KISIM D.01
DEVLET MÜDEHALESİ NEDEN MEYDANA GELİR?
 
 
D.01.1 Devlet Müdehalesi Başlangıçta Sorunlara Sebep Olmuş mudur?
D.01.2 Devlet Müdehalesi Demokrasinin Bir Sonucu mudur?
D.01.3 Devlet Müdehalesi Sosyalist midir?

Devlet, kapitalizmin anti-sosyal etkilerinden ötürü topluma müdehale etmeye mecburdur. Kapitalizmin dayandığı soyut bireyci kuram ("herkes kendisi için") yüksek derecedeki bir devletçiliğe yol açar, çünkü ekonomik sistemin kendi [yarattığı] toplumsal açıdan yıkıcı işleyişlerle mücadele edecek hiçbir aracı bulunmamaktadır. Yine devlet, yanlızca yönetici sınıfın çıkarlarını korumak için değil, aynı zamanda kapitalizmin atomize edici ve yıkıcı etkisi karşısında toplumu korumak için de ekonomiye müdehale etmelidir. Dahası, kapitalizmin periyodik ekonomik gerileme ve durgunluklara yönelik içsel bir eğilimi vardır, ve bunları önlemeye yönelik girişim de devlet fonksiyonunun bir parçası haline gelmiştir. Ancak, bunları önlemek imkansız olduğu için (bunlar sisteme dahil oldukları için --bakınız Kısım C.7), devlet pratikte ancak onları geciktirmeye ve şiddetlerini azaltmaya çalışabilir. Toplumsal müdehalenin gerekliliği ile başlayalım.

Kapitalizm, gerek emeğin gerekse toprağın birer metaya dönüştürülmesine dayanır. Ancak, Karl Polanyi'nin belirttiği üzere, "emek ve toprak, her toplumun meydana geldiği insanoğullarından ve bunun [toplumun] içinde var olduğu doğal çevreden ayrı bir şey değildir; emek ve toprağın piyasa mekanizmasına dahil edilmesi, bizzat toplumun özünün piyasanın kanunlarına tabi kılınması demektir." (The Great Transformation, s. 71) Ve, insanlığın kendisini tamamen arz ve talebin ellerine teslim etmesiyle, bunun anlamı "insan toplumunun ekonomik sistemin bir aksesuarı haline gelmesi"dir. Ancak böylesi bir durum, "toplumun beşeri ve doğal özünü tamamen ortadan kaldırmadan uzun bir süre devam edemez; bu insanı fiziksel olarak yok edecek ve çevresini de yabaniliğe dönüştürecektir." (a.y., s. 41-42)

Topluluğun işsizlik kamçısına, tehlikeli çalışma koşullarına, 16 saatlik iş gününe, endüstrilerin ve mesleklerin yer değiştirmesine, ve bunlara eşlik eden ahlaki ve psikolojik çöküntüye karşı --yalnızca ekonomik etkilerin uzun vadede çok daha iyi olabileceği nedeniyle-- kayıtsız kalmaya devam edeceğini ummak saçmadır. Benzer şekilde, işçilerin örneğin kötü çalışma koşullarına karşı kayıtsız kalmalarını, uysalca kendilerine daha iyi koşullar sunacak yeni bir patronu beklemelerini, veya yurttaşların pasifçe kapitalistlerin gönüllü olarak çevreye karşı sorumlu bir şekilde davranmalarını oturup beklemelerini [ummak], insanlığa kölece, kayıtsız bir rol biçmektir. Neyse ki, iş gücü bir meta olmayı reddetmekte, ve yurttaşlarsa gezegenin ekosistemi tahrip edilirken aylakça durmayı reddetmekteler.

Bu nedenle, devlet müdehalesi piyasanın işleyişine karşı bir koruma biçimi olarak ortaya çıkar. Kapitalizm, rekabetçi piyasada "özgürlük" adına toplumun atomize edilmesine dayandığı için, piyasanın anti-sosyal işleyişlerine karşı olan savunmanın devletçi biçimler alması hiç de şaşırtıcı değildir --(böylesi toplumsal kurumlar kapitalizmin yükselişiyle ilk başta ezilmemişlerse bile zayıflatıldıkları için) böyle bir savunmayı sağlayabilecek başka pek az yapı bulunur. Böylece "bireycilik", ironik bir biçimde kapitalizm soyut bireyciliğe, otoriteye ve hiyerarşiye --devlette temsil edilen tüm niteliklere-- dayanan bir toplumsal örgütlenme lehine komünal toplumsal örgütlenme biçimlerini tahrip ettiği için "kolektivist" bir eğilim yaratır. Özgür (yani komünal) bir toplumda, toplumun kendini savunması devletçi değil, sendikaların ve kooperatiflerin doğasına --özgür ve adil bir toplumu güvence altına almak üzere gönüllü birlikler içerisinde birlikte çalışan bireyler (bakınız Kısım I)-- benzer bir şekilde olacaktır.

Toplumsal korumanın yanısıra, ülkenin ekonomisini (ve böylece de yönetici sınıfların ekonomik çıkarlarını) korumak amacıyla da devlet müdehalesi gereklidir. Noam Chomsky'nin belirttiği üzere, "serbest girişim"in yurdu olan ABD'de bile, "bağımsızlığın ardından ... yerli imalatın ve ticaretin yaratılması ve kuvvetlendirilmesine {yönelik olarak} yerli üretimi sübvanse eden, ucuz Britanya ithalatını yasaklayan, özel şirketler iktidarının yasal zeminini oluşturan, ve başka birçok yoldan karşılaştırmalı üstünlüğün [comparative advantage] boğucu hakimiyetinden sakınılmasını sağlayan merkezi kalkınmacı bir devlet {inşa edilirken}, ekonomiye yapılan kapsamlı devlet müdehaleleriyle kaynak ve piyasaların ele geçirilmesiyle" damgaanmıştır (World Orders, Old and New, s. 114)

Britanya ve bir grup başka ülkenin (ve daha yakın zamanda ise Japonya ve Uzak Asya'nın Kore gibi Yeni Endüstrileşen Ülkeleri) durumundaysa, ne gariptir ki devlet müdehalesi "serbest piyasa"daki gelişmenin ve başarının anahtarı olmuştur. Müdehaleci Japon veya Kore modellerini izlemek yerine, "serbest piyasa reformları"na (yani neo-liberal Yapısal Uyum Programlarına) tabi olmak şansızlığını yaşayan diğer "gelişmekte olan" ülkelerde ise, yoksulluk, evsizlik, yetersiz beslenme vb. şeylerdeki şiddetli artışla birlikte sonuçlar büyük bir çoğunluk açısından felaketvari olmuştur (seçkinler açısından, sonuçlar oldukça farklıdır tabii ki).

Ondokuzuncu yüzyılda, devletler ancak bundan faydalanabilecekleri ve bununla yaşayabilecek kadar güçlü olduklarında bırakınız-yapsınlar [politikasın]a yöneldiler. "İngiltere {aynen!} ancak ondokuzuncu yüzyılın ortasında, herhangi bir rekabetin üstesinden gelebilecek kadar güçlü olduğunda serbest ticareti kucaklamıştır." (Noam Chomsky, Op. Cit., s. 115). Bunun öncesindeyse, ekonomik gelişmeyi beslemek için korumacılık ve diğer önlemler kullanılmıştı. Ve bırakınız-yapsınlar ülkenin ekonomisini zayıflatmaya başldığında da, hızla geri adım atılmıştı. Örneğin, korumacılık kırılgan bir ekonomiyi korumak amacıyla sıklıkla kullanılır; ve militarizm, örneğin bugün hala ABD'de "Pentagon Sistemi"nde olduğu gibi, ekonomiye yardım etmenin yönetici sınıflar açısından gözde bir yolu olmuştur (bakınız Kısım D.8).

Devlet müdehalesi başından itibaren kapitalizmin bir özelliği olmuştur. Kropotkin'in söylediği gibi, " 'Devlet'in müdehale etmemesi' sistemi hiçbir yerde var olmamıştır. Devlet, her yerde Kapitalizm'in ve onun kitleler üzerindeki gücünün --doğrudan ve dolaylı-- ana dayanağı ve yaratıcısı olmuştur ve hala da öyledir. Devletler ortaya çıktığından beridir, hiçbir yerde kitleler kapitalistlerin baskısına karşı direnme özgürlüğüne sahip olmamıştır. ... Devlet daima kapitalist sömürücünün faydasına ekonomik yaşama müdehale etmiştir. Hırsızlıkta daima ona koruma sağlamış, daha da zenginleşmesi için yardımcı ve destekçi olmuştur. Ve bunun tersi de olamazdı zaten. Böyle davranmak Devlet'in işlevlerinden birisidir --asli misyonudur." (Evolution and Environment, s. 97-8). Bırakınız-yapsınlara yönelik sınırlı girişimleri daima başarısız olmuş, devletçi kökenlerine geri dönüşle sonuçlanmıştır. Seçici bırakınız-yapsınlar ve kolektivizm süreci bugün olduğu kadar geçmişte de kapitalizmin bir özelliği olmuştur. Aslında, Noam Chomsky'nin belirttiği üzere, "kapitalizm olarak adlandırılan şey temelde, ekonomi, siyasi sistemler, toplumsal ve kültürel yaşam üzerinde büyük bir kontrol kuran, yerel ekomomiye ve uluslararası topluma yoğun bir şekilde müdehale eden güçlü devletlerle yakın işbirliği içerisinde faaliyet gösteren, devasa ve büyük ölçüde hesap verme yükümlülüğü olmayan özel tiranlıklarıyla, bir şirketler merkantilizmi sistemidir [merkantilizm; 18. ve 19. yüzyıllarda özü koprumacılık yoluyla değerli madenlerin biriktirilmesine dayanan uluslararası ekonomik sistem]. Bu, aksi yöndeki hayallere rağmen Birleşik Devletler için çarpıcı bir şekilde doğrudur. Zenginler ve ayrıcalıklar, genel halk için gayet iyi olduğunu düşünmekle beraber, kendileri adına piyasa disipliniyle karşı karşıya kalmayı eskisi gibi istememektedirler." ("Anarchism, Marxism and Hope for the Future", Red and Black Revolution, sayı 2).

Bu nedenle, geleneksel görüşün aksine, şu sebeplerden ötürü devlet müdehalesi daima kapitalizmle ilintili olmaya devam edecektir: (1) otoriter doğası; (2) rekabetçi piyasanın anti-sosyal sonuçlarını engelleyememesi; (3) toplumun "ekonomik sistemin bir aksesuarı" olması gerektiği şeklindeki çürük varsayımı; (4) yönetici seçkinlerin sınıfsal çıkarları; (5) en başta isteksiz olan halka otoriter toplumsal ilişkileri dayatmanın gerekliliği.

Devlet müdehalesi kapitalizm açısından ücretli emek kadar doğal bir şeydir. Polanyi'nin özetlediği üzere, "ekonomik liberalizme ve bırakınız-yapsınlara karşı olan hareket, kendiliğinden bir tepkinin aşikar olan özelliklerinin tümünü sahipti, ... {ve} bırakınız-yapsınlardan 'kolektivizm'e doğru oldukça benzer geçişler, sürecin altında yatan nedenlerin derinliğine ve bağımsızlığına işaret edecek şekilde, farklı ülkelerde endüstriyel gelişimlerinin belirli bir aşamasında gerçekleşti." (Op. Cit., s. 149-150). "Hükümet toplumun dağılmasını isteyemez, çünkü bu kendisi ve hakim sınıfın sömürü kaynaklarından yoksun kalacağı anlamına gelir; ne de [hükümet] toplumu resmi bir müdehale olmaksızın kendi başına yaşamaya bırakabilir, çünkü o zaman insanlar çok geçmeden hükümetin yalnızca mülk sahiplerini korumaya hizmet etttğini anlayacak ... ve kendilerini her ikisinden de kurtarmak için acele edeceklerdir." (Errico Malatesta, Anarchy, s. 22)

Ve en başta "serbest" piyasanın yaratılması için devlet müdehalesinin gerekli olduğu da unutulmamalıdır. Yine Polanyi'den alıntılarsak, "{piyasa} sistemi oluşturulmadığı müddetçe, ekonomik liberaller bunun oluşturulması için hiç tereddüt etmeksizin devlet müdehalesi talebinde bulunmalıdırlar ve bulunacaklardır; bir kere kurulduktan sonra da, onu yaşatmak için." (Op. Cit., s. 149) Korumacılık ve sübvansiyon (merkantilizm) --işçi sınıfına karşı devlet şiddetinin serbestçe kullanılmasıyla birlikte-- en başta kapitalizmin ve endüstrinin yaratılması için gerekliydi (bakınız Kısım F.8 - What role did the state take in the creation of capital?).

Kısacası, bırakınız-yapsınlar kapitalizmin ideolojik temeli --sistemi meşru kılan din-- olmakla beraber, gerçekte uygulanmışsa bile bu çok nadir olmuştur. Yani, ideologlar "serbest girişim"i modern gönencin [prosperity, refah, mutluluk] temel taşı olarak yüceltirlerken, anonim şirketler ve şirketler Devlet masasında tıka basa beslenmektedirler.

"Serbest piyasa"ya yönelik son zamanlarda yaşanan heves aslında uzatılan ekonomik canlanmanın [boom] (kapitalizmin müdafilerinin, ironik bir şekilde, "kapitalizm"in işlediğinin bir "kanıt"ı olarak kullandıkları bir ekonomik canlanma) bir ürünüdür; ki bu, devlet koordineli savaş ekonomisi ile oldukça müdehaleci Keynezyen ekonomi artı asla varolmamış bir geçmişe karşı duyulan sağlıksız bir nostalji dozunun ürünüdür. Asla varolmamış bir sistemin bu kadar üretmiş olması gariptir!
 

D.01.1 DEVLET MÜDEHALESİ BAŞLANGIÇTA SORUNLARA SEBEP OLMUŞ MUDUR?

Genellikle, hayır. Bu, devlet müdehalesinin ekonomi ve toplum üzerinde olumsuz etkilerinin olmadığı anlamına gelmez. Devletin merkezi, bürokratik mizacı veriliyken, olumsuz etkilerinin olmaması imkansız olur. Devlet müdehalesi pek çok olayda kötü durumu daha da kötüleştirebilir. Malatesta'nın belirttiği üzere, "uygulamaya yönelik kanıtlar, hükümetin tüm yaptıklarının ardında daima hakim olma arzusu olduğu, ve daima kendisi ile birlikte hem temsilcisi hem de savunucusu olduğu sınıfın ayrıcalıklarını savunmak, genişletmek ve sürdürmek için ayarlandığıdır." (Anarchy, s. 21)

Ancak, ekonomik liberaller (veya bizim bugün onları çağırdığımız şekilde neo-liberaller veya "muhafazakarlar") açısından, devlet müdehalesi tüm kötülüklerin kaynağıdır, ve onlara göre toplumun piyasayı suçlu tuttuğu sorunların sebepleri kesinlikle devletin piyasaya müdehalesidir.

Ancak böyle bir pozisyon mantık dışıdır, çünkü "kimki düzenlemeden bahsetmektedir kısıtlamaktan bahsetmektedir: şimdi, ayrıcalıkların var olmalarından önce sınırlanması nasıl düşünülebilir ki? ... {B}u nedensiz bir sonuç olurdu", ve bu nedenle de "düzenleme ayrıcalık açısından ıslah edicidir", bunun tam tersi geçerli değildir (P-J Proudhon, Systems of Economic Contradictions, s. 371) Polanyi'nin açıkladığı gibi, neo-liberal önerme yanlıştır, çünkü devlet müdehalesi daima "modern endüstriyel koşullardan, veya her halükarda onlarla başa çıkmanın piyasa yöntemlerinden kaynaklanan problemlerle uğraşmıştır." (Karl Polanyi, Op. Cit., s. 146) Aslında, bu kolektivist önlemler genellikle, kural olarak sosyalizmin tüm biçimlerinin tavizsiz muhalifi olan, bırakınız-yapsınların inançlı destekçilerince yürütülmüştür (ve sıklıkla da "serbest piyasa" kapitalizminin aşırılıklarının sebep olduğu sosyalist fikirlere olan desteği zayıflatmak için uygulamaya sokulmuştur).

Devlet müdehalesi yoktan var olmadı, ivedi toplumsal ve ekonomik gerekliliklere bir yanıt olarak ortaya çıktı. Bu, kapitalizm tarihinde bırakınız-yapsınlara en fazla yakınlaşmaya tanık olan 19uncu yüzyılın ortasından gözlenebilir. Takis Fotopoules'in söylediği üzere, "serbest ticaret, rekabetçi bir emek piyasası ve Altın Standardı anlamında saf bir ekonomik liberalizm kurmaya yönelik girişim 40 yıldan daha fazla sürmedi; 1870 ve 1880'lere gelindiğinde korumacı yasalar geri gelmişti ... {Tüm belli başlı kapitalist güçlerin}, hemen ardından anti-liberal bir yasama döneminin geldiği bir serbest ticaret ve bırakınız-yapsınlar döneminden geçmiş olması da yine önemlidir." ("The Nation-state and the Market", s. 48, Society and Nature, Cilt 3, s. 44-45)

Korumacı yasalara geri dönülmesinin sebebi, ilk saf ekonomik liberalizm deneyinin sonuna işaret eden 1873-86 Depresyonu [depression, ekonomik durgunluk] idi. Ardından, piyasaları liberalleştirmeye yönelik girişim çelişkili bir şekilde daha fazla düzenlemeye [regulation, denetim, regülasyon] yol açtı. Daha önceki analizin ışığında, bu şaşırtıcı değildir. Ne ülkenin sahipleri ne de politikacılar, engellensiz bir bırakınız-yapsınların sonucu olacak şekilde toplumun yıkıldığını görmeyi arzulamıyordu. Kapitalizmin müdafileri, "Depresyon'un başlarında Avrupa'nın serbest ticaretin en parlak çağında olduğu" gerçeğini hafife alırlar (Polanyi, Op. Cit., s. 216). Devlet müdehalesi, bırakınız-yapsınlardan kaynaklanan toplumsal karışıklıklara bir yanıt olarak ortaya çıkmıştı.

Benzer şekilde, Ludwig Von Mises'ın yaptığı gibi "işsizlik yardımları ödendiği müddetçe, işsizlik varolmaya devam eder" demek yanlıştı. Bu ifade yalnızca a-tarihsel olmakla kalmaz, aynı zamanda devletin suç işlenmesi ve keza statükonun zayıflamasına neden olabileceği düşünülen işçi sınıfı [içerisindeki] kendi kendine yardımın [belirmesi] olasılığını ortadan kaldırmak amacıyla sadaka dağıtmaya başlamasına neden olan gönülsüz işsizliğin varlığını göz ardı eder. Seçkinler, işçilerin kendi çıkarları için örgütlenmesindeki tehlikenin gayet iyi farkındaydılar.

Ne üzücüdür ki, kapitalist müdafiler ideolojik olarak doğru cevaplar ararken sıklıkla sağduyuyu göz ardı ederler. Eğer ekonomin insanlar için değil de insanların ekonomi için varolduğuna inanılırsa, gelecekteki kuşakların varsayılan ekonomik çıkarı adına bugünkü insanlardan ve onların yaşadıkları toplumlardan feragat etmeleri istenebilir. Eğer bir kimse, matematiğin etiğini kabul ederse, o zaman ekonominin gelecekteki büyüklüğünde olacak bir büyüme şu anki toplumsal karışıklıktan daha önemli hale gelir. Yine Polanyi şöyle diyor: "toplumsal felaket, gelir rakamları ile ölçülebilecek olan ekonomik bir olgudan ziyade kültürel bir olgudur." (Op. Cit., s. 157). Ve ölçülemez olanı göz ardı etmek ve küçümsemek kapitalizmin mizacında vardır.
 

D.01.2 DEVLET MÜDEHALESİ DEMOKRASİNİN BİR SONUCU MUDUR?

Hayır. Modern devletin toplumsal ve ekonomik müdehalesi, evrensel oy kullanma hakkının yaygınlaşmasından çok önce başlamıştır. Örneğin, Britanya'da, oy kullanma üzerindeki mülkiyete ve cinsiyete dayalı kısıtlamalar hala mevcutken "kolektivist" tedbirler başlatılmıştı. "Temsili" demokrasinin merkezci ve hiyerarşik mizacı, daha ziyade büyük iş alemi, büyük lobi grupları ve devlet bürokrasinden etkilenen politikacılar üzerinde halkın büyük ölçüde çok az bir gerçek kontrolü olduğu anlamına gelir. Bu, gerçekten de popüler ve demokratik olan baskıların kapitalist devlet te çok kısıtlı olduğu, ve devletin eylemlerinin açıklanmasında seçkinlerin çıkarların çok daha belirleyici olduğu anlamına gelir.

"New Deal"in [1933'de Roosevelt'in başkanlığı sırasında uygulanmaya başlayan ekonomi politikası] ve savaş sonrası Keynezyenizmin Depresyon'dan çıkarak ekonomik iyileşmeyi canlandırmayı amaçlayan kısıtlı devlet müdehalesi tedbirleri demokrasiden değil, daha maddi nedenlerden ötürü harekete geçirilmişti. Bu nedenle Takis Fotopuolos şöyle diyor, " 'iş alemi güveni'nin en düşük seviyede olması, üretimi kontrol edenlerin kendi ekonomik güç ve karlarına el uzatan tedbirlere karşı toleranslı yaklaşmasını açıklaması gerçeğin oldukça uzağındadır. Gerçekte, devlet müdehaleciliği ancak ve ancak --ve bu olduğu müddetçe-- fiilen üretimi kontrol edenlerin onayını almışsa başarılıdır." ("The Nation-state and the market", s. 55, Society and Nature, Cilt 3, s. 44-45)

Bu ilkenin bir örneği, ABD emeğine ilk ve son siyasi zaferini kazandıran 1934 Wagner Kanunu'ndan görülebilir. Kanun sendikaların örgütlenmesini yasallaştırıyordu, ancak bu emek mücadelelerini yasal prosedürlerin sınırları içerisine hapsediyor ve böylece de daha kolay kontrol edilebilecekleri anlamına geliyordu. Ayrıca, bu taviz, etkisi sendikal faaliyetlere katılanların kapitalist sistemin asli temellerini sorgulamaya başlamasını daha az olasılıklı kılmak olan bir yatıştırma biçimiydi. Militan emek hareketi [karşısında hissedilen] korku yatıştıktan sonra, Wagner Kanunu zayıflatıldı ve yeni yasalarla --en başta politikacıları Wagner Kanunu'nu geçirmeye zorlayan taktikleri yasadışı hale getiren ve patronların işçiler karşısında güçlerini arttıran yasalarla-- geçersiz hale getirildi.

Söylemek her ne kadar gereksiz olsa da, klasik liberal ideolojinin popüler demokrasinin kapitalizm açısından bir tehdit olduğu şeklindeki iması, demokrasinin devlet müdehalesine yol açtığı şeklindeki yanlışlığın kökünü oluşturmaktadır. Herkesin yararına olacak yasaları yapma ayrıcalığını zenginlerle sınırlama anlayışı, klasik liberallerin zenginlerin özgeciliklerine olan [alturism, fedakarlık] dokunaklı imanları, onların insan doğasını anlamaya veya tarihi kavramaya dair [görüşlerinden] çok daha açıklayıcıdır. Aslında John Locke ile bir noktada buluşabilecek olmaları ve bir azınlığın yapacağı kurallara herkesin uyması gerektiğini boş bakışlarla iddia etmeleri de yine onların [sahip olduğu] "özgürlük" kavramı hakkında bayağı bir şey söylemektedir.

Tabii ki daha modern klasik liberallerin bir kısmı (örneğin, sağ-kanat liberterler) ekonomik konulara müdehale edemeyecek bir "demokratik devlet"i savunurlar. Ancak bu çözüm değildir, çünkü bu yerine daha iyi bir şey koymaksızın kapitalizmin sebep olduğu gerçek ve acil toplumsal sorunlara karşı [getirilen] devletçi yanıttan kurtulmak demektir.

Anarşistler, merkezileşmesi ve bürokrasisinden ötürü devletin toplumun kendiliğindenliğini ezdiğini, toplumsal ilerleme ve evrim önünde bir handikap olduğunu kabul ederler. Ancak, işini sürdürmesi için piyasayı kendi başına bırakmak, insanların mutlulukla arkalarına yaslanarak piyasa güçlerinin topluluk ve çevrelerini parça parça etmesine izin verecekleri şeklindeki yanlış bir varsayımına dayanır. Kapitalizmden kurtulmaksızın ve özgür, komünal bir toplum yaratmaksızın devlet müdehalesinden kurtulmak, toplumsal kendini koruma gereksiniminin hala var olacağı ancak bunu başarmak için bugünkünden bile daha az aracın olacağı anlamına gelir. Böyle bir politikanın sonuçları, tarihin gösterdiği üzere, işçi sınıfı (ve eklemeliyiz ki çevre) açısından bir felaket olacaktır ve yalnızca seçkinler için yararlı olacaktır (amaçlandığı üzere tabii ki).

Demokrasinin devlet müdehalesine yol açtığı yanlış önermesinin uzantısı, devletin, zengin bir azınlığı sömürmek için devleti kullanan çoğunluğun yararı için var olduğudur! Şaşırtıcı bir şekilde, birçok kapitalist müdafi bunu önermelerinin geçerli bir çıkarımı olarak kabul etmektedir --bu önermenin açıkça bir reductio ad absurdum'u [saçmalık derecesine varan bir şey] olduğu, tarihsel gerçeklerle çeliştiği gayet açıkken.
 

D.01.3 DEVLET MÜDEHALESİ SOSYALİST MİDİR?

Hayır. Liberter sosyalizm kendini özgürleştirme ve kendi faaliyetlerini kendinden yönetmek taraftarıdır. Bizim yerimize devletin hareket etmesini sağlamak bu ideallerin tam zıttıdır. Ayrıca, soru sosyalizmin intikam tanrıçasıyla [nemesis], devletçilikle bağlı olduğunu, ve sosyalizmin daha da fazla bürokratik kontrol ve merkezileşme demek olduğunu ima eder. Sosyalizmin devletle özdeşleştirilmesi, hem Stalinistlerin hem de kapitalist müdafilerinin her ikisinin de üzerinde anlaştıkları bir şeydir. Ancak, Kısım H.3'de göreceğimiz üzere, "devlet sosyalizmi" aslında yalnızca "devlet kapitalizmi"dir --dünyayı "tek bir büroya ve tek bir fabrikaya" dönüştürmek (Lenin'in ifadeleriyle). Aklı başında pek çok insanın bunu reddederek anarşistlere katılmasına şaşmamak gerekir. Eğer birisi patronlardan (örn. devlet) hoşlanmıyorsa, işinden bile ayrılamacağı bir sistemde kim çalışmak ister ki?

Devlet müdehalesinin "sinsi sinsi sokulan sosyalizm" olduğu kuramı, kapitalizmin bırakınız-yapsınlar ideolojisine yüzeysel değeriyle bakmakta, bunun bir gerçeklik değil bir ideoloji olduğunu kavramamaktadır. Kapitalizm, dinamik bir sistemdir ve zaman içerisinde evrim gösterir, ancak bu onun kuramsal başlangıç noktasından uzaklaştıkça, onun kendi asli doğasını yadsıdığı ve daha sosyalist bir hale geldiği anlamına gelmez. Kapitalizm devlet müdehalesinden doğmuştur; ve depresyonla sona eren çok kısa bir bırakınız-yapsınlar dönemi haricinde, varlığı daima devlet müdehalesine bağlı olmuştur.

Devlet müdehalesinin "sosyalist" olduğu iddiası keza kapitalizmdeki güç merkezileşmesi gerçeğini göz ardı eder. Gerçek sosyalizm gücü halka yeniden dağıtarak eşitler, ancak Noam Chomsky'nin belirttiği gibi, "aşırı eşitliksiz bir toplumda, hükümet programlarının eşitleyici olması da çok beklenmez. Aksine, özel güçlerce kendi çıkarları doğrultusunda tasarlanacakları ve manipüle edilecekleri beklenir; ve önemli ölçüde, bu beklenti gerçekleştirilmektedir." (The Chomsky Reader, s. 184). "Refah [sistemi] eşittir sosyalizm" bir saçmalıktır.

Benzer şekilde, Britanya'da, 1945'te İşçi Partisi Hükümeti tarafından ekonominin % 20'sinin (bunun en karsız olan kesimlerinin) millileştirilmesi sosyalizmin değil, yönetici sınıfın korkusunun bir sonucuydu. O zamanın Tory [muhafazakar parti üyesi] milletvekili olan Quintin Hogg'un söylediği üzere, "Eğer insanlara toplumsal reformlar vermezseniz, onlar size toplumsal devrim verecekler." Birinci Dünya Savaşı'nın ertesinde Avrupa genelindeki yakın devrimlerin hatıraları her iki tarafın da zihinlerinde tazeydi. Millileştirmeden hiç de "sosyalizm" olarak korkulmuyordu. O zamanın anarşistlerinin dikkat çektiği üzere, "kapitalistlerin gerçek görüşleri, Tory ön saflarından [liderlerinden] değil Borsa'nın durumundan ve sanayicilerin ifadelerinden görülebilir ... {ve bunlardan görüyoruz ki} mülk sahibi sınıf İşçi Partisi'nin sicilinden ve eğiliminden hiç de memnuniyetsiz değildir." (Vernon Richards (ed.), Neither Nationalisation nor Privatisation - Selections from Freedom 1945-1950, s. 9)

Peki, devlet müdehalesi konusunda biz anarşistler nerede duruyoruz? Çoğumuz (örneğin) devletin sağlık hizmetlerinin ve işsizlik yardımlarının, silah üretimine göre toplumsal açıdan daha faydalı olduğunu, ve anarşist bir çözümle karşılaştırıldığında "serbest piyasa" kapitalizminden daha iyi olduğunu düşünse de, genel olarak buna karşıyız. Bu, gerçekte işçi sınıfının kendi kendine yardım etmesini, karşılıklı yardımlaşmayı ve özerkliği zayıflatan devlet müdehalesiden mutlu olduğumuz anlamına gelmez. Yine, devlet müdehalesinin "toplumsal" mizacı sıkça babavaridir, "orta sınıf" (yani, mesleki/yönetsel tipler ve diğer kendinden menkul "uzmanlar") tarafından ve onun için yürütülür. Ancak, canlı bir anarşist karşı kültürün yaratılmasına değin, daha az şeytanı "desteklemek"ten başka pek bir çaremiz yoktur (ancak hata yapmayalım, bu bir kötülüktür.)

Bu, bu türden bir devlet "desteği"nin birçok şekilde, kapitalistler tarafından başlangıçta bizden çalınan güç ve emeğin bir kısmını kazanmanın bir aracı olarak kullanılabileceğini reddetmek değildir. Devlet müdehalesi, çalışan insanlara aksi duruma göre daha fazla seçenek sağlayabilir. Eğer devlet faaliyeti bu şekilde kullanılamıyor olsaydı, kapitalistler ve onların kiralık "uzmanlar"ının bunu zayıflatmak ve sınırlamak için bu kadar zaman harcamaları şüpheli olurdu. Kapitalist sınıf, kendi gücünü ve mülkiyet haklarını dayatmak için mutlu bir şekilde devleti kullanmaları gibi, çalışan insanlar da ondan umulabilecek faydayı sağlamak için ne yapabileceklerse onu yapmaktadırlar. Bunun böyle olması, anarşistleri refah devletinin ve diğer devlet müdehale biçimlerinin olumsuz yanları hakkında körleştirmez (anarşitlerin refah devletine ilişkin görüşleri için bakınız Kısım J.5.15).

Devlet müdehalesi ile ilgili bir sorun, Kropotkin'in gördüğü gibi, devletin toplumsal işlevleri içine almasının "kaçınılmaz bir şekilde, kontrolsüz, dar-görüşlü bir bireyciliğin gelişmesinin lehine olmasıdır. Devlet'e ait olan yükümlülükler sayısal olarak arttıkça, oransal olarak yurttaşlar da birbirlerine karşı olan yükümlülüklerinden kurtulmaktadırlar." (Mutual Aid, s. 183). Devlet "toplumsal işlevleri" söz konusu olduğunda, örn. Britanya Sağlık Hizmeti, kapitalizmin sebep olduğu toplumsal atomizasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkmalarına karşın, bireyciliği, bu tip bir eylemin gerekliliğini ilk başta ortaya çıkaran kişisel ve toplumsal sorumluluk eksikliğini kuvvetlendirme eğilimine sahiptirler. (Topluluk ve toplumsal kendi kendine yardım etmenin biçimleri ile bunların tarihsel öncelleri Kısım J.5.16'da tartışılacaktır).

Millileştirilmiş endüstriler örneği devlet müdehalesinin sosyalist olmayan doğasının iyi bir gösteregesidir. Millileştirme, "yeni" rejime tabi olanlar için pek az bir iyileştirme sağlayarak, kapitalist bürokrasinin yerini devletinkinin almasıdır. Millileştirme, "gerçekten de yaratıcı sanayicileri diktatörce idari konumlara yerleştir"erek, "eski bireysel kapitalist sınıfı ... devlet kapitalizmini idare edecek yeni ve etkin bir yöneticiler sınıfına dönüştürüyordu." (Vernon Richards, Op. Cit., s. 10)

Anarşistler, iyileştirmeler elde edilmesi ve şu anda buradaki reformların savunulması için kendinden yönelimli faaliyetin ve doğrudan eylemin tarafındadırlar. Kendi başımıza grevler ve protestolar düzenleyerek, yaşantılarımızı iyileştirebiliriz. Bu, daha tercih edilir yasaların geçmesi ve daha az tercih edilenlerin reddedilmesi için doğrudan eylemi kullanmanın zaman kaybı olduğu anlamına gelmez. Hiç de öyle değil. Ancak, sıradan insanlar yasaları dayatmak için kendi güçlerini ve otkökü örgütlenmelerini kullanmadığı müddetçe, devlet ve işverenler hoşlanmadıkları herhangi bir yasayı ihlal etmekten onur duyacaklardır. Devlete güvenerek, piyasaya ve güç yoğunlaşmasına karşı toplumsal kendini korumanın içi boşaltılır. En sonunda, devlet verdiğini (veya vermek zorunda bırakıldığını) geri de alabilir, ancak bizlerin kendi kendimize yarattığımız ve işlettiğimiz şeyler daima bizim arzu ve çıkarlarımıza hizmet etmeye devam eder. Devletin refah [sisteminin] kapitalist sınıfın baskıları karşısında ne kadar incinebileceğini görmüştük, bu gerçeği görmeliyiz.

Çeviren: Anarşist Bakış


Kaynak: "D.01 - Why does state intervention occur?", Anarchist FAQs.
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1