SAVAŞIN –A, BE, DE HALİ
Süreyyya Evren - Rahmi G. Öğdül
>  

27 Eylül 2001


Çeşitli akademik kaynaklarda modern dönemin sona erdiğini simgelediği belirtilen bir olay anılır: ABD’nin St. Louis kentindeki dev Pruitt-Igoe toplu konutlarının dinamitlenerek çökertilmesi...Hatta Charles Jencks gibi kuramcılar bu olayın tam gününü ve saatini verirler: 15 Temmuz 1974 günü, saat 15:32.

Bugünlerde de pek çok yerde bir dönemin Dünya Ticaret Merkezi binalarının ‘terörlenerek’ çökertilmesiyle sona erdiğine dair yorumlar okuyoruz...

İlginç olan bir nokta da hem Pruitt–Igoe konutlarının hem de Dünya Ticaret Merkezi binalarının mimarının aynı kişi olması: Minoru Yamasaki.

1974 yılında yıkılmasından önce, Pruitt-Igoe en berbat yerleşim yerine örnek gösteriliyordu. Bu “modern yaşam makinası” biçimi 57 dönüm üzerine kurulmuştu ve 33 binadan oluşuyordu; her bina 11 katlıydı ve 2 762 daire içeriyordu. İlk önceleri 10 000 kişiyi barındıracak şekilde tasarlanmıştı, projeye göre beyazlar Igoe kısmında, Afrika kökenli Amerikalılar ise Pruitt kısmında yaşayacaklardı. Ancak anayasa mahkemesi, bu ırk ayrımına engel oldu ve proje daha sonra ırksal olarak bütünleştirildi.

Pruitt-Igoe, 1954 yılında açıldığında, düşük-gelirlilerin konut sahibi olmalarında heyecan verici bir ilerleme olarak övgüyle karşılandı. On yıl sonra, toplumsal felaket alanı olarak kaygılı komisyon raporlarının konusu olmaya başladı. Tümüyle yoksul siyahlar tarafından doldurulmuştu.

1970’lerin başında, federal memurlar, Pruitt-Igoe’den ümitlerini kestiler. 1974 yılında, tüm kompleks, içinde yaşayan düşük gelirli insanlar için oturulamaz bir çevre olduğu gerekçesiyle dinamitle havaya uçuruldu.

Modern sanayi toplumuna hakim olan Fordist üretim, kitlesel tüketim için standartlaşmış ürünleri seri halde üretmekle ün kazanmıştır. Mimarlıktan baleye, fabrikadan siyasal partiye kadar bu kitlesel üretim ve tüketim izleği hakim olur modern dönemde. Sanayi sonrası dönemde ise enformasyon teknolojisine dayalı bir ekonomi kendini göstermeye başlar. Bu dönemin sembolünü Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerinin oluşturduğuna dair saptamalar var. Bilişim teknolojisiyle paralel olarak sanal bir ekonomi tesis ediliyor dünyaya. Fakat birden 11 Eylül 2001 tarihinde, yerel saatle saat 08.45’de ikiz kulelerin saldırıya uğramaya başladığına ve bir saat
kadar sonra her iki kulenin de yıkıldığına tanık olduk. (ikinci kulenin çöküş saati 10:27). Hiçbir şeyin eskisi olmayacağı söylenmeye başlandı.

Slavoj Zizek, kulelerin çöküşü herhangi birşeyi simgeliyorsa bunun eski moda “finansal kapitalizmin merkezi” nosyonu olmadığını, Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin SANAL kapitalizmi simgelediklerini, maddi üretim alanıyla bağlantılı olmayan finansal spekülasyonların merkezi olduklarını söylüyor. Elektronik para çağının yalıtılmış, dijitalleşmiş ABD’li insanı ‘gerçek dünya’ya geri dönmüştü. Gerçekle aralarına koydukları ‘ekran mesafesi’ ortadan kalkmıştı. Bu tür şiddetlerden kendilerini ayrı tutabileceklerine inandıkları sanal adadan dönmüşlerdi. Üçüncü dünyanın gerçek çölüne karışmışlardı. Yeni bir dönem başlıyordu. Bilişim teknolojisine dayalı kapitalist sistemin ikonları yerle bir olmuştu. Postmodern sonrası bir döneme giriyorduk.

Yamasaki, bir anlamda çağları sona erdiren yapıtları ile yer alıyor mimarlık tarihinde. Çığır kapatıcı bir mimar...

Woody Allen’ın Kahire’nin Mor Gülü filminde de kahramanımız sinemada bir film seyrederken filmin baş aktörü beyazperdeden atlar ve ‘yaşama karışır’ ... Ancak yaşama karışan bu aktör Afrika’da safari yapan bir Batılıdır...

ABD halkının ‘gerçekle randevu’su başka bir sonucu da içinde taşıdığını hemen gösterdi: ABD’nin diğer ülkelere yaşattığı ‘gerçek’ cehennemi kendi ülkesinde de belirginleştirmesi... Ve tabii genişleyerek, tüm Batının cehennem üretimlerini iç pazara kaydırmaya öncelik vermesi...

Kabaca şöyle listelenebilir bu cehennem işaretleri: denetim toplumunun abartılması, bireysel özgürlüklerin son derece daraltılması, terör şemsiyesinin her türlü protesto eylemini kapsayabilecek derecede genişletilmesi, bunlara uygun yasalar çıkartılarak hukuk alanının işgali, ırkçılık, miliyetçilik ve radikal dindarlığın siyasi rollerinin arttırılması, çokkültürlü kozmopolit melez toplum ideallerinin arınmış, yabancı öğelerden temizlenmiş, homojen toplum idealleriyle yer değiştirmesi, sosyal hizmetlerden çok silahlanmanın ve savaş harcamalarının önemsenmesi. Yani, üçüncü dünyanın yaygın gerçeğinin iç pazara transferi.

Savaş sistemin sağlığı olarak bilinir. Savaşta sistemin yanaklarından kan fışkırır. (Bu yeni dünya imparatorluğunun yanaklarındaki kanlar değişik şekillerde sağlanıyor. Suçlanma tehdidi altındaki Arap liderlerinin böyle bir çağrı olmamasına rağmen kan verme kampanyasına başlamalarının üzerinde durulabilir. Filistin lideri Arafat bizzat kan verdi ve Libya lideri Kaddafi de bütün ülkesini ABD’li kurbanlar için kan vermeye davet etti. Şuna benziyor: ABD gelip zorla kan almadan biz kanı kendimiz verelim! Acı ve acıklı ve hüzün verici bir kan fedakarlığı. Kan bedeli olarak kana kan gibi. Acaba dişlerimizi söküp göndermek zorunda da kalacak mıyız?)

ABD’nin bu eylemde bir payı olduğunu öne süren sayısız ‘komplo teorisi’ var. Bu teorilerin dolaşımda kalabilmesinin temel nedenlerinden biri de ABD’nin savaş sayesinde yakaladığı fırsatların ve edeceği kârların hesaplanmasından doğuyor. İlk akla gelen çıkarlar şöyle sıralanabilir: ABD ekonomisinin içinde bulunduğu durgunluktan çıkması, Bush’un kendi partisi ve gücü için bu savaşın yaratacağı büyük etki, Bush’un bilişim şirketlerinden destek gören Clinton’ın aksine petrol ve altın piyasasının devlerince finanse edildiği gözönüne alınırsa bir borç ödeme, ülke içindeki militarizmin ve dindarlığın ve milliyetçiliğin azdırılması, füze kalkanı projesi önündeki engellerin ortadan kalkması, dünya liderliği rolünün somutlaşması, artan göçlere karşı set çekilmesi, dünya ve özellikle batı dünyası ve ABD için büyüyen bir tehdit olan küreselleşme karşıtı hareketlerin engellenmesi..vs.vs.vs.

Üçüncü dünyadan birinci dünyaya kaçak göç akımı günümüzde çok büyük boyutlara ulaştı. Batı bu dalgaları durdurmakta zorlanıyor, çareler arıyor, ama kendi hukuk sistemi ve kamuoyu ve hümanizma örtüsü işini zorlaştırıyor(du). 11 Eylül’ün hemen ardından rahat bir soluk aldılar. Çok geçmeden muhafazakar politikalar uygulanmaya başlandı, yasalar durduruldu yeni yasalar harekete geçirildi. Sokaklar yabancılar için daha zorlu bir hale getirildi. Batı dünyasının kendini bu kapatması artarak devam edeceğe benzer.

Küreselleşme karşıtı hareketler; Batı için hiçbir yerde olmadığı kadar belirleyici olmuşlardı. Bu hareketler küresel kapitalizmi doğrudan hedef alan eylemlilikler geliştirdiler. Küreselleşme karşıtı hareketler dünya kapitalizminin zaaflarını sergilemede başarılı olmuş, mevcut sistemin istenmeyen kötü bir sistem olduğu konusunda epey meşruiyet kazanmış ve ayrıca sistem için hayati olan acımasız üçüncü dünya politikalarını da geriletmeye yönelmişlerdi.

İkiz kulelerde meydana gelen sistem içi hatanın devasa faturasından küresel karşıtı hareketlerin de kendilerine düşen payı alacakları görülüyor. Ortalama, sıradan dünya vatandaşının manipüle edilen görme duyusunda iktidarın kurduğu kurgu işlerlik kazanacaktır. İktidarın terörist damgasını vurduğu her kişi ya da örgüt, ikonlara saplanan uçakla, yıkılan kulelerle birlikte yanyana duracaktır. Terorist etiketi giderek genişleyecek ve sistemi eleştiren, değiştirmeye çalışan herkesi içine alan bir toz bulutuna dönüşecektir. İkiz kulelerin çöküntüsünün yarattığı toz duman bulutu sistem-karşıtı herkesi içine alan bir terorist deliğine doğru anaforlaşacaktır.

Son büyük küreselleşme karşıtı gösterinin İtalya’nın Cenova kentinde yaşandığını hatırlayalım, bu konuda bir tür gelinen son noktaydı Cenova –hem seferberliğin genişliği ve kapitalizm karşıtı organizasyonun gücünün gelişimi açısından hem de Carlo Giuliani’nin öldürülmesiyle Batılı kolluk kuvvetlerinin sokakta cinayet işlediği sürecin başlaması açısından.

18 Eylül Salı günü İtalyan polisi küreselleşme karşıtı hareketlerin örgütlenmesinde aktif rol almış anarşistlere yönelik 100 kadar baskın yaptı, çok sayıda aktivisti tutukladı.. İspanya ve Yunanistan’daki politik tutukluları da destekleyen "Solidarieta Internazionale” (Uluslararası Dayanışma) hareketine karşı soruşturma başlatıldı. Milan’daki Villa Occupata adlı squat (squatlar; daha önce andığımız gençler tarafından işgal edilip kültür merkezine ve yerleşim birimlerine dönüştürülen kullanılmayan boş evler) özel timler tarafından basıldı. İlk kat tamamen harabeye, enkaza çevrildi, dosyalara ve bilgisayarlara el kondu. Pisa’da bir apartman dairesi ve bir ekolojik grubun ofisi basıldı, özellikle İspanya’daki tutukluların desteklenmesiyle ilgili dosyalara el konuldu. (uluslararası dayanışma nasıl özenle öcüleştiriliyor!) Modena’daki La Scintilla ve La Rivalsa squatları basıldı, bütün squat sakinleri tutuklandı. Diğer baskın yapılan kentlerin adlarını da nasıl bir harekata girişildiğini göstermek için verelim:Torino, Padova, Trieste, Aosta, Nuoro,Cagliari, Grosseto, Cuneo, Firenze, Catania, Orvieto, Venezia, Mestre, Vittorio Veneto, Sacile and Mondovi!

Ülke çapında devasa bir operasyon!

Cenova’daki Pinelli Sosyal Merkezi ve Cenova gösterileri sırasında öldürülen eylemci Carlo Giuliani’nin öldürüldüğü meydana dikilen anıtı da bombalandı. Anarşistlerin toplandığı Pinelli Sosyal Merkezi’nin alt katı tamamen zarar gördü, bilgisayarları tahrip oldu. Bombalamaları gizli servisin ya da onlara bağlı bölge faşistlerinin yaptığı sanılıyor. (ne kadar tanıdık değil mi?) Ve aynı gece Cenova’da çoğu Kuzey Afrikalılardan oluşan 74 kişi ‘topluma tehdit’ oluşturdukları gerekçesiyle sınırdışı edilmişler. (Arındırma bölgeleri –melezleşmelerin kaldırılıp steril bölgelerin yaratılması...) Baskınlarda tek bir silah, ya da patlayıcı madde bulunamadı.

Üçüncü dünyanın borçlarının silinmesini isteyen gençler ve üçüncü dünya fabrikalarındaki işçileri aşırı sömüren Nike gibi işletmeleri protesto eden gençlerin yerine dövecek, mümkünse öldürecek müslüman-arap-yabancı arayan gençlerin yerleştirilmesi operasyonu işbaşında...

Küreselleşme karşıtı hareketler hiç kuşkusuz sistemi değiştirmek arzusundan doğan, sistem dışı düşünüşleri içinde barındıran, tabandan gelişen, sistem karşıtı hareketler tarihinin yeni bir sayfasıydı.

Usame bin Ladin ve Taliban ise ABD’nin yakın bir zamana kadar SSCB Afganistan’ına karşı savaşan “özgürlük savaşçıları” olarak adlandırdığı, bütün güçlerine ABD yardımlarıyla kavuşmuş, sistem içi yapılardır. Onların yapacağı hiçbir saldırı sisteme dışarıdan yapılmış bir saldırı değildir. ABD islam dünyasındaki terör oto-banı Tali-ban’da hız yapıyor nicedir...

Küreselleşme karşıtı hareketlerin ABD’nin savaş çığlıklarını bastırırken yeni bir siyasal döneme girildiğini de gözetecekleri anlaşılıyor. Aslında kendi halkına böyle bir felaketin faillerini yarattığı için açıklama yapması gereken ABD yönetimi, tüm dünyadan hesap sorma densizliğini gösteriyor...

Dünya kapitalist imparatorluğunda dengeler yeniden kuruluyor ve alternatif dünya tasavvurları için 10 Eylül’e göre daha zorlu bir çerçeve çiziliyor.

Ama, biliyoruz ki, sık sık, en kötünün içinden en iyi doğar.

Aşırı şişirilen düşmanlıklar ve milliyetçilikler patladığında yeni politik akışlar da kendilerine bir nehir yatağı bulmak zorunluluğunu hissediyorlar...

Wallerstein dediği gibi: “Dünya sisteminin bu kaotik bocalamalarının temelinde yatan siyasal mesele medeniyet ile barbarlık arasındaki karşıtlık değil. Ya da en azından herkesin kendi tarafını medeni, "ötekini" ise barbar olarak gördüğünü, idrak etmeliyiz. Olup bitenlerin altında yatan asıl konu dünya sistemimizin krizi ve alternatif bir dünya sisteminin nasıl kurulabileceği mücadelesidir. Bu Amerikalılarla Afganlar ya da Müslümanlarla karşılarındakiler arasında bir çekişme değil, nasıl bir dünya inşa etmek istediğimize ilişkin farklı yaklaşımlar arasındaki bir mücadeledir.”
 

[email protected]
[email protected]


Kaynak: Bianet (27 Eylül 2001).
MİLİTARİZM Ana Sayfa ---> 
1