Şiirin Sesini Duyunca, Kursat Basar

Siir çocuklugumdan beri benimledir, ninni gibi, sarki gibi, kimi zaman zor, karmasik bir sorun gibi, kimi zaman isikli bir yaz sabahina baslamak gibi... Siiri siir yapan sesidir bence. Ama itiraf edeyim ki ne yüksek sesle siir okumayi becerebilirim ne de okuyanlari dinlemeyi severim.

Kimbilir, belki de bizde siir yüksek sesle hep ajitasyon amaçli okundugu içindir...

Son zamanlarda siir kasetleri çikip bazilari da listeleri altüst edince 'siir yükselen deger oldu' gibi cümleler duymaya basladim. Televizyonlarin en çok izlenen yarisma programlarinda siir geceleri yapiliyor.

Oysa zaman zaman, siir bizim hayatimiza hiç girdi mi, yoksa bir zamanlar girmisti de sonradan mi çekip gitti diye sorarim kendime.

Gülten Akin yazmisti ya, 'Ah kimselerin vakti yok durup ince seyleri anlamaya' diye... Belki de vakit kalmamisti siire. Siir 'ince seylerin' sanatidir. attila ilhan'in siir cd'si geldi: 'Ben sana mecburum'. Her zamanki gibi 'merhaba' yazmis üstüne... O yillardir genç yazarlara merhaba der. Her seyin çokça içinde ama hep disinda durur. Siirlerini kendi sesinden dinlerken bir zaman yolculuguna çikiyorum (neyse ki hala böyle yolculuklara ayiracak zamanim var) ta ortaokul yillarina, Ankara'ya gidiyorum. Küçük bir odada, üzeri karmakarisik çalisma masasini hatirliyorum, sonra bir gün, bir yerlerden çikip gelen kapagi bembeyaz ince bir kitabi... 'yagmur kaçagi'.

Ben attila ilhan'in adini küçük harflerle yazdigini öyle ögreniyorum. 'Yagmurdan çikip geleceksin Hannelise/ yagmur gözlerinden çikip gelecek' dizeleri bellegime kaziniyor. Sonra onun, kendine özgü imgelerle, renklerle, 'jilet keskinliginde' duygularla, 'biçak sirti' oyunlarla dolu baska siirlerini okuyorum. Zaman oldu, siir, isyan anlatan, kavgaya çagiran, sloganlasan bir sey haline geldi. Ya da bir dönem öyle anlasildi, öyle siirler yayinlandi.

En iyi sairler en kötü siirlerini yazdi. Sözcükler de yasadigimiz günler gibi sert, duyarsiz, kendine kilitliydi. Ben o siirleri hiç sevmedim. Siir, ideolojilerin sözcülügü için kullanilinca garip, mekanik bir ses çikiyordu, 'tak tak tak tak tak...' gibi... Pek az sair o biçagin sirtinda yürümeyi basarabiliyordu. Iyi bir siir öylesine güçlüdür ki her seyin üzerinden geçer gider, zamani, mekanlari, uzakliklari hatta tüm ayriliklari, tüm farkliliklari, düsmanliklari, dilleri asar yine sizi bulur.

Bizim siirimiz böyle dev sairlerle doludur. Ama onlarin sesini, sözdizimlerini hayatimiza fazla yerlestiremedik. Divan siirinden attila ilhan'a, Yunus Emre'den Nazim'a, Mevlana'dan Daglarca'ya, Pir Sultan Abdal'dan Necatigil'e, Karacaoglan'dan Melih Cevdet'e, Orhan Veli'ye, Turgut Uyar'a, Cemal Süreya'ya, Edip Cansever'e bu ülke yüzyillar boyu dantel gibi islenmis, çorak topraga bakip evreni görmüs, sessizligin tarihe geçecek tanimlarini bulmus, öfkenin yüksek tepelerinde gezinmis, yakarislari, agitlari, acilari, tutsakligi, aski ve yalnizligi anlatmis...

Ne çok renk var. Bir yanda Külebi, bir yanda Ece Ayhan, bir yanda 'Han Duvarlari' bir yanda 'Om mani padme hum'... Siirimizin görkemli zenginligi karsisinda bugün dilimizi kullanmaktaki acikli yoksullugumuz gerçekten sasirtici. Böyle bir kültürler topraginda oturup bütün kültürlerin çok uzaginda yasamayi nasil becerebildigimiz gibi...

Kimbilir, belki gerçekten Necatigil'in yazdigi gibi, 'bekler bazi siirler bazi yaslari...'

Star Gazetesi, 22 Mayis 1999

Kursat Basar Ana Sayfasi

Gazete Yazilari

Home

Hosted by www.Geocities.ws

1