CHOMSKY İLE RÖPORTAJ
 
Chomsky'nin "Hayatı ve İlgili Linkler"
Soru1: Terörizmi kınıyormusunuz? Hangi eylemin terörizm, hangisinin çaresiz bir ulusun tiranlığa veya işgalci bir güce karşı direniş eylemi olduğuna nasıl karar verebiliriz? ABD'ye karşı yapılan bu son saldırıyı bu kategorilerden hangisinin içine koyarsanız?
Chomsky: "Terörizm" terimini ABD'nin resmi dökümanında tanımlandığı şu anlamı ile kavrıyorum: "siyasi, dini veya ideolojik nitelikteki amaçlarına ulaşmak için planlanmış şiddet kullanımı veya şiddet tehdidi. Bu tehdit, baskı veya korku salarak yapılır". Bu tanıma göre --ki tamamen yerinde bir tanımdır--, ABD'ye karşı yapılan bu son saldırı tamamiyle terörist bir eylemdir, aslında dehşetli bir terörist suçtur. Bu konuda tüm dünyada hemen hemen hiç bir anlaşmazlık yok, ve olmaması da gerekir.
Ama ABD resmi dökümanlarından alıntılandığımız üzere, terimin bu kelime kelime anlamının yanısıra, ne yazıkki oldukça standart olan bir de propaganda amaçlı kullanımı var: "terör" terimi düşmanlarımızca bize ya da müttefiklerimize karşı yapılan terörist eylemler için kullanılıyor. Siyaset bilimci Michael Stohl şunları yazarken oldukça haklıdır; "büyük güçlerin güç kullanmasının ve güç kullanma tehdidinin, adet olduğu üzere [ing. by convention] --ve sadece adet olduğu üzere olduğu vurgulanmalı-- bir terörizm biçimi olarak değil, zorlama diplomasisi olarak tanımlandığının farkında olmamız gerekiyor" --her ne kadar "aynı taktikleri kullananlar eğer büyük güçler olmasaydı, şiddet tehdidi veya kullanımı terörist amaçlarla yapılıyor olarak tanımlanacak olsa da".
Bu propaganda maksatlı kullanım gerçekte evrenseldir. Terimin bu anlamı ile herkes "terörizmi kınamaktadır". Naziler şiddetli bir şekilde terörizmi kınadılar, ve terörist partizanlara --örneğin Yunanistan'da-- karşı-terör uygulladılar. ABD de temelde buna mutabıktı. Savaş sonrası yıllarda Yunanistan'da ve başka yerlerde benzeri "karşı-terörizm" [eylemlerini] organize etti ve yürüttü. Üstelik ABD'nin ayaklanma karşıtı programları açıkça Nazi modelinden uyarlanmıştır, şöyleki: dünya savaşı sonrası dünyaya yaygınlaşan karşı-haberalma --ki bunlar tipik olarak "terörizm-karşıtı" olarak adlandırılırlar-- programlarının tasarlanmasında Wehrmacht subaylarına danışılmış ve onların el kılavuzları kullanılmıştır.
Bu adetler biliniyorken, tamamen aynı şahıslar ve eylemler çabucak "terörist"likten "özgürlük savaşçılığı"na kayabilir ve tekrar [bunun] aksi de gerçekleşebilir. Son zamanlarda az daha Yunanistan'da da olacaktı. KLA-UCK, kendilerinin de açıkça ifade ettikleri üzere, oransız ve vahşi Sırp tepkisini ortaya çıkarmak için Sırp polisi ve sivillere karşı yaptıkları saldırılar nedeniyle, 1998 yılında ABD tarafından resmen "teröristler" olarak değerlendirilmişti. Ocak 1999'da Britanya --bu konuda NATO içindeki en şahin unsur-- KLA-UCK'nın Sırplardan daha çok ölüme neden olduğuna inanıyordu; inanması güç ama [bu] en azından bize NATO'daki öncelikli algılamalara dair birşeyler söylüyor. Eğer Dışişleri Bakanlığı, NATO, OSCE ve diğer Batılı kaynaklar tarafından hazırlanan ciltlerce dökümana güvenecek olursak, Mart 1999'da KVM gözlemcilerinin geri çekilmesine ve bombalamalara kadar maddi olarak ortada hiç bir değişiklik yoktu. Ama politikalar değişmişti: ABD ve Birleşik Krallık (UK) Sırbistan'a saldırmaya karar verdiler, ve "teröristler" anında "özgürlük savaşçıları" oluverdiler. Savaşın ardındansa, ABD müttefiki olan Makedonya'da benzer eylemler yaptıklarında, tekrar "terörist", "eşkiyalar" ve "caniler" olmuşlardı.
Herkes tarörizmi lanetliyor, ama ne demek istediklerini sorgulamamız gerekiyor. Bu sorunuzun cevabını, son 10-20 yıl içinde terörizm üzerine yazdığım kitaplarda ve makalelerde belirtmiş olduğum görüşlerden çıkarabilirsiniz; gerçi ben bu terimi kelime kelime anlamında kullanıyorum, yani sadece propaganda maksatlı nedenlerle "terörist" olarak adlandırılanları değil, tüm terörist eylemleri kınıyorum.
Stohl'un gözlemlediği üzere, şiddetli bir terörün güçlü devletlerin standard bir aygıtı olduğuna dikkat çekmeye gerek dahi yok. Bazı durumlar, üzerinde tartışılabilir bile değil. Ardında onbinlerce ölü ve yıkılmış bir ülke bırakan, ABD'nin yürüttüğü Nikaragua'ya karşı savaşı ele alınız. Nikaragua dünya mahkemesine başvurdu; ve onlar da ABD'yi uluslararası terörizm ("kanunsuz bir şekilde şiddet kullanımı") nedeniyle kınadılar, ve ABD'nin [bu eylemlerini] sona erdirmesi ve önemli bir tazminat ödemesi kararını verdi. ABD ise mahkeme kararına savaşı kızıştırarak yanıt verdi; ve tüm devletleri uluslararası yasaları uymaya çağıran güvenlik konseyi kararını veto etti. Bu kızıştırma "yumuşak hedefler"e --tarım kolektifleri ve sağlık ocakları gibi savunmasız sivil hedeflere-- resmen saldırı emirlerinin verilmesini ve Nikaragua ordusunun devreden çıkarılmasını da içeriyordu. Nikaragua havasahasının tamamen ABD tarafından kontrol edilmesi ve murakıplarının [hamilerinin, ing. supervisor] onlara sağladığı ileri teknoloji iletişim teçhizatı sayesinde, teröristler bu talimatları harfi harfine yerine getirebildiler.
Bu terörist eylemlerin geniş bir şekilde onandığına da dikkat edilmeli. Gündemin liberal aşırı ucunda yer alan, önde gelen bir yorumcu olan Michael Kinsley, dışişleri bakanlığının "yumuşak hedefler"e karşı yürütülen terörist saldırıları gerekçelendirmesini basitçe reddetmemiz gerektiğini belirterek [şunu vurguluyor]: "makul bir politika maliyet-fayda analizini sağlamalıdır", yani "bir yanda ortalıkta akacak kan ve oluşacak sefalet, öte yanda ise en sonunda ortaya çıkacak demokrasi --tabii ki ABD'nin anladığı anlamda bir demokrasi terimi-- olasılığının analizini" --bu yorum bölgede oldukça açık bir şekilde örneklenmiştir. ABD'li seçkinlerin analizler yapması, ve eğer testleri geçerse projelerini uygulama haklarının olduğu baştan kabul edilmektedir. Terörist projeler başarılı olup da Nikaragua teslim olduğunda ise; New York Times'da açıklandığı üzere amaca nasıl ulaşıldığını tam anlamı ile bilerek, Amerikalılar zevkten dört köşe olmuşlardı. Time dergisinin neşeyle ortaya koyduğu gibi, yöntem "bıkkın yerel halkın kendisi istenmeyen hükümeti devirene kadar ekonomiyi tahrip etmek, uzun ve ölümcül bir vekilen savaş sürdürmek"; böylece bize "asgari" bir maliyet yükleyerek, kurbanı ise "tahrip olmuş köprüler, sabote edilmiş güç santralleri ve yıkılmış çiftlikler"le başbaşa bırakarak, ABD'i "kazandıran konu"nun adayı konumuna getirir: [yani] "Nikaragua halkınının yoksulluğunu" sona erdirme [konusunun]. Seçkinler arasında başarı konusunda öfori [kendini aşırı derecede zinde hissetme hali] sınırsızdır.
Ama ABD'nin terörist savaşı "terörizm" değildi, doktrinel konumu açısından "karşı-terör"dü. Ve ABD'nin gücü ve ona karşı çıkmanın maliyeti nedeniyle, dünyanın büyük bir kısmında ABD standartları hakimdir.
Bu en aşırı örnek değil aslında; bundan bahsetmemin nedeni dünya mahkemesi tarafından karar alınmış olması nedeni ile tartışma götürrmez olması; ve her ne kadar tek [model] olmasa da, Washington'a bombalar yerleştirmek yerine Nikaragua'nın yasal araçlara başvurmasının bugün için bir model teşkil etmesi.

S2: (Bu son terörist saldırıların ışığı altında), burada, [yani] Yunanistan'da insanlık tarihinin bütünlüğü içinde, etik [değerlere] sahip olan tek bir süpergüç bile olmamıştır [konusu] üstünde bayağı bir tartışma ve anlaşmazlık var. Pekçok analizci, tarihçi, siyasetçi ve entellektüel süpergüçlerin, devletlerin ve diğer insani kurumların sadece daha büyük olmak, daha güçlü olmakla ilgili olduklarını iddia ediyorlar. Buna inanıyormusunuz? Aklında insani değerler bulundurarak dünyanın geri kalanı ve vatandaşları ile ilgilenen bir imparatorluk, bir devlet veya bir süpergüç örneği var mı?
C: Bu konuda tartışma olmasından bile şaşkınlığa düşmüş bulunuyorum. Devletler ahlaki ajanlar değildirler. Gücün [erkin] içsel dağılımına tekabül eden güç sistemleridirler. Öte yandan insanlar ahlaki ajanlardırlar; ve özellikle daha özgür olanlarda olmak üzere, kendi devletlerinin şiddeti üzerinde önemli kısıtlamalar uygulayabilirler. Bunu yapmakta başarısız da olabilirler; örnek olarak klasik Atinalıların uluslararası davranışları pek nadiren hoştur, ve modern tarihten örnekler vermeye dahi gerek yok. Ama bunu yapabilirler, ve genellikle de yaparlar. Tabii ki gerçekte her güç sistemi kendisini oldukça insancıl ve ulvi değerleri hedefler olarak tanımlar; ve seçkin entellektüellerin asli görevleri hep yapageldikleri üzere kendi kendini alkışlamaya [ing. self-acclaim] önderlik etmektir. Bu şu ana kadar devam eden bilindik bir şeydir, bu başka bir hikayedir. "Entellektüel beyinler sürüsü"nün (Harold Rosenberg'un entellektüel seçkinler hakkında yaptığı zeki bir tanımlama) yakın geçmişte bağımsız fonksiyonlarını nasıl yerine getirdiğinden bahseden --belki de entellektüel mesleği nasıl gözden düşürdüklerinin yeni kayıtlarını oluşturan-- yeni çıkmış iki kitap okudum.

S3: Amerikan siyasetçilerinin ve istihbarat görevlilerinin bu trajedi hakkında bizim bilmediğimiz pekçok şeyi bildiğine şüphe yok. Çoğu durumda biz yarı-doğru gerçekleri veya düpedüz yalan olan şeyleri işitiyoruz. Pekçok kitap ve makalenizde, siyasetçilerin bir kez yalan söylediğinde kısa zaman içinde ona inanır hale geldiğinden bahsettiğinizi okudum (tam olarak alıntı yapamadığım için kusuruma bakmayın lütfen). A) Bu tavrı nasıl açıklayabiliriz? B) Bu trajedi hakkında şimdiye kadar işittiğimiz yarı-doğru gerçekler ve düpedüz yalanlar arasında hangilerinin en büyükleri olduğunu düşünüyorsunuz?
C: Buna katılmıyorum. ABD istihbaratının diğerlerinin keşfedemeyeceği bazı şeyler bildiğine inanmıyorum. Oldukça zengin açıklanmış döküman kayıtlarından ve tarihi belgelerden öğrendiğimiz üzere, bu oldukça genel bir durum aslında. Ama kamu görevlilerinin ve onların korolarının bildiklerini tüm doğruluğu ile açıklamaları beklenmez. Bundan ziyade onlar azametimiz [muhteşemliğimiz] yüzünden hedef olduğumuzu iddia ediyor gözüküyorlar: "bizden nefret ediyorlar, çünkü tüm dünyada norm olması gereken kapitalizmin "yeni" düzeninin, bireyselliğin, sekülerliğin ve demokrasinin şampiyonu biziz" (saygıdeğer liberal entellektüel Ronald Steel, NY Times, 14 Eylül).
Gerçekte ise, gerçeklere az da olsa dikkat edenler bile --sadece CİA'nın Rusyaya karşı yürütülen kutsal savaşın organize edilmesine, silahlandırılmasına, eğitilmesine ve devşirilmesine yardım ettiği terörist şebekesindekiler tarafından değil; refah içindeki, ayrıcalıklı ve nüfusun Amerikan taraftarı kısımları arasında bile-- sebeplerin aslında oldukça farklı olduğunu biliyor. Aynı gün, Wall Street dergisi bölgedeki "paralı Müslümanlar"ın görüşlerini yayınladı: bankerlerin, profesyonellerin, işadamlarının. ABD'nin gaddar otoriter devletlere sağladığı destek ve "baskıcı rejimleri engellemek" adına izlediği politikalar sayesinde bağımsız kalkınma ve siyasi demokrasi önüne Washington'un koyduğu engeller nedeniyle uğradıkları hayalkırıklıklarını ve kızgınlıklarını ifade ediyorlar. Onların temel ilgisi Washington'un İsrail'in sert ve acımasız askeri işgaline verdiği destek, ve --Kürtlere [zehirli] gaz atmak da dahil daha kötü kırımlarını yaptığı bir dönemde Washington ve Londra'dan güçlü bir destek aldığını bildikleri-- Saddam Hüseyin'i güçlendirirken yüzbinleri öldürerek Irak sivil toplumunun yıkımına [neden olmaları] şeklindeki ikiz politikaları. Bu duygular yoksul ve acı çeken halk yığınları arasında çok daha keskin, ve bölgenin zenginliğinin batıya ve batılı güçler tarafından desteklenen küçük batı-yönelimli seçkinlere, ve yolsuzluğa batmış, gaddar yöneticilere akıtılmasından hiç de memnun değiller.
Bin Ladin aynı suçlamaları yaptı --birkaç gün önce bir bağımsız Arap radyo kanalına yaptığı, sonradan da BBC'de de yayınlanan uzun röportajında tekrar etti bunları. Ancak o ve bağlaşıklarının başka hedefleri de var: kendi cümleleri ile, "yabancı işgalcilerin" Müslüman topraklarından atılmaları, yolsuzluğa batmış ve baskıcı rejimlerin yerine gerçek "İslami" olanların geçirilmesi, ve Çeçenistan, Bosna, Keşmir, Batı Çin, Filipinler ve başka yerlerdeki müslümanların [kendi] hakları için yürüttükleri savaşları desteklemek. Tüm bunları CİA, Suudi Arabistan ve İslam'ın düşmanı olarak değerlendirdikleri diğerlerinin desteği ile Rusya'ya karşı yürüttükleri kutsal savaşın bir devamı olarak görmekteler.

S4: Bugünlerde insan hayatının değerinin gittikçe ... azaldığını görüyoruz. Bu olgunun böyle devam edeceğini düşünüyormusunuz? ABD (genel olarak Batı dünyası) insan hayatını değerli bir "varlık" olarak mı görüyor?
C: Bir kere daha katılmıyorum. Tüm Avrupa emperyalizmi tarihi boyunca insan hayatının değeri neydi? Örneğin, ABD ulusal sınırlarını genişletirken, --pişmanlık duyduğu girişime kendi önemli katkılarını yaptıktan epey bir sonra, ama daha aşırı şerefsiz maceralarından önce, başkan John Quincy Adams'ın sözleriyle-- "acımasızca ve haince bir vahşilikle yok ettiği bahtsız yerli Amerikalılar"ın üstesinden gelirken, [insan hayatının değeri neydi?]. Belçika kralı Leopold 10 milyon Kongoluyu öldürdüğünde insan hayatının değeri neydi? Ya peki 17. yüzyılda Almanya nüfusunun 3'te 1'i öldürüldüğünde; çok daha yeni örneklerden hiç bahsetmeyelim. Aslında istediğimiz kadar gerilere gidebiliriz. Batı medeniyetinin en kutsal kitaplarında bulunan soykırım yüceltmeleriyle herkes aşinadır, veya aşina olmalıdır.

S5: Şimdi, Manhattan ve Pentagon'a yapılan saldırılar göz önüne alınırsa; ABD medyasının trajediyi ele almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD medyasının çoğunluğu tarafından yapılan "teröristler ABD'ye saldırdı, çünkü onlar Batılı değerlerden nefret ediyorlar (sivil haklar, tolerans, refah, vb.)" şeklindeki açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz.
C: İkinci soruyu bir tarafa bırakabiliriz. Bu kendi kendine hizmet eden boş bir laf, ve güncel tarihle bir nebze aşikarlarsa --Orta Doğu da dahil olmak üzere-- en azınddan, pazarlayanlar da bunu kesinlikle biliyorlar. Doğaldır ki bunlar dikkatleri Orta Doğu'daki en Batı yanlısı unsurların --"gayet iyi bilindiği üzere" (alıntı yaptığım Wall Street dergisinin kelimeleriyle)-- dahi ifade etmekte oldukları şikayetlerden saptıracak kolay hilekarlıklardır.
Medyaya gelince, ister küçük olsun ister korkunç boyutlarda olsun, suç işlendiğini ortaya çıkan temel soruları nasıl ele aldıklarını sorgulamamız gerekli: kim sorumlu? Yanıtımız ne olmalı? Bu neden oldu? Bu soruların aslında hiç tartışması yapılmıyor. Arap Birliğinin, Çin'in ve hatta NATO'nun, ABD'nin geçerli kanıtlar sunmasını talep etmeleri gülünç bulunarak bir kenara fırlatıldı. ABD bir resmi hükümet raporu sunacak [ing. white paper]; ve her ne kadar kanıtlar --muhtemelen doğrudur, ama yargılar kanıt değildiler-- bu terörist şebekeye yüklenen daha önceki terörist bombalamalardaki kanıtlardan daha fazla ikna edici olmasa da, [bu resmi rapor] müttefikleri tarafından muhtamelen kabul edilecek. Aslında yapılması gerektiği üzere, diğerlerinin yanısıra Nikaragua tarafından da izlenen yasal yöntemlerin tartışması ise hiç yapılmamakta: liderlerimiz şiddet çağrısı yaptıklarında, onların cesaretlerini ve bütünlüklerini alkışlamak zorundayız. [Bu saldırıların] neden [gerçekleştiği] konusunda ise, Wall Street dergisi gibi birkaç istisna hariç, ortalıkta pek az şey var.

S6: A) en iyi, B) en kötü ve C) en olası senaryolar hakkında ne düşünüyorsunuz?
C: En uygun tepki yasal yollara başvurmaktır: Nikaragua bunun tek örneği değil --Onların cefa çektiği terörist saldırların 11 Eylül'dekinden çok daha yıkıcı olduğunu da aklınızdan çıkarmayın. Başka bir örneği ele alırsak, Britanya'nın Londra'da gerçekleşen bir IRA bombalı saldırısında izleyeceği doğru yol nedir? Bir seçenek RAF'ları gönderek, benim yaşadığım Boston gibi yerlerdeki finansal kaynaklarını havaya uçurmak olabilir. Bunun olurluğunu bir tarafa bırakın, bu tamamen cezai bir delilik olacaktır. Diğer bir olasılık ise, gerçekçi bir şekilde arka plandaki endişeleri ve kederi ele almak; ve onları iyileştirmeye çalışmak olacaktır; aynı zamanda suçluları cezalandırmak için yasal kurallar işletilir. Keza Oklahoma'daki federal binanın bombalanmasını ele alın. O zaman hemen Orta Doğu'nun bombalanması yönünde çağrılar yapılmıştı, ve uzaktan olsa bile bir bağlantı şüphesi elde edilebilseydi bu muhtemelen gerçekleşecekti. Bunu yapanların ultra-sağ milisler olduğu anlaşılanca ise, bu milislerin Texas, Montana, Idaho ve diğer bazı yerlerdeki merkezlerini yok etmeye yönelik herhangi bir çağrıda bulunulmadı. Bunun yerine faili bulundu, mahkemeye çıkarıldı ve cezaya çarptırıldı; ve tepkiler belli ölçülerde makuldu, sorunu anlamaya ve bu tip suçların ardında yatan şeyleri anlamaya yönelik çaba gösterildi. Her suçun --ister sokakta yapılan bir hırsızlık, isterse dehşetengiz kıyımlar olsun-- bir mantığı vardır, genelde de bunların bazılarının ciddi olduğunu ve ilgilenmemiz gerektiğini düşünürüz. En azından hak ve adalet için ufak da olsa bir kaygımız varsa, ve bu tip kıyımlarının tekrar olma olasılığını artırmak yerine azaltmayı umuyorsak, izlemimiz gereken yol budur. Aynı ilke genelde hayli geçerli olan bir ilkedir. Bu durumda özellikle geçerliler.
En kötü durum senaryosu ise bir çok masum insanı --Afganistan'da, Taliban'ı değil ama onun kurbanlarını-- öldürecek olan kitlesel bir saldırı yürütmek olacaktır. Bunun başlıbaşına bir suç olması bir yana; yabancı liderlerin, bölge hakkındaki uzmanların ve muhtemelen de ABD istihbarat ajanlarının Washington'a tavsiye ettiği üzere bu bin Ladin'in dualarına cevap teşkil edecektir: bir çok kızgın ve çaresiz insanın bu korkunç amaç için hareketlenmesine yol açacak, olası feci sonuçlarıyla şiddet döngüsünü harekete geçirecektir. Bin Ladin öldürülse bile, bu tip bir saldırının olası etkileri devam edecektir: şehit mertebesine yükselecek, ve halen ortalıkta dolaşmakta olan binlerce kaset sayesinde sesi tüm Arap dünyasında yankılanacaktır.

S7: [Bunun] tarihteki en korkunç terörist eylem olduğuna inanıyormusunuz?
C: Bunu cevaplandırmak imkansız. Bu hangi suçları "terörizm" olarak adlandırdığımıza ve hangi zaman birimini seçtiğimize bağlı bir şey.

S8: Teröristleri böylesi bir eyleme sevk eden şeylerin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Manhattan'daki ikiz kulelerde, Pentagon'da ve diğer yerlerde "düşman" mı vardı? Gerçek düşman neredeydi?
C: Söylediğim gibi, onların sözlerine inanmak için her şeyimiz var. Ve 20 yıldır sözleri de eylemleri gibi oldukça açık --yani, CİA, Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan ve diğerleri tarafından radikal islamcı güçlerin organize edilmelerinden, kendi yaratıcılarına karşı ilk saldırıyı gerçekleştirmelerinden, yani bunlar arasındaki en çoşkulularından birisi olan Mısırlı [Enver] Sedat'ı suikastle öldürmelerinden beri.

S9: Bunu kimin yaptığına inanıyorsunuz? Yapan Usame bin Ladin'miydi?
C: Kaynağın bin Ladin ile gevşek ilişkileri olan bir terörist şebeke olduğunu tahmin ediyorum, ama bin Ladin'in doğrudan ilgili olduğuna dair hiç bir geçerli kanıtımız yok; buna bu örgütleri yakından takip eden ve Afganistan'daki ABD kaynaklı operasyonlar nedeniyle gayet iyi anlayan ABD istihbaratının da dahil olduğunu tahmin ediyorum. Bunlar merkezi olmayan, açıkçası hiyerarşik bir yapılanması olmayan, içine girilmesi zor olan [organizasyonlar]; bu nedenle dünyadaki istihbarat birimlerinin ruhu bile duymadan bu kadar şok edici bir kıyımı gerçekleştirebildiler.

S10: Bu olayın ABD hükümetinin (hem iç, hem de dış) politikalarını değiştireceğine inanıyormusunuz?
C: Bu eylemsel bir konu, tahmin edilebilecek bir şey değil. Başka yerlerde olanlar, Yunanistan'da dahil olmak üzere, önemli farklılıklar yaratabilir.

S11: Terörist saldırılar nedeniyle en çok korktuğunuz şey nedir?
C: Bahsettiğim en kötü senaryo en korkutucu olanı; ama bunun kaçınılmaz veya büyük olasılıklı bir şey olduğunu sanmıyorum.

S12: "11 Eylül 2001"de dünyanın değiştiğine katılıyormusunuz?
C: Şüphesiz. Modern Avrupa ve Kuzey Amerika'nın tarihi diğerlerine karşı şok edici suçların işlenmesiyle --veya Amerikan İç Savaşı ve Avrupa savaşlarındaki gibi karşılıklı kasaplıklarla-- dolu. İlk defa silahlar tersi yöne çevrildi; en azından dikkate değer bir ölçekte. Kongo Belçika'ya saldırmadı, veya Hindistan İngiltere'ye, Cezayir Fransa'ya, Meksika ya da Filipinler Amerika'ya saldırmadılar. 11 Eylül saldırıları --ne yazık ki-- ölçek olarak değil de, hedefleri açısından benzersizdi.

S13: Yunanistan gibi ülkelerde ve genel olarak Balkanlarda neler olacağını düşünüyorsunuz? Bin Ladin'in KLA ve Arnavut gerillalarla bağlantıların olduğunu defalarca okuduk. Yunanistan'ın (ve de 2004'deki Olimpiyat oyunlarının) terörist saldırılar veya gerilla savaşı tehditi altında olduğunu düşünüyormusunuz; bunun sonucunda Yunan hükümetinin Olimpiyat oyunlarını ertelemesine yol açacağına inanıyormusunuz?
C: Bunu tahmin etmek zor, ama ABD ve müttefiklerinin şu anda izleyeceği yöntemden etkilenileceği açık. Eğer bin Ladin'in dualarını gerçekleştirirlerse, o zaman başka saldırıların olasılığı artırılmış olur.

S14: İslam Batı uygarlığına veya Batı yaşam tarzına tehdit içermesi açısından bir tehlike mi?
C: Soru çok geniş ve [konu] benim için cevaplanamayacak kadar muğlak. Ama ABD'nin İslamı bir düşman olarak veya bunun tam tersi bir şekilde değerlendirmediği açık olmalı. Hitler'in, Stalin'in, Mao'nun suçları ile karşılaştırılabilecek olan bir kıyımı gerçekleştiren, CİA desteğindeki ordunun 1965'te iktidarı ele geçirmesinden beri, dünyanın en kalabalık müslüman devleti olan Endonezya ABD yanlısıdır; [keza] 20. yüzyılın sonundaki en berbat insan hakları sicillerinden birisine sahip olan bu katili Batı desteklemeye devam etti. Taliban haricindeki en İslami köktendinci rejim, başından beri ABD'nin yanaşması olan Suudi Arabistan'dır. Balkanlarda, burada ele alamayacağımız nedenlerle, ABD Hristiyanlara karşı Müslümanları destekleme kararı aldı. 1980'lerde, ABD'nin Orta Amerika'da yürüttüğü, geride yüzbinlerce ölü ve harap olmuş dört ülke bırakan terörist savaşın ana hedefi, "yoksullardan yana olma seçeneğini" kabul etme gibi ağır bir günah işleyen katolik kilisesiydi. "Batı yaşam tarzı", pekçoğu takdire şayan, yine pekçoğu İslam dünyasında çoşkuyla kabul edilen; ama pekçoğu da canice ve hatta insan yaşamı için tehdit teşkil eden bir çok değişik unsuru içinde barındırır.
"Batı Uygarlığı"na gelince, "Batı Uygarlığı" hakkında ne düşündüğü sorulduğunda Gandhi'nin söylediği kelimelere kulak kabartabiliriz. Bunun iyi bir fikir olabileceğini söylemişti.

ÇEVİRİ: Anarşist Bakış


Kaynak: "Chomsky Interview 5".
MİLİTARİZM Ana Sayfa ---> 
1