibi davranır ... (ve böylece) mülkiyet despotizmi ortaya çıkarır ... Mülkiyetin özü o kadar belirgindir ki, ona inanılması için sadece ne olduğunun hatırlanması ve çevrede olup bitenleri gözlenmesi yeterlidir. Mülkiyet, kullanma ve suistimal etme hakkıdır ... eğer metalar mülkiyet ise, o zaman neden mülk sahipleri krallar, ve despotik krallar --facultes bonitaireslerine göre krallar-- olmasınlar? Ve eğer her mülk sahibi kendi mülkiyeti alanı dahilinde egemen olan bir lordsa, kendi arazisi içinde mutlak kralsa, mülk sahiplerinin hükümeti kaos ve karmaşadan başka bir şeye nasıl yol açabilir?" (Op. Cit., s. 266-7)
Diğer bir deyişle, özel mülkiyet, mülk sahibinin kendi mülkiyeti üstünde "egemen bir lord" olarak davrandığı --ve böylece onu [kendi mülkünü] kullananlar üstünde mutlak bir kral [olduğu]-- küçük bir devlettir. Tüm monarşilerde olduğu gibi, işçi onların [kapitalistlerin] mülkiyetini [kullanırken] onların emirlerine, yasalarına ve kararlarına itaat etmek zorunda olan kapitalistin kuludur [tebaasıdır]. Bu, açıktır ki, hürriyetin (ve görebileceğimiz üzere emirlere itaat etmek aşağılayıcı olduğu için şerefin) reddi demektir. Anarşi, "efendinin, egemenin olmaması" (Op. Cit., s. 264) demekken, ve kapitalizmi özünde olduğu şekliyle ücretli kölelik olarak adlandırıyorken, anarşistlerin özel mülkiyete karşı çıkmalarına şaşmamak gerekir.

Keza, kapitalizm özel mülkiyete ideolojik olarak geri alınamaz bir "hak" tanıyarak, aynı zamanda da dışsal kaynakların bölüşümünde de eşitsizliklere neden olur; ve kaynakların bölüşümündeki bu eşitsizlik mülklüler ile mülksüzlerin göreceli pazarlık konumlarında daha fazla eşitsizliğe yol açacaktır. Kapitalizmin müdafileri [özürcüleri] özel mülkiyeti meşru çıkarmak için genellikle "öz-sahiplik"in [ing. self-ownership] "evrensel bir hak" olduğunu iddia etseler de (bakınız Kısım B.4.2 - "Kapitalizm öz-sahipliğe mi dayanır?"), kapitalizmin gerçek anlamıyla evrensel öz-sahipliği aslında imkansız bir hale getirdiği aşikardır. Çünkü gerçek öz-sahiplik ilkesi, insanların, kendi [kişisel] iradelerinin aksine başka şekillerde kullanılamayacakları anlamına gelir. Ancak kapitalist sistem bu ilkenin temelini çürütmektedir, ve alaylı bir şekilde bunu yapmanın "mantıksal" temeli olarak da "öz-sahiplik" terimini kullanmaktadır. Kapitalizmde --Kısım B.4'de göreceğimiz üzere-- insanlar öyle bir duruma getirilmiştirler ki, [önlerindeki] en iyi seçenek gerçek bir öz-sahiplikle mantıksal olarak tutarlı olmayan şekillerde kullanılmalarına izin vermektir.

Bu nedenlerle, anarşistler şunları söylerken Rousseau'ya katılırlar:

"Bir toprak parçasını çitle çevirip 'Bu benimdir' demeyi ilk düşünen ve kendisine inanacak kadar saf insanları bulan ilk insan sivil toplumun gerçek kurucusudur. Küreğe mahkum edilen veya [ölüsü] hendeklere atılan; ve 'bu sahtekarı dinlemeyin; yeryüzünün meyvelerinin herkese ait olduğunu ve yerkürenin hiç kimseye ait olmadığını unutursanız, mahvolursunuz' diye arkadaşlarına bağıran kişi [dinlenmiş olsaydı], insan ırkının karşılaştığı bunca suç, savaş, cinayet, bu kadar sefalet ve dehşet engellebilirdi?" ("Eşitsizlik Üstüne Tartışma", The Social Contract and Discourses, s. 84).
Sadece liberter sosyalizm, onu güvenceye alacak koşulları meydana getirirken, [böylece] öz-sahipliği geçerli kılmaya devam edebilir. Ancak özel mülkiyetin yıkılmasıyla, herkesin yaşam araçlarına erişimi sağlanabilir; böylece de yaşamın her yönünde kendinden yönetimi genelleştirerek öz-sahipliği bir gerçeğe dönüştürülebilir.

Kapitalizmin anti-liberter yönlerini tartışmadan önce, "özel mülkiyet"i [ing. private property] "kişisel zilyetlik"ten [ing. personal possession, tasarruf, kullanma hakkına sahip olma] ayrı olarak tanımlamak; ve ilkinin neden devlet korumasını gerektirdiğini ve sömürücü olduğunu ayrıntılarıyla göstermek gerekecektir.
 

B.3.1 ÖZEL MÜLKİYET İLE ZİLYET ARASINDAKİ FARK NEDİR?

Anarşistler "özel mülkiyeti" (veya kısaca "mülkiyet"i), diğer [insanları] sömürmek için kullanılan belli nesne ve imtiyazların devlet tarafından korunan tekelleri olarak tanımlarlar. "Zilyetlik" ise öte yandan, diğerlerini sömürmek için kullanılmayan şeylerin sahipliğidir (örn. araba, buzdolabı, diş fırçası vb.). Yani pek çok şey nasıl kullanıldıklarına bağlı olarak mülkiyet veya zilyetlik olarak nitelendirilebilir. Örneğin, bir kimsenin içinde yaşadığı ev bir zilyetliktir, ancak başka birisine karla kiralanırsa mülkiyet haline gelir. Benzer şekilde, bir kimse eğer testereyi yaşamını sürdürdüğü [kendi işi olan] marangozlukta kullanıyorsa testere bir zilyetliktir, ancak kendi karı için, testereyi kullanmak üzere ücretle başka birisini çalıştırıyorsa bir kimse, o [testere] mülkiyettir.

Bu ayrımı yapmak başlangıçta biraz kafa karıştırıcı olsa da, [bu ayrım] kapitalist toplumun mizacını anlamak için oldukça kullanışlıdır. Kapitalistler, "mülkiyet" kelimesini --toplum üzerinde oldukça farklı etkileri olan iki farklı şey olan-- diş fırçasından ulusötesi şirketlere kadar her yerde kullanma eğilimindedirler. Bu nedenle Proudhon [şöyle yazar]:

"İlk başlarda mülkiyet kelimesi uygun [ing. proper] veya bireysel zilyetlikle aynı anlamdaydı. ... Ancak bu kullanma hakkı ... etkin ve üstün hale geldiği --yani intifa hakkına sahip olan [ing. uusufructuary, başkasına ait olan mülkiyetten (veya zilyetlikten) faydalanma/kullanma hakkı olan kimse]-- kişi, şeyleri kişisel olarak kullanma hakkını komşusunun emeğiyle kullanma hakkına dönüştürdüğü-- zaman, mülkiyetin doğası değişti ve bu düşünce karmaşık bir hale geldi." (What Is Property?, s. 395-6)
Alexander Berkman bu ayrımı şekillendirdiği üzere, anarşizm "üretim araçlarının ve bölüşümün özel sahipliliğini, ve böylece de kapitalistik işleri ortadan kaldırır. Kişisel zilyetlik yanlızca kullandığınız şeylerde var olur. Yani, saatiniz sizindir, ancak saat fabrikası halka aittir. Toprak, makinalar, ve tüm diğer kamusal hizmetler kolektif mülkiyette olacaktır; ne alınacak ne de satılacaktır. Fiili [şimdiki] kullanım tek tasarruf hakkı olacaktır --mülkiyet değil zilyetlik." (The ABC of Anarchism, s. 68) (Anarşist mülkiyet kuramı hakkında daha fazlası için P.J. Proudhon'un What Is Property'sine bakınız. William Godwin, Enquiry Concerning Political Justice'de, mülkiyet ile zilyetlik arasındaki ayrıma ilişkin aynı noktaları belirtir --ki bu [mülkiyet kuramının] anarşist düşüncedeki merkezi yerini göstermektedir). Proudhon, bir aşığı zilyetlik sahibi ve bir kocayı ise mülkiyet sahibi olarak [birbirleriyle] karşılaştırarak bu ayrımı belirgin bir biçimde göstermiştir!

Mülkiyet ve zilyetlik arasındaki fark, her birinin ortaya çıkardığı otorite ilişkilerinden görülebilir. Kapitalist bir işyeri örneğini ele alırsak, işyerinin nasıl kullanılacağına asıl işi yapanların değil, [işyeri] sahibinin karar verdiği açıktır. Bu neredeyse tamamen totaliter bir sisteme yol açar. Noam Chomsky'nin belirttiği üzere, " 'totaliter' kelimesi oldukça yerindedir. Bir işalemi şirketi kadar totaliterliğe yakın başka bir insani kurum yoktur. Demek istediğim, güç tamamen yukarıdan aşağıyadır. İçinde bir yerlerdesinizdir, yukarıdan emirleri alırsınız ve onları aşağıya iletirsiniz. Nihayetinde, bu sahipler ve yatırımcıların elindedir."

Anarşist toplumda, değinildiği üzere, fiili kullanım tek tasarruf hakkı olacaktır. Bu, işyerinin orada çalışanlar tarafından örgütleneceği ve işletileceği anlamına gelir; böylece hiyerarşi azaltılacak, toplumdaki özgürlük ve eşitlik artacaktır. Yani anarşistlerin özel mülkiyet ve kapitalizme olan karşı çıkışları, doğal olarak temel ilke ve düşüncelerinden kaynaklanır.
 

B.3.2 DEVLET HANGİ TÜR MÜLKİYETİ KORUR?

Kropotkin, devletin "yönetici azınlıklar lehine tekeller kurmanın bir aracı" olduğunu belirtmişti (Kropotkin's Revolutionary Pamplets, s. 286). Bu monopollerden bazıları oldukça aşikarken (örneğin tarifeler, devletçe sağlanan piyasa tekelleri ve vb. --devletin kapitalizmi geliştirmedeki roolü için Kısım F.8'e bakınız), çoğu "sahnenin gerisinde"dir ve kapitalist hakimiyetin sürmesi için aşırı güç kullanımı gerekmemesini sağlamak üzere çalışır.

Devlet, bu nedenle, işçilerin "doğal ücret"lerini, emeklerinin tüm ürününü ele geçirmemelerini sağlamak üzere çeşitli türde (Tucker'ın deyişiyle) "sınıf tekelleri" muhafaza eder. Devletin koruduğu dört ana türde mülkiyet, veya sömürücü tekel vardır:

(1) kapitalist bankacılığın temeli [olan] kredi açma ve para basma gücü;
(2) toprak ağalığının temeli [olan] toprak ve yapılar;
(3) endüstriyel kapitalizmin temeli [olan] üretken aletler ve teçhizat;
(4) telif hakkı ve patent ("entelektüel mülkiyet") ödentilerinin temeli [olan] fikir ve buluşlar.
Kapitalizm, bu mülkiyet biçimlerini dayatarak, (işçilerin özerklilerinden vazgeçme ve itaat etme sözü verdikleri, baskıcı ve sömürücü sözleşmeleri kabul etmek ya da sefalet ile yoksullukla yüz yüze kalmak arasında özgür kaldıkları [bir durumda]) ekonomideki objektif koşulların kapitalisti kayırmasını sağlar. Herhangi spesifik bir sözleşmenin imzalanmasının öncesince yapılan bu "kuvvet seranomileri" nedeniyle, kapitalistler serbest sözleşmeyle alay edip, bizim zararımıza kendilerini zenginleştirirler (bakınız Kısım B.4). Tabii ki, bu gibi "objektif" [nesnel] baskıların işçi sınıfını kontrol etmekteki güya kurnazca rolüne rağmen, işçi sınıfı direnişi kapitalistlerin --doğrudan ve dolaylı-- devletin güçlerinden asla vaz geçememesine neden olur. "Nesnel" kontrol araçları başarısız olduğunda, kapitalistler "doğal" düzeni tekrar sağlamak için daima devlet baskısına yönelirler.

Devletçe desteklenen bu tekellerin önemini göstermek için, onların etkisini kabataslak resmedeceğiz.

Devletin kimin para ödünç alıp alamayacağını denetlediği kredi tekeli, işçilerin kapitalizme karşı kendi alternatiflerini yaratma yetisini azaltır. [Devletin] krediler üzerinden yüksek miktarda faiz alması (ki bunun yegane sebebi rekabetin kısıtlanmış olmasıdır) nedeniyle, ancak az sayıdaki kişi kooperatifler veya tek-kişilik şirketler kurabilir. Ek olarak, kapitalist bankalara yüksek faizlerle borç ödemek zorunda olunması, kooperatiflerin bu amaçları yerine getirmek için sıklıkla kendi ilkelerini çiğneyerek ücretli emek istihdam etmesine neden olur (bakınız Kısım J.5.11). Bu nedenle, Bask Ülkesi'nde oldukça başarılı [olan] Mondragon kooperatiflerinin, --deneyimlerinin başarılı olmasında büyük payı olan-- kendi kredi birliğini kurmalarına şaşmamak gerek.

Ücretlerin arttırılmasının kapitalizmde önemli bir mücadele olması gibi, kredi meselesi de [önemlidir]. Proudhon ve takipçileri Halk Bankası fikrini desteklemişlerdi. Eğer işçi sınıfı giderek daha miktarda parayı eline geçirir ve kontrol ederse, kendi alternatif toplumsal düzenini kurarken kapitalist iktidarı da baltalayabilir (para en nihayetinde emek gücünü satın almanın ve böylece de emekçi üzerindeki otoritenin aracı olduğu için --ki bu artı değer üretiminde anahtardır). Proudhon, kredinin maliyetine (yani idari masraflarına) düşürülmesiyle, işçilerin gereksindikleri üretim araçlarını satın alabileceklerini umuyordu. Çoğu anarşist, işçi sınıfının krediye erişiminin artmasının ücretleri arttırmaktan daha fazla kapitalizmi yıkmayacağını öne sürse de; tüm anarşistler, daha yüksek ücret gibi daha fazla kredinin de, ve ücret mücadelesi gibi kredi mücadelesinin de, kapitalizmde işçi sınıfının gücünü geliştirmekte yararlı bir rolü olacağını kabul eder. Akla gelen belli durumlar, paranın işçiler tarafından sermayeye karşı verilen mücadeleleri finanse etmek için kullanılmasıdır (grev fonlarından, silahlardan, yeterince yüksek ücret geliri sayesinde mümkün hale gelen dönemsel olarak işten kaçınmaya [kadar çeşitli durumda]). Ucuz krediye daha fazla erişim, işçi sınıfına hürriyetlerini satma ile sefaletle yüzleşme [arasındaki seçimden] biraz daha fazlasını sunacaktır (aynen yükselen ücretler ve işsizlik yardımlarının bize daha fazla seçenek sunması gibi).

Bu yüzden, kredi tekeli, kapitalizmdeki (genellikle kapitalist şirketlerden daha üretken olan) kooperatiflerden gelen rekabeti azaltırken, aynı zamanda da --emek talebi aksi durumdakine göre daha düşük olacağı için-- tüm işçilerin ücretlerini düşmeye zorlar. Bu ise, kapitalistlerin, çalışanlardan daha yüksek bir artı değer edinmek için işten atılma korkusunu kullanmalarına, böylece kapitalist iktidarın (hem işyerinde hem de dışında) yerleşmesine ve genişlemesine (iş kurma maliyetlerini yükselterek ve böylece de birkaç şirketin hakim olduğu oligarşik piyasaların yaratılmasına) olanak verir. Ek olarak, yüksek faiz oranları, geliri üreticilerden bankalara doğrudan aktarır. Kredi ve paranın her ikisi de sınıf mücadelesinde birer silah olarak kullanmıştır. İşte bu nedenle yönetici sınıfın, paranın kapitalizmdeki doğasına (ve rolüne) ilişkin tehditler karşısında merkezileşmiş bankacılığı ve (paranın bizzat doğrudan düzenlenmesinden akışının yönetilmesine kadar [çeşitli şekillerde]) devletin harekete geçmesini talep ettiğini tekrar tekrar görüyoruz.

Böylece kredi tekeli, kendimiz için çalışma seçeneğini suni bir şekilde kısıtlayarak, patronlar için çalışmamızı garanti altına alır.

Toprak tekeli, kişisel işgale [ing. occupancy, kullanmak amacıyla ikamet etme] ve ekip-biçmeye dayanmayan toprak tapularının hükümetçe dayatılmasından ibarettir. Ek olarak, bu, terk edilmiş konutlara ve diğer mülkiyet biçimlerine yerleşmenin yasadışı olmasını da içerir. Bu, toprak sahiplerinin, --fiilen ekmedikleri toprakları-- başkalarının kullanmasına izin vermeleri karşılığında bir ödenti (arsa kirası [ing. ground rent]) edinmelerine yol açar. Bu tekel (giderek daha az insan nasıl çiftçilik yapılacağını bildiği için) modern kapitalist toplumda az önemli olsa da, kapitalizmin yaratılmasında önemli bir rol oynadı (keza bakınız Kısım F.8.3). İktisatçı William Lazonick bu süreci şöyle özetliyor:

"Tarımsal toprağın yeniden örgütlenmesi (çitleme hareketi [ing. enclosure movement, ilk olarak İngiltere'de başlayan, toplulukların ortak kullanımında olan arazilerin krallık tarafından özel şahısların mülkiyetine verilmesi hareketi]) ... kaçınılmaz bir şekilde geleneksel köylü tarımının mahfına yol açtı; ... (bu), toprakla çok zayıf bağları olan, mirasdan mahrum kalan köylülerden [oluşan] epeyce büyük bir emek gücü ortaya çıkardı. Yaşamlarını sürdürmek için köylülerin çoğu 'eviçi sanayi'ye (kendi kulübelerinde malların üretimine) yöneldi. ... Britanya Endüstriyel Devrimi'nin temellerini atan eviçi sanayinin onsekizinci yüzyıldaki genişlemesiydi. Emek tasarrufu sağlayan makinelerin ortaya çıkışı ... tekstil imalatının biçimini dönüştürdü ... ve fabrika hakim üretim yeri olarak aile evinin yerini aldı." (Business Organisation and the Myth of the Market Economy, s. 3-4)
İnsanları "kendi" mülkiyetlerinden "yasal olarak" men edebilen toprak sahibi sınıf, toprak tekelini kullanarak emeklerinden (yani hürriyet[lerinden]) başka satacak hiçbir şeyleri olmayan bir insan sınıfın ortaya çıkmasını sağladı. Toprak, ortak haklar çiğnenerek, geleneksel olarak onu kullananların elinden alındı; ve toprak sahibi tarafından kendi karı için üretim yapacak şekilde kullanıldı (daha yenilerde, benzeri bir süreç Üçüncü Dünya'da da sürmekte). Toprak sahipliği ve tarımsal ücret köleliliğinin kişisel işgalin yerini aldı, ve "Çitleme Kanunları ... tarımsal nüfusu sefalete itti ve onları toprak sahiplerinin insafına terk etti; [onları] proleterler olarak orta-sınıf imalatçıların insafına terk edilecekleri kentlere büyük sayılarda göç etmeye zorladı." (Peter Kropotkin, The Great French Revolution, s. 117)

Bu, toprak tekeliydi işbaşına geçmesiydi (keza bakınız Kısım F.8.3); ve buradan (eviçi sanayi, sanayi kapitalizmi karşısında varlığını sürdüremediği için) alet ve teçhizat tekeli ortaya çıktı. Alet ve teçhizat tekeli, --kullanması karşılığında işçinin sahibine haraç vermediği sürece-- kapitalistin sermayesine işçilerin erişimini engellemesine dayanıyordu. Sermaye, "ödentisini halihazırda tamamen almış olan stoklanmış emekten başka bir şey" değilken ve böylece "sermayenin sahibi getirisini dokunulmaksızın alma hakkına sahipken --bundan fazlası değil" (Tucker'ın sözleriyle)--, yasal ayrıcalıkları yüzünden kapitalistler onun kullanımından bir "ödenti" [ing. fee] edinme konumundadırlar. Bunun sebebi, --emekçi sınıfların hem topraktan hem de mevcut sermayeden (yaşam araçlarından) yasal olarak men edilmesiyle-- bu sınıfın üyelerinin, kapitalistlerin teçhizatlarını kullandırma karşılığı bir "ödenti" elde etmelerine olanak tanıyan ücret sözleşmelerini kabul etmekten başka şansları olmamasıdır (bakınız Kısım B.3.3).

Endüstriye yatırılan ilk sermayenin kaynağı denizaşırı [yerlerdeki] zenginliklerin yağmalanması veya feodal/derebeysel sömürü olmakla beraber, devletin mülkiyeti koruması gerçeği imalatçının emek üstünden tefecilik yapmasını güvence altına aldı. Ücretlilerden kesilen "ödenti" kısmen yeniden sermayeye yatırıldı (bu ise malların fiyatlarını düşürdü, eviçi endüstriyi çökertti). Ek olarak, yatırımlar potansiyel rakiplerin [iş] kurma maliyetlerini yükseltti; piyasalara girmenin önündeki bu "doğal" engeller [işçi] sınıfının pek az üyesinin uygun büyüklükte kooperatif işyerleri açacak gerekli fona sahip olabilmesine neden olduğu için, işçi sınıfının üretim araçlarından yoksunlaşmasını devam ettirdi. Böylece toprak tekeli kapitalizmin yaratılmasında esasken, ondan hasıl olan "alet ve teçhizat" tekeli kısa zamanda sistemin baş sebebi haline geldi.

Görünürdeki "serbest değişim" kapitalist hakimiyetin var olmasını sağlayan araçken, bu yolla tefecilik kendini devamlı kılar. Diğer bir deyişle, "geçmişteki zor girişimleri"yle birleşen güncel mülkiyetin devletçe korunması, yanlızca "savunmacı" kuvvet (yani sendikalara, grevlere, işgallere karşı mülk sahiplerinin iktidarını korumakta kullanılan şiddet) kullanımıyla toplumdaki kapitalist hakimiyetin devam etmesini sağlar. Geçmiş işçi kuşaklarından kopartılan "ödentiler", mevcut [işçilerin] "serbest rekabet" çerçevesinde yaşam araçları etrafında tekrar birleşmelerinin engellenmesini sağlar (diğer bir deyişle, aşırı faiz ödenmesi tefeciliğin devam etmesini sağlar). Söylemek gereksiz, bu kuşak tarafından üretilen artık, sermaye stoğunun arttırılmasında kullanılacak; böylece gelecek kuşakların mülksüzleştirilmesini sağlayacak ve böylece de tefecilik kendini idame ettirir bir hale gelecektir. Ve, tabii ki, devletin "mülkiyet"i işçi sınıfının "hırsızlığı"ndan koruması, mülkiyetin hırsızlık olarak kalmasını ve gerçek hırsızların yağmalarını sürdürmelerini sağlar.

"Fikir" tekellerine gelince, bu genel kamunun ve mucidin zararına kapitalist şirketlerin zenginleşmesi için kullanılmıştır. David Noble'ın belirttiği gibi, "patent sisteminin asıl odağı olan mucit, giderek şirket senedi karşılığında patentini "bırakma" eğilimindedir; ya patent haklarını endüstriyel şirketlere satar veya lisansını verir, ya da ücret için dehasını pazarlık [konusu yaparak], [patent haklarını] çalışanı olacağı şirkete tahsis eder. Ek olarak, satın alma, konsolidasyon, patent havuzları ve karşılıklı lisans anlaşmalarıyla olduğu gibi sistematik endüstriyel araştırmalar yoluyla da düzenlenen patent üretimiyle patent denetimini sağlayarak, şirketler "tekellerini tekeli" [olma özelliklerini] devamlı surette genişletirler." Bunun yanısıra, şirketler "patentleri anti-tröst yasalarını delmek için" de kullanırlar. Tüketiciler zararına tekelci karların bu toplaşması, 1900 ile 1929 arasında "çok ileri gitmiş" ve "o boyuta ulaşmıştı ki, ardından --oldukça geç ve yetersiz olsa da-- patent denetimiyle [oluşan] şirketler tekelini kısıtlamak için hukuki ve yasal yaptırımlar ortaya çıkarmıştı" (American by Design, s. 87, 84 ve 88)

Kapitalistler, "yasal" tekeller yaratarak ve bunların yarattığı aşırı karlara el koyarak, yanlızca diğerlerinin zararına kendilerini zenginleştirmekle kalmadılar, aynı zamanda piyasadaki hakimiyetlerini de güvenceye aldılar. Yasal tekeller sayesinde el konulan aşırı karların bir kısmı tekrar şirkete yatırıldı, [bu ise] potansiyel rakipler için çeşitli engeller yaratarak şirketin avantajlar edinmesini sağladı.

Dahası, yönetici sınıf --devlet aracılığıyla-- suni kıtlıklar ve tekeller yaratarak yeni özel mülkiyet biçimleri geliştirmeye çalışmaktadır (örn. radyo yayıncılığı gibi belli faaliyetlere katılmak için pahalı lisanslar getirerek). "Enformasyon Çağı"nda, --son GATT anlaşmalarında telif haklarını kuvvetlendiren mekanizmalara gösterilen ilgiden ve ABD'nin (Çin gibi) yabancı ülkelere telif haklarına karşı saygılı olmaları yönünde yaptığı baskılardan görüleceği üzere-- entelektüel mülkiyet üstünden tefecilik (kullanım ödentileri) seçkinler için giderek çok daha önemli bir gelir kaynağı haline geliyor.

Diğer bir deyişle, kapitalistler, hukukun kendi çıkarlarını --yani "mülkiyet hakları"nı-- yansıtmasını ve korumasını güvenceye alarak, "serbest piyasalar"daki rekabeti sınırlama arzusundadırlar. Bu süreç sayesinde, [kapitalistler] toplum içindeki kooperatif eğilimlerin devlet tarafından desteklenen "piyasa güçleri" tarafından ezilmesini sağlayacaklardır. Noam Chomsky'nin ifade ettiği üzere, modern kapitalizm "zenginler için devlet koruması ve devlet desteği, yoksullar için ise piyasa disiplini demektir." ("Roll Back, Part I", Z Magazine) ["Serbest piyasa"yı] gerçekten de destekleyen bir azınlık yanlızca modern kapitalizmin "kamusal destek" yönüne saldırıp, mülkiyet hakları için devlet korumasını mutlu bir şekilde desteklerken, "serbest piyasa"nın kendinden tahvilli avukatları aslıdna hiç de öyle değildirler [serbest piyasacı değildirler]. (Devlet tarafından korunan tekellere dayanan kapitalizm hakkında daha fazlası için, bakınız Benjamin Tucker, Instead of a Book by Man Too Busy to Write One).

Tüm bu tekeller, işçi sınıfından insanların zararına kapitalistleri zenginleştirmeyi (ve onların sermaye stoğunu arttırmayı), [işçi sınıfından insanların] yönetici seçkinlerin güç ve zenginliğini zayıflatma yetilerini kısıtlayamayı amaçlar. Tümü, oyuna hile karıştırarak kendimiz için çalışma (bireysel veya kolektif olarak) seçeneklerinin kısıtlanmasını, emeğimizi "serbest piyasa"da satma ve sömürülme haricinde başka hiçbir seçeneğimiz olmamasını sağlamayı amaçlar. Diğer bir deyişle, çeşitli tekeller, kapitalizme karşı alternatifler bir kenarda marjinalleştiririp ekonominin zirvelerini büyük işalemi denetiminde bırakırken, [piyasaya] girişin karşısında "doğal" engellerin (bakınız Kısım C.4) yaratılmasını garanti altına alırlar.

Bu tip mülkiyet ve otoriter toplumsal ilişkileri korumak için devlet vardır. Özel mülkiyetin devlet sahipliliğine dönüştürülmesinin (yani ulusallaştırmanın) mülkiyetin tabiatını değiştirmediğine dikkat edilmelidir; bu, yanlızca özel kapitalistleri uzaklaştırır ve onların yerine bürokratları geçirir.
 

B.3.3 MÜLKİYET NEDEN SÖMÜRÜCÜDÜR?

Bu soruyu cevaplamak için, üretken "alet ve teçhizat" üzerindeki tekeli ele alınız. Endüstriyel kapitalistler sınıfı tarafından elde edilen bu tekel, bu sınıfa tekelleştirilmiş alet ve teçhizatı kullanmak [isteyen] işçilerden "ödenti" alma ayrıcalığı sunar.

Bu, mülkiyetin işçi sınıfını (Proudhon'un deyişiyle) "afaroz etmesi" yüzünden olur. Devlet toprakta, işyerinde vb. mülkiyet haklarını dayatır; [böylece] sahibi başkalarının bunları kullanmasını engelleyebilir ve "mülkiyetlerini" kullanmasına izin verdiklerine kendi kurallarını dayatabilir. Böylece patronlar "size iş vermektedir: yani kendileri tarafın değil de sizin gibi başka işçiler tarafından kurulan fabrika ya da imalathanede çalışma izni. Ve bu izin yüzünden, ... onun için çalıştığınız sürece onun beslenmesine yardım edersiniz." (Alexander Berkman, What Is Communist Anarchism?, s. 11)

Bu nedenle, nüfusun büyük bir kesiminin yaşamsal araçlardan mülksüzleştirilmiş olmaları nedeniyle, kapitalistler sahip oldukları --ancak ne ürettikleri ne de kullandıkları-- sermaye için "kullanım ödentisi" kesecek ideal konumdadırlar. Fazla bir seçeneği olmayan işçiler, çalışma sırasında özerkliklerinden ve çalışmalarını ürününden vazgeçecekleri sözleşmeleri kabul ederler. Bu, kapitalistlerin ücret olarak ödenenden potansiyel olarak daha fazla bir üretebilecek bir "meta"ya (emeğe) erişimlerini sağlar. Çalışma saatleri boyunca, sahibi işin seviyesini, süresini ve yoğunluğunu (endüstrideki veya ülkedeki işsizlik seviyesi gibi nesnel koşulların yanısıra işçilerin direnci ve dayanışmasınca da saptanan belli sınırlar dahilinde), ve böylece de (üretmemiş olsa da tek başına [el koyma] hakkının olduğu) ürün miktarını dikte edebilir. Böylece sahibin, işçilere, firma için emekleriyle yarattıkları ürünlere veya hizmetlere yaptıkları katma değerden daha az bir [ücret] ödemesiyle, bir "ödenti" (veya "artı değer") yaratılmış olur. Kapitalistin karı, böylece, emek tarafından yaratılan ve [emekten] gasp edilen "artı değer" eksi firmanın genel masrafları ve hammaddelerin maliyeti olur (keza bakınız Kısım C.2, "Kar nereden kaynaklanır?").

Mülkiyet sömürücüdür, çünkü artığın sahip tarafından tekelleştirilmesini mümkün kılar. Mülkiyet işyerinde hiyerarşik ilişkiler yaratır ("alet ve teçhizat üzerindeki tekel" belki de "güç tekeli" olarak daha iyi adlandırılanbilir); ve herhangi hiyerarşik bir sistemde olduğu gibi, güce sahip olanlar çıkarlarını korumak ve diğerlerinin zararına [bu gücü] daha da geliştirmek için kullanırlar. İşyerinde işçilerin baskı ve sömürüye karşı direnişi vardır; [ve] "kapitalist işletmenin hiyerarşik ... ilişkileri, bu çatışmayı sermayenin temsilcileri lehine çözüme kavuşturmak için tasarlanmıştır" (William Lazonick, Op. Cit. s. 184)

Söylemek gereksiz ancak, mülksüzleştirilmişlerin eylemleri karşısında mülkiyet haklarını ve yönetimi korumak için devlet daima orada hazırdır. Suyu ısındığında, bunların var olmasını sağlayan [şey] devletin "iktidar tekeli"nin koruyucu varlığıdır.

Yani, kapitalistler, kendileri üretken bir iş yaparak kazandıklarından değil, sadece üretim araçlarına sahip oldukları için işçilerden artı değer elde edebilmektedirler. Tabii ki bazı kapitalistler de üretime katkıda bulunabilirler; bu durumda, kendi emekleriyle yaptıkları katma değer miktarını adalet adına firmanın ürününden almaya hak kazanırlar; ancak sahipler tipik olarak bundan çok daha fazlasını elde ederler, ve bunu devletin mülk sahipleri olarak onların bu hakkını garanti altına alması sayesinde yapabilirler (ki bu hiç de şaşırtıcı değildir, çünkü firmaların girdi ve çıktıları hakkında yegane bilgisi olanlar onlardır, ve hesap verilmeyen konumdaki her insan gibi bu iktidarı [gücü] suistimal ederler --anarşistlerin özgür sözleşmenin asli bir tamamlayıcısı olarak doğrudan demokrasiyi desteklemesinin bir nedeni de budur, çünkü iktidardaki bir kimsenin, aldığı kararlarla kendi çıkarlarını [kendisine] tabi olanların üstünde tutmayacağına güvenilemez). Ve tabii ki pek çok kapitalist işlerini yürütmeleri için yöneticiler tutar, böylece de sahip olmaları dışında hiçbir şey yapmadan gelir kazanırlar.

Kapitalistlerin karları bu nedenle devlet destekli bir sömürü biçimidir. Bu, bankerlerin topladığı faizler ve toprak sahiplerinin edindikleri kiralar için de aynı şekilde doğrudur. Bir biçimde devlet olmazsa, bu sömürü biçimleri imkansız olurdu, çünkü bunların dayandığı tekeller korunamazdı. Örneğin, devletin askeri kuvvetlerinin ve polislerin yokluğunda, işçiler gidip fabrikaları ele geçirerek onları kendileri adına işletir, ve böylece de kapitalistlerin kendi yarattıkları artıktan adaletsiz bir pay edinmelerini engelleyebilirlerdi.
 

B.3.4 ÖZEL MÜLKİYET MEŞRULAŞTIRILABİLİR Mİ?

Hayır. Kapitalizmin destekçilerinden az bir kısmı özel mülkiyetin (özellikle toprak üstündeki) kuvvet kullanımıyla yaratıldığını kabul etse de, çoğu özel mülkiyetin adil olduğunu savunur. Özel mülkiyetin genel bir savunusu ("serbest piyasa" kapitalizminin destekçisi olan) Robert Nozick'in çalışmasında bulunur. Nozick'e göre, kuvvet kullanımı kazanımı gayri meşru kılar ve bu nedenle mülkiyetle ilgili mevcut herhangi bir hak gayrimeşrudur (diğer bir deyişle, çalma ve çalıntı mallarla ticaret yapmak bu mallar üstündeki sahipliği meşru kılmaz). Bu nedenle, toprağın başlangıçta ele geçirilmesi gayrimeşruysa eğer, o takdirde tüm mevcut haklar da gayrimeşru olacaktır. Ve toprak üstündeki özel mülkiyet kapitalizmin temeli olduğu için, kapitalizmin kendisini gayrimeşru kılacaktır.

Bu meseleyi halletmek için, Nozick aşağıdaki şekilde özetlenebilecek olan Locke'ın çalışmasından ("Lockeci Şart") faydalanır:

1. İnsanlar kendilerinden sorumludur.
2. Dünya başlangıçta ortaklaşa sahiplenilmişti (veya Nozick'in deyişiyle sahipsizdi).
3. Eğer diğerlerinin koşullarını kötüleştirmiyorsanız, dünya üstünde ortalama paydan daha büyük bir [pay] üstünde mutlak haklar edinebilirsiniz.
4. İnsanlar bir kez özel mülkiyeti ele geçirdiği zaman, sermaye ve emek için serbest piyasalar [oluşması] ahlaki olarak gereklidir.
Toprağı paylaşan iki birey örneğini ele alalım. Nozick, "artık şeyleri kullanma hürriyetleri olmayanların konumları, bundan dolayı kötüleşmediği müddetçe, sürecin --daha önce sahipsiz olan bir şey üstünde-- normal olarak kalıcı miras bırakılabilecek bir mülkiyet hakkına yol açması nedeniyle" (Anarchy, State and Utopia, s. 178), bir bireyin [ortaklaşa kullandıkları] toprak üstünde hak iddia etmesine izin verir.

Ancak, eğer bir kişi toprağı ele geçirirse, diğeri kalan toprakla hayatını idame ettiremez. Ancak, yeni toprak sahibi topraklarını işlemesi için diğerine bir ücret teklif ederse ve bu [ücret] yeni ücretli kölenin ilk başta ürettiğini aşarsa, bu "Lockeci Şartı" yerine getirir. Tabii ki, yeni ücretli kölenin başkası için çalışmaktan başka bir seçeneği yoktur, ancak bu Lockeci Şart açısından konu dışı bir şeydir.

İlginçtir ki, kendisini "liberter" olarak adlandıran bir ideoloji, Nozick'in kuramı "kötü olma"yı [ing. worse off] --ortak kullanıma dayanan bir toplumda var olan koşullara nispetle-- tamamen maddi zenginlik anlamında tanımlamaktadır. Diğer bir deyişle, hürriyet anlamında (örn. öz-sahiplik veya kendinden-hükümet gibi) "kötü olma" Nozick için konu dışıdır --oldukça anlamlı bir konumlanma.

Nozick ideolojisinde öz-sahipliğe önem verdiği iddiasındadır, çünkü artık her birimiz kendi yaşantısını yönlendirmesi gereken ayrı bireylerizdir. Bu nedenle, Nozick'in kendine mal etme açıklamasında, insanların kendi anlayışları doğrultusunda hareket etme yetilerine vurgu yapmaması gariptir. Aslında, bir kimseyi başkalarının iradesine tabi ve boyun eğen bir konuma, gereksiz ve istenmeyen [bir konuma] indiren bir mal etmeye hiçbir itiraz yoktur.

El koymanın adaletliliğini değerlendirirken, bireylerin diğer bireylerin kararlarına tabi olmasının Nozick tarafından dikkate alınmadığı olgusuna dikkat edin. Özel mülkiyetin yaratılması olgusu, ücretli köleler için bazı önemli özgürlüklerin reddedilmesiyle sonuçlanır (adıyla, ücretli kölenin kullandığı toprağın statüsü hakkında bir şey deme [hakkı] yoktur ve emeklerinin nasıl kullanıldığı hakkında söz söyleme [hakkı] yoktur). Özel mülkiyetin yaratılmasından önce, herkes kendi işini idare ediyordu, yaşamlarının tüm yönlerinde kendinden-yönetme [özerklik] vardı. El koymanın ardından, yeni ücretli kölenin böylesi bir özgürlüğü yoktur; ve gerçekte, zamanlarının çoğunu nasıl harcayacakları üstündeki denetimlerinden vazgeçtikleri çalışma koşullarını kabul etmek zorundadırlar.

Nozick'in öz-sahiplik taraftarı olan ve bunun neden önemli olduğu [konusundaki] birçok iddiasını ele alın; yeni mülksüzleştirilen ücretli kölenin özerkliğinin onun için önemli olduğunu düşünürsünüz. Ancak, bu yönde hiçbir kaygı yoktur --ücretli kölenin özerkliği tamamen konu dışıymışçasına ele alınır. Nozick, insanların kendi yaşamlarını sürdürme özgürlüğüne olan ilginin, sınırsız mülkiyet hakları kuramının temelini oluşturduğunu iddia eder, ancak açıktır ki bu ücretli köleliğe uygulanmamaktadır. Özel mülkiyetin yaratılmasını meşrulaştırması yanlızca toprak sahibinin özerkliğini [konuyla] ilgili görür. Ancak, Proudhon'un doğru bir şekilde belirttiği gibi:

"Eğer insanın hürriyeti kutsalsa, bu bütün bireyler için eş derecede kutsaldır; eğer [bireyin] nesnel eylemi, yani yaşaması için mülkiyete ihtiyacı varsa, maddelerin ele geçirilmesi tüm herkes için eş derecede gereklidir ... Eğer bir birey, bir diğerini kendisininkine eşit madde miktarına el koymaktan alıkoyamazsa; ... bu, bireylerin gelmesini artık engellemeyeceği anlamına gelmez mi?" (What Is Property?, s. 84-84)
Kapitalizmde insanların kendilerini [kontrol ettikleri] öne sürülür, ancak insanların çoğu kaynaklara bağımsız erişime sahip değilken bu tamamen biçimseldir. Ve başka insanların kaynaklarını kullanmak zorunda kaldıkça da, giderek kaynaklara sahip olanların denetimi altına girerler. Diğer bir deyişle, özel mülkiyet nüfusun çoğunluğunun özerkliğini azaltır, ve kölelikle pek çok benzerliği olan bir otorite rejimi yaratır. John Stuart Mill'in ifade ettiği gibi:
"Artık yasanın gücüyle köleleştirilmeyen veya bağımlı kılınmayan büyük çoğunluk, [bu sefer] mülkiyetin gücüyle [köleleştirilir veya bağımlı kılınır]. [H]ala bir yere, bir işe ve işverenin arzusuna zincirlidir; ve hem diğerlerinin hiçbir çaba göstermeden ve hak etmeden miras edindikleri zihinsel ve ahlaki avantajlardan, hem de zevlerden doğuştan mahrum edilir. Bunun, insanlığın bugüne kadar mücadele etmiş olduğu şeytanlara denk bir şey olduğuna inanmakta yoksullar hatalı değiller." (Principles of Political Economy, s. 377-8)
Kapitalizm, resmi öz-sahiplik iddiasında olsa bile, aslında işçi sınıfından insanların özbelirlenim hakkını sınırlamakla kalmaz, aynı zamanda onları başkaları için bir kaynak yapar. Diğerlerinin mevcut mülkiyeti ele geçirmesinden sonra piyasaya girenler, ya hayır işlerine [muhtaç] kalırlar veya diğerleri için çalışırlar. Bu sonraki, Kısım C'de tartışacağımız üzere, diğerlerinin zenginleştirmek için işçinin emeğinin sömürülmesine yol açar. Emekçi insanlar mevcut mülkiyet tasarımıyla işbirliği yapmak zorundadırlar ve diğerlerine faydasına [buna] zorlanırlar. Bu, öz-belirlenimin kaynaklar kadar bir kimsenin fiziki ve zihinsel mevcudiyeti üzerinde de hakları olması gerektirdiği anlamına gelir. Öz-belirlenim (yani anlamlı bir öz-sahiplik) için kaygı, bizi ortak mülkiyet artı işçilerin üretimi kontrolü, ve böylece bir tür liberter sosyalizme götürür --özel mülkiyet ve kapitalizme değil.

Ve, tabii ki, toprağa el konulması, devletin mülksüzleştirilmişlere karşı bunu savunmasını ve devamlı olarak insanların yaşamlarına müdehale etmesini gerektirir. İnsanlar, kendi hallerine bırakılırlarsa, başkaları tarafından adaletsizce ele geçirildiğini düşündükleri etraflarındaki kaynakları serbestçe kullanacaklardır, ve yanlızca devamlı devlet müdehalesi onların Nozick'in adalet ilkesini ihlal etmelerini engeller (Nozick'in kendi terminolojisini kullanırsak, "Lockeci Şart" [modellenmiş] bir kuramdır, aksi takdirde [Nozick'in] iddiaları ayakta kalamaz).

Ek olarak, bir kişinin özel mülkiyetinin diğerlerinin sahip olmamasını gerektirdiğine ("bizler proleterya sınıfına aitiz, mülkiyet bizi afaroz eder" (Proudhon, Op. Cit. s. 105); ve böylece herhangi ekonomik bir sistem gibi, "serbest piyasa"nın da özgürlüğü yarattığı kadar onu sınırladığına dikkat etmeliyiz. Bu nedenle, kapitalizmin "ekonomik hürriyet" oluşturduğu iddiası açıktır ki yanlıştır. Aslında, büyük çoğunluğun iş saatleri sırasında hürriyetlerinin reddedilmesine dayanmaktadır (toplumda zenginliğin yoğunlaşması nedeniyle aynı zamanda iş dışındaki hürriyete de önemli etkileri vardır).

Belki Nozick, özel mülkiyetin artan maddi faydalarının ele geçirmeyi meşrulaştırdığını öne sürebilir. Ancak, "hürriyet"i destekleyen bir kuramın iyi hallice köleleri, yoksul erkek ve kadınlardan daha iyi durumda görmesi garip gözüküyor. Nozick'in ücretli kölelerin rızasının başlangıçtaki ele geçirme için gerekli olmadığını iddia etmesi gibi; belki de maddi zenginlikteki kazançların özerklik kaybını telafi edecebileceğini öne sürebilir, ve böylece bu ilk eyleme ataerkilliğin [ing. paternalism] bir eylem olarak izin verebilir. Ancak Nozick, özel mülkiyet haklarını kısıtladığı zaman ataerkilliğe karşı çıktığı için, bu hakları yaratmak için gerektiğinde ona güçlükle başvurabilir. Ve eğer ataerkilliği dışlar ve özerkliği vurgularsak (Nozick'in kuramında sıkça yaptığını iddia ettiği üzere), o halde özel mülkiyetin başlangıçtaki gelişimini meşrulaştırmak, imkansız değilse bile oldukça zorlaşır.

Ve eğer her bir sahibin mülkiyetleri üstündeki hakkı, el koyma hakkındaki Lockeci Şartı içerirse, o zaman bu haklar geçersizdir. Eşitsiz kaynaklar üstünde insanların sahip olduğu herhangi bir hak, "mülkiyet hırsızlıktır" ve "mülkiyet despotluktur" gerçekleriyle nitelendirilecektir. Özel mülkiyetin "güç haktır" haricinde başka bir şeyle meşrulaştırılabileceği iddiası gibi, özel mülkiyetin ekonomik hürriyet olduğu da açıkça yalandır.

Özel mülkiyet ve bunun (işgal etme, emek, doğal kaynaklar veya başka bir şey olsun) neden meşrulaştırılamayacağı hakkında daha fazla anarşist inceleme için, Proudhon'un klasik What Is Property? çalışmasına bakınız.
 

Çeviri: Anarşist Bakış


Kaynak: "B.3 Why are anarchists against private property?", Anarşist Sıkça Sorulan Sorular.
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1