Yılmaz Karakoyunlu

Bağımsız Yargı Diyalektiği...
Dün Yargıtay'da "yargı bağımsızlığı" konusunda bir panel izledim. Yüksek yargıçlar, milletvekilleri, itibarlı hukukçular ve geniş izleyici kitlesi vardı. Paneli Yargıtay Başkan Vekili İsmail Arslan yönetiyordu. Profesör Mustafa Erdoğan, Profesör Tekin Akıllıoğlu, Doçent Vahit Bıçak ve Milletvekili Bülent Akarcalı konuşmacıydılar.
Anladım ki yetenekli ve iddialı hukukçularımız kendilerini teoriden bir türlü kurtaramıyorlar. Türkiye'de pratiğinde şikayet edilmiş bir konunun teorisinde derinleşmek ne sağlar diye düşündüm.
***
Mülkiye'de okuduğumuz yıllarda rahmetli Bahri Savcı Montequieu'den aktarmalarla toplumun en önemli değerinin "adalet ahlakı" olduğunu anlatırdı. O günlerde tartışılan konu, "hakim teminatı" idi. Yargıcın kabulü olmadan bir yerden başka yere atanması mümkün değildi.
Yargıç güvencesinden, yargı bağımsızlığına geldik. Çünkü toplumun değerleri yozlaştıkça adalete sığınma ihtiyacı artıyor.
Konuşmacıları dikkatle ve özenle dinledm. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yargıç seçme kriterlerinden, İngiliz Lordlar Kamarası'nda dokuz yetkili yargıç niteliklerinin belirlenmesine kadar çok detay öğrendim.
Kafamdaki asıl soruna; "adalet ahlakına" cevap bulamadım.
***
Ben adalet ahlakının sağlandığı yerde yargının bağımsız olduğuna inanırım. Zo runlu ve değerli kavram, "adalet bağımsızlığıdır..."
Siz hiç yurttaşların adliye koridorlarında "yargıç teminatı isterim" dediğini duydunuz mu?
Siz hiç insanların mahkeme salonlarında "yargı bağımsızlığı" isterim dediğini işittiniz mi?
İnsanoğlu "adalet isterim" diye yakınır... Adalet isterim diye haykırır...
Yüreğini yaralayan haksızlık budur. Yokluğunda Allah'a sığındığı eksiklik budur.
Ben adaleti sağlayan yargıcın güvenceli olduğuna inanırım. O hükmün verilişinde yargının bağımsız olduğuna inanırım.
Maruz kaldığı haksızlık için, "Allah'a havale et" diyen Sokullu'yu Kanuni'nin önünde azarlayan köylünün sözünü hatırlarım: "Her şey Allah'ın adaletine kalıyorsa, mülkün adaleti ne işe yarıyor?"
***
Yargı bağımsızlığı ilk önce göz yaşartıcı bir zemin yanlışlığında tartışmaya alındı. Halkın önüne yanlış kavramla kondu. Konuyu zemin yanlışlığına yargının bizzat kendisi götürdü. Hakimler "cüzdan ile vicdan arasında sıkıştı" dediğimiz gün işi sadece maaş basitliğinde görmüştük... Elbette ki maaş önemliydi ama yargı bağımsızlığı bundan ibaret değildi..
Meseleyi tek nedenli ve maaş endeksli gören yaklaşımın, yargı bağımsızlığı konusunda herhalde olgunlaşmış görüşler olduğu söylenemez.
***
Yargı bağımsızlığının ilk gündeme geldiği Roma'da yargıçlar çok iyi maaş alıyorlardı. Hatta, özel seyisli sarı arbaları da vardı. Ama duruşmalarda borçlular "adalet isteriz" diye bağırıyorlardı.
Roma'da borcun ödenmesi gecikince alacaklı, borçluyu evinde köle olarak çalıştırmak hakkına sahipti. Her türlü ev işlerini görmekle sorumluydular. Alacaklı görevini aksatan borçluyu dövme hakkına sahipti. Borçlunun karısına göz koyabiliyordu. Delikanlı borçlusunun ırzına geçen tefeci Papirus olayı adalet ahlakının utanç örneğiydi. Bu olay devletin himayesiyle gerçekleştiriliyordu.
Adalet isteğinin (ahlakının) isyana dönüştüğü ilk örnek budur. Roma sokaklarında kan gövdeyi götürdü...
***
Çin topraklarını gezen bir filozof, genç bir kadının ağladığını görür ve sorar: "Neden ağlıyorsun?" Kadın cevap verir: "Burada bir kaplan var. Önceki gün babamı, dün anmemi, bugün kocamı yedi. Yarın sıranın oğlumda olduğunu söylüyor."
Filozof tekrar sorar. "Pekiyi neden burayı terk edip başka bir yere gitmiyorsun?"
Genç kadın cevaplar: "Bu ülkenin yargıçları adildir; haksızlık işlemezler."
***
Eski Çin'de adaleti temsil eden terazinin kefeleri kâseydi. Bu kâselere, fağfur denirdi. Fağfur aynı zamanda Çin hükümdarı anlamına geliyordu.
Bizde de güzel bir beyit vardır:
Neş'e tahsil ettiğin sağarda senden gamlıdır;
Bir dokun, bin ah işit kase-i fağfurdan...
Hosted by www.Geocities.ws

1