CMC’NİN ALTIN MADENLERİ

- LEFKE’NİN SİYANÜRLÜ GEÇMİŞİNDEN... -

ENVER BILDIR

Ekim 2001,

Lefke Gazetesi Sayı 9.

        Ve nihayet Türkiye'de siyanürcülerin büyük atağı başladı.

      Önce Dr. Necip Hablemitoğlu istihbarat örgütlerini “kıskandıracak” 304 sayfalık çalışması ile, siyanürlü altın çıkarılmasına karşı mücadele edenlerin tümünün Alaman casusu olduğunu “ispatlayıverdi”(1). Hemen ardından Türkiye’nin altın potansiyeli ortaya “çıkarıldı”. Yıllar önce yapılmış bir araştırma düpedüz çarpıtılarak Türkiye bir anda dünyanın sayılı altın zengini ülkelerinden biri ilan edildi. Tek yapılması gereken kazmayı alıp toprağın altındaki altını çıkarmak. Ve sonra da siyanür arıtma havuzunda yıkanan “bilimadamı kılıklılar”...

       Altın tekelleri asla vazgeçmeyecek. Türkiye’nin üzerine kan kokusu almış aç kurtlar gibi saldırıyorlar ve saldırmaya devam edecekler. Uluslararası tekeller bildik yöntemlerle ilerliyorlar ve çok doğal olarak ilk hedeflerinden biri Türkiye’nin yüz akı aydınları olacaktı. Ülkenin, düşünen, sorgulayan, konuşan insan potansiyeli, tek amacı azami kar olan emperyalist sermaye karşısında “bir şekilde halledilmesi gereken” küçük bir azınlıktır.  Ve işte Türkiye’nin bugünkü koşullarına en uygun tarzda hallediliyorlar. 

      Birkaç yıl önce bir gazetede “Bak Lefke’ye Gör Bergama’yı” başlıklı bir yazı çıkmıştı. “Kader” ilginç bir şekilde Bergama’yı Lefke’ye benzetmeye çalışıyor ve eğer Lefkeliler, Bergamalılar, Türkiye’nin çevreye duyarlı insanları, insanlık ailesi her gün seslerini biraz daha yükseltmezlerse, sırada bekleyen 600 civarındaki altın arama izinli işletme Türkiye’nin her yerini “Lefke’ye” çevirecekler.

      Bergama’nın önemi işte burada başlar. Altıncılar/siyanürcüler burada takıldılar, bundan dolayı Bergama’ya çok “hassastırlar”.

     

                                     

                                         SEBEBİ “MEÇHUL” ZİYARET

 

        27 Şubat 1997’de Bergama’dan bir grup Lefke’ye gelip bölgeyi gezerler ve dehşet görüntülerini belgeleyip başlarına geleceği anlatmak üzere geri dönerler. Hemen ardından, 15 Mart 1997’de bölgemize ikinci bir ziyaret yapılır. Bu kez ziyaretçiler Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı önderliğinde bir grup Prof. ve Dr. unvanlı “biliminsanı”. Onlar da bölgeyi gezip bir rapor hazırlarlar (2). Bakınız “bilimsel” raporlarının 12. maddesinde ne yazmışlar; “Lefke-Gemikonağı bölgesindeki artıkların durumu kendine özgü koşullar taşımaktadır. Herhangi bir yörede ve de özellikle Bergama yöresindeki altın madeni işletmeciliğiyle hiç bir şekilde benzerliği sözkonusu değildir. Bu konuda yapılan benzetme ve yorumlar spekülatif niteliktedir”. Böylece ziyaretlerini neye borçlu olduğumuz da ortaya çıkmış oluyor.

        Bergama bugün bir simge haline gelmiştir, insanın doğa ile barışık yaşaması, insanlığın ihtiyacı olmayan kaynakların tüketilmemesi, doğayı harabeye çeviren lüks tüketim ihtiyaçlarının kışkırtılmaması gibi evrensel değerler somut talepler halini almış durumda.  Ama hepsi bu kadar da değil, Bergamalıların yerinden yönetim talepleri, bir bölgede yaşayan insanların kendi kaderleri ile ilgili karar verme yetisinin merkezi hükümetlerin kararlarından önde geldiği türünden talepler en az çevreci talepler kadar önemli demokratik taleplerdir. Öte yandan Lefke ise geçmişi ile bu talepler uğruna verilen mücadeleye anlam katıyor.

       Lefke’de çevre sorununun abartıldığı yönünde açıklamaları sık sık duymaktayız (sanki burada abartılacak bir şey kalmış gibi), bu konuda muhatap olması gereken, sorumluluk taşıyan devlet birimleri, Çevre Dairesi ve Tarım Bakanlığı ne yazık ki bu işin şampiyonları. Ama sorunun boyutlarını gizlemeye yönelik  çabalarda “madencilik lobisi” diyebileceğimiz bir başka kol da dikkat çekmektedir. İşte ayni rapordan ibret verici iki madde daha; araştırmacılarımız raporlarının 6.maddesinde şöyle diyorlar. "Artık depolama alanında yapılan gözlemler ve cevherin bilinen mineralojik yapısının, cevherden siyanür liçi ile altın kazanılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmış, ayrıca sahada da herhangi bir siyanürasyon artığı gözlemlenmemiştir. dolayısıyla bakır, pirit, sülfirik asit, dışında herhangi bir altın üretiminin yapılmadığı kanaatine varılmıştır."

        Aynı raporun 7. maddesine ise şöyle yazmışlar; “ Eski yöntemde bakır içindeki piritin bastırılması ve bakır mineralinin konsantre olarak kazanılmasında bir miktar siyanür

kullanıldığı eski raporlarda belirtilmektedir. (Ancak 1942 yılından sonra siyanürün kullanılmadığı, kaldı ki siyanürün çok kısa sürede bozulduğu bilimsel gerçeğinin ışığında ) Çevrede siyanürden ileri gelen herhangi bir kirlilikten bahsetmek mümkün değildir. Zaten analiz sonuçları da bu gerçeği doğrulamaktadır.” (3)

       Şimdi biz ne diyelim, sahada siyanürlü atık bulamamışlar, peki nasıl aradılar? Koklayarak mı?  Bugüne kadar bölgede siyanür aramasının sonuçlarını içeren sadece bir rapor yayımlanmadı (4). A&M Engineering’in bu detaylı çalışmasına 10 yılı aşkın süredir kimse itiraz da etmedi. Bu raporda, inceleme alanlarından biri “Old cyanide plant” diye isimlendirilmiş ve birçok analiz sonucunda siyanür bulgulanmış. Atığın alt tabakalarından numune alıp siyanür taraması yapma yönündeki bir başka girişim ise yaklaşık bir ay kadar önce Doğu Akdeniz Üniversitesinden gelen bir ekip tarafından yapıldı. Onlar ise aldıkları numuneler ile ilgili laboratuvar sonuçlarını henüz yayınlamadılar. Öte yandan Madencilik Lobisi’nin “ araştırmacıları” tesislere gidebilmek için önünden geçtikleri, nerde ise yerleşim alanları ile iç içe, denize nazır 30 bin tonluk atığı da görmemişler. Ama zaten adamlar bu madenden siyanür liçi ile altın çıkarılamaz diyorlar, hatta daha da ileri gidip altın üretimi yapılmadığını ima ediyorlar. Babalarımız, dedelerimiz CMC’nin altın madenlerinde çalışıyorlardı, yoksa öyle mi sanıyorlardı?

        Konuya başka yönden yaklaşacak olursak; Bir miktar siyanür kullanmak ne demek, bir miktar diye bir bilimsel tanımlama mı var?, Bahsedilen eski raporlar konusu ise tam bir bilmece, bize bu raporları referans vermeleri gerekmiyor mu? Duyumlara göre mi raporlardan bahsediyorlar yoksa bu raporları gördüler mi?

        1942 den sonra siyanür kullanılmadığı ise doğrudur, çünkü CMC  o tarihten sonra altın çıkarmadı ama bahsedilen konsantrasyon işlemleri 1974 yılına kadar devam etti. Yine de siyanür kullanımından vazgeçilme tarihinin düzeltilmesi gerekiyor. Doğru tarih 2 Dünya Savaşının başladığı 1939'dur.

                                              30 BİN TONLUK ATIK

        CMC atıkları arasında siyanür bulunması ihtimalini ikinci kez, Lefke Çevre Derneği’nin talebi üzerine bölgemizde inceleme yapan Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği dile  getirir (5). 1996 yılında yapılan bu çalışmada 30,000 (6) ton civarındaki atığın siyanür içerme ihtimali bulunduğu açıklanır. Bu rapor kamuoyunun ilgisini çeker ve uzun süre konuşulur. Ama ne yazık ki KTMMOB bu rapordan sonra “derin bir sessizliğe” bürünür. Çalışmalarındaki ciddiyet ile tanınan ve bilimsellikten asla taviz vermeyen oda’nın bu tavrını hep merak ediyordum. Son zamanlarda öğrendiğim kadarı ile yarım yüzyıl sonra bölgede siyanür bulunabileceğini yazarak komik duruma düştükleri konusunda bir profesör tarafından ikna edilmişler. Oysa gerçek, odanın raporda yazdıklarının doğru olduğudur. Şüphesiz doğada serbest siyanür uzun süre bulunmaz. Yani yarım yüzyıl sonra o civarda etrafa saçılmış bir şekilde saf siyanür bulamazsınız, ama konuya bu şekilde yaklaşmak da  bilerek kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir girişimdir. Burada sözkonusu olan olası tehlikelerdir, yani bilimsel analizler istenilen düzeyde yapılmadığına göre (henüz sadece ön araştırmalar yapılmıştır) biz ancak ihtimallerden bahsedebiliriz ve 30.000 tonluk atık, madenin işlenme hızı, kullanılan siyanür oranı gibi bilinmeyenlere bağlı olarak alt tabakalarda siyanür barındırabilir. Özellikle Prof. Dr.Emür Henden kendisi ile konuşmalarımızda bu konuya dikkat çekmekte idi. Yine Şubat 2000’de Lefke’deki Uluslararası Çevre Konferansında, Prof. Dr. Emür Henden bir başka önemli ihtimale dikkat çekmekte idi. Buna göre, asıl dikkat edilmesi gereken tehlike siyanürün ağır metaller ile kararlı bileşimler oluşturarak civarda varlığını çok uzun zaman sürdürebileceği idi (7).

                                    CMC “ARAŞTIR-MA” KOMİTESİ

       Siyanür konusuna ilginç yaklaşımlara bir başka örnek de 1998’de Çevre Bakanlığı bünyesinde kurulan CMC Araştırma Komitesi’nin tutumudur. Lefke Çevre Derneğinden de temsilci kabul eden bu komite, kuruluşta niyeti farklı olsa da sonradan Lefke Çevre Derneği’ni kontrol etmeye yönelik bir girişim izlenimini verdiği için dernek tarafından toplantılarına temsilci gönderilmemiştir. Komite’de bir buçuk yıl kadar önce  siyanürlü atıklar konusu ele alınır. Komiteye öncülük eder durumdaki bir Profesör’e göre böyle bir şey sözkonusu bile değildir. “Orada bulunan kum dan ibarettir, gidip avuçlayıp yiyebilirsiniz”. Zihniyet ayni olduktan sonra, Mekanlar farklı olsa da yöntemler hiç değişmiyor. Radyasyonlu çay içen bakan, siyanür havuzunda yıkanan öğretim görevlisi ve maden atığını avuçlayıp yeyerek test etme. Analiz yöntemlerindeki benzerlikler ne kadar da dikkat çekici...

        CMC araştırma komitesi’nin sözkonusu toplantısında, “ikide bir abartılıp kamuoyunda gereksiz rahatsızlık yaratan sorunu”, kökten çözmek için Lefke Belediye başkanı’na bir de öneri yapılmış. Öneriye göre, “aslında kumdan başka birşey olmayan bu atık alınıp belediyenin altyapı çalışmalarında kullanılabilir”. O sırada belediyenin kaldırım yapma kampanyası sürmekte idi, bu malzeme orada kullanılır, kalan da inşatlarda kullanılırdı. Lefke Çevre Derneği’nin çalışmaları soru işaretleri yaratmış olacak, bu öneriye pek itibar edilmedi.

        CMC konusundaki araştırmalar bugünlerde belirgin bir hız kazandı, sanırım çok uzun sürmez gerçeği tartışmasız bilimsel yöntemlerle yapılan analizlerden öğreneceğiz. Bölgede saf siyanür bulunur veya bulunmaz aslında önemli olan bu değildir, asıl önemli olan toplum sağlığına verilen önemdir.

                                CMC’NİN ALTIN MADENLERİ

     Kıbrıs’ta altın madenciliği 1932 yılında CMC’nin Skouriotissa (8) dağının batı ve güney batı eteklerindeki altın madeni yataklarını işletmeye açması ile başlar. Aslında, özellikle bu bölgede altın madeni bulunduğu biliniyordu. CMC’nin öncüsü durumundaki Godfrey Gunther’in notlarından yola çıkılarak yapılan araştrmalarda madenin çıkarılma maliyeti çok yüksek bulunmuştu. Gunther araştırmalarını Fugasa (foucassa- Skouriotissa) dağı ile sınırlamıştı ama daha sonra Kuzey Matihati ve Ablıç’ta da altın madenleri bulunur. CMC’nin  ilk bulduğu altın madeni olan Fugasa madeninde altın çıkarma maliyetini yükselten ise madenin yapısı idi. Kıbrıslıların “Şeytan Çamuru” dedikleri bu maden yoğun miktarda asit içerdiği için önce bu madeni asitten arındırmak zorunluluğu vardı. Antik çağlarda da işletilen  bu madenler, açığa çıkarılan kükürt ve diğer ağır metaller sayesinde yağmur suları ile asit oluşturarak madeni yıkamış ve binlerce yıl boyunca alttaki kil tabakası içerisine bu yıkama sırasında çözdüğü altın ve gümüş’ü taşımıştı. Daha sonra üstteki bakır madeni alınınca yer yer bu beyaz kuru kil görünümündeki tabakaya ulaşılmıştı. Kuru görünümüne aldanıp üzerine basan madencilerin ayakkabılarını, elbiselerine bulaştıranların ise elbiselerini eriten bu kil’in %20 si nem idi ve içerisinde sülfirik asit barındırmaktaydı. İşte bu yüzden Kıbrıslılar bu topraktan çekinir adına Şeytan Çamuru derlerdi (9).

         Şeytan Çamuru içerisindeki altın birikimini tespit eden CMC uzun yıllar bu madeni işletmeyi düşünmez. Bunun nedeni ilk başta elde ettikleri verilere göre tonunda 1 ons (10) dan fazla altın bulunan bu kil’in işletme maliyetinin yüksek oluşuydu. CMC şeytan çamurundan altın elde etmek için işleme başlamadan önce onu asitten ayrıştırmak zorunda idi ve bu işlemler de maliyeti yükseltiyordu. Ama 1929 dan beridir devam Kapitalizm’in büyük bunalımı, 1932 yılı sonunda doları da vurunca, altın fiyatları bir anda  20.67 Dolar’dan 32.32 Dolar’a fırladı ve bir sonraki yıl, 1934’te 35 dolar’a ulaştı. Altın fiyatlarındaki bu yükseliş CMC’yi altın madenlerini işletmeye açması için cesaretlendirir. Artık en kötü ihtimalle bile Kıbrıs’ta altın işletmeciliği karlı bir iş olacaktı.

         1932-33 yılları boyunca şeytan çamurunu Fugasa dağı eteklerine depolayan CMC, çamuru asitten ayrıştırmanın yolunu buluncaya kadar 8000 ton şeytan çamuru çıkarmıştı bile. Alt tabakalara indikçe altın oranı yer yer yükselmekte ve ton’da 50 ons a kadar çıkmaktaydı. Öte yandan şetan çamurundaki gümüş oranı da küçümsenemeyecek boyutta idi.

         CMC ilk altın ihracatını 1934 yılında yapar. İçerisinde yoğun olarak altın bulunan ve  gümrük kayıtlarında “Gold Ore” diye isimlendirilen 311 ton maden ihraç edilir. Ayni yıl “Yellow Ore” adı altında 3,150 ton konsantrasyon daha ihraç edilir (11). Burada bir noktaya açıklık getirmemiz gerekmektedir; CMC nin ihraç ettiği madenler her zaman değişik maden cevherlerinin belirli oranlarda bir konsantrasyon içerisinde zenginleştirmesi ile oluşan ham maddeler şeklinde idi. Örneğin, 1935’de “Copper Precipitate” adı ile sınıflandırıp ihraç ettiği 37,170 ton maden %2 bakır ve %50 kükürt içeriyordu.(12). Bir başka örnek ise,  1934 sonunda ihraç edilen 4,314 tonluk konsantrenin içeriğidir. Bu konsantre işlenip zenginleştirildikten sonra %21,1 bakır, %41 kükürt ve ton başına 0,096 ons altın ile 1,3 ons gümüş içeriyordu (13).   Ne yazık ki elimizde bu konsantrasyonların içeriklerini inceleyen kapsamlı bir çalışma yoktur. 

   Altın üretimi açısından 1932-1938 arası dönemi ele aldığım bu çalışmada, iki kaynaktan yararlanmaktayım. Bunlardan biri CMC nin Fugasa’daki merkezinden alınan bilgilerle ve CMC nin büyük başarısını övmek üzere yazıldığı açıkça belli olan 1962 de yayınlanmış David Lavender’in kitabıdır. CMC yöneticilerinin, kendisine her türlü yardımı yaptıkları bu kitabında Lavender, CMC arşivinden alabildiğine yararlanmış ve üretimle ilgili birçok verinin günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Yararlandığım ikinci kaynak ise, Sömürge Yönetimi’nin istatistik yıllıkları olan Cyprus Blue Book  isimli yayınlardır. Her biri 4 yıl geriyi kapsayan bu yıllıkların 1935 ve 1938  yayınlarını kullanılarak CMC nin yaptığı altın madeni ihracatını hesaplamaya çalıştım. 1938 sonrası için Lavender kayıt vermediği için zaten artık üretimin hızla düşüp durduğu 1939 ve sonrasını dikkate almadım. Tablo 1. ve Tablo 2.’den  görüleceği gibi CMC’nin bu dönem boyunca “Gold Ore” adı altında ihracatı 365 ton dur. Buna ek olarak “Yellow Ore” adı altında ise 10,992 ton maden ihraç edilir. Tüm bu ihracattan elde edilen gelir ise toplam olarak 216,402 Sterlin dir. Blue Book lar bizlere bu kadarını vermektedir ama Lavender farklı şeyler yazmaktadır (14). Ona göre bu dönem boyunca CMC toplam olarak 86,000 ons altın ve 625,000 ons gümüş çıkarmıştır. CMC kayıtlarını okumaya devam edersek;  üretimde tehlike sınırı daha üretimin başladığı ilk yıl olan 1934 ihracatı ile aşılmış ve  124,548 Dolar kar edilmiş. 86,000 ons yaklaşık 2.5 ton demektir ya da parasal olarak yaklaşık 3,000,000 Dolar. Bu tarihlerde sterlinin dolara oranını 1935 deki rakamı esas alarak hesaplarsak satılan altın madeninin değeri 594,000 Sterlin civarında bir rakama ulaşır (15). Bu durumda 216,402 sterlin gibi komik bir ihracat rakamı, 1938 sonrasında da stoktan ihracat yapılsa bile artık 594,000 sterlin ile arasındaki farkı kapatamaz.

     İngiliz Sömürge Yönetiminin istatistik verilerindeki “tuhaflık” bu kadarla da sınırlı değil, örneğin hiç bir kayıtta yalaşık 18 ton gümüşten  bahsedilmediği gibi, CMC’nin 1934 de ilk ve son kez ihraç ettiği 31,470 Kg. Selenyum’dan da hiç bahsedilmiyor. Tüm bunlar “Copper Ore” ya da “Pyrites Cupreaus” başlıkları altında ihraç edilen konsantrasyonlar içerisinde bulunmuş olmalıdırlar. 1934 de ihraç edilen örnekten de görüleceği gibi 4,314 ton konsantrenini içerisinde  ton da sadece 0,096 ons (2.72 gr.) altın bulunmaktadır. Bu ihracatla 910 ton bakır ve 1768 ton kükürt ihraç edilirken 11 kilo 740 gr da altın ihraç edilmiş oldu. Doğal olarak konsantrenin adı “gold ore” olamazdı.

         CMC’nin 2,5 ton altın ile 80 ton dan fazla gümüş çıkardığı ama hiç bir zaman bunları saflaştırıp külçe halinde satmadığını biliyoruz. Ülkemizin kaynaklarını eğer bakır, kükürt, altın, gümüş, demir gibi işlenmiş mamuller halinde satmaya kalksalardı bu alanlarda ciddi bir sanayi oluşturmaları gerekecekti. Oysa Emperyalizm’in dünya ekenomisinde bizim gibi sömürge ülkelerin halklarına biçtiği rol bizlerin gelişmemizi sağlayacak yatırımlardan mahrum olmamızı gerektiriyordu. Bizler ve bizim gibi halklar Emperyalizmin madencileri, çiftçileri idik. O zamanlar adını koymaktan çekinmiyorlardı; Sömürge idik.

 TABLO  1:  1931-1938 Yılları arası bakır, altın ve pirit başlıkları altında ihraç edilen  maden miktarı ( Ton )

 

1931

1932

1933

1934

1935

1936

1937

1938

Copper Ore (Cupreous Concentrates)

....

....

....

....

37.170

64.029

111.547

146.550

Gold Ore

....

....

....

311

....

....

....

54

Pyrites Cuprreaus (Pyrites)

199.786

177.630

209.970

150.195

207.789

220.367

388.835

515.303

Yellow Ore

….

….

….

3.150

2.034

763

3.894

1.151

 

 

 

 
Kaynak; Cyprus Blue Book 1935 ve 1938 yıllıkları         

 

TABLO  2:  1931-1938 Yılları arası bakır, altın ve pirit başlıkları altında ihraç edilen maden miktarının değeri (Sterlin)

 

1931

1932

1933

1934

1935

1936

1937

1938

Copper Ore (Cupreous Concentrates)

....

....

....

....

147.618

252.385

435.488

768.247

Gold Ore

....

....

....

11.000

....

....

....

386

Pyrites Cuprreaus (Pyrites)

194.750

166.552

195.779

142.458

194.782

204.118

363.073

488.593

Yellow Ore

….

….

….

93.703

35.070

31.867

34.771

9.605

 

 

 

Kaynak: Cyprus Blue Book 1935 ve 1938 yıllıkları

KIBRIS SİYANÜR İLE TANIŞIR, SİYANÜR’E BULANIR...

          Kıbrıs’ta siyanür ilk kez 1932 yılı sonunda çıkarılmaya başlanan şeytan çamuru için kullanılır. 1933 de başlayan arındırma işlemi Karkot deresinin içerisinde yapılır. Dere kenarına kurulan keresteden yapılma bir çark içine konan 50 şer tonluk maden, kırılp ufalanması için çakıl taşları ve asit in nötürleşmesi için kireç taşı ile takviye ediliyordu. Bu karışıma son olarak yüksek miktarda siyanür ilave ediliyordu. Bundan sonra çark içerisinde çevrilen karışım sürekli olarak su ile yıkanmakta ve siyanürlü atık su dere yatağına bırakılmakta idi. Her 1 ton maden için 75-100 ton arası su kullanıldığını bilyoruz (16). Bu durumda sadece ilk 8,000 ton şeytan çamuru için bile   700-800 bin ton siyanürlü atık su dere içerisine bırakılmış. Fugasa dağından sonra geniş bir yay çizerek Cengiz Topel Hastahanesi yanında denize ulaşan bu dere, yıllarca yeraltı kaynaklarını siyanürlü su ile besleyip, kalan suyunu da Güzelyurt Körfezi’ne boşalmıştır. Daha sonra açılan diğer maden ocaklarında ise böyle bir yönteme baş vurulmamış ve içerisinde altın bulunan cevher Gemikonağı tesisilerine taşınıp orada siyanür uygulamasına geçilmiştir.

       Gemikonağı tesislerinde, maden ocaklarından getirilen madenler kırıcılardan geçtikten sonra havuzlara aktarılıp siyanürlenir ve su ile karıştırılırdı. Havuzlarda istenilen karışım elde edildikten sonra bol miktarda su ile borularla deniz kenarında beklemeye alınacağı bentlere pompalanırdı. Buradaki toprak bentler içrisine su ile karışık pompalanan siyanürlü karışım, boruların yerleri sık sık değiştirilerek düzgün bir şekilde dağıtılırdı. Açığa çıkan atık su ise 50 metre ilerideki Güzelyurt körfezine bırakılırdı.

      İşlemden de anlaşılacağı gibi ne doğanın korunması için asgari tedbirler alınmış ne de işçiler için. Altın madenciliğinin son yıllarında CMC’de işe başlayan ve bir süre madeni siyanürleyen bölümde çalışan Hüseyin Elyeli bugün 85 yaşında olmasına rağmen siyanürün dehşetini unutmamış. Yumurta büyüklüğündeki siyanür parçaları variller içerisinde naylon poşetlere sarılı imiş. Bu poşetleri açmadan önce işçiler ağızlarına CMC’nin verdiği  bir cins sünger takarlar ve eldivenlerle siyanürleri belirtilen oranlarda  havuzlara gönderecek cihazlara bırakırlarmış. Siyanürden başka 7-8 çeşit kimyasal maddeyi kullandıklarını söyleyen Hüseyin dayı, bir de çam sakızı dedikleri bir kimyasalın ismini hatırlıyor, ama siyanürü (cyanide) hiç zorlanmadan ingilizce olarak biliyor. İşçiler taktıkları koruyucu süngere rağmen kokusunu duyabiliyordu. “İnsan o keskin kokudan bayılacak hale gelirdi” diyor Hüseyin dayı. Ve iki işçinin düşüp bayıldıklarını ve zor kurtarıldıklarını anlatır.   

                              SİYANÜRDEN SONRA DOĞU AKDENİZ

    CMC’nin ne kadar siyanür kullandığını arşivini incelemeden tam olarak bilemeyiz. Bu konuda çıkarılan altın madeni miktarı, uygulanan yöntem ve madenin cinsi gibi verilerden yola çıkılarak birtakım tahminler yürütülebilir. Elbette ki bu konu alanında uzmanlaşmış araştırmacıların işi. Bizim işimiz ise yakın tarihimiz ve sonuçları ile sınırlı.

    CMC altın ayrıştırma işlemlerinden sonra ortaya çıkan siyanürlü suyu Akdeniz’e bırakmaktaydı, ama denizi kirleten sadece siyanürlü atıklar değildi. Milyonlarca ton bakır madeni atığı ayni zamanda denize bırakılıyordu. İşlem böyle devam ederse Güzelyurt körfezi’nin maden bataklığına döneceği anlaşılınca pratik zeka ürünü bir çözüm bulunur. 1950 yılından hemen önce deniz altına boru hattı döşenerek atıklar akıntı yolu ile açık denize gönderilmeye başlanır. Bu boru hattının yapımında çalışan işçiler deniz altına döşenen borunun uzunluğunun 2 kilometre den fazla olduğunu, bölgedeki balıkçılar ise 3 kilometre açığa kadar boruyu takip edebildiklerini söylemektedirler. Yakın zamanlarda balıkçı ağlarına takılıp kopan ve yüzeye çıkan boru hattının 15 inç çapında olduğu söylenmektedir. Yine son günlerde boru hattından kopan yaklaşık 800 metre uzunluğundaki bir başka parça ise bölgemizdeki bir limana çekilmiş.

   Deniz altı yaşamına yapılan tahribatın boyutlarına gelince; Maden işletmeleri kapanalı çeyrek yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen bugün hala daha açık denizde bile deniz altı maden tabakası ile kaplı. Balıkçılar zaman zaman tabana sürünen ağlarına maden pisliği bulandığını söylüyorlar. Deniz altında ise bitki yaşamı yok denecek kadar az. Körfez içerisinde birçok bölge deniz altı çölü gibi. Milyonlarca ton siyanürlü atık suyun şokunu yaşayan deniz altı canlıları, altın işletmeleri kapatıldıktan sonra bu kez gitikçe artan oranda  asitli maden atığı ile tahrip edilmeye devam edilmiş. Kızıla boyanan deniz içerisindeki canlılar ağır metaller ile zehirlemekte ve besin yoluyla insanlara ulaşmaktaydı. Denize gönderilen atığın içeriği ile ilgili bir fikir verebilmek üzere, Gemikonağındaki atık havuzlarından birinin içerdiği ağır metalleri sayacak olursak; kükürt, demir, mangan, çinko, bakır, kadmiyum, kobalt, kurşun, krom ve mobilden (17).

     İngiliz Sömürge Yönetiminin bu facia karşısında hiç bir tedbir almamış olması dikkat çekicidir.  1960 da kurulan zayıf Kıbrıs Cumhuriyeti ise CMC gibi bir mali dev ile zaten başa çıkamazdı. Cumhuriyetin kurulmasından ancak 7 yıl sonra, 1967 de Kıbrıslı balıkçılar Cumhuriyet mahkemelerinde CMC ye karşı açtıkları davayı kazanınca, CMC tedbir almak zorunda kalır. Bu tarihten sonra atıklar, Lefke yakınlarında dere kenarına kurulan bir atık barajına pompalanır.

                                2,5 TON ALTIN KAÇ PARA EDER?

 

       2,5 ton altının değerini hesaplamak elbette ki çok kolay, bugünkü altın kuru ile çarparsınız olur biter. Ama asıl mesele 2.5 ton altının neye malolduğunu doğru hesaplayabilmektir. Aslında 2.5 ton altın topraklarımızdan alınıp götürülen değerlerin yanında sözü bile edilemeyecek bir rakam. Ayni şekilde 80 ton gümüş de öyle. Bazı hesaplamalara göre CMC’nin çıkardığı birinci sınıf madenin miktarı 15,000,000 ton dur. Bu miktarın % 4.2 si bakır, % 48 i ise kükürt içermektedir. 20 yüzyıl boyunca Kıbrıs’tan ihraç edilen bakır madeni (Konsantrasyonları) yaklaşık 30,000,000 ton olarak hesaplanmaktadır (18)

      İngiliz Sömürge yönetimi’nin politikası gereği, Kıbrıs’ın her yanı köstebek yuvasına çevrilmişti. 1878 yılında Kıbrıs’ı işgal eden İngilizler 1882 de ilk maden ocağını Limni’de işletmeye açarlar. Limni’den sonra başta Kalavason, Mitsero, Mathiati, Skouriotissa, Ablıç ve Karadağ madenleri olmak üzere 30 dan fazla yerde maden ocakları açılır (19). 20 yüzyılın ilk yarısı boyunca çoğu zaman sefalet içerisinde yaşayan Kıbrıslı’lar, maden ocaklarını bir nimet olarak gördüler. CMC ve diğer maden şirketleri ekmek kapısı idiler. İşlerini bırakıp yola düşen köylüler çalıştıkları süre boyunca iyi kazanç sağlarlar belki ama bu kazanımın karşılığını büyük çoğunluğu sağlıkları ile öderler. Bu konuda henüz sonuçlanmamış bir çalışmam vardır. İşe giriş numaralarına göre sıralanan 30 Kasım 1963 tarihli Karadağ yar altı madencileri listesini ele alan bu çalışma henüz daha işin başında olmasına rağmen ürkütücü gerçeği gözler önüne sermektedir. Listedeki 1 numralı isim Ali Kayımzade akciğer kanserinden ölmüş, 2 numaralı işçi Hüdaverdi Kasım ise kan kanserinden. İlk 15 işçiden ölüm nedenlerini bulabildiğim 10 işçinin 6’sı kanserden ölmüş. Kanser illetinden kırılan sadece madenciler olmadılar. Dört bir tarafı maden atıkları ile kirletilen Lefke’de yaşayan insanların tümü bu kirlilikten etkilenmiş ve etkilenmeye devam ediyor. Lefke Belediyesi 2000 yılı ölüm kayıtlarına göre bölgede ölümlerin yarısı kanser kaynaklı (20).   

        Bölgemizde maden atıklarından kaynaklanan sağlık sorunları kanser vakaları ile de sınırlı değil. Örneğin deniz kenarında CMC atıklarına yakın mesafedeki Cengizköy’de yaşayanların önemli bölümü guatır hastası. O bölgedeki milyonlarca ton maden atığı %5 ile %17 arasında değişen oranlarda kükürt içermektedir (21). Benzer şekilde Bağlıköy'deki ölümlerin yarıdan fazlası kanserden kaynaklanıyor. Bağlıköy, ayni zamanda maden işletmelerinin sebep olduğu bir başka gerçeğin simgesi durumunda. Bağları ile ünlü köyde bugün tek bir bağ bulunmuyor. Köydeki tüm erkekler CMC madenlerine işçi olarak gidince köyün ekonomisi çökmüş. Benzer şekilde 20. yüzyılın başında narenciye ihracatı için kullanılan Pendaya limanı ise 1920 yıllarında çekilmiş fotoğraflarda anı olarak kalmış. Eski haritalarda gördüğümüz limanın yerinde yeller esiyor. Daha 1930 yılına gelmeden bölgedeki tarımsal gerileme İngiliz Sömürge Yönetimi’ni önlem almaya zorlamış. Önemli sayılabilecek tarımsal altyapı yatırımlarına rağmen 1930  sonrasında üretim o kadar gerilemişti ki artık ihracat için bir limana gerek kalmamıştı.

       Zaman zaman nüfusu CMC işçileri ile ikiye katlanan Lefke, maden ocaklarının kapatılması ile hayalet kasabaya dönerken sadece ekonomik ve sosyal darbenin yaraları ile kalmadı. Kıbrıs’ın birçok köyünden gelen işçiler, terk ederek ekonomik etkinliklerini gerilettikleri köylerindeki belirsiz geleceklerine geri dönerken, Lefke geleceğini karartan milyonlarca ton maden atığı ile başbaşa kaldı. 1930 da 2595 işçisi bulunan CMC, 1937 de işçi sayısını 5720 ye çıkardı (22). Bu sayı 1960'lı yılların ortalarına kadar çok fazla değişmedi. Özellikle 1968 den sonra işletmelerini kapatmaya  başlayan şirket, ekonomisini kendisine göre değiştirdiği Lefke ve yöresini 1974 deki savaşı bahane ederek tamamen terk ederken, yöre halkına göç etmekten başka seçenek bırakmıyordu.   1996 sayımına göre 2768 kişinin yaşadığı Lefke, civardaki köyler ile birlikte 6490 kişiye ancak ulaşabiliyor. Yani bölge çeyrek asırdan beridir toparlana toparlana bir zamanlar barındırdığı maden işçilerinin sayısı kadar nüfusu ancak tutabilmiş.

        Yakın zamanlarda yapılan bir sempozyumda Tahir Öngür, altını çıkarılıp da zengin olan ülke yok, zengin olanlar altını çıkaran yabancı şirketler.” diyordu (23). Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Lefke de Tahir Öngür’ü bir kez daha doğruluyor.

                            CMC’NİN SİYANÜR STOKUNA NE OLDU ?

     1939 dan sonra kapanan CMC, ikinci dünya savaşı sonrasına kadar faaliyetlerine ara vermek zorunda kalır. Savaştan sonra açılınca altın madenlerini işletmekten vazgeçer. Bu sırada CMC’nin depolarında 150 varel siyanür stoku vardır. Her bir varilin 205 litre hacmi olduğunu düşünerek 30 ton dan az olmayan bir miktar olarak tahmin edebileceğimiz bu siyanüre ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Bu konudaki bazı iddialar Lefke Çevre Derneği tarafından yaklaşık iki yıl önce kamuoyunun bilgisine getirilmişti(24).

       Bu iddialara göre siyanür stoku bilinmeyen bir yere gömülmüştü. CMC’nin Kıbrıslı son temsilcisi ise konu tartışmaya açıldıktan sonra basına yaptığı bir açıklamada kendisinin o yıllarda CMC depolarının sorumlusu olan Ian Ross Cooper’den, siyanürü bir Avusturalya şirketine sattıkların öğrendiğini söylüyordu. Bugün hayatta olmayan Cooper, ne yazık ki bu konuda herhangi bir belge bırakmamıştır. Ama yaşamının sonuna kadar Lefke’de yaşayan Cooper’in CMC görevlisi olmayan dostları da vardır. Etrafta dolaşan iddialara göre savaş sonrasında CMC’de işe başlayan Cooper’e verilen ilk görev 150 varil siyanür’den kurtulmadır. Cooper’in CMC’yi siyanür stokundan nasıl kurtardığı belli ki birçok kez tartışılmıştır.  Tarihi boyunca binlerce ton kimyasal madde kullanan bir şirkette 30 ton civarındaki bir maddenin yarım yüzyıl önceki serüveni konusunda bu kadar ayrıntılı ve farklı bilgi bulunması düşündürücüdür.

     22 Şubat 1999 da CMC’nin devamı durumundaki Cyprus Amax’a bir mektup yazan Lefke Çevre Derneği, bu siyanür stokunun akıbetini sorar. Daha önceleri Lefke Çevre Derneği’ne cevap vermekten çekinmeyen ve ilişki de kuran şirket, bu soruyu cevaplamadığı gibi bir daha ilişki de kurmaz. Ben tüm bunlardan siyanürün gömüldüğü yönündeki iddiaları ciddiye almamız gerektiği sonucunu çıkarmaktayım.  Ve yine siyanürün, Cengiz Topel Hastanesi yanındaki CMC gof sahasının altına gömüldüğü yönündeki iddiayı da dikkate almamız gerekmektedir.

     Yarım yüzyıl önce toprağa gömülen siyanür bugün ne tür potansiyel tehlikeler taşır? Bölgemizde siyanürlü atıkların durumu ne olacak türünden sorular bundan sonra da tartışılmaya devam edilecek ama olayların gelişimi bir konuyu daha gündeme taşıyıp tartışmaya ve araştırmaya başlamamızı gerektirmektedir. Bugüne kadar dikkatimizi çekmeyen bu konuyu bir soru ile ifade edeyim. CMC neden siyanürden kurtulmaya çalıştı ?

      Bu yazının başındaki rapordan da görüleceği gibi siyanür bakırı çökeltmede de kullanılabilirdi, en azından stok tükeninceye kadar. Oysa ilk iş olarak ondan kurtulmaya çalışmışlar. Kullanmayacak olsalar bile bu acele ve telaşın nedeni neydi?

      Siyanürün tehlikelerini (25) ne işçiler ne de bölge halkı bugün bile bilmemektedir. Siyanürü kullanan işçi bile onun çok tehlikeli olduğunu bilmesine rağmen bu konuda bilinçli ve sistemli bilgiye sahip değildir. Oysa şirket yöneticileri onun ne olduğunu çok iyi biliyorlardı. Yoksa bildikleri başka şeyler de mi vardı ? 

 

DİPNOTLAR

 

1.    Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası,  Dr. Necip Hablemitoğlu, Otopsi Yayınları.  Kitabın Internet'teki 92 sayfalık “özeti”; http://www.geocities.com/hablemitoglu/bergama.htm adresinden  elde edilebilir.

2.     Rapora Profesör unvanı ile imza koyan iki kişiden biri, Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı olan Prof. Dr. Güven Önal dır. Güven Önal bugünlerde, Türkiye'de siyanürle altın çıkarmanın erdemleri üzerine açıklamaları ile tanınmaktadır. Diğer profesör Ali Akar ise ünlü Normandy şirketinin Internet'teki sayfalarında Bergama’da simgeleşen mücadeleye karşı bildiriler imzalamaktadır. Öte yandan dikkat çekici bir başka imza sahibi ise Madencilikten Sorumlu Devlet Bakanı Danışmanı unvanlı Dr. Vedat Oygür; Normandy Madencilik AŞ. nin iletişim sayfasında Genel Müdürlük Enformasyon Ofisi  e-mail adresi olarak [email protected] verilmektedir.  Bu konuda daha fazla bilgi ; Normandy Madencilik AŞ. web sitesi : http://www.ovacik-altin.com,  ve Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı web sitesi : http://www.ymgv.org.tr  adreslerinden edinilebilir.

3.    Bu yazının başlığında siyanür kelimesinin geçmesine özellikle dikkat ettim. Bu sihirli kelimeyi her kullandığımızda ortalık karışıveriyor. Bölgede siyanürden kaynaklanan bir kirliliğin bulunmadığı konusundaki hiç bir araştırmaya dayanmayan açıklamalara (ve zamanlamasına) bir örnek ; CMC ülkemizi apar topar terk ederken geride 14 adet selzyum 133  elementi içeren radyoaktif cihaz bırakır. Tesisler içerisinde çeşitli yerlerde bulunan bu cihazların başına gelmeyen kalmaz, sağa sola atıl vaziyette bırakılırlar, hurdacılar söküp götürmeye çalışırlar, toprak altına gömülmeye kalkılırlar, daha bir yığın rezillik. 12 adedi bulunan bu cihazların ikisi hala daha kayıptır. Lefke Çevre Derneği’nin Şubat 1999 da başlattığı “CMC atağı”  sonucunda 19 Şubat 1999 da konu basın yolu ile kamuoyunun gündemine getirilir. Basının büyük ilgisi sonucunda soruna alışık olmadığımız hızla çözüm bulunur. 16 Mart 1999 da kurşun korumaları yıpranıp çevreye ölüm saçtıkları saptanan cihazların,  Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezine götürülmek üzere gemiye yüklenmesi ile konu “şimdilik”  kapanır. Ama Lefke Çevre Derneği’nin CMC dosyası kapanmaz. Sırada siyanür vardı. Dernek,  27 Şubat’ta bu konuyu da gündeme getirmişti  bile. 19 Şubat’tan sonraki günlerde ülke gündeminin en önemli sorunu olan radyoaktif elementler sorunu örneğin Kıbrıs gazetesinde 5 gün boyunca arka arkaya çoğu zaman manşetten ve sayfalarca işlenir. Bu haber gazetenin iki muhabirine ödül kazandırır. Tüm bunlar olup biterken sesi soluğu çıkmayan “bazı araştırmacılar” nedense bir aylık bir gecikme ile açıklama yapma gereği duyarlar. Ve 26 Mart 1999 tarihinde Maden, Metalurji ve Jeoloji Mühendisleri Odası’ndan açıklama gelir. Açıklamaya gore, “Gerçek dışı haberler insanların kafasını karıştırıyor” muş (Yenidüzen, 26/3/1999). Gazete açıklamaya başlık olarak “Siyanüre Rastlanmadı, Kurşun Kalıpların Parçalanmadığı Sürece Çevreye ve İnsana Zararı Yok” diye yazmış. Öğrenmiş olduk… Bu arada merak ediyorum “siyanüre nasıl rastlanır ?”. Örnek alınıp analiz yapılmadığına göre, kendisi mi karşımıza çıkar ?

4.    Environmental Site Investigation, Gemikonağı Copper Mining and Smelting Facility. Gemikonağı, Northern Cyprus. A&M Engineering and Envronmental Services, INC.  Şubat 1994.  A&M Engineering and Envronmental Services, 1994 de yayınladığı ilk raporundan sonra 1996’da bölgede ikinci kez araştırma yapıp yeni ve çok daha kapsamlı ayni isimli bir rapor daha hazırlar.  22 Mayıs 1998’de yayınlanan ikinci raporda araştırılan atıklara sarı atıklar olarak bilinen (yellow pile) siyanürlü atıklar da ilave edilir. Analiz sonuçlarına göre,  0,125 mg/kg olması gereken siyanür, 21.4 mg/kg olduğu tespit edildi.

5.  Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Lefke- Gemikonağı Bölgesindeki Maden Atıklarının Çevreye Etkisine İlişkin Ön İnceleme Raporu, 11 Temmuz 1996.

6.    Siyanürlü atık miktarı için hesaplanan 30.000 ton rakamının kaynağı CMC kayıtları olarak gösterilmektedir. Sözkonusu atığı tanımlayan herhangi bir kayıt bugüne kadar ortaya çıkarılmamıştır. CMC’de çalışan liman yükleme işçileri yılların deneyimine dayanarak bu miktarın her biri 20.000 ton alan 3 gemi yükünden fazla olduğunu söylüyorlar. Bu tür hesaplamalar konumuz dışında kalıyor ama çelişkili rakamların sadece siyanürlü atıklar için değil, Lefke’nin çeşitli yerlerine dağılmış birçok atık yığını için geçerli olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

7.   Environmental Risks of Mining Using Cyanides and Acids, Prof. Dr. Emür Henden.  Lefke Çevre Derneği tarafından 16-17 Şubat 2000 de düzenlenen “Avrupa Çevre Politikaları ve Kıbrıs’ta Madencilik” isimli uluslararası konferansa sunulan bildiri.  

8.  Skouriotissa (diğer adı ile Foucassa – Fugasa) dağı, dumanlı dağ demektir. Bu isim antik çağlardan kalmadır. 1900 yılına kadar dünya bakır üretiminin yarısına yakınının yapıldığı Kıbrıs’ta 4.000.000 ton civarında eski maden atığı vardır. Bu atıkların 2.000.000 tonu bu dağda bulunmuştur. Bakır madeninin yüksek ısılı fırınlarda eritilmesinden sonra ortaya çıkan taşlaşmış atıklar ayni zamanda o bölgede ne kadar odun yakıldığının da göstergesidir. Kıbrıs’ta bakır eritmek için Kıbrıs yüzölçümünün 16 katı kadar ormanlık arazi yakıldığı gerçeğinden hareketle, Skouriotissa’da Kıbrıs yüzölçümünün 8 katı ormanlık arazinin bakır eritme fırınlarında yakıldığı sonucuna ulaşabiliriz. İ.S. 4 yüzyıla kadar yaklaşık 1000 yıl süren bu iş, üzerinde dumanın hiç eksik olmadığı dağa, antik çağların yeşil adasının çoraklaşmasını simgeleyen ismini  kazandırmış.   Bu konuda daha fazla bilgi için ; Kıbrıs’ın Kötü Kaderi Bakır, Enver Bıldır, Lefke Gazetesi sayı 1. veya, Lefke Çevre Derneği web sitesi,  http://www.north-cyprus.net/kktc/kurumlar/lefkectd/index.htm

9. Şeytan çamurunun oluşumu ve kimyasal yapısı hakında daha fazla bilgi için ; The Story Of Cyprus Mines Corporation / David Lavender, s. 244-5.

10. 1 ons (ounce)=28,35 gram

11. Cyprus Blue Book, 1935, s. 233.

12.  Agy, s. 392

13. The Story Of Cyprus Mines Corporation, David Lavender, s. 363.

14.  Age, s. 248.

15. 1932-38 yılları arasında sterlin-dolar kur oranları ; 1932-3.51, 1933-4.23, 1934-5.05, 1935-4.9, 1936-4.96, 1937-4.95, 1938-4.89. Kaynak: Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi-1923-1950, Yahya S. Tezel, sayfa 154, Yurt Yayınları, 1982

16. The Story Of Cyprus Mines Corporation, David Lavender, s.245

17.   Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefke-Gemikonağı, CMC Madencilik Şirketi Tarafından Yaratılan Çevre Sorunu Ön Raporu, 9.6.1999, Prof. Dr. Ümit Erdem, Prof. Dr. Hans Günter Barth, Prof. Dr Ünal Altınbaş, Prof. Dr. Emür Henden, Prof. Dr. Şevki Filiz, Prof. Dr. İsmail Duman, Av. Senih Özay, Av. Erkan Avşar. Raporda, Prof. Dr. Emür Henden tarafından yapılan su örnekleri analiz sonuçlarından denize önemli miktarda asit sızıntısı olduğu tespit edilmekte ve sonuçların çevre sağlığı açısından kabul edilebilir değerlerin üzerinde olduğu belirtilmektedir.

18.  Ronald Stross (1925-1932 Kıbrıs valisi) ve Bryan J. O’brien, 1930 da yazdıkları The Handbook of Cyprus isimli kitaplarında 1929 yılına kadar Kıbrıs’tan ihraç edilen maden miktarını 600,000 ton olarak hesaplarlar 1929 yılında ise 288,110 ton üretim yapıldığını yazarlar (sayfa, 267). 1931-1980 yılları boyunca ihraç edilen miktarı ise, Lefke’deki Avrupa Çevre Politikaları ve Kıbrısta Madencilik isimli konferansa sundukları bildiride H. Gökçekuş ve M. Okaygün yaklaşık 28,000,000 ton  olarak bildirirler (Mining Contamination: A Case Studuy From Northern Cyprus-Gemikonağı (Xeros) Area, Hüseyin Gökçekuş, Mehmet Okaygün, sayfa 13)

19.  H.Gökçekuş ve M.Okaygün, agy, sayfa 13

20.  Lefke Belediyesi’ndeki ölüm kayıtları bölgedeki ölümlerin tamamını içermemekle beraber yine de düzgün dağılım gösterdiği kabul edilebilir. Bu konuda kapsamlı bir çalışmam hazırlık aşamasındadır. Lefke’de böyle bir sonuç hiç de şaşırtıcı değildir. Bu ölüm oranları üzerine henüz hiç bir ön çalışmanın bile yapılmadığı iki yıl kadar önce (Kasım 1999) Lefke bölgesi için bir rapor hazırlayan Prof. Dr. Fethi Doğan, bazı bölümleri Lefke Gazetesinde  de yayınlanan raporunun son bölümünde şöyle yazıyordu. “Bölge kontaminedir ve bu bölgede uzun süre yerleşik olup da, bölgenin suyunu, meyvesini, sebzesini, etini ve sütünü tüketegelen toplum bireylerinin kanser ve diğer sistemik hastalıklar edinmesine sebep olacak düzeyde kronik mazuriyet sözknusudur.” , Kıbrıs Lefke Bölgesindeki Bakır Madeni Atık Alanlarının Yarattığı Çevre Sorunları ve Halk Sağlığı İlişkisi, Prof.Dr.Fethi Doğan, Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D. Başkanı.

21.  Prof. Dr. Ünal Altınbaş’ın Gemikonağında bulunan atık havuzlarında yaptığı atık analiz sonuçları. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefke-Gemikonağı, CMC Madencilik Şirketi Tarafından Yaratılan Çevre Sorunu Ön Raporu içinde.

22. Lefke Kasabası’nın Tarihsel Boyutunda Bir Kesit, Kıbrıs Maden Şirketi ve Bugünkü Demografik Yapı, Feridun Kemal Feridun, s.4

23.  Jeoloji Mühendisleri Odası'nca düzenlenen Altın İşletmeciliği: Nereye Kadar? başlıklı sempozyumda Tahir Öngür’ün yaptığı konuşma, 22 Eylül 2001, İzmir, (Uğur Altunay’ın notlarından, http://groups.yahoo.com/group/antisiyanur/message/138)

24.  Kıbrıs Gazetesi, 27 Şubat 1999.

25.  Siyanürün Sağlık Üzerindeki Etkileri.  Dr. Armağan Karal’ın yayımlanmamış çalışmasından: "Yüksek miktarda siyanür, insan sağlığına çok zararlıdır.Yüksek seviyede siyanür içeren havayla kısa süreli temas; beyinde, kalbte hasara neden olur ve komayla ölüm meydana gelebilir. Düşük seviyede siyanürle uzun süreli temas sonucunda; soluma güçlüğü, kalb ağrısı, kusma ,kanda değişiklikler, başağrısı ve tiroid bezinde genişleme meydana gelebilir. Fazla miktarda siyanür alan kişilerde, derin ve kısa soluma, konvulsiyonlar (nobetler), bilinç kaybı gibi semptomlar ortaya çıkabilir ve ölümle sonuçlanabilir. Yüksek kan siyanür düzeyi olan kişilerde, el ve ayak parmaklarında güçsüzlük, yürüme zorluğu, şaşılık, sağırlık ve tiroid bezi fonksiyonlarında azalma gibi tehlikeli etkiler görülmektedir."

© 2001, Enver Bıldır

Anasayfa

Hosted by www.Geocities.ws

1