BEKLEMİYORDUK AMA KAPI ÇALINDI SONUNDA
John Pilger
 

14 Eylül 2001
Avustralyalı ünlü gazeteci John Pilger, İskoçya gazetesi The Herald'da şöyle diyor: Onların uzaklardaki öfke dolu sesleri artık kulağımıza ulaşıyor; uzaklarda zulüm altında inledikleri yerlerde hergün yaşaya geldikleri dehşet sonunda kapımızı çalıyor.


Eğer ABD'ye yönelik saldırıların arkasından İslam dünyası çıkarsa buna şaşmamalı.

Saldırıdan yalnızca iki gün önce Irak'ın güneyinde ABD ve İngiliz uçaklarının sivillerin yaşadığı yerleri bombalaması sonunda sekiz kişi hayatını kaybetmişti.

Bildiğim kadarıyla İngiltere yaygın medyasında bundan tek kelimeyle bile söz edilmedi.

"Batı'nın Vicdanı"

Londra'daki Sağlık Eğitim Kurumu'nun verdiği bilgilere göre Körfez Savaşı denilen boğazlaşma sırasında ve sonrasında 200 bin Iraklı hayatını kaybetti. Bütün bunlar da Batı'nın kamu vicdanını sızlatmadı.

ABD ve İngiltere'nin Irak'a uyguladıkları ortaçağ usulü ambargo sonucunda yarısı çocuk olan en az yarım milyon sivil öldü.

Pakistan ve Afganistan'da fanatik Taliban hareketini doğuran Mücahitler çok büyük ölçüde CİA tarafından yaratılmışlardı.

Şimdi Amerika'nın "en çok aradığı suçlu" ilan edilen Osama bin Laden'in saldırılarını planladığı söylenen eğitim kampları Filistin'de Amerikan parası ve desteğiyle kuruldu. Filistin'deki İsrail işgali Amerikan desteği olmasaydı bunlar çoktan sona ermiş olacaktı.

Batının Tek Yönlü Ekranı

Müslüman halklar dünyanın teröristleri olmak bir yana terörün kurbanılar. En çok da her türden, askeri, siyasal ve ekonomik iktidarıyla yeryüzünde terörizmin en büyük kaynağı olan Amerikan fundamentalizminin kurbanıdırlar.

Bu gerçekler "haberleri"ni emperyal güçlerin suçluluğunu en çoğundan asgariye indirerek veren Batı medyasınca sansürlenir. Princeton Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Richard Falk , bu konuda şöyle diyor:

"Batının dış politikası hemen hemen yalnızca kendini haklı gören, Batı değerlerinin olumlu imgeleri ve masumiyetini tehdit altında gösteren ve sınırsız siyasal şiddeti haklı kılan tek yönlü bir ekrandan yansıtılır".

İsrail'e kitle imha silahları satan, Irak ve Yugoslavya'ya misket bombaları ve hafif uranyum yağdıran, Endonezya'daki soykırımcıların en büyük silah sağlayıcısı olan İngiltere'nin BaşbakanıToni Blair 'in şimdi "yeni kitle terörizmi"nin "kötülükleri" ve "utanç vericiliği"nden dem vurduğunda ciddiye alınabilmesi, dünyanın nasıl yönetildiği konusunda düşüncelerimize uygulanan kolektif sansüre iyi bir örnektir.

Aklıma Blair'in en çok sevdiği sözlerden biri olan "akılsız" deyimi geliyor. Heyhat, çektikleri acılara neden olanların Batının politikalarının ürünü olduğunu bilmek yakınlarını böylesine korkunç bir biçimde kaybetmiş olan sıradan Amerikalılar acısını dindirmez.

Peki, Amerikan kurulu düzeni Orta Doğu olaylarını hiçbir bedel ödemeksizin, ya da halkına bir bedel ödetmeksizin kendi hesabına kaydedip manipüle edebileceğine nasıl inanabildi?

Vahşetin Kökleri

"Tarihi boyunca toprakları üzerinde modern bir savaş görmemiş olan Amerika'nın şimdi belki de 20 bin kurbandan oluşan bir kendi uzun kayıp listesi var".

Robert Fisk'in işaret ettiği gibi, Orta Doğu'da insanlar masumların hayatlarını kaybetmelerine çok üzülseler bile şu soruyu da soracaklardır:
Batı'nın gazete ve televizyon şebekeleri haberlerinin bir kırıntısını bile Irak'ta ölen yarım milyon çocuğa, İsrail'in Lübnan'ı 1982'de işgali sırasında öldürülen 17 bin 500 sivile ayırmışlar mıdır?
Cevap "hayır"dır!
ABD'deki vahşetin, onu kaçınılmazlaştıran derin kökleri var.

Bu kökler yalnızca Orta Doğu ve Güney Asya'yı saran öfke ve acıda değil, Soğuk Savaş'ın bitiminden bu yana ABD ve yandaşlarının en başta da İngiltere'nin, insanlara dayattıkları gelir dağılımı uçurumu daha önce hiç olmadığı kadar büyürken servet ve güçlerini gösterişle teşhir etmeleri ve kötüye kullanmalarında yatıyor.

Şimdi, sayıları bir milyarı bulmayan bir seçkinler kümesi dünya zenginliğinin yüzde sekseninden fazlasını elinde bulunduruyor.

Batının Terörü

"Serbest piyasa" ve "serbest ticaret" adı altında sürdürülen bu iktidar ve ayrıcalığı savunabilmek adına yapılan adaletsizlikler saymakla bitmez:
Küba'ya uygulanan hukuk dışı ambargodan tutun caniyane silah ticaretine, temel çevre anlaşmalarını çöpe atmaktan ABD Hazinesi ve Avrupa Merkez Bankalarının şubelerinden başka bir şey olmayan Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların kırılgan ekonomilere saldırısına ve Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) yoksulun yoksulu ülkeleri ödenemez borçları ödemeye zorlamaya, Kolombiya'dan yeni bir "Vietnam" yaratmaktan, Kuzey Kore'nin "haydut devlet" statüsünden çıkmasını önlemek amacıyla iki Kore arasındaki birleşmeyi sabote etmeye kadar...

Batı terörü, gazetecilerin söylemeye ve yazmaya korktukları deyimle emperyalizmin çağdaş tarihinin bir bileşenidir.

1960'larda İngiltere'deki Wilson hükümetinin, Diego Garcia nüfusunun tamamını yaşadıkları topraklardan kovması basında hemen hiç yer almamıştı.

Bu topraklar şimdi Amerikan nükleer silah deposu ve Amerikan bombacılarının Orta Doğu'yu denetim altında tuttukları bir üs görevi görüyor.

Endonezya'da 1965-66'da bir milyon kişi ABD ve İngiliz hükümetlerinin suç ortaklığıyla katledilirken, General Suharto'ya ölüm listelerini sunan Amerikalılar insanlar öldürüldükçe listedeki adlarının yanına bir çarpı işareti koyuyorlardı.

BBC'nin Güneydoğu Asya muhabiri Roland Challis "anlaşmanın bir maddesi de İngiliz Şirketlerini ve Dünya Bankasını yeniden Endonezya'ya sokmaktı" diyor.

İngilizlerin Malaya'daki uygulamaları Amerikalılar'ın Vietnam'daki karnesinden daha farklı değildi ve gelecekte Amerikalılar için esin kaynağı olacaktır:
Köylere gıda ambargosu, köylerin toplama kamplarına çevrilmesi ve bir milyondan fazla insanın evlerinden yurtlarından sürülmesi.

Vietnam'da bütün bir ulusun yurdundan edilmesi, acı çektirilmesi ve zehirlenmesinin kıyametten farkı yoktu, ama Edward Said'in haklı olarak kültür emperyalizmi dediği Holywood filmleriyle bunlar hafızamızdan sökülüp atıldı.

Vietnam'daki "Anka Operasyonu"yla CİA 50 bini aşkın insanın canına kıymıştı. Şimdi açıklanan resmi belgele bunun da Şili'de başkan Salvador Allende'nin katledilmesiyle doruğuna varan terör ve son on yılda Nikaragua'nın ezilmesi için esin kaynağı olduğu biliniyor.

Bunların da hepsi yasadışıydı, listenin tamamını vermeye kalkacak olsak bu sayfalar yetmez. Şimdiyse emperyalizm rehabilite ediliyor. Amerikan kuvvetleri hiçbir cezalandırılma korkusu olmaksızın 50 ülkedeki üslerinden kalkarak operasyonlar yürütüyor.

Washington'un açıkça ortaya koyduğu hedef, her alanda hakimiyet ("full spectrum dominance"). ABD Uzay Komutanlığı'nın belgelerine bir göz atmak bile bundan kuşkusu olanların kuşkularını gidermeye yeter.

İşgüzar Blair hükümeti Avustralya'da "barış koruma" adı altında İngiliz çıkarlarını korumak amacıyla dört kanlı macera gerçekleştirdi. Bunların hiçbirinin uluslararası hukukta yeri yoktu ve yarım yüzyıl boyunca hiçbir İngiliz hükümeti buna benzer bir davranış içinde olmuş değildi.

Sabır Taştı

Bütün bunların bu hafta Amerika'da olup biten vahşetle ne ilgisi mi var? İnsanlığın yoksul çoğunluğu arasında bir gezinti yapacak olursanız çok ilgisi olduğunu göreceksiniz.

İnsanlar ne saf ne de aptal. İnsanlar bağımsızlıkları üzerinde pazarlık edildiğini, doğal kaynak ve topraklarının ve çocuklarının yaşamlarının ellerinden çekilip alındığını görüyorlar ve suçlayan parmaklarını kuzeye, yağma ve ayrıcalık adacıklarına doğrultuyorlar. Kaçınılmaz bir biçimde terör, terörü ve daha çok fanatizmi doğuruyor.

Ama ezilenler öylesine sabırlı ki... Kendilerini İsrail ve New York'ta havaya uçurmaya kararlı İslamcı fundamentalist gruplar ancak birkaç yıl önce ve bir Filistin devleti kurulması umudu İsrail ve ABD bir tarafından açıkça boşa çıkarıldıktan ve bir halkın adalet duygusu emperyalizm tarafından yaralandıktan sonra kuruldu.

Onların uzaklardaki öfke dolu sesleri şimdi artık kulağımıza ulaşıyor; uzaklarda zulüm altında inledikleri yerlerde her gün yaşaya geldikleri dehşet sonunda kapımızı çalıyor. (EK)

The Herald


Kaynak: Bağımsız İletişim Ağı.
MİLİTARİZM Ana Sayfa ---> 
1