CMC’NİN ALTIN MADENLERİ |
- LEFKE’NİN SİYANÜRLÜ GEÇMİŞİNDEN... - |
Ekim 2001, Lefke Gazetesi Sayı 9. |
Ve nihayet Türkiye'de siyanürcülerin
büyük atağı başladı.
Önce
Dr. Necip Hablemitoğlu istihbarat örgütlerini “kıskandıracak” 304
sayfalık çalışması ile, siyanürlü altın çıkarılmasına karşı mücadele
edenlerin tümünün Alaman casusu olduğunu “ispatlayıverdi”(1).
Hemen ardından Türkiye’nin altın potansiyeli ortaya “çıkarıldı”. Yıllar
önce yapılmış bir araştırma düpedüz çarpıtılarak Türkiye bir anda dünyanın
sayılı altın zengini ülkelerinden biri ilan edildi. Tek yapılması gereken
kazmayı alıp toprağın altındaki altını çıkarmak. Ve sonra da siyanür
arıtma havuzunda yıkanan “bilimadamı kılıklılar”...
Altın
tekelleri asla vazgeçmeyecek. Türkiye’nin üzerine kan kokusu almış aç
kurtlar gibi saldırıyorlar ve saldırmaya devam edecekler. Uluslararası
tekeller bildik yöntemlerle ilerliyorlar ve çok doğal olarak ilk
hedeflerinden biri Türkiye’nin yüz akı aydınları olacaktı. Ülkenin, düşünen,
sorgulayan, konuşan insan potansiyeli, tek amacı azami kar olan emperyalist
sermaye karşısında “bir şekilde halledilmesi gereken” küçük bir azınlıktır. Ve işte Türkiye’nin bugünkü koşullarına en uygun
tarzda hallediliyorlar.
Birkaç
yıl önce bir gazetede “Bak Lefke’ye Gör Bergama’yı” başlıklı bir
yazı çıkmıştı. “Kader” ilginç bir şekilde Bergama’yı Lefke’ye
benzetmeye çalışıyor ve eğer Lefkeliler, Bergamalılar, Türkiye’nin çevreye
duyarlı insanları, insanlık ailesi her gün seslerini biraz daha yükseltmezlerse,
sırada bekleyen 600 civarındaki altın arama izinli işletme Türkiye’nin
her yerini “Lefke’ye” çevirecekler.
Bergama’nın
önemi işte burada başlar. Altıncılar/siyanürcüler burada takıldılar,
bundan dolayı Bergama’ya çok “hassastırlar”.
27
Şubat 1997’de Bergama’dan bir grup Lefke’ye gelip bölgeyi gezerler ve
dehşet görüntülerini belgeleyip başlarına geleceği anlatmak üzere geri dönerler.
Hemen ardından, 15 Mart 1997’de bölgemize ikinci bir ziyaret yapılır. Bu
kez ziyaretçiler Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı önderliğinde bir grup
Prof. ve Dr. unvanlı “biliminsanı”. Onlar da bölgeyi gezip bir rapor hazırlarlar
(2). Bakınız “bilimsel” raporlarının 12. maddesinde ne yazmışlar; “Lefke-Gemikonağı
bölgesindeki artıkların durumu kendine özgü koşullar taşımaktadır.
Herhangi bir yörede ve de özellikle Bergama yöresindeki altın madeni işletmeciliğiyle
hiç bir şekilde benzerliği sözkonusu değildir. Bu konuda yapılan benzetme
ve yorumlar spekülatif niteliktedir”. Böylece ziyaretlerini neye borçlu
olduğumuz da ortaya çıkmış oluyor.
Bergama
bugün bir simge haline gelmiştir, insanın doğa ile barışık yaşaması,
insanlığın ihtiyacı olmayan kaynakların tüketilmemesi, doğayı harabeye
çeviren lüks tüketim ihtiyaçlarının kışkırtılmaması gibi evrensel değerler
somut talepler halini almış durumda. Ama
hepsi bu kadar da değil, Bergamalıların yerinden yönetim talepleri, bir bölgede
yaşayan insanların kendi kaderleri ile ilgili karar verme yetisinin merkezi hükümetlerin
kararlarından önde geldiği türünden talepler en az çevreci talepler kadar
önemli demokratik taleplerdir. Öte yandan Lefke ise geçmişi ile bu talepler
uğruna verilen mücadeleye anlam katıyor.
Lefke’de çevre sorununun abartıldığı yönünde açıklamaları sık
sık duymaktayız (sanki burada abartılacak bir şey kalmış gibi), bu konuda
muhatap olması gereken, sorumluluk taşıyan devlet birimleri, Çevre Dairesi
ve Tarım Bakanlığı ne yazık ki bu işin şampiyonları. Ama sorunun
boyutlarını gizlemeye yönelik çabalarda
“madencilik lobisi” diyebileceğimiz bir başka kol da dikkat çekmektedir.
İşte ayni rapordan ibret verici iki madde daha; araştırmacılarımız
raporlarının 6.maddesinde şöyle diyorlar. "Artık depolama alanında
yapılan gözlemler ve cevherin bilinen mineralojik yapısının, cevherden
siyanür liçi ile altın kazanılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmış,
ayrıca sahada da herhangi bir siyanürasyon artığı gözlemlenmemiştir.
dolayısıyla bakır, pirit, sülfirik asit, dışında herhangi bir altın üretiminin
yapılmadığı kanaatine varılmıştır."
Aynı raporun 7. maddesine ise şöyle yazmışlar; “ Eski yöntemde
bakır içindeki piritin bastırılması ve bakır mineralinin konsantre olarak
kazanılmasında bir miktar siyanür
kullanıldığı eski raporlarda belirtilmektedir.
(Ancak 1942 yılından sonra siyanürün kullanılmadığı, kaldı ki siyanürün
çok kısa sürede bozulduğu bilimsel gerçeğinin ışığında ) Çevrede
siyanürden ileri gelen herhangi bir kirlilikten bahsetmek mümkün değildir.
Zaten analiz sonuçları da bu gerçeği doğrulamaktadır.” (3)
Şimdi
biz ne diyelim, sahada siyanürlü atık bulamamışlar, peki nasıl aradılar?
Koklayarak mı? Bugüne kadar bölgede
siyanür aramasının sonuçlarını içeren sadece bir rapor yayımlanmadı (4).
A&M Engineering’in bu detaylı çalışmasına 10 yılı aşkın süredir
kimse itiraz da etmedi. Bu raporda, inceleme alanlarından biri “Old
cyanide plant” diye isimlendirilmiş ve birçok analiz sonucunda siyanür
bulgulanmış. Atığın alt tabakalarından numune alıp siyanür taraması
yapma yönündeki bir başka girişim ise yaklaşık bir ay kadar önce Doğu
Akdeniz Üniversitesinden gelen bir ekip tarafından yapıldı. Onlar ise aldıkları
numuneler ile ilgili laboratuvar sonuçlarını henüz yayınlamadılar. Öte
yandan Madencilik Lobisi’nin “ araştırmacıları” tesislere gidebilmek için
önünden geçtikleri, nerde ise yerleşim alanları ile iç içe, denize nazır
30 bin tonluk atığı da görmemişler. Ama zaten adamlar bu madenden siyanür
liçi ile altın çıkarılamaz diyorlar, hatta daha da ileri gidip altın üretimi
yapılmadığını ima ediyorlar. Babalarımız, dedelerimiz CMC’nin altın
madenlerinde çalışıyorlardı, yoksa öyle mi sanıyorlardı?
Konuya başka yönden yaklaşacak olursak; Bir miktar siyanür kullanmak ne demek, bir miktar diye bir bilimsel tanımlama mı var?, Bahsedilen eski raporlar konusu ise tam bir bilmece, bize bu raporları referans vermeleri gerekmiyor mu? Duyumlara göre mi raporlardan bahsediyorlar yoksa bu raporları gördüler mi?
1942 den sonra siyanür kullanılmadığı ise doğrudur, çünkü CMC o tarihten sonra altın çıkarmadı ama bahsedilen konsantrasyon işlemleri 1974 yılına kadar devam etti. Yine de siyanür kullanımından vazgeçilme tarihinin düzeltilmesi gerekiyor. Doğru tarih 2 Dünya Savaşının başladığı 1939'dur.
30
BİN TONLUK ATIK
CMC atıkları arasında siyanür bulunması ihtimalini ikinci kez, Lefke
Çevre Derneği’nin talebi üzerine bölgemizde inceleme yapan Kıbrıs Türk
Mühendis ve Mimar Odaları Birliği dile getirir
(5). 1996 yılında yapılan bu çalışmada 30,000 (6) ton civarındaki
atığın siyanür içerme ihtimali bulunduğu açıklanır. Bu rapor kamuoyunun
ilgisini çeker ve uzun süre konuşulur. Ama ne yazık ki KTMMOB bu rapordan
sonra “derin bir sessizliğe” bürünür. Çalışmalarındaki ciddiyet ile
tanınan ve bilimsellikten asla taviz vermeyen oda’nın bu tavrını hep merak
ediyordum. Son zamanlarda öğrendiğim kadarı ile yarım yüzyıl sonra bölgede
siyanür bulunabileceğini yazarak komik duruma düştükleri konusunda bir
profesör tarafından ikna edilmişler. Oysa gerçek, odanın raporda yazdıklarının
doğru olduğudur. Şüphesiz doğada
serbest siyanür uzun süre bulunmaz. Yani yarım yüzyıl sonra o civarda
etrafa saçılmış bir şekilde saf siyanür bulamazsınız, ama konuya bu şekilde
yaklaşmak da bilerek kamuoyunu yanıltmaya
yönelik bir girişimdir. Burada sözkonusu olan olası tehlikelerdir, yani
bilimsel analizler istenilen düzeyde yapılmadığına göre (henüz sadece ön
araştırmalar yapılmıştır) biz ancak ihtimallerden bahsedebiliriz ve 30.000
tonluk atık, madenin işlenme hızı, kullanılan siyanür oranı gibi
bilinmeyenlere bağlı olarak alt tabakalarda siyanür barındırabilir. Özellikle
Prof. Dr.Emür Henden kendisi ile konuşmalarımızda bu konuya dikkat çekmekte
idi. Yine Şubat 2000’de Lefke’deki Uluslararası Çevre Konferansında,
Prof. Dr. Emür Henden bir başka önemli ihtimale dikkat çekmekte idi. Buna göre,
asıl dikkat edilmesi gereken tehlike siyanürün ağır metaller ile kararlı
bileşimler oluşturarak civarda varlığını çok uzun zaman sürdürebileceği
idi (7).
Siyanür
konusuna ilginç yaklaşımlara bir başka örnek de 1998’de Çevre Bakanlığı
bünyesinde kurulan CMC Araştırma Komitesi’nin tutumudur. Lefke Çevre Derneğinden
de temsilci kabul eden bu komite, kuruluşta niyeti farklı olsa da sonradan
Lefke Çevre Derneği’ni kontrol etmeye yönelik bir girişim izlenimini verdiği
için dernek tarafından toplantılarına temsilci gönderilmemiştir.
Komite’de bir buçuk yıl kadar önce siyanürlü
atıklar konusu ele alınır. Komiteye öncülük eder durumdaki bir Profesör’e
göre böyle bir şey sözkonusu bile değildir. “Orada bulunan kum dan
ibarettir, gidip avuçlayıp yiyebilirsiniz”. Zihniyet ayni olduktan sonra,
Mekanlar farklı olsa da yöntemler hiç değişmiyor. Radyasyonlu çay içen
bakan, siyanür havuzunda yıkanan öğretim görevlisi ve maden atığını avuçlayıp
yeyerek test etme. Analiz yöntemlerindeki benzerlikler ne kadar da dikkat çekici...
CMC
araştırma komitesi’nin sözkonusu toplantısında, “ikide bir abartılıp
kamuoyunda gereksiz rahatsızlık yaratan sorunu”, kökten çözmek için
Lefke Belediye başkanı’na bir de öneri yapılmış. Öneriye göre, “aslında
kumdan başka birşey olmayan bu atık alınıp belediyenin altyapı çalışmalarında
kullanılabilir”. O sırada belediyenin kaldırım yapma kampanyası sürmekte
idi, bu malzeme orada kullanılır, kalan da inşatlarda kullanılırdı.
Lefke Çevre Derneği’nin çalışmaları soru işaretleri yaratmış olacak,
bu öneriye pek itibar edilmedi.
CMC
konusundaki araştırmalar bugünlerde belirgin bir hız kazandı, sanırım çok
uzun sürmez gerçeği tartışmasız bilimsel yöntemlerle yapılan
analizlerden öğreneceğiz. Bölgede saf siyanür bulunur veya bulunmaz aslında
önemli olan bu değildir, asıl önemli olan toplum sağlığına verilen önemdir.
Kıbrıs’ta
altın madenciliği 1932 yılında CMC’nin Skouriotissa (8) dağının
batı ve güney batı eteklerindeki altın madeni yataklarını işletmeye açması
ile başlar. Aslında, özellikle bu bölgede altın madeni bulunduğu
biliniyordu. CMC’nin öncüsü durumundaki Godfrey Gunther’in notlarından
yola çıkılarak yapılan araştrmalarda madenin çıkarılma maliyeti çok yüksek
bulunmuştu. Gunther araştırmalarını Fugasa (foucassa- Skouriotissa) dağı
ile sınırlamıştı ama daha sonra Kuzey Matihati ve Ablıç’ta da altın
madenleri bulunur. CMC’nin ilk
bulduğu altın madeni olan Fugasa madeninde altın çıkarma maliyetini yükselten
ise madenin yapısı idi. Kıbrıslıların “Şeytan Çamuru”
dedikleri bu maden yoğun miktarda asit içerdiği için önce bu madeni asitten
arındırmak zorunluluğu vardı. Antik çağlarda da işletilen
bu madenler, açığa çıkarılan kükürt ve diğer ağır metaller
sayesinde yağmur suları ile asit oluşturarak madeni yıkamış ve binlerce yıl
boyunca alttaki kil tabakası içerisine bu yıkama sırasında çözdüğü altın
ve gümüş’ü taşımıştı. Daha sonra üstteki bakır madeni alınınca
yer yer bu beyaz kuru kil görünümündeki tabakaya ulaşılmıştı. Kuru görünümüne
aldanıp üzerine basan madencilerin ayakkabılarını, elbiselerine bulaştıranların
ise elbiselerini eriten bu kil’in %20 si nem idi ve içerisinde sülfirik asit
barındırmaktaydı. İşte bu yüzden Kıbrıslılar bu topraktan çekinir adına
Şeytan Çamuru derlerdi (9).
Şeytan Çamuru içerisindeki altın birikimini tespit eden CMC uzun yıllar
bu madeni işletmeyi düşünmez. Bunun nedeni ilk başta elde ettikleri
verilere göre tonunda 1 ons (10) dan fazla altın bulunan bu kil’in işletme
maliyetinin yüksek oluşuydu. CMC şeytan çamurundan altın elde etmek için işleme
başlamadan önce onu asitten ayrıştırmak zorunda idi ve bu işlemler de
maliyeti yükseltiyordu. Ama 1929 dan beridir devam Kapitalizm’in büyük
bunalımı, 1932 yılı sonunda doları da vurunca, altın fiyatları bir anda
20.67 Dolar’dan 32.32 Dolar’a fırladı ve bir sonraki yıl,
1934’te 35 dolar’a ulaştı. Altın fiyatlarındaki bu yükseliş CMC’yi
altın madenlerini işletmeye açması için cesaretlendirir. Artık en kötü
ihtimalle bile Kıbrıs’ta altın işletmeciliği karlı bir iş olacaktı.
1932-33 yılları boyunca şeytan çamurunu Fugasa dağı eteklerine
depolayan CMC, çamuru asitten ayrıştırmanın yolunu buluncaya kadar 8000 ton
şeytan çamuru çıkarmıştı bile. Alt tabakalara indikçe altın oranı yer
yer yükselmekte ve ton’da 50 ons a kadar çıkmaktaydı. Öte yandan şetan
çamurundaki gümüş oranı da küçümsenemeyecek boyutta idi.
CMC ilk altın ihracatını 1934 yılında yapar. İçerisinde yoğun
olarak altın bulunan ve gümrük
kayıtlarında “Gold Ore” diye isimlendirilen 311 ton maden ihraç edilir.
Ayni yıl “Yellow Ore” adı altında 3,150 ton konsantrasyon daha ihraç
edilir (11). Burada bir noktaya açıklık getirmemiz gerekmektedir; CMC
nin ihraç ettiği madenler her zaman değişik maden cevherlerinin belirli
oranlarda bir konsantrasyon içerisinde zenginleştirmesi ile oluşan ham
maddeler şeklinde idi. Örneğin, 1935’de “Copper Precipitate” adı ile sınıflandırıp
ihraç ettiği 37,170 ton maden %2 bakır ve %50 kükürt içeriyordu.(12).
Bir başka örnek ise, 1934 sonunda
ihraç edilen 4,314 tonluk konsantrenin içeriğidir. Bu konsantre işlenip
zenginleştirildikten sonra %21,1 bakır, %41 kükürt ve ton başına 0,096 ons
altın ile 1,3 ons gümüş içeriyordu (13).
Ne yazık ki elimizde bu konsantrasyonların içeriklerini inceleyen
kapsamlı bir çalışma yoktur.
Altın üretimi açısından
1932-1938 arası dönemi ele aldığım bu çalışmada, iki kaynaktan
yararlanmaktayım. Bunlardan biri CMC nin Fugasa’daki merkezinden alınan
bilgilerle ve CMC nin büyük başarısını övmek üzere yazıldığı açıkça
belli olan 1962 de yayınlanmış David Lavender’in kitabıdır. CMC yöneticilerinin,
kendisine her türlü yardımı yaptıkları bu kitabında Lavender, CMC arşivinden
alabildiğine yararlanmış ve üretimle ilgili birçok verinin günümüze ulaşmasını
sağlamıştır. Yararlandığım ikinci kaynak ise, Sömürge Yönetimi’nin
istatistik yıllıkları olan Cyprus Blue Book
isimli yayınlardır. Her biri 4 yıl geriyi kapsayan bu yıllıkların
1935 ve 1938 yayınlarını kullanılarak
CMC nin yaptığı altın madeni ihracatını hesaplamaya çalıştım. 1938
sonrası için Lavender kayıt vermediği için zaten artık üretimin hızla düşüp
durduğu 1939 ve sonrasını dikkate almadım. Tablo 1. ve Tablo 2.’den
görüleceği gibi CMC’nin bu dönem boyunca “Gold Ore” adı altında
ihracatı 365 ton dur. Buna ek olarak “Yellow Ore” adı altında ise 10,992
ton maden ihraç edilir. Tüm bu ihracattan elde edilen gelir ise toplam olarak
216,402 Sterlin dir. Blue Book lar bizlere bu kadarını vermektedir ama
Lavender farklı şeyler yazmaktadır (14). Ona göre bu dönem boyunca
CMC toplam olarak 86,000 ons altın ve 625,000 ons gümüş çıkarmıştır.
CMC kayıtlarını okumaya devam edersek; üretimde
tehlike sınırı daha üretimin başladığı ilk yıl olan 1934 ihracatı ile
aşılmış ve 124,548 Dolar kar
edilmiş. 86,000 ons yaklaşık 2.5 ton demektir ya da parasal olarak yaklaşık
3,000,000 Dolar. Bu tarihlerde sterlinin dolara oranını 1935 deki rakamı esas
alarak hesaplarsak satılan altın madeninin değeri 594,000 Sterlin civarında
bir rakama ulaşır (15). Bu durumda 216,402 sterlin gibi komik bir
ihracat rakamı, 1938 sonrasında da stoktan ihracat yapılsa bile artık
594,000 sterlin ile arasındaki farkı kapatamaz.
İngiliz Sömürge
Yönetiminin istatistik verilerindeki “tuhaflık” bu kadarla da sınırlı
değil, örneğin hiç bir kayıtta yalaşık 18 ton gümüşten
bahsedilmediği gibi, CMC’nin 1934 de ilk ve son kez ihraç ettiği
31,470 Kg. Selenyum’dan da hiç bahsedilmiyor. Tüm bunlar “Copper Ore” ya
da “Pyrites Cupreaus” başlıkları altında ihraç edilen konsantrasyonlar
içerisinde bulunmuş olmalıdırlar. 1934 de ihraç edilen örnekten de görüleceği
gibi 4,314 ton konsantrenini içerisinde ton
da sadece 0,096 ons (2.72 gr.) altın bulunmaktadır. Bu ihracatla 910 ton bakır
ve 1768 ton kükürt ihraç edilirken 11 kilo 740 gr da altın ihraç edilmiş
oldu. Doğal olarak konsantrenin adı “gold ore” olamazdı.
CMC’nin 2,5 ton altın ile 80 ton dan fazla gümüş çıkardığı ama
hiç bir zaman bunları saflaştırıp külçe halinde satmadığını
biliyoruz. Ülkemizin kaynaklarını eğer bakır, kükürt, altın, gümüş,
demir gibi işlenmiş mamuller halinde satmaya kalksalardı bu alanlarda ciddi
bir sanayi oluşturmaları gerekecekti. Oysa Emperyalizm’in dünya
ekenomisinde bizim gibi sömürge ülkelerin halklarına biçtiği rol bizlerin
gelişmemizi sağlayacak yatırımlardan mahrum olmamızı gerektiriyordu.
Bizler ve bizim gibi halklar Emperyalizmin madencileri, çiftçileri idik. O
zamanlar adını koymaktan çekinmiyorlardı; Sömürge idik.
TABLO 1: 1931-1938 Yılları
arası bakır, altın ve pirit başlıkları altında ihraç edilen
maden miktarı ( Ton )
|
1931 |
1932 |
1933 |
1934 |
1935 |
1936 |
1937 |
1938 |
Copper Ore (Cupreous Concentrates) |
.... |
.... |
.... |
.... |
37.170 |
64.029 |
111.547 |
146.550 |
Gold
Ore |
.... |
.... |
.... |
311 |
.... |
.... |
.... |
54 |
Pyrites Cuprreaus (Pyrites) |
199.786 |
177.630 |
209.970 |
150.195 |
207.789 |
220.367 |
388.835 |
515.303 |
Yellow Ore |
…. |
…. |
…. |
3.150 |
2.034 |
763 |
3.894 |
1.151 |
TABLO 2: 1931-1938 Yılları arası bakır, altın ve pirit başlıkları altında ihraç edilen maden miktarının değeri (Sterlin)
|
1931 |
1932 |
1933 |
1934 |
1935 |
1936 |
1937 |
1938 |
Copper Ore (Cupreous Concentrates) |
.... |
.... |
.... |
.... |
147.618 |
252.385 |
435.488 |
768.247 |
Gold
Ore |
.... |
.... |
.... |
11.000
|
.... |
.... |
.... |
386 |
Pyrites Cuprreaus (Pyrites) |
194.750 |
166.552 |
195.779 |
142.458 |
194.782 |
204.118 |
363.073 |
488.593 |
Yellow Ore |
…. |
…. |
…. |
93.703 |
35.070 |
31.867 |
34.771 |
9.605 |
Kıbrıs’ta siyanür ilk kez 1932 yılı sonunda çıkarılmaya başlanan
şeytan çamuru için kullanılır. 1933 de başlayan arındırma işlemi Karkot
deresinin içerisinde yapılır. Dere kenarına kurulan keresteden yapılma bir
çark içine konan 50 şer tonluk maden, kırılp ufalanması için çakıl taşları
ve asit in nötürleşmesi için kireç taşı ile takviye ediliyordu. Bu karışıma
son olarak yüksek miktarda siyanür ilave ediliyordu. Bundan sonra çark içerisinde
çevrilen karışım sürekli olarak su ile yıkanmakta ve siyanürlü atık su
dere yatağına bırakılmakta idi. Her 1 ton maden için 75-100 ton arası su
kullanıldığını bilyoruz (16). Bu durumda sadece ilk 8,000 ton şeytan
çamuru için bile 700-800
bin ton siyanürlü atık su dere içerisine bırakılmış. Fugasa dağından
sonra geniş bir yay çizerek Cengiz Topel Hastahanesi yanında denize ulaşan
bu dere, yıllarca yeraltı kaynaklarını siyanürlü su ile besleyip, kalan
suyunu da Güzelyurt Körfezi’ne boşalmıştır. Daha sonra açılan diğer
maden ocaklarında ise böyle bir yönteme baş vurulmamış ve içerisinde altın
bulunan cevher Gemikonağı tesisilerine taşınıp orada siyanür uygulamasına
geçilmiştir.
Gemikonağı
tesislerinde, maden ocaklarından getirilen madenler kırıcılardan geçtikten
sonra havuzlara aktarılıp siyanürlenir ve su ile karıştırılırdı.
Havuzlarda istenilen karışım elde edildikten sonra bol miktarda su ile
borularla deniz kenarında beklemeye alınacağı bentlere pompalanırdı.
Buradaki toprak bentler içrisine su ile karışık pompalanan siyanürlü karışım,
boruların yerleri sık sık değiştirilerek düzgün bir şekilde dağıtılırdı.
Açığa çıkan atık su ise 50 metre ilerideki Güzelyurt körfezine bırakılırdı.
İşlemden
de anlaşılacağı gibi ne doğanın korunması için asgari tedbirler alınmış
ne de işçiler için. Altın madenciliğinin son yıllarında CMC’de işe başlayan
ve bir süre madeni siyanürleyen bölümde çalışan Hüseyin Elyeli bugün 85
yaşında olmasına rağmen siyanürün dehşetini unutmamış. Yumurta büyüklüğündeki
siyanür parçaları variller içerisinde naylon poşetlere sarılı imiş. Bu
poşetleri açmadan önce işçiler ağızlarına CMC’nin verdiği
bir cins sünger takarlar ve eldivenlerle siyanürleri belirtilen
oranlarda havuzlara gönderecek
cihazlara bırakırlarmış. Siyanürden başka 7-8 çeşit kimyasal maddeyi
kullandıklarını söyleyen Hüseyin dayı, bir de çam sakızı dedikleri bir
kimyasalın ismini hatırlıyor, ama siyanürü (cyanide) hiç zorlanmadan
ingilizce olarak biliyor. İşçiler taktıkları koruyucu süngere rağmen
kokusunu duyabiliyordu. “İnsan o keskin kokudan bayılacak hale gelirdi”
diyor Hüseyin dayı. Ve iki işçinin düşüp bayıldıklarını ve zor kurtarıldıklarını
anlatır.
CMC’nin ne kadar siyanür kullandığını arşivini incelemeden tam
olarak bilemeyiz. Bu konuda çıkarılan altın madeni miktarı, uygulanan yöntem
ve madenin cinsi gibi verilerden yola çıkılarak birtakım tahminler yürütülebilir.
Elbette ki bu konu alanında uzmanlaşmış araştırmacıların işi. Bizim işimiz
ise yakın tarihimiz ve sonuçları ile sınırlı.
CMC altın ayrıştırma işlemlerinden sonra ortaya çıkan siyanürlü
suyu Akdeniz’e bırakmaktaydı, ama denizi kirleten sadece siyanürlü atıklar
değildi. Milyonlarca ton bakır madeni atığı ayni zamanda denize bırakılıyordu.
İşlem böyle devam ederse Güzelyurt körfezi’nin maden bataklığına döneceği
anlaşılınca pratik zeka ürünü bir çözüm bulunur. 1950 yılından hemen
önce deniz altına boru hattı döşenerek atıklar akıntı yolu ile açık
denize gönderilmeye başlanır. Bu boru hattının yapımında çalışan işçiler
deniz altına döşenen borunun uzunluğunun 2 kilometre den fazla olduğunu, bölgedeki
balıkçılar ise 3 kilometre açığa kadar boruyu takip edebildiklerini söylemektedirler.
Yakın zamanlarda balıkçı ağlarına takılıp kopan ve yüzeye çıkan boru
hattının 15 inç çapında olduğu söylenmektedir. Yine son günlerde boru
hattından kopan yaklaşık 800 metre uzunluğundaki bir başka parça ise bölgemizdeki
bir limana çekilmiş.
Deniz altı yaşamına yapılan tahribatın boyutlarına gelince; Maden işletmeleri
kapanalı çeyrek yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen bugün hala daha açık
denizde bile deniz altı maden tabakası ile kaplı. Balıkçılar zaman zaman
tabana sürünen ağlarına maden pisliği bulandığını söylüyorlar. Deniz
altında ise bitki yaşamı yok denecek kadar az. Körfez içerisinde birçok bölge
deniz altı çölü gibi. Milyonlarca ton siyanürlü atık suyun şokunu yaşayan
deniz altı canlıları, altın işletmeleri kapatıldıktan sonra bu kez gitikçe
artan oranda asitli maden atığı
ile tahrip edilmeye devam edilmiş. Kızıla boyanan deniz içerisindeki canlılar
ağır metaller ile zehirlemekte ve besin yoluyla insanlara ulaşmaktaydı.
Denize gönderilen atığın içeriği ile ilgili bir fikir verebilmek üzere,
Gemikonağındaki atık havuzlarından birinin içerdiği ağır metalleri
sayacak olursak; kükürt, demir, mangan, çinko, bakır, kadmiyum, kobalt,
kurşun, krom ve mobilden (17).
İngiliz Sömürge Yönetiminin bu facia karşısında hiç bir tedbir
almamış olması dikkat çekicidir. 1960
da kurulan zayıf Kıbrıs Cumhuriyeti ise CMC gibi bir mali dev ile zaten başa
çıkamazdı. Cumhuriyetin kurulmasından ancak 7 yıl sonra, 1967 de Kıbrıslı
balıkçılar Cumhuriyet mahkemelerinde CMC ye karşı açtıkları davayı
kazanınca, CMC tedbir almak zorunda kalır. Bu tarihten sonra atıklar, Lefke
yakınlarında dere kenarına kurulan bir atık barajına pompalanır.
2,5
TON ALTIN KAÇ PARA EDER?
2,5 ton altının değerini hesaplamak elbette ki çok kolay, bugünkü
altın kuru ile çarparsınız olur biter. Ama asıl mesele 2.5 ton altının
neye malolduğunu doğru hesaplayabilmektir. Aslında 2.5 ton altın topraklarımızdan
alınıp götürülen değerlerin yanında sözü bile edilemeyecek bir rakam.
Ayni şekilde 80 ton gümüş de öyle. Bazı hesaplamalara göre CMC’nin çıkardığı
birinci sınıf madenin miktarı 15,000,000 ton dur. Bu miktarın % 4.2 si bakır,
% 48 i ise kükürt içermektedir. 20 yüzyıl boyunca Kıbrıs’tan ihraç
edilen bakır madeni (Konsantrasyonları) yaklaşık 30,000,000 ton olarak
hesaplanmaktadır (18)
İngiliz Sömürge yönetimi’nin politikası gereği, Kıbrıs’ın
her yanı köstebek yuvasına çevrilmişti. 1878 yılında Kıbrıs’ı işgal
eden İngilizler 1882 de ilk maden ocağını Limni’de işletmeye açarlar.
Limni’den sonra başta Kalavason, Mitsero, Mathiati, Skouriotissa, Ablıç ve
Karadağ madenleri olmak üzere 30 dan fazla yerde maden ocakları açılır (19).
20 yüzyılın ilk yarısı boyunca çoğu zaman sefalet içerisinde yaşayan Kıbrıslı’lar,
maden ocaklarını bir nimet olarak gördüler. CMC ve diğer maden şirketleri
ekmek kapısı idiler. İşlerini bırakıp yola düşen köylüler çalıştıkları
süre boyunca iyi kazanç sağlarlar belki ama bu kazanımın karşılığını
büyük çoğunluğu sağlıkları ile öderler. Bu konuda henüz sonuçlanmamış
bir çalışmam vardır. İşe giriş numaralarına göre sıralanan 30 Kasım
1963 tarihli Karadağ yar altı madencileri listesini ele alan bu çalışma henüz
daha işin başında olmasına rağmen ürkütücü gerçeği gözler önüne
sermektedir. Listedeki 1 numralı isim Ali Kayımzade akciğer kanserinden ölmüş,
2 numaralı işçi Hüdaverdi Kasım ise kan kanserinden. İlk 15 işçiden ölüm
nedenlerini bulabildiğim 10 işçinin 6’sı kanserden ölmüş. Kanser
illetinden kırılan sadece madenciler olmadılar. Dört bir tarafı maden atıkları
ile kirletilen Lefke’de yaşayan insanların tümü bu kirlilikten etkilenmiş
ve etkilenmeye devam ediyor. Lefke Belediyesi 2000 yılı ölüm kayıtlarına göre
bölgede ölümlerin yarısı kanser kaynaklı (20).
Bölgemizde maden atıklarından kaynaklanan sağlık sorunları kanser
vakaları ile de sınırlı değil. Örneğin deniz kenarında CMC atıklarına
yakın mesafedeki Cengizköy’de yaşayanların önemli bölümü guatır
hastası. O bölgedeki milyonlarca ton maden atığı %5 ile %17 arasında değişen
oranlarda kükürt içermektedir (21). Benzer şekilde Bağlıköy'deki
ölümlerin yarıdan fazlası kanserden kaynaklanıyor. Bağlıköy, ayni
zamanda maden işletmelerinin sebep olduğu bir başka gerçeğin simgesi
durumunda. Bağları ile ünlü köyde bugün tek bir bağ bulunmuyor. Köydeki
tüm erkekler CMC madenlerine işçi olarak gidince köyün ekonomisi çökmüş.
Benzer şekilde 20. yüzyılın başında narenciye ihracatı için kullanılan
Pendaya limanı ise 1920 yıllarında çekilmiş fotoğraflarda anı olarak kalmış.
Eski haritalarda gördüğümüz limanın yerinde yeller esiyor. Daha 1930 yılına
gelmeden bölgedeki tarımsal gerileme İngiliz Sömürge Yönetimi’ni önlem
almaya zorlamış. Önemli sayılabilecek tarımsal altyapı yatırımlarına rağmen
1930 sonrasında üretim o kadar
gerilemişti ki artık ihracat için bir limana gerek kalmamıştı.
Zaman zaman nüfusu CMC işçileri ile ikiye katlanan Lefke, maden
ocaklarının kapatılması ile hayalet kasabaya dönerken sadece ekonomik ve
sosyal darbenin yaraları ile kalmadı. Kıbrıs’ın birçok köyünden gelen
işçiler, terk ederek ekonomik etkinliklerini gerilettikleri köylerindeki
belirsiz geleceklerine geri dönerken, Lefke geleceğini karartan milyonlarca
ton maden atığı ile başbaşa kaldı. 1930 da 2595 işçisi bulunan CMC, 1937
de işçi sayısını 5720 ye çıkardı (22). Bu sayı 1960'lı yılların
ortalarına kadar çok fazla değişmedi. Özellikle 1968 den sonra işletmelerini
kapatmaya başlayan şirket,
ekonomisini kendisine göre değiştirdiği Lefke ve yöresini 1974 deki savaşı
bahane ederek tamamen terk ederken, yöre halkına göç etmekten başka seçenek
bırakmıyordu. 1996 sayımına
göre 2768 kişinin yaşadığı Lefke, civardaki köyler ile birlikte 6490 kişiye
ancak ulaşabiliyor. Yani bölge çeyrek asırdan beridir toparlana toparlana
bir zamanlar barındırdığı maden işçilerinin sayısı kadar nüfusu ancak
tutabilmiş.
Yakın zamanlarda yapılan bir sempozyumda Tahir
Öngür, “altını çıkarılıp da zengin olan ülke
yok, zengin olanlar altını çıkaran yabancı şirketler.” diyordu (23). Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Lefke de Tahir Öngür’ü
bir kez daha doğruluyor.
CMC’NİN SİYANÜR
STOKUNA NE OLDU ?
1939 dan
sonra kapanan CMC, ikinci dünya savaşı sonrasına kadar faaliyetlerine ara
vermek zorunda kalır. Savaştan sonra açılınca altın madenlerini işletmekten
vazgeçer. Bu sırada CMC’nin depolarında 150 varel siyanür stoku vardır.
Her bir varilin 205 litre hacmi olduğunu düşünerek 30 ton dan az olmayan bir
miktar olarak tahmin edebileceğimiz bu siyanüre ne olduğu tam olarak
bilinmemektedir. Bu konudaki bazı iddialar Lefke Çevre Derneği tarafından
yaklaşık iki yıl önce kamuoyunun bilgisine getirilmişti(24).
Bu iddialara göre siyanür stoku bilinmeyen bir yere gömülmüştü.
CMC’nin Kıbrıslı son temsilcisi ise konu tartışmaya açıldıktan sonra
basına yaptığı bir açıklamada kendisinin o yıllarda CMC depolarının
sorumlusu olan Ian Ross Cooper’den, siyanürü bir Avusturalya şirketine sattıkların
öğrendiğini söylüyordu. Bugün hayatta olmayan Cooper, ne yazık ki bu
konuda herhangi bir belge bırakmamıştır. Ama yaşamının sonuna kadar
Lefke’de yaşayan Cooper’in CMC görevlisi olmayan dostları da vardır.
Etrafta dolaşan iddialara göre savaş sonrasında CMC’de işe başlayan
Cooper’e verilen ilk görev 150 varil siyanür’den kurtulmadır. Cooper’in
CMC’yi siyanür stokundan nasıl kurtardığı belli ki birçok kez tartışılmıştır. Tarihi boyunca binlerce ton kimyasal madde kullanan bir şirkette
30 ton civarındaki bir maddenin yarım yüzyıl önceki serüveni konusunda bu
kadar ayrıntılı ve farklı bilgi bulunması düşündürücüdür.
22 Şubat 1999 da CMC’nin devamı durumundaki Cyprus Amax’a bir
mektup yazan Lefke Çevre Derneği, bu siyanür stokunun akıbetini sorar. Daha
önceleri Lefke Çevre Derneği’ne cevap vermekten çekinmeyen ve ilişki de
kuran şirket, bu soruyu cevaplamadığı gibi bir daha ilişki de kurmaz. Ben tüm
bunlardan siyanürün gömüldüğü yönündeki iddiaları ciddiye almamız
gerektiği sonucunu çıkarmaktayım. Ve yine siyanürün, Cengiz Topel Hastanesi yanındaki CMC
gof sahasının altına gömüldüğü yönündeki iddiayı da dikkate almamız
gerekmektedir.
Yarım yüzyıl önce toprağa gömülen siyanür bugün ne tür
potansiyel tehlikeler taşır? Bölgemizde siyanürlü atıkların durumu ne
olacak türünden sorular bundan sonra da tartışılmaya devam edilecek ama
olayların gelişimi bir konuyu daha gündeme taşıyıp tartışmaya ve araştırmaya
başlamamızı gerektirmektedir. Bugüne kadar dikkatimizi çekmeyen bu konuyu
bir soru ile ifade edeyim. CMC neden siyanürden kurtulmaya çalıştı ?
Bu yazının başındaki
rapordan da görüleceği gibi siyanür bakırı çökeltmede de kullanılabilirdi,
en azından stok tükeninceye kadar. Oysa ilk iş olarak ondan kurtulmaya çalışmışlar.
Kullanmayacak olsalar bile bu acele ve telaşın nedeni neydi?
Siyanürün
tehlikelerini (25) ne işçiler ne de bölge halkı bugün bile
bilmemektedir. Siyanürü kullanan işçi bile onun çok tehlikeli olduğunu
bilmesine rağmen bu konuda bilinçli ve sistemli bilgiye sahip değildir. Oysa
şirket yöneticileri onun ne olduğunu çok iyi biliyorlardı. Yoksa
bildikleri başka şeyler de mi vardı ?
1.
Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası,
Dr. Necip Hablemitoğlu, Otopsi Yayınları. Kitabın Internet'teki 92 sayfalık “özeti”; http://www.geocities.com/hablemitoglu/bergama.htm
adresinden elde edilebilir.
2. Rapora Profesör unvanı ile imza koyan iki
kişiden biri, Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı’nın
yönetim
kurulu başkanı olan Prof. Dr. Güven Önal dır. Güven Önal bugünlerde, Türkiye'de
siyanürle altın çıkarmanın erdemleri üzerine açıklamaları ile tanınmaktadır.
Diğer profesör Ali Akar ise ünlü Normandy şirketinin Internet'teki sayfalarında
Bergama’da simgeleşen mücadeleye karşı bildiriler imzalamaktadır. Öte
yandan dikkat çekici bir başka imza sahibi ise Madencilikten Sorumlu Devlet
Bakanı Danışmanı unvanlı Dr. Vedat Oygür;
Normandy Madencilik AŞ. nin iletişim sayfasında Genel Müdürlük
Enformasyon Ofisi e-mail
adresi olarak [email protected]
verilmektedir. Bu
konuda daha fazla bilgi ; Normandy Madencilik AŞ. web sitesi : http://www.ovacik-altin.com,
ve Yurt Madenciliğini Geliştirme
Vakfı web sitesi : http://www.ymgv.org.tr
adreslerinden edinilebilir.
3.
Bu
yazının başlığında siyanür kelimesinin geçmesine özellikle dikkat
ettim. Bu sihirli kelimeyi her kullandığımızda ortalık karışıveriyor. Bölgede
siyanürden kaynaklanan bir kirliliğin bulunmadığı konusundaki hiç bir araştırmaya
dayanmayan açıklamalara (ve zamanlamasına) bir örnek ; CMC ülkemizi apar
topar terk ederken geride 14 adet selzyum 133 elementi
içeren radyoaktif cihaz bırakır. Tesisler içerisinde çeşitli yerlerde
bulunan bu cihazların başına gelmeyen kalmaz, sağa sola atıl vaziyette bırakılırlar,
hurdacılar söküp götürmeye çalışırlar, toprak altına gömülmeye kalkılırlar,
daha bir yığın rezillik. 12 adedi bulunan bu cihazların ikisi hala daha kayıptır.
Lefke Çevre Derneği’nin Şubat 1999 da başlattığı “CMC atağı”
sonucunda 19 Şubat 1999 da konu basın yolu ile kamuoyunun gündemine
getirilir. Basının büyük ilgisi sonucunda soruna alışık olmadığımız hızla
çözüm bulunur. 16 Mart 1999 da kurşun korumaları yıpranıp çevreye ölüm
saçtıkları saptanan cihazların, Çekmece Nükleer
Araştırma ve Eğitim Merkezine götürülmek üzere gemiye yüklenmesi ile
konu “şimdilik” kapanır. Ama
Lefke Çevre Derneği’nin CMC dosyası kapanmaz. Sırada siyanür vardı.
Dernek, 27 Şubat’ta bu konuyu da
gündeme getirmişti bile. 19 Şubat’tan
sonraki günlerde ülke gündeminin en önemli sorunu olan radyoaktif elementler
sorunu örneğin Kıbrıs gazetesinde 5 gün boyunca arka arkaya çoğu zaman
manşetten ve sayfalarca işlenir. Bu haber gazetenin iki muhabirine ödül
kazandırır. Tüm bunlar olup biterken sesi soluğu çıkmayan “bazı araştırmacılar”
nedense bir aylık bir gecikme ile açıklama yapma gereği duyarlar. Ve 26 Mart
1999 tarihinde Maden, Metalurji ve Jeoloji Mühendisleri Odası’ndan açıklama
gelir. Açıklamaya gore, “Gerçek dışı haberler insanların kafasını
karıştırıyor” muş (Yenidüzen, 26/3/1999). Gazete açıklamaya başlık
olarak “Siyanüre Rastlanmadı, Kurşun Kalıpların Parçalanmadığı Sürece
Çevreye ve İnsana Zararı Yok” diye yazmış. Öğrenmiş olduk… Bu
arada merak ediyorum “siyanüre nasıl rastlanır ?”. Örnek alınıp analiz
yapılmadığına göre, kendisi mi karşımıza çıkar ?
4.
Environmental Site Investigation, Gemikonağı Copper Mining and Smelting
Facility. Gemikonağı, Northern Cyprus.
A&M Engineering and Envronmental Services, INC. Şubat 1994. A&M
Engineering and Envronmental Services, 1994 de yayınladığı ilk raporundan
sonra 1996’da bölgede ikinci kez araştırma yapıp yeni ve çok daha kapsamlı
ayni isimli bir rapor daha hazırlar. 22 Mayıs 1998’de yayınlanan ikinci raporda araştırılan
atıklara sarı atıklar olarak bilinen (yellow pile) siyanürlü atıklar da
ilave edilir. Analiz sonuçlarına göre,
0,125 mg/kg olması gereken siyanür, 21.4 mg/kg olduğu tespit edildi.
5. Kıbrıs
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Lefke- Gemikonağı Bölgesindeki
Maden Atıklarının Çevreye Etkisine İlişkin Ön İnceleme Raporu, 11 Temmuz
1996.
6. Siyanürlü
atık miktarı için hesaplanan 30.000 ton rakamının kaynağı CMC kayıtları
olarak gösterilmektedir. Sözkonusu atığı tanımlayan herhangi bir kayıt
bugüne kadar ortaya çıkarılmamıştır. CMC’de çalışan liman yükleme işçileri
yılların deneyimine dayanarak bu miktarın her biri 20.000 ton alan 3 gemi yükünden
fazla olduğunu söylüyorlar. Bu tür hesaplamalar konumuz dışında kalıyor
ama çelişkili rakamların sadece siyanürlü atıklar için değil,
Lefke’nin çeşitli yerlerine dağılmış birçok atık yığını için geçerli
olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
7. Environmental
Risks of Mining Using Cyanides and Acids, Prof. Dr. Emür Henden.
Lefke Çevre Derneği tarafından 16-17 Şubat 2000 de düzenlenen
“Avrupa Çevre Politikaları ve Kıbrıs’ta Madencilik” isimli uluslararası
konferansa sunulan bildiri.
8. Skouriotissa
(diğer adı ile Foucassa – Fugasa) dağı, dumanlı dağ demektir. Bu isim
antik çağlardan kalmadır. 1900 yılına kadar dünya bakır üretiminin yarısına
yakınının yapıldığı Kıbrıs’ta 4.000.000 ton civarında eski maden atığı
vardır. Bu atıkların 2.000.000 tonu bu dağda bulunmuştur. Bakır madeninin
yüksek ısılı fırınlarda eritilmesinden sonra ortaya çıkan taşlaşmış
atıklar ayni zamanda o bölgede ne kadar odun yakıldığının da göstergesidir.
Kıbrıs’ta bakır eritmek için Kıbrıs yüzölçümünün 16 katı kadar
ormanlık arazi yakıldığı gerçeğinden hareketle, Skouriotissa’da Kıbrıs
yüzölçümünün 8 katı ormanlık arazinin bakır eritme fırınlarında yakıldığı
sonucuna ulaşabiliriz. İ.S. 4 yüzyıla kadar yaklaşık 1000 yıl süren bu iş,
üzerinde dumanın hiç eksik olmadığı dağa, antik çağların yeşil adasının
çoraklaşmasını simgeleyen ismini kazandırmış.
9.
Şeytan
çamurunun oluşumu ve kimyasal yapısı hakında daha fazla bilgi için ; The
Story Of Cyprus Mines Corporation / David Lavender, s. 244-5.
10.
1 ons (ounce)=28,35 gram
11.
Cyprus
Blue Book, 1935, s. 233.
12.
Agy, s. 392
13.
The Story Of Cyprus Mines Corporation, David Lavender, s. 363.
14.
Age, s. 248.
15.
1932-38
yılları arasında sterlin-dolar kur oranları ; 1932-3.51, 1933-4.23,
1934-5.05, 1935-4.9, 1936-4.96, 1937-4.95, 1938-4.89. Kaynak: Cumhuriyet Döneminin
İktisadi Tarihi-1923-1950, Yahya S. Tezel, sayfa 154, Yurt Yayınları,
1982
16.
The Story Of Cyprus Mines Corporation, David Lavender, s.245
17.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefke-Gemikonağı, CMC Madencilik Şirketi Tarafından
Yaratılan Çevre Sorunu Ön Raporu, 9.6.1999, Prof. Dr. Ümit Erdem, Prof. Dr.
Hans Günter Barth, Prof. Dr Ünal Altınbaş, Prof. Dr. Emür Henden, Prof. Dr.
Şevki Filiz, Prof. Dr. İsmail Duman, Av. Senih Özay, Av. Erkan Avşar. Raporda,
Prof. Dr. Emür Henden tarafından yapılan su örnekleri analiz sonuçlarından
denize önemli miktarda asit sızıntısı olduğu tespit edilmekte ve sonuçların
çevre sağlığı açısından kabul edilebilir değerlerin üzerinde olduğu
belirtilmektedir.
18.
Ronald Stross (1925-1932 Kıbrıs valisi) ve Bryan J. O’brien, 1930 da
yazdıkları The Handbook of Cyprus isimli kitaplarında 1929 yılına
kadar Kıbrıs’tan ihraç edilen maden miktarını 600,000 ton olarak
hesaplarlar 1929 yılında ise 288,110 ton üretim yapıldığını yazarlar
(sayfa, 267). 1931-1980 yılları boyunca ihraç edilen miktarı ise,
Lefke’deki Avrupa Çevre Politikaları ve Kıbrısta Madencilik isimli
konferansa sundukları bildiride H. Gökçekuş ve M. Okaygün yaklaşık
28,000,000 ton olarak bildirirler (Mining Contamination: A Case Studuy From
Northern Cyprus-Gemikonağı (Xeros) Area, Hüseyin Gökçekuş, Mehmet Okaygün,
sayfa 13)
19.
H.Gökçekuş
ve M.Okaygün, agy, sayfa 13
20. Lefke
Belediyesi’ndeki ölüm kayıtları bölgedeki ölümlerin tamamını içermemekle
beraber yine de düzgün dağılım gösterdiği kabul edilebilir. Bu konuda
kapsamlı bir çalışmam hazırlık aşamasındadır.
21. Prof.
Dr. Ünal Altınbaş’ın Gemikonağında bulunan atık havuzlarında yaptığı
atık analiz sonuçları. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefke-Gemikonağı,
CMC Madencilik Şirketi Tarafından Yaratılan Çevre Sorunu Ön Raporu içinde.
22.
Lefke Kasabası’nın Tarihsel Boyutunda Bir Kesit, Kıbrıs Maden Şirketi ve
Bugünkü Demografik Yapı, Feridun Kemal Feridun, s.4
23.
Jeoloji Mühendisleri Odası'nca düzenlenen Altın İşletmeciliği:
Nereye Kadar? başlıklı sempozyumda Tahir Öngür’ün yaptığı konuşma,
22 Eylül 2001, İzmir, (Uğur Altunay’ın
notlarından, http://groups.yahoo.com/group/antisiyanur/message/138)
© 2001, Enver Bıldır |