MÜLTECİLER TALİBAN'DAN DEĞİL, BOMBACILARDAN KAÇIYOR
Robert Fisk
 

23 Ekim


Molla Muhammed Ömer’in 10 yaşındaki oğlu öldü. Kandahar’dan kaçan Afgan mültecilere göre, Taliban lideri ve "İnananların Emiri" olarak tanınan babası tarafından, şehrin hasarlı hastanelerinden birine götürüldü. Fakat, ABD hava saldırısının hedefi olan çocuk (görünüşe bakılırsa saldırı sırasında Ömer’in arabasındaymış) öldü. Tabii ki üzülen olmadı.

1985 yılında, Amerikan uçakları Libya’yı bombaladığında, Muammer Kaddafi’nin altı yaşındaki evlatlık kızı ölmüştü. Tabii ki üzülen olmamıştı. 1992’de, İsrailli bir pilot Apache helikopterinden Amerikan yapımı bir füzeyi, Lübnan’daki Hizbullah gerilla ordusunun lideri Said Abbas Mussawi’nin arabasına atmıştı. Mussawi’nin 10 yaşındaki çocuğu öldü. Tabii ki yine kimse üzülmedi.

Bu çocukların ölümü hak edip etmediği konusuna gelince, bizim gözlerimizde, babaları suçluydu. "Kılıçla yaşa, kılıçla öl" felsefesinden çocukları da kurtulamadı. 1991 yılında, The Independent, Körfez Savaşı’ndaki Amerikan hedeflerinin arasında Saddam Hüseyin’in ailesinin (ya da dalkavuklarının ailelerinin) saklandığı "güvenli" sığınakların da bulunduğunu ortaya çıkarmıştı. İşte Amerikalılar bu sayede Bağdat’taki Amariya’da bir sığınakta saklanan 300’den fazla kişiyi katletmeyi "başarmışlardı". Saddam’ın çocukları yerine, sadece normal siviller öldü. Çok yazık. Merak ediyorum, ABD Başkanı Bush’un CİA’ya, Usame bin Ladin’i öldürme emri verdiği şu
durumda ya aynı politika uygulanırsa?

Sivil kayıplar artmaya başladı. Kandahar’dan her gün yıkıntılar altında gömülü kalan sivillerle ve Amerikan bombalarının parçaladığı çocuklarla ilgili korkunç haberler geliyor. Taliban, Batılı gazetecilerin sivil kayıplarla ilgili haberleri doğrulamak için ülkeye girmesine izin vermiyor. (Burada Amerikalıların topluca oh çekmeleri gerek). Birkaç televizyon ekibi bir hafta kadar önce Celalabad yakınındaki Horum’da 18 taze mezar bulunca, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld "gülünç" tanımını kullanarak ölümlerle alay etti. Ama bu çok uzun süremeyecek.

"Ebedi Adalet" ve "Sonsuz Özgürlük" için yapılan tüm savaşlarımızın alameti farikası birbirine benziyor: Hava üstünlüğü saçmalıkları, "kumanda ve kontrol merkezleri"nin baskı altına alınması, radar yetenekleri... 1999’da NATO, Kosovalı Arnavut mültecilerin evlerine dönüşünü sağlamak için savaş başlattığını iddia etti. (Gerçi savaş başladığında mültecilerin çoğu zaten evlerindeydi). Sırbistan’a yaptığımız bombardıman, evlerini kaybetmelerine yol açtı. Etnik temizliğin tüm suçu açıkça Slobodan Miloşeviç’e ait olsa da, Sırplar bize, NATO’nun düşmanlıkları tekrar açması durumunda neler olacağını söyledikleri için, çekilen acılarda büyük sorumluluğumuz var.

NATO’nun kaçış maddesi de bu sefer işe yaramayacak. Binlerce Afgan mülteci sınırlara dayandıkça, Taliban’dan değil bombalarımızdan ve füzelerimizden kaçtıkları açıkça belli oluyor. Taliban, kendi Peştun nüfusuna etnik temizlik uygulamıyor. Bombalarımız şehirlerine düşerken, mülteciler, duydukları korkudan bahsediyorlar. Bu insanlar "teröre karşı savaş"ımızdan korkuyorlar. Bu savaşın kurbanları, 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’nde ölen insanlar kadar masumlar. Nerede duracağız?

Bu önemli bir soru, çünkü, Afganistan’da kış fırtınaları başladıkça, hiçbir propaganda uzmanının engellemeye gücünün yetmeyeceği bir trajedinin başlangıcı yaklaşıyor. Açlıktan ya da soğuktan ölen binlerce kişinin Taliban’ın sabit fikirliliğinin ya da Taliban’ın "terörizmi" desteklemesinin veya Taliban’ın insani yardımları çalmasının kurbanı olduğunu söyleyeceğiz.

İtiraf etmeliyim, İsrail’in her bir Filistinlinin işgalcilere taş atışında "terör" kelimesini kullanmasının da etkisiyle, "terörizm" kelimesinin kendisini ırkçı ve yapmacık bulmaya başladım. Tabii ki, her ne kadar BBC ve CNN birbirinden kopya çeker gibi "terörizme karşı savaş" terimini kullansa da, öyle bir şey yok. Tamil Kaplanları’nın intihar komandolarına, ETA’ya, Gerçek IRA’ya, Kuzey Iraklı Kürt gerillalara saldırmayı planlamıyoruz. ABD, Latin Amerika’daki teröristleri (kontragerillaları) desteklemek için çok zaman harcadı. Şu an Afganistan’da bombalananlardan bahsetmiyorum bile... Daha önce de dediğim gibi, bu, Amerika’nın düşmanlarına karşı bir savaş. 11 Eylül tarihi ikon statüsüne gelirken, New York ve Washington’daki insanlık suçlarına misilleme yapıyoruz. Fakat sorumluları yargılamak için mahkeme kurmuyoruz.

6 bin rakamı, 11 Eylül’ün hemen ardından olduğu gibi, yine korkunç bir rakam. Peki ya bizim sorumlu olduğumuz ölümler aynı rakama yaklaşırsa ne olacak? Pakistan sınırındaki mülteciler bana, Afganistan’daki bombalarımızın onlarca hatta yüzlerce ölüme yol açtığını söylüyorlardı. BM görevlilerinin açlık, yoksulluk ve bombalarımızdan kaçarken ölenlerin detaylarını vermeleriyle birlikte, 6 bine ulaşmak çok uzun sürmeyecek. Yetecek mi? Taliban ya da Usame bin Ladin’le ilgisiz 12 bin kişinin ölümü bizi yatıştıracak mı? Ya da 24 bin? Eğer bu hileli "terörle savaş"ta amaçlarımızı bildiğimizi düşünsek bile, oran hakkında bir fikrimiz var mı?

Tabii ki gelecekteki trajediler için Taliban’ı suçlayacağız. Aynı uyuşturucu ihracatı için suçladığımız gibi. Tek yapmamız gereken, BM Uyuşturucuyla Mücadele Programı’nın, Afganistan’daki afyon üretiminin, Taliban’ın koyduğu yasaktan beri yüzde 94 oranında düştüğü yolundaki açıklamasını unutmak. Afganistan’ın şu anki afyon üretiminin çoğu (evet, doğru tahmin ettiniz) Kuzey İttifakı’ndaki dostlarımızdan geliyor.

Bay Bush’un dediği gibi, bu savaş diğerlerine benzemeyecek, ama onun düşündüğü anlamda değil. Adalet ya da özgürlük getirmeyecek. 11 Eylül’deki insanlık suçlarını dahi gölgede bırakacak ölümlerle sonuçlanacak. Bu konuda bir planımız var mı? "Teröre karşı savaş"ın yanlışlığını, Usame bin Ladin’le hesaplaşma gününü erteleme pahasına da olsa açlık ve kuraklığa karşı bir savaşa dönüştürebilecek miyiz?

Çeviri: Bilinmiyor


Kaynak: The Independent (23 Ekim 2001).
MİLİTARİZM Ana Sayfa ---> 
1