Bekledik, uzuuuuun
yıllar bekledik, bekledikçe beklentilerimiz arttı her geçen ay her geçen hafta daha
eksiksiz bir sonuç oldu kafamızdaki hayal ve hatta o kadar umud ettik ki; gelen sonucun
beklentilerimizi aşması imkansız olmuştu. Sonucun en iyi şekli bizim beklediğimiz
kadar olmasıydı, çünkü bundan daha fazlası olamazdı. Biz zaten olabilecek en iyi
sonucu bekliyorduk. Amaaaa hele bir beklentimiz altına düşerseydi. İşte o zaman o
heycana yazık değil miydi?... ve sonun da geldi, neyseki tam beklediğimiz gibiydi.
Herşey yerindeydi ne şaşkınlık ne hayal kırıklığı...
İşte dünyanın
ençok beklenen oyunu geldi. Eh vatana millete hayırlı olsun. İsterseniz önce Diablo
yu anlatarak bir giriş yapalım, bilmeyenlşer için. Birçok kişi Diablonun bir oyun
olduğunu ve sadece bir hayal ürünü olduğunu zanneder. Onun sadece monitörümüzdeki
bir grafik olduğu düşünülür. Ama hayır Diablo gerçektir. Ne o gülüyor musunuz
yoksa? Hayır hayır gülmeyin ben çok ciddiyim. Diablo aslen ne bir oyun ne de oyundaki kötü yaratığın ismidir. Diablo bir virüstür. 1995 yılında
çıktığında herkes kapaktaki ürkütücü yaratığın hatrına aldı oyunu ama nasıl
bir hastalığa kapılacağından hiçbirinin haberi yoktu. Başladılar oyunu oynamaya
bir köydeki insanlara yardım eden kahraman rolündeydiler. Yerin 16 kat altına indiler
ve o heybetli yaratığı ininde öldürdüler. Aslında öldürdüklerini sandılar ama
Diablo çoktan onları zehirlemişti. İlk zaferden sonra bir daha başladılar taaa en
baştan ve Diablo bir kez daha öldü ve birkez daha ve birkez daha. Zafer çığlıkları
herseferinde yineleniyordu ama Diablo da onlara o çirkin gülüşüyle karşılık
veriyordu. Çünki O, her başlangoçta daha güçlü geri dönüyordu. Artık bu
virüsten kurtulmak istiyorlardı ama ne mümkün. Bilgisayar hafızalarından son
megabyte’ına kadar siliniyordu ama kutuya her bakışlarında bir kez daha Diablo
diriliyordu. Yıllarca bu böyle devam etti, insanlar, kendilerine başka uğraşlar
başka oyunlar (yani çok daha az etkili zehirler) buldular ama beyinlerinin bir
köşesinde hep o vardı. Virüs unutulmaya yüz tutmuştu ki... beklenen şey oldu Diablo
çok daha güçlü bir şekilde geri döndü. Size tavsiyem eğer bu zehri hiç
tatmadıysanız uzak durun...
Bu kadar yararlı
bilgiden sonra gelelim oyundaki yeniliklere. Nerden başlasam bilemiyorum aslında bir
devam oyunu için çok fazla yenilik var ama bir ucundan başlayalım. İlk başta göze
çarpan tabşiki grafikler mekan grafikler çok detaylı değil ama mekan dizaynları ve
karakter grafikleri harikulade ve tabi ki ara animasyonları. Ses konusuna hiç
değinmiyorum Diablo’daki müzikler kadar etkileyici bu da yeter de artar bile. Ama
asıl yenilikler oynanış ve oyun yapısında. Dövüş şekli hala aynı yani tıkla
yürü tıkla öldür sağ tıkla büyü yap hala aynı. Fakat birçok şey çok
değişmiş mesela büyüler artık büyüler kitaplarda değil her karakterin bir büyü
ağacı var ve her level up ta bu ağaçtan bir büyüye level veriyorlar (bu arada
bunların hepsini zıtrateci rehberimizde bulabilirsiniz çok yakında). Büyük
değişikliklerden biri de karakterlerin sayısı artık 3 yerine beş karakter var.
Sorceres: büyünün hatunu Diablodan hatırtladığımız fire wall, lightning vs. vs.
hepsi onda. Amazon: okçu hanım, oklar ve mızraklar onun ilgi alanı. Barbarian: kas
gücünün timsali, baltalar, kılıçlar ve daha nekadar yakın dövüş silahı varsa
onda bir tokatı 3 iblisin ruhunu alır. Paladin: Asaletin timsali
iyiliğin yiğit şövalyesi. Bir yürek var nah şu kadar. Tün kılıç oyunları onda.
Ve Necromancer: ölülerin efendisi karanlık ve karizmatik kahraman. Onun lanetleri
iblisleri allak bullak edecek.
Gelelim inventory‘ye
inventory bildiğimiz eski inventory sadece kemer olayı yeni. Nedir bu kemer? Belinize
taktığınızda büyüklüğüne göre ekstra healing ve mana koyacak yeriniz olacak.
Birde artık healingleri içtiğinizde küreniz hemen dolmuyor yavaş yavaş doluyor
(rejuvanattionlar hariç) bu da sıkıştırıldığınızda şansınızın çok
azalmasına neden oluyor. Diablo hala tam bir FRP değil öyle olmak ta istemiyor zaten.
Ama Diablo II’nin Diablo’dan daha fazla taktik atraksiyona izin vermesi güzel.
Örneğin, Necromancerla oynarken (ki favori kahramanım olur kendileri) ikinci act’ta
kullanabileceğim ve satmaya kıyamadığım 4 silahım vardı. Bir ok yay kombinasyonu,
bir wand kalkan kombinasyonu, bir horadric staff bir de ilk oyuda özel dövdürttüğüm
voluque’um vardı. En önemli yeniliklerden biri de mekanlar. Artık sadece zindanlarda
günlerce ışık yüzü görmeden katliam yapmak yok. Yine bolca zindan olacak ama artık
açık alanlarda var ve oyun 4 act’tan oluşuyor yani 5 apayrı mekan ki bunlarında
içinde çok ilginç yerler var yani tam bir göz ziyafeti. Birincisinde çayır çimen
bir alan var ara sıra yağmur falan yağıyor şimşek çakıyor. Burda en güzel yapı
sonlara doğru çıkan kilise. İkincisi çöl çöl deki en güzel mekan sa bulmak için
canınızın çıkacağı yer olan Tal Rasha’s Tomb. Üçüncü bölüm ormanlık bir
arazi ve hep yağmır yağıyor burda her yer biribirinden güzel kuşlar çiçekler
ağaçlar mis gibi yağmur kokusu türlü türlü iğrenç yaratık vs. vs. Son bölüm se
kısa ama benim hoşuma gitmedi. Haritaların bir diğer özelliği ise
büyük olması gerçekten bazı bölümler haddinden fazla büyük ama böylesi
sürükleyici bir oyun için pekte fark etmez.
Oyunda her bölümün
sonunda bir demirbaşla karşılaşacaksınız. Birinci act’ın sonunda Andariel adlı
pekte çekici olmayan bir bayan(!)la, İkinci bölümde Duriel adlı fazla (haddinden
fazla) gelişmiş bir böcekle, üçte Diablonun sevgili kardeşi Mephistoyla ve nihayet
dörtte en bi baş düşmanımız Diabloyla kapışacaksınız. Diabloyu
öldürdüğünüzde etraftaki eşyaları toplamak için 1-2 dakikanız olacak sonra
bitiş demosu çıkacak. Bir diğer yenilik waypoint sistemi her actta belli yerlerde
waypointler var bunları bulup aktif hale getirirseniz buralardan diğer waypointlere (ki
bunlardan biri de köyde oluyor.) transport olabiliyorsunuz. Bu arada birde save sistemi
var artık eskisi gibi savele ölünce en son savelediğin yeri yükle devam et yok.
Öncelikle öldüğünüzde sizi üstünüzdeki (inventorydekiler hariç) eşyaları
kaybetmiş şekilde köye yolluyor eh bu durumda savelemek pek akıllıca olmadığından
sizde o öldüğünüz yere bir uğrayıp eşyalarınızı almak zorunda kalıyorsunuz.
İkinci olarak savelediğinizde oyundan çıkıyorsunuz ve tekrar son saveinizi
yüklediğinizde çözdüğünüz guestler, waypointler falan filan kalıyor ama
öldürdüğünüz yaratıklar da tekrar geri geliyor. Bu iki etken ilk başlarda çok
canınızı sıkabilir fakat sonradan oyuna eklediği zorluk hoşunuza gidecektir. Bu
arada eğer bu çok canınızı sıktıysa çok kolay bir çözümü var; oyunu saveleyip
çıktıktan sonra save dosyasının kopyasını alın ve kötü bir durum olursa geri
koyun olsun bitsin. Yenilikler saymakla bitmiyor, gerisini de oynarken kendiniz
görürsünüz artık.
Konu bakımından
temelde hala eskisi kadar sığ ve basit, ama bunu sinematiklerle biraz orjinalleştirmeye
çalışmışlar birazda tutmuş hani. Diabloyu öldürüp merakla ve iştahla son
animasyonu izlediğimde “hoppalaaaa” diye bir nidada bulundum, son sinematiğe kadar
sinmematiklerde anlatılanları pek anlamamıştım (bu benim zeka seviyemle ilgili de
olabilir.) herşey son sinematikte yerine oturdu ama biraz buruk bir son oldu aslında
konuyu anlatırdım ama daha oynamamış yada bitirmemiş arkadaşlara haksızlık olur
çok isteyen varsa mail artsın. Son olarak birtek şey söyleyeceğim. Tamam Diablo II
çok güzel olmuş bissürü yenilik var ama bu oyunda beni etkileyen en önemli şey,
karizmatik archangel Tyrael’di. O nasıl bir karizma o nasıl tip o nasıl ses, hasta
oldum herife. Bundan sonra bende Tyrael diye yazcam yazıları herkesin nicki var
benimkide bu olsun. Ah Tyrael ah serüven yine bitmedi...
Zeki
Arslan