KIBRIS MESELESİ

Sinami ORHAN

İLKÇAĞLARDA KIBRIS

"Kıbrıs" kelimesi, Yunanca’da "Kypros" olarak isimlendirilir; mitolojiye göre, "Aşk Tanrıçası Afrodit (Venüs)", "huzurlu, sakin ve güzelliklerle dolu bir ilkbahar günü, Kıbrıs adasına çarpan dalgaların beyaz köpüklerinden doğmuştur"; bu sebeble Kıbrıs, "Afrodit"in bir lakabı haline gelmiştir.

Bir başka rivayete göre de, Adada bir zamanlar mebzul miktarda bulunan "kına çiçeği"nin İbranîce ismi olan "Kopper"den geldiği söylenir; bunun "İsrail"in "vaadedilmiş topraklar" efsanesinin içine Kıbrıs’ı da sokmasıyla bir alakası mevcuttur.

Yine bir başka rivayete göre ismini, topraklarında bol miktarda bulunan "Kupfer insel" madeninden geldiği rivayet edilir

Kıbrıs’ın tarihi beş bin sene önceye kadar götürülür. Üç kıtayı birbirine bağlayan yolun üzerinden olmasından ötürü, tarih boyunca bir çok devletin iştahını arttırmış ve bu sebebden ötürü pek çok devletin idâresi altına girmiştir. Bunlardan bir kısmı uzun ömürlü sürmüşken bazıları çok kısa bir hakimiyet dönemi olarak kalmıştır.

Anadolu’da Hititliler, güneyde ise Mısırlılar büyük ve kudretli devletler iken, Kıbrıs, bir o devletin bir bu devletin hakimiyetine girmiştir. Yunanlıların adaya girişleri MÖ 1300-1200 arasındadır; adada, ayrı ve dağınık "devlet-çikler" kurmuşlardır ancak. Birlik halinde bir Yunan devleti adada hiçbir zaman kurulamamıştır; ada, hiçbir zaman Yunanistan’dan idâre edilmemiştir.

MÖ 8inci yüzyılda Kıbrıs’a, Samî ırkından olan Finikeliler gelmiştir. Bundan sonra Ada’ya 150 yıl kadar Asurlular hakîm olmuştur. Bunun arkasından da Mısır ve sonra da İranlıların istilası başlamış ve bu dönem 300 yıl sürmüştür.

İranlıları Kıbrıs’tan Büyük İskender çıkarmıştır. Arkasından bir süre için Mısırlılar geri gelmiş ve sonra da Ada, Akdeniz’in büyük ve kudretli hakîmi Roma’nın eline (MÖ 58) geçmiştir. Roma İmparatorluğu 395’de ikiye bölününce, Kıbrıs, Doğu Roma-Bizans İmparatorluğu’nun hakimiyetine intikal etmiştir.

 

İSLÂM TARASSUTUNDAKİ KIBRIS

İslâm orduları Suriye’ye girince Kıbrıs’a devamlı akınlar düzenlemişler ve Bizansın hakimiyetini parçalayarak, Ada üzerinde, adeta hükümranlığı paylaşmışlar ve haraca bağlamışlardır. Kıbrıs’a yapılan bu seferlerden birine iştirak eden Allah Resûlü’nün halası Ümmü Haram Hazretleri de, Lârnaka’da Tuz Gölü çevresinde atından düşerek şehid olmuşlardır. ["Hala Sultan Tekkesi" ismi altındaki mevkiiye defnedilmiştir; Kıbrıs’ın en "mübarek" mekanlarından ve Kıbrıs’ı "mübarekleştiren" mekanlardan birisi de bu "Tekke"; öyle ki, I. Cihan Harbine kadar bu sulardan geçen Osmanlı donanmasına ait gemiler, Hala Sultanı top atışıyla selamlar ve böylece himmetiyle zaferi beklerlerdi. "Tekke" şu anda Rum bölgesindedir ve çok istisnaî durumlarda ziyarete izin verilmektedir. "Tekke"de beton bir zemin üzerine oturtulmuş "taş" vardır; rivayet edilir ki, bu "taş", evvelden havada asılı kalmaktayken, Rumlar bu "kerameti" ketmeylemek için altına beton örmüşlerdir.]

1160 senesinde İsak Komeno isimli Bizans âsilzâdesi, Bizans’ın zayıf halinden de faydalanarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını ilan etti. Bu devlet, Kıbrıs’ta kurulmuş olan ilk bağımsız devlettir. Fakat İsak Komeno’nun kurduğu bu devlet çok yaşamadı. Haçlı Seferlerine katılan İngiliz Kralı Aslan Yürekli (Richard), içinde nişanlısı (Berangaria)nın da bulunduğu gemileri, fırtına sebebiyle adanın limanlarına sığınmış haldeyken, Kıbrıslıların kadına kötü muamele ettiklerini haber alınca hemen karaya asker çıkartarak, 1191 senesinde Komeno devletine son verdi.

Aslan yürekli (Richard)ın İngiltere’ye acil dönme zarureti bulunduğundan Kıbrıs’ı elinde tutma iktidarı yoktu, bu sebeble, Kudüs Kralı olmaya çalışan fakat bir netice elde edemeyen (Lusignan) isimli bir Fransız âsilzâdesine satarak devretti adayı...

(Lusignan)lar, Katolik ve Ortodoks olan Rumlara çok kötü muamele ettiler, ezdiler. Bu hanedanlık 1489 yılına kadar devam etmiş, sonuncu (Lusignon) bir yaşında bir çocuk olarak vefat ettiğinden, annesinin İtalyan asıllı olmasından ötürü de Kıbrıs, Venedik devletinin hakimiyetine girmiştir. Venedikliler de katolik idiler ve Kıbrıs’ın üzerindeki "dinî baskı" eskiden olduğu gibi devam etti.

1420’de Adana hududlarına tacizde bulunan Karamanlıları, Mısırlılar (Kölemenler) yenip Konya’ya kadar ilerlediler. 1422 ve 1423 senelerinde Kıbrıs donanması bütün Suriye ve Mısır sahillerini taciz ve yağma ile meşgul olduklarından Mısır Kölemenleri bir donanma tertib edib taarruza geçti. Bu taarruz neticesinde Kıbrıs’ta Magosa’yı yağma ve Kıbrıs ordusunu mağlub ettiler; donanmanın bir kısmını da yakarak Mısır’a döndüler.

1425’da Mısır donanması yine faâliyete geçti; 40 gemi Magosa’yı aldı, 10 gemiden mürekkeb Kıbrıs donanmasını perişan etti. 1426’da Emir İnal ve Kara Murat kumandasında Mısır’dan Kıbrıs’a hareket eden donanma "Reşit sularında" başka bir hıristiyan devlete ait donanmayı elinden kaçırdı; Mısırlılar, Limasol limanıyla Kıbrıs krallık merkezi olan Lefkoşe’yi zapt ve Kıbrıs Kıralı ile birçok ileri geleni esir ettiler. Karamanoğulları tarafından Krala yardım için gönderilen donanmayı da yokettiler. O sıra Kıbrıs’a yardıma gelen 14 gemilik "frenk donanmasını" da perişan ederek Kıbrıs’ı Mısır’a vergi vermeğe mecbur kıldılar. 1432’de Kıbrıs Kıralı Jan, Mısır tabiiyetini kabul ile vergisini verdi ve Mısır’ın Kıbrıs Valisi olarak tayin edildi.

 

• OSMANLI DEVLET STRATEJİSİ VE KIBRIS’A AKINLAR

Venedik Devleti, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından beri Bizans’ın altında kalmış ve onun namına Dalmaçya’yı himaye etmişti. Adriyatik, tamamen Venedik hakimiyetinde idi. Cem Sultan vakasının etrafı boğduğu demlerde, Osmanlılar ile Mısır-Kölemenler arasında harb meydan geldi. Mısırllar, Kayseri’ye kadar geldiler ve "harb yorgunluğundan" iki tarafta sulh ilan etti, Mısırlılar geri çekildi. Venedikliler bu muharebelerden istifade ederek, Mısır hakimiyetinde bulunan Kıbrıs’ı 1488 senesinde işgal etti.

1512’de Yavuz Sultan Selim Han tahta geçince, Fatih gibi, "taarruz stratejisi"ni devam ettirdi; onun gibi deniz kuvvetlerine ehemmiyet verdi ve kara ile deniz harbini birlikte götürdü. Önce "içeriye" yöneldi. Karadeniz’in "türk gölü" haline gelmesinden istifade ederek, donanma ile askerleri, Trabzon-Tebriz kadim hattında sevketti.

Safevilere ve Mısır-Kölemenlerine meydan okudu. Çaldıran’da Şah İsmail’i yenerek Safevileri yoketti, aşağıya sarktı, Zülkadiroğullarına ait memleketleri fethetti. Mısır seferine hazırlandı. Donanma da İskenderun’a geldi. Cafer Ağa’nın idâresindeki donanmaya, Cezayir’den gelen Kurt oğlu Muslihittin’in gemileri de iltihak etmiş, böylece, Suriye limanları ele geçirilmiş ve ordunun ihtiyaçları giderilmeye başlanmıştı.

1517’de Kahire önündeki Ridaniye muharebesiyle Sultan Tomambayın ordusuyla yapılan savaştan Yavuz Sultan Selim Han galip çıktı ve Mısır zaptolundu. Yavuz, gemiyle Nil’den İskenderiyye’ye gelerek donanmayı teftiş ve yaralaların denizden naklini gerçekleştirdi. Kıbrıs, Mısır idâresine bağlı olduğu için, Mısır’ın Osmanlı Devleti’nce fethiyle, ada, Osmanlı hakiiyetine girdi. Fakat Kıbrıs’da hala Venedikliler bulunuyordu.

1520’de Yavuz vefat etti. 1533, büyük ve muhteşem Barbaros’un İstanbul’a geliş tarihidir. Cezayir’den İspanyollara, "frenklere", daima taarruz halinde bulunan ve Akdeniz’de "frenk kafiri bırakmamaya yeminli" Barbaros’un, Fatih ve Yavuz gibi donanmaya büyük ehemmiyet vermiş iki büyük devlet adamının yapmayı amaçladıklarını anlamaması imkansızdı. O maksatla da, Kanuni’nin davetine hemen icabet etmiş ve istanbul’a gelip, Osmanlı Devleti’ne bağlılık bildirmiştir. Barbaros’un gayretleriyle Akdeniz de "türk gölü" haline getiriliyordu. Onun ve sonrasında da Uluç Reis’in gayretleriyle bu maksad gerçekleştiriliyordu. Uluç Reis, 1569’da Halkulvatı Fransızlardan aldı ve Tunus’a hakim oldu. Artık Batı Akdenizinde Venediğe tabi olarak Kıbrıs ve Girit’ten başka bir ada kalmamıştı.

1570 senesinde Lala Mustafa Paşa serdar oldu. Kaptan Ali Paşa 227 gemiyle hareket ederek; buna, kendi gemileriyle Rodos, İskenderiyye, Eğriboz, Kocaeil ve Cezayir Beylerbeyleri de katıldı. Kıbrıs-Tuzla’da adaya asker çıkarıldı. Kaptan Ali Paşa Lefkoşe’yi tarassut altına aldı. Diyarbekir, Şam-tarablus askerleri Kıbrıs’ın muhafazasına tayin edildiler,

Venedik, Papa, İspanya ve Portekiz gemilerinden mürekkeb donanma Korfo’da toplanıyor ve 30 kadar kadırga da Girit’te bulunuyordu. Piyale Paşa, Girit sahillerini tahrib ve yağma ederek o taraftan saldırıda bulunuyordu. 51 günde Lefkoşe zaptedildi. Magosa, karadan sıkıştırılmaya başlandı. 200 gemi ile de Piyale Paşa denizden tarassutta bulunduysa da, kış geldiğinden donanma çekilmek zorunda kaldı; Rodos Beyi Arap Ahmet Bey, 40 kadırga ile Kıbrıs’ın muhafazasına memur kılındı. 1571 ilkbaharında 300 gemiden mürekkeb donanma Kıbrıs’a top ve mühimmat çıkarıp, Rodos boğazında düşmanı önleme faâliyetine başladı. Onbuçuk aylık bir muhasaradan sonra Magosa düşmüş, Kıbrıs tamamen zaptolunmuştu; ayrıca, İçel, Alâiye, Sis, Tarsus livaları da Kıbrıs’a bağlanmıştı.

Magosa’nın Osmanlılarca ele geçirilmesinden hemen sonra Misina’da toplanmış olan İspanya-Venedik-Papa donanmasının; Şarlken’in oğlu (Don Juan) kumandasında 29 büyük, 202 kadırga ve 46000 mürettebat ile muharebe için Lepanto’ya, yani İnebahtı’na ilerlediğini görüyoruz. Kıbrıs’ın fethinin üzerinden iki ay ancak geçmiştir.

Uluç Ali Reis’in, İnebahtı boğazına çekilerek düşmanı kalelere hücum ile yıprattıktan sonra taarruz teklifi Kaptan Ali Paşa tarafından kabul görmeyip, Paşa’nın isteği üzerine 204 gemi ile taarruza karar veriliyor. Bu deniz muharebesinde Kaptan Paşa şehit olmuştur; donanmamız çok büyük kayba uğramış, 9000 levent şehit ve 4800 esir verilmiştir. 60 kadırga da düşmanın eline geçmiştir.

Bir sene içinde Osmanlı Devleti için iki büyük hadise meydana gelmiştir: Kıbrıs fethedilmiş, İnebahtı’nda da donanma "frenklerce" bozulmuştur. 1574’de Fransa Kralı IX. Charles’in, Osmanlı devletindeki fevkalade selâhiyetli sefiri François de Noay’a, Vezir-i Azam Sokullu Mehmet Paşa şunları söylemektedir:

« -Venedik elçisine söylediklerimi size de tekrar edeyim. İnebahtı, bizim için muhakkak ki beklemediğimiz br kayıptır. Biz burada sakalımızı kaybettik. Sakal yeniden çıkar. FAKAT BİZ EHL-İ SALÎBİN ELİNDEN KIBRIS’I ALDIK. KIBRIS KİMİN ELİNDE İSE AKDENİZ’İN HÂKİMİ ODUR. AKDENİZ’DE DE HÂKİM OLAN BİZİZ!»

Kıbrıs’ın (stratejik) ehemmiyetini bu söz anlatmaya yeterdi o gün için; keza, aynı sefir, diğer devletlerin idârecileriyle de yaptığı istişarelerin neticesini bir "rapor" halinde Kral IX. Charles’e sunmuş ve şöyle demiştir:

« -Beni kabul eden Venedik büyük Doj’u, Kıbrıs’ın kaybından sonra Türkleri Akdenizden söküp atmanın imkansız hale geldiğini ve Avrupa’nın gücünün buna yetmiyeceğini acı şekilde anladıklarını itiraf etti. Masasının üzerindeki Kıbrıs haritasının siyah kadife örtüsünü kaldırarak:

- "RÛH-U MESİH, AKDENİZ’İN KALBİ OLAN BU ADAYI TÜRKLERİN ELİNE DÜŞÜREN GAFLETİ AFFETMİYECEKTİR. ASYA İLE AVRUPA’NIN DENİZ YOLU, ARTIK TÜRKLERİN ÜLKELERİ İÇİNDEKİ GÖLLERE HAKİMİYETLERİ KADAR KEYFİ VE KARARLARINA TABİÎDİR"

Deniz yolu ile geldiğim için gözlerimle gördüklerim, Büyük Doj’un tecrübeye dayanan sözlerine hak verdiriyordu. Kıbrıs’ı ülkelerine katmakla Türkler, Akdeniz’in güneyine de tam hakim idiler.»

 

• "KURTLAR SOFRASI"NDAKİ OSMANLI VE KIBRIS

Kıbrıs, 1800’lere gelinceye kadar Osmanlı Devleti için "ileri karakol; muhkem ve yüzen bir deniz üssü, sınır karakolu" hüviyeti rollerini kamilen icrâ etti. Fakat, bu tarihler, (ruhî sebebler bir yana), Batı’nın maddî sahada ilerlemesine yolaçıcı fennî keşiflerin istihale edildiği tarihlerdir. Avrupa içinde dengeler değişiyor, yeni güçler ortaya çıkıyordu. İspanya İmparatorluğu artık tarihten çekilmektedir ve yerine İngiltere-Büyük Biritanya İmparatorluğu doğmaktadır.

1870’de Prusya ile Fransa savaşmaktadır; bundan yararlanan İtalyanlar da Roma’yı ele geçirerek bugünkü mevcut devletlerini kurarlar. Prusya hükümeti de 1871’da "Almanya İmparatorluğunu" ilan ile Kuzey ve Güney Alman hükümetlerini birleştirir. İtalya, Avusturya ile ittifak yaparak "sömürgeciliği" ve tabiatıyla da deniz ticaretine girişir ve adeta İngiltere’nin rakibi olur. Rusya,Fransızların mağlubiyetleri üzerine, "Paris andlaşması"nın bir maddesini feshederek Karadeniz’de donanma bulundurmağa başladı.

Bu suretle AKDENİZ-KARADENİZ BOĞAZLARI MESELESİ ehemmiyet kazandı. İngiltere, o güne kadar "Hint kumpanyası" olarak idâre edilen Hindistanı, büyük katliamlar gerçekleştirerek 1857’de Londra’ya bağladı. Hint hududlarının güvenliği için de Afganistanı zapetmeye kalkışmışsa da muvaffak olamamıştır.

Ruslar Karadeniz’de donanma teşkiline karar verdikten sonra gözlerini İstanbul’a ve Boğaz’a dikmişlerdi. 1876’da Sırp ve Karadağlılar ile Osmanlılar arasında savaş meydana geldi. Osmanlı orduları düşmanı ezeceklerken, Rusların müdahalesiyle mütârekeye oturulmak zorunda kalındı. Bu son ataklarıyla, Rusların, Osmanlı aleyhine birtakım hesablar içine girdiği çok açık anlaşılıyordu artık.

1877’de Ruslar taarruza geçti. Pilevne, Şıpka, Zivin ve Alacadağ’da kahramanca müdaafalara rağmen, stratejik hatalar sebebiyle ordularımız mağlup oldu. Hele o dillere destan olan donanma, ("Büyük Erkan-ı Harbiye Reisliği IX. Deniz Şubesi" tarafından Mayıs 1933 tarihinde neşredilen, "Deniz Kaymakamı Ertuğrul" imzalı kitabda denildiği üzere), "hele o muntazam donanma atıl kaldı."

Ruslar, doğuda Kars’ı aldılar, Erzurum’a kadar geldiler. 1878’de de İstanbul’a dayandılar. Ayastafanos (Yeşilköy) Andlaşmasıyla Ruslar geri çekilirler. İşte bu tarih, SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN KIBRIS’I "STRATEJİK KOZ" OLARAK kullanma; dahası, zatının dünya siyâsetine o müthiş zeka ve dahiliğiyle girişinin ilk anıdır.

 

• KIBRIS VE SULTAN ABDÜLHAMÎD HAN

Savaş, Osmanlı Devleti için çok büyük kayıplarla neticelendi; Ruslar da keza aynı haldeydiler... Bu açıdan İstanbul’a girip, sonu belirsiz fakat kayıp adedi yüksek olacak İstanbul’u işgal gibi bir hareketten çekiniyorlardı. Hernekadar Batılı devletler, "Hilal"in bu duruma düşürülmesine seviniyorlar ise de, Ruslar’ın kazançlı duruma gelmelerinden de çekiniyorlardı. İlk önce İngiliz Kıraliçesinin arayıcılığıyla "Edirne Muahedenamesi" imzalandı.

Rus Başkumandanı Grandük Nikola’yı, Yeşilköy’deki karargahında Ermeni Patriği Nerses ziyaret edib, "müstakil Ermenistan" teşkili için yardım taleb etti.

3 Mart 1878’de ağır şartlarla techizli "Ayastefanos Muahedesi" imzalandı. Sultan Abdülhamid, bu muahedeyi-anlaşmaşı ASLA imzalamayıp, tasdik etmedi. Bu anlaşma neicesinde, Balkanlar’da "azınlıkların" bağımsızlık hareketlerinin başlayacağından emindi.

Büyük bir diplomasi atağı başlatıp, Batılı devletleri de bu "işin" içine çekmeye başladı. İşte "Kbrıs tavizi" veya Kıbrıs’ın stratejik koz olarak kullanılması bu noktada gerçekleşti.

4 Hairan 1878’de İngililerle imzalanan bir andlaşma ile "Kıbrıs, sadece bir ‘Üs’ olarak kulanılmak" maksadıyla İngiltere’ye veriliyordu". İngiltere, bu andlaşmadan sonra Ruslar’a baskı tatbik etmeye başladı; Ruslar, zaten çok büyük kayıplar vermişti, şimdi tekrar bir savaşı hem de Osmanlılarla birlikte İngilizlere karşı, göze alyacak durumda değillerdi. Tekrar masaya oturmak zorunda kaldılar"Ayastefanos"dan 4 ay sonra imza edilen "Berlin Muahedenamesi", evvelki andlaşmanın çok ağır şartları Osmanlı Devleti lehine oldukça hafifletiyordu.

Aslında İngilizlerle yapılan bu andlaşmanın teklifi II. Plevne Savaşı esnasında, Hariciye Nazırı Mehmet Esad Saffet tarafından İngiliz Büyükelçisi Lord Derby’e nakledilmiş, "Kıbrıs’ın EMANET olarak İngilitere’ye terki andalaşmasını kabul etikleri kendilerine bildirilmişti.

İngiltere’nin Başvekili olan -asle Yahudi- D’israel, bu andlaşma sebebiyle Ruslar’a müthi bir baskı yapmış ve onları "Berlin"i imzalamaya mecbur kılmıştı. "Berlin Muahedenamesi" esnasında muhalefetteki partinin lideri olan Gladeston, rakibi olan D’isral’e, "BOĞAZLARDAN ÖNCE BİZİM İÇİN KIBRIS" diye bağırarak anlaşmanın ehemmiyetini anladığını göztermiş ve bu andlaşma "Avam Kamarası"nda ittifakla kabul edilmiştir. Sadr-ı azam Kıbrıslı Kamil Paşa, hatıralarında, İngiltere Kralı V. George’nin "Kıbrıs, Devlet-i Osmaniyye ile Büyük Biritanya arasındaki dostluğun sağlam köprüsüdür" dediğini nakleder.

Keza; Kıbrıs’ın Osmanlı (ve sonrasında kurulan TC için) "jeo-politik" kıymetini, İngilizlerle yapılan bu mukavelenamenin kıymetini, 1912 yılında. "Balkan Harbi"nin en sıkıntılı günlerinde, Bulgarların Çatalca önlerine geldiği demlerde, Londra’da toplanmış bulunan "Sen-Ceymıs Konferansı"nda, İngiliz Hariciye Nazırı Sir Edjard Grey, Londra Büyükelçimiz Rıfat paşa’ya şöyle anlatmaktadır:

«- SİZİN İÇİN ANADOLU’NUN EMNİYETİ, KIBRIS VE ON İKİ ADA’YA SAHİB OLABİLME MEVZUUDUR. KIBRIS BİZDEDİR. BİZDE KALDIKÇA EMİN OLUNUZ. EDİRNE’Yİ BULGARLARA BIRAKMANIZDAN BAŞKA ÇARE GÖREMİYORUZ, FAKAT ON İKİ ADA’YI ELBETTE SİZDEN ALMA DÜŞÜNÜLEMEZ. ÇÜNKÜ BU ADALARA SAHİB OLMADAN EGE KIYILARINIZI NASIL MÜDAFAA EDEBİLİRSİNİZ

 

• KIBRIS’IN İNGİLİZLERCE İLHAKI

Sultan Abdülhamid tah-ı saltanattan hall edilmiş ve yerine İtihat ve Terakki Fırkası geçmiştir. O’nun takib ettiği, (Necip Fazıl’ın tabiriyle) "garantili tarafsızlık" veya amiyane tabirle "iti, ite kırdırma siyaseti" terkedilmiş ve Almanlar yanında İtilaf devletlerine savaş açılmıştır.

Zaten Msır’a, ne zaman çıkacağı belirsiz bir şekilde girmiş olan İngiltere, Hindistan’ın, Londra’ya bağlanmas ve "petrol" meselesi yüzünden Ortadoğu’ya artan ve hararetlenen bir alaka duyuyordu. Ortadoğu ise, sabit ve muhkem kocaman bir uçakgemisi olan Kıbrıs’sız düşünülemezdi.

I. Dünya Savaşı’nın çıktığı ilk günlerde, İngiliz Hariciye Nazırı Sir Edward Gray, Londra Büyükelçisi Rıfat Paşa’ya, -Sultan Abrülhamid’le imzalanan andlaşmayı kastederek-, "Kıbrıs’ın İngiliz idaresine bırakılması anlaşmasının ALTINCI maddesi yürürlüktedir. Bu ahdimiz, tarafsızlığınızı muhafaza ettiğiniz sürecedir" notasını vermiti.

Bahsi geçen "altıncı madde" ise şudur:%

«- Rusya devleti, Kars’ı veyahut ermanistan’da son muharebede zaptettiği mahaleri Osmanlı Devleti’ne verirse, Kıbrıs ceziesi (adası) dahi İngiltere tarafından tahliye olunacak ve 4 Haziran 1878 tarihinde akdolunan mukavelename meri’iyette olmıyacaktır.»

Bu mukavelede en önemli kayıt ise şudur: Sultan Abdühamid, Saffet Paşa-Lord Derby mukavelesini tasdik ederken kendi el yazısı ile, şu kaydı koymuştur:

«- Cezire-i mebhusa üzerindeki hukuk-u şahanemiz bâki kalmak kayd-ü şartı ile...»

Mukavele-andlaşma bu "kayd-ü şart" altında imzalanmış ve Londra tarafında da tasdik edilmiştir. Fakat Londra, 2 Kasım 1917 tarihinde fiilen başlamış olan savaşta kendisine düşman olan cephede savaştığımızı bahane ederek Kıbrıs’ı resmen kendi toprakları içine ilhak kararı aldığını açıklamıştır.

Osmanlı Devleti, kendisini milletlerarası camiada temsil hakkına sahib bulunan İsviçre aracılığıyla bu ilhak kararını kabul etmediğini ve reddettiğini açıklamıştır.

Aradaki bu ihtilaf çeşitli itirazlarla devam ederken, Rusya’da ihtilal gerçekleşiyordu; akabinde İhtilalciler, savaştan çekilip, Osmanlı Devleti ile "Brest-Litovsky andlaşma"ni imzalayıp, Çarlık Rusyası’nın 1877-1878 savaşı esnasında aldığı toprakları iade edince, mezkur mukaveledeki "ALTINCI MADDE" hükmü kendiliğinden zuhur etmiş oluyordu.

Fakat, "Mondros Mütarekesi" ve ardından da -bir proje olarak kalsa da- "Sevr Andlaşması" gündeme geldiğinden, bu mesele üzerinde durulamamış, Milli Mücadele başlamış, ardından "Lozan" imzalanmış; bu andlaşmanın 20 ve 21’inci maddeleriyle de Kıbrıs’ın İngilizlerce ilhakı resman tanınarak; İngiliz Harbiye Nazırı’nın ifadesiyle, "Anadolu’nun emniyeti" için büyük bir ehemmiyeti haiz bulunan Kıbrıs, İngiltere’ye terkedilmiştir.

 

• "MİSÂK-I MİLLÎ" VE KIBRIS

Misâk: Sürme, gütme, sevketme. Havada uçarken kanadı birbirine vurup uçan güvercin... Misâk: Vüsâk'dan (çoğulu, mevâsık) sözleşme, andlaşma, yeminleşme, verilen söz... Misâk-ı Milli; Türk istiklâl dâvâsının temel taşını teşkil eden ve Erzurum ile Sivas kongrelerinde tesbit edilip Osmanlı Mebusan Meclisince 28 Kanun-î sanî (Ocak) 1920 tarihinde kabul ve bütün milletçe son haddine kadar tatbikine azmedilen 6 maddelik milli ahitnâme .

Lûgâtda "Misak" ve "Misak-ı Milli" kelimelerinin karşılığı olarak bunlar kaydedilmiş. "Misak-ı Milli", hoca, şeyh, köylü, çiftçi, doktor, asker, vesaire Anadolu müslüman insanının, "Mondros Mütarekesi"ne binaen yapılan işgal faaliyetine karşı başlatmış olduğu "çetecilik-gerillacılık" hareketinin mihenk noktası; tüm bu faaliyetler ve ardından "Kongreler" ve "Büyük Millet Meclisi" ile teşkilatlanarak ilerleyen milli mücadelenin "misak-andlaşması"dır.

"Milli Misak", Kongreler'le hususen Erzurum (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) ve Sivas Kongreleri'nde (4-12 Eylül 1919), "CAMİA-İ OSMANİYENİN TAMAMİYETİ VE İSTİKBAL-İ MİLLİYEMİZİN TEMİNİ" levhası altında kararlaştırılmış; İngilizlerin İstanbul’u resmen işgal etmelerinden ve "Osmanlı Mebusan Meclisi"ni kapatmadan hemen önce, 29 Kânunusâni (Ocak) 1336 (1920) tarihinde resmen ilan edilmişti.

Keza bu "mîsak", 17 Şubat tarihinde de "ecnebi devlet sefirliklerine" bildirilmiştir. Millî Mücadeleye bir (perspektif) ve rota çizen "Misâk- ı Millî"nin tam metni şöyledir:

«- Aşağıya imzaları koyan Osmanlı Mebusan Meclisi azaları; Devlet ve Milletin istikbâlinin haklı ve devamlı bir sulhe kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakârlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının sağlanmasıyla mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı Saltanatı ve Cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir.

Madde 1: Osmanlı Devletinin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalinin serbestçe verecekleri reye uygun olarak tayin edilmek lâzım geleceğinden, adı geçen mütareke hududları içinde din, ırk ve soyca birlik olan, birbirine karşılıklı saygı ve fedakârlık hisleriyle dolu bulunan, an’ane ve içtima" hukukiyle yaşadıkları muhitin şartlarına tamamiyle uyan Osmanlı ıslâm ekseriyetinin oturduğu kısımların hepsi, hakikaten ve hükmen, hiçbir sebeble ayrılık kabul etmez bir bütündür.

Madde 2: Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda âmme reyi ile anavatana katılmış olan "Elviye-i Selâs-e" (Kars, Ardahan, Batum) için, icab ettiği takdirde tekrar serbestçe âmme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.

Madde 3: Türkiye ile yapılacak sulhe bırakılan Garb" Trakya’nın hukuk" vaziyetinin tesbiti de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.

Madde 4: İslâm Hilafetinin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı Hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizinin emniyeti her türlü ihlâlden korunmuş olmalıdır.

Bu esas mahfuz kalmak kaydıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının umum ticaret ve münakalâta açılması hakkında bizimle diğer bütün alâkadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir.

Madde 5: İ’tilaf Devletleriyle hasımları ve bazı müşavirleri arasında da kararlaştırılan anlaşma esasları içinde ekalliyetlerin hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyid ve temin edilecektir.

Madde 6: Millî ve iktisadî inkişafımız imkân dahiline girmek ve daha asrî, muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için, her devlet gibi bizim de inkişafımızın temininden istiklâl ve tam serbestliğe sahip olmamız, hayat bekamızın temel esasıdır. Bu sebeble siyasî, adlî, mâlî inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır. 29 Kânun-u sânî 1336/Ocak 1920.»

Anlaşılacağı üzere "Millî Misâk", hudud nisbeti olarak 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’ni kabul edip ve imza esnasında Osmanlı askerlerinin bulunduğu toprakları kayıt altına almaktadır. BU "MİSÂK", 18 TEMMUZ 1920 TARİHİNDE DE, ANKARA MECLİSİ MEBÛSÂNI TARAFINDAN AYNEN KABUL VE İLÂN EDİLMİŞTİR.

Türkiye Cumhuriyeti’nin "ulusal bağımsızlığının" tasdiki ve Birinci Dünya Savaşı’nın hakiki bitiş andlaşması olan 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan "Lozan" da; "millî mücadeleye bir perspektif ve rota" tayin eden, Ankara BMM’nin de her dâim bağlılık bildirdiği Misak-ı Millî hükümlerinin ehemmiyeti yüksek hayatî maddeleri, ANKARA BMM ÂZÂLARI TARAFINDAN YOK SAYILMIŞ VE "TÜRK-İSLÂM", ANADOLU YARIMADASINA HAPSEDİLMİŞTİR.

Başta Musul ve Garbî Trakya olmak üzere, Halep, Batum, Kıbrıs ve Adalar ile Boğazları; yani Anadolu’nun üzerinde bulunan bir devletin, en mühim unsurlarından sayılması ("Jeopolitik") gereken toprakları, gerek başka devletlere vermemiz gerek ise -Boğazlar gibi- kendi malımız üzerinde hâkimiyetimizi devretmemiz yanında, Harp tazminatları ve imtiyazlar sebebiyle, Misak-ı Millî’nin 6. maddesine de zıd bir andlaşma yapılmış ve "LOZAN"LA BİRLİKTE "MİSAK-I MİLLÎ", KEMALİSTLERİN "KENDİ HÂKİMİYETİNDE BİR DEVLET KURMAK İÇİN KULLANIP, NİHAYETİNDE DE FIRLATIP ATTIKLARI" BİR SÜMÜK MENDİLİ olarak, ümidin hüsranla neticelenmesinin nefis ve ibretli bir misâli olarak tarihin rafına kaldırılmıştır.

 

• ADALAR DENİZİ VE KIBRIS

Lozan Andlaşması’nın, "1. Fasıl: Araziye müteallik ahkamı"nın "12. maddesi"nde; "Şarkı bahr-ı sefit adaları üzerinde ve İmroz ve Bozcaada ile Tavşan adalarından gayri bilhassa Limni, Semendirek, Midilli, Sakız ve Sisam ve Nikarya adaları üzerinde... İtalya'nın hakimiyeti altına vazedilen ve 15. maddede mezkur olan adalara müteallik ahkamı mahfuz kalmak şartiyle teyid edilmiştir. Asya sahilinden üç milden d° mesafede kain adalar Türkiye hâkimiyeti altında kalacaklardır" yazılmıştır.

Ayrıca, "mezkur adalarda hiçbir üss-ûl bahri, hiçbir istihkâm tesis ve inşa edilemeyeceği, Yunan askerî teyyarelerinin mukabelesi de men edilecektir" (Madde 13)"

15. Madde ile de, "Türkiye, elyevm İtalya’nın taht-ı işgalinde bulunan Astropalia, Rodos, Harki, Sekar, Panto, Kasos, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patnos, Lipsos, Sombeki ıstanköy adaları ile bunların tevabiinden olan adacıklar ve Katello, Rizo'dan, İtalya lehine feragat eder" denilmiştir.

Madde 20 ile, "Kıbrıs'ın Biritanya hükümeti tarafından 5 Teşrinisani 1914'de ilan olunan ilhakını Türkiye tanıdığını beyan eder." Ayrıca, "Kıbrıs'taki tebaa İngiltere tabiyetine geçiriliyor ve Türk tebaiyetini ihtiyar edebilecekler 12 ay içinde Kıbrıs adasını terke mecbur (Madde 21)" tutuluyorlardı. Türk tebası haricindekiler ise ne İngiltere tebası olmaya ne de adayı terke mecburlardı.

Evvela, Adalar Denizi...

12 ve 15. maddelerle Lozan antlaşması, "Şarkî Bahr-i Sefit adalarini" İtalyanlara vermiştir. Bu bölge, 2. Dünya Savaşı esnasinda Almanlar tarafindan işgal edilmiş, "adalar sekenesinin açılıktan vikâyesi maksadiyla" TC'ye teklif edilmiştir. Ancak İsmet İnönü, "yurta sulh, cihanda sulh" demiş, kabul etmemiş, üstelik adalardan -Yunanistan'daki- büyük açlık sebebiyle sahillerimize sığınan Rumları doyurmuş ve onlara erzak da vererek Kıbrıs'a Türk gemileriyle yollamıştır.

Türkiye'nin Kuşadası körfezinin açığındaki Nikarya ve Sisam adalarının Güneydoğusu’ndan başlayan ve Kaş yakınlarındaki Meis adasına kadar devam eden deniz üzerindeki irili ufaklı 50'yi aşkın adalar grubuna "On İki Adalar/Dodé-Canese" ismi verilir; bu isim 20.yy.'ın başında kullanılmaya başlanmıştır.

Evvelinde "Menteşe veya Karya Adaları" denilmekte idi. Bu On İki Ada'nin toplam yüzölçümü 2450 km2’yi bulur. En büyüğü Rodos'tur. Doğu Akdeniz/Cenubî Bahr-i Rum'da, Yunanistan'a âit olan Meis adası ile (ki Marmara'daki adalar kadardır) TC toprağı Kaş sahili arasındaki mesafe 2250 m.dir. Öyle ki arada kalan deniz sığ ve dar olduğundan, diğer limanlardan kalkan bir Türk gemisi, Yunan karasularına girmeden, Akdeniz'e açılamaz!

Haritaya bakıldığında Midilli, Sakız, Sisam ve İstanköy'ün Anadolu'ya yapışıklığı fakat Yunanistan'a uzaklığı aşikardır; tabiatiyla da Lozan'daki hâlin, TC'nin (veya Anadolu’nun) "deniz gücü"nü ve "amfibi" olmasını yok ettiğini görmek bir yana, emniyetini de yok sayılabilecek bir seviyeye indirmektedir.

Bütün bunlar ise, "ne olursa olsun, sulh!" mantığının tabiî neticesidir. Bunun tabiî neticesi de "GAVUR YUNAN!" mantığıdır; oysa -her ne kadar haklı ve tarihî zemini varsa da- "ONİKİ ADALAR" ALT BAŞLIĞI İLE İSİMLENDİRİLEN "EGE SORUNU"NUN HAKİKİ MÜSEBBİBİ İNGİLTERE VE SİYONİZMDİR.

BÖYLECE, 1830'DA "KURDURULAN" YUNANİSTAN'A NASIL "MEGEA İDEA" TELKİNİ YAPILMIŞ, TABİÎ HALİNDE YUNANİSTAN'IN BALKAN ANA KARASINDA, BULGARİSTAN, MAKEDONYA İLE İTALYA ÜZERİNDE "GENİŞLEMESİ" GEREKİRKEN, ANADOLU ÜZERİNDE İLERLEMESİ İÇİN "KIŞKIRTILMIŞ" VE "TÜRK-İSLÂM DÜŞMANLIĞI" İCADEDİLMİŞSE, AYNI ŞEKİLDE ANADOLU'DA DA "YUNAN DÜŞMANLIĞI"... DAHA 70 SENE ÖNCE, MUSUL'DA İNGİLİZ OYUNUNU VE İŞTE KAYDEDİLEN VE KAYBEDİLEN "MİLYARLIK PETRO-DOLARLARIMIZI" GASBEDENİ UNUTTURMANIN YÖNTEMİ!..

2. Dünya Savaşı esnasında, -hiç değilse- "millî emniyet" hususunda sakıncalı bu hâl, TARİHÎ BİR FIRSAT olarak geldi ama yine "yurtta ve dünyada sulh" mantığı ile reddedildi. Ve T.C'nin reddettiğini, hem de savaştan yeni çıkmış ve perişan hâliyle Yunanistan kabul etti ve bugünkü "Türk-Yunan anlaşmazlıkları: Adalar-Kıta Sahanlığı-Fır Hattı" ortaya çıktı.

Yunanistan, Lozan'ın bu ilk ihlâli ile Adaların kendisine verilmesini değerlendirmiş, nüfusu (Anadolu ile ilişkilerin kesilmiş olması ve Yunanistan ana karasının uzak olması sebebiyle) iktisadî ve hayatî sebeblerle gün geçtikçe azalan Adaları Lozan'ın 13. maddesini ihlâl ederek, fakat "devir değişti; statü değişti" diyerek askerî tesislerle donatmış; Adaların da "kıta sahanlığı" -hem de "ana kara gibi" olması gerektiğini ileri sürerek karasularını 12 mile çıkartacağını ilan etmiş; keza "hava kontrol sahası"nı yani FIR Hattını (Flight Information Reqion) 1931'de 10 mile çıkarmış, buna T.C sesini çıkarmamış, "Milletlerarası Sivil Havacılık Örgütü-ICAO"nun tarafların katılımı ile 1952 yılında yaptığı bölge toplantısında Adalar Denizi üzerindeki uçuş denetimini -İstanbul kontrol merkezine de bildirmek şartıyla- Atina Kontrol Merkezi'ne vererek, bölgedeki Fır Hattı denetimi Yunanistan'a bırakılmıştır.

'74 Kıbrıs Harekâtı esnasında bu durumun sakıncalarını gören T.C, hava sahasını kuzey-güney hattında ikiye böldüğünü ilân ederken, Yunanistan da 13 Eylül 1973'de ilân ettiği NOTAM ile hava sahasını kapattığını açıkladı.

12 Eylül döneminde NATO'nun teşebbüsleriyle, "Yunanistan'ın NATO'ya girişine T.C'nin izin vermesi şartıyla" bölge sivil uçuşlara açıldı. Fakat "10 mil" kararı, işte bugün zaman zaman kamuoyuna da yansıdığı gibi "İT DALAŞI" hâlinde T.C'nin "millî emniyetini" tehdid pozisyonunda devam etmektedir.

 

• TC İÇİN KIBRIS’IN BİR DEĞERİ VAR MIDIR?

İşte burnunun dibinde böyle bir "emniyet gediği" varken, burasının hâlli için hiçbir şey yapılmazken, TC için varsa yoksa Kıbrıs!.

Cenubî Bahr-i Rum/Doğu Akdeniz'in tam ortasında, Afrika-Orta Doğu-Asya-Avrupa'nın deniz ve kara yolunun denetimine sahib olan ve bütün hainliğin çıkış noktasında yeralan -yahudi- İngiliz Başbakan'ı D'izrael'in "Batı Asya'nın anahtarları" dediği Kıbrıs, T.C için ne ifâde etmektedir?!

Lozan'ın 21. maddesinin üçüncü fıkrasına rağmen, İnönü'nün, Adalardan kaçan Rumları, -Türklerin kesif göçüne rağmen- Kıbrıs'a götürüp yerleştirmesine bakılırsa, orası "denizdeki bir taş parçasından" başka bir şekilde değerlendirilmemiştir T.C idarecileri tarafından...

Kıbrıs'ın kaybı, Misak-ı Millî'den bir kopma olmakla birlikte değerlenir. Kıbrıs adasının 9251 km2’lik sahası, ABD tarafından "Doğu Akdeniz'in batmayan uçak gemisi" olarak (stratejik) olarak değerlendirilir ve adaya İngiliz ve ABD askerî üsleri konuşlandırılırken, "12 Ada" gibi gözü çıkartacak kadar aşikâr "milli emniyet gediklerini" görmeyip, hayatı idame ettirmek gayesiyle icad edilen "millî düşman! = Rum!" edebiyatına sarılıp, varlığını sadece ve sadece bu siyasî propagandaya dayayan; Yunanistan'daki "albaylar cuntasını tasfiye" etmekten, ve de görüldüğü gibi o da bize ait bir "iş" olmayan, iktisadî ve malî sistemin "ambargo" ve IMF değnekleriyle mahvedilmesine vesile olan "'74 Kıbrıs Zaferi"(!) gibi "pahalı ulusal hipnoz seansları"nın tertibinden başka T.C ne yapmıştır Kıbrıs için?!

"YURTTA VE DÜNYADA SULH" DİYEN, ETRAFI "MÜTTEFİK" DEVLETLERLE ÇEVRİLİ (VE ANA KARADA DA SAYISIZ MÜTTEFİK ASKERÎ ÜS BARINDIRAN) T.C İÇİN KIBRIS'IN (JEOPOLİTİK) BİR DEĞERİ YOKTUR!

Bunun yanında iktisadî olarak ise, girdi sağlamadığı gibi devamlı para emmekte ve "Kıbrıs sorunu" meselesi sebebiyle de Batı'nın "iktisadî ve siyasî baskılarının" kozu olarak kullanılmaktadır.

Irkî olarak ise, bir (plesibit) yapılsa, o ırkdaşların hangi yönde tavır koyacağını görmek, "Türkleri katlediyorlar!" edebiyatı yapanların suratlarının alacağı hâli resmettireceği için hakikaten güzel olacaktır.

"Yeşil Kıbrıs!"

Evet Sultan Yavuz Selim Hân'ın devrinde Osmanlı'ya bağlanan, sahâbî ve velî kabirleriyle kaynayan "yeşil Kıbrıs"... Bugünkü hâlden tek sorumlu ise, Lozan'la başlayan kafasız ve ilkesiz siyasî vetire sebebiyle TC!..

Kıbrıs, "karapara" merkezidir!

Kıbrıs, "tarihine ihanet eder" hâle sokulmuş ve Doğu Akdeniz'de İsrail'in "uçak gemisi" vazifesini görmekte, Afrika-Kafkaslar-Orta Doğu'yu "kontrol merkezi" hâline gelmiştir.

Acı ama gerçek budur!

Bütün bunları ifâde eden Üstad Necip Fazıl, işin siyasî cihetlerini tartarak, hamaset edebiyatı yapmadan dobra dobra, "haysiyetli bir anlaşma ile devredilmesi" gerektiğinden bahsetmektedir. 1980’lerde, 1990’larda hatta 1995’lere kadar, TC için (Anadolu için) yapılması gereken en tutarlı siyaset -Kıbrıs meselesinde- bu idi!..

FAKAT ŞİMDİ...

Kıbrıs öyle bir (jeopolitik) değer taşımaktadır, ki, "sulhçü" yani "dişi" siyasetin elinde "ateş parçası" (TC şeklinde görüldüğü gibi) hâline gelirken, işte yüzyılın ilk çeyreğinden beri elinde bulunan, "dünya hâkimiyeti" gayesi güden İngiltere ve Amerika elinde de Afrika ve Arabistan Yarımadasının "şekillendirilmesi" için "batmayan uçak gemisi" hâline gelir.

Kıbrıs, Osmanlı Devleti için ne derece mühimse, TC içinse o derece lüzumsuz ve "milletlerüstü gücün baskısına" âlet bir sahadır.

 

KIBRIS İÇİN BUGÜN!

Denktaş ile Klerides arasında bilmem kaçıncı turun bilmem kaçıncı müzakereleri gerçekleştirilmektedir bugün... Aradan geçen onca seneye rağmen bir arpa boyu bile gidilememiş, ne Kıbrısdaki Türklerin ne de TC’nin istekleri bir aks-i sada bulmuş fakat bu ıkmaz sokak müzakereleri" ile TC, iyicene Batı tarafından siyasî, hukukî ve iktisadî abluka-kuşatmaya alınırken, gerek "Kıbrıs Cumhuriyeti" gerekse Yunanistan puan toplamaya devam etmişlerdir.

Rumların idaresindeki "Kıbrıs Cumhuriyeti", Avrupa ve Dünya spor karşılaşmalarına bile bu isim altında katılabilmekte ve "tanınmayı" böylece de gerçekleştirirken, bu "referans" işlevi, en son Filisten’deki "Milad Kilisesi" savaşçılarının "Kıbrıs Cumhuriyeti"nde misafir edilmeleri ile KKTC için çok tehlikeli bir noktaya gelmiştir.

Bundan sonra ne olacak?..

Kasım ayındaki AB Zirvesi’ne "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin "ÜYE ÜLKE" olarak çağrılması ve Aralık ayında yapıcak zirvede ise bunun KESİNLEŞTİRİLECEĞİ ta İspanya-Sevilla Zirvesi Sonuç Belgesi’nde kayıtlı...

O halde bu görüşmeler niye?..

O halde TC’nin yaptıkları niye?..

Başta Mümtaz Soysal gibi "ulusalcı kemalistler"in kontrolünde ilerleyen bu "müzakereler"den hiçbir "iyi" netice alınamayacağı aşikar; tersine bu müzakerelerin bize (Anadolu’ya) siyasî ve iktisadî baskı olarak döneceği de aşikar...

Girdiği iktisadî kriz sebebiyle TC’nin bu "yokuşa sürükleyici" tavırlarının tek bir izahı var, FİYATI ARTTIRMAK!!!

Öyle ya; "yurtta sulh cihanda sulh" ilkesiyle hareket ediyorsan, kendine "Atatürkçü dış politika"yı şiar edinmişsen, Kıbrıs gibi bir "ateş topu" üzerinde oynamanın bir manası yok!..

HİÇ KUŞKUMUZ YOK Kİ, KIBRIS HEM DE EN ŞEREFSİZ BİR ŞEKİLDE TERKEDİLECEKTİR.

Fakat; buna itirazı olacak şerefli ve ecdadına saygılı insanlar çıkacaktır. TC’nin etkili ve yetkili "ulusal kemalistleri" (ki, bunların ne kadar "ulusal!) oldukları şüphelidir; kısm-i azamisi, mason ve Dönme-Sabatay tohumudur; bkz: Erol Manisalı, bkz. Mümtaz Soysal!) Kıbrıs’ı dilediklerine peşkeş çekme hürriyetine ne kadar sahiplerse, -madem "demokrasi", "halk iradesi"dir!- Anadolunun gerçek sahipleri, tüm vatansever samimi unsurlar da buna sonuna kadar karşı çıkma ve bunu da HER TÜRLÜ VASITA İLE gösterebilme hakkına sahiptirler.

Irak’ın parçalanması ve akabinde Filistin ile Ortadoğu’nun "yeniden haritalandırılması"nın sözkonusu olduğu bir dönemde Kıbrıs asla ve asla verilemez.

KİM VERİRSE VERSİN, HALK BUNU TEKRAR GERİ ALIR!

H A L K I N G Ü C Ü , V A T A N S E V E R L E R İ N G Ü C Ü O L A N İ B D A G E R İ A L I R.

 

EK: ÜSTAD NECİP FAZIL’DAN "KIBRIS BEYANATI"

(Bu "Kıbrıs Beyanatı", "BD Yayınları" arasında çıkan "Konuşmalar" isimli eserden iktibas edilmiştir.

KIBRIS BEYÂNATI

- Bir muhasebe yapmak gerekirse bize göre Kıbrıs meselesini nasıl değerlendirirsiniz?

- MEMLEKETTE hemen her davada olduğu gibi, Kıbrıs meselesinde de, haysiyetli bir anlayış bulunduğuna kani değilim. Yirmi yıllık Kıbrıs çıbanı patlak verdi vereli, aylar geçtiği halde, ortada hâlâ meselenin peçesini kaldırabilmiş bir kalem veya ağız göremiyorum. Mesele dâima bakireliğini muhafaza etmekte ve benim bu zamana dek susmaktaki zaman kaybım, teşhis bakımından herhangi bir gecikme ifâde etmekten uzak bulunmakta...

Türk’e göre Kıbrıs, "yurtta sulh, cihanda sulh" gibi pasiflerin pasifi ve hertürlü taarruz potansiyelinden yoksun, bütün derdi nefsini müdaafadan ve kabuğuna çekilip oturmaktan ibaret bir telakki gözüyle... Evet, böyle bir telakki gözüyle kocaman bir "hiç"tir.

Başta Araplar ve Osmanlılar tarafından, içeride tam bir oluştan sonra dışarıyı ve dünyayı kendisine irca, yani taarruzî bir gâye uğrunda feth ve teshir edilen Kıbrıs, ancak böyle bir davranış gözüyledir ki, her şeydir.

-Kıbrıs ekenomisi ve stratejisi hakkında çok şey söylendi, fakat "etnik" bakımdan değeri nedir?

-HAKİKAT adına çekinmeden bildirelim ki, Kıbrıs Türklerinin (etnik) Türk kanadında mevkii -iyiler ve halisler daima müstesna- Türk ruhunun gerçek ve sağlam nescini vâdetmekte zayıftır. Ve zaten mesele, 80-90 bin Türkü kurtarmaktan ibaretse, Balkanlardan Ortaasyaya kadar milyonlarca esir Türk yaşarken böyle bir rizikoya girmeyi emredici bir imtiyaz ve hususîlik arzetmekten uzaktır.

-Kıbrıs üzerinde emeli olan devletlere göre Kıbrısın durumu nedir?

- SORUNUZU, Yunan ve İngilize göre, Amerika ve Moskofa göre, Araplar ve İsraile göre Kıbrıs şeklinde bölümlere ayırarak cevablandırayım.

Yunana göre Kıbrıs; efendileri hesabına, tepesine "Büyük Yunanistan ve Elenizm" yazılı putlu bayrağı dikilmiş (fantazik) ve hayalî bir bekçilik kulesinden başka birşey değildir. O, Kıbrısı, tek başına ne bir atlama taşı diye kullanabilir ne de bir iç oluşun sınır karakolu olarak muhafaza edebilir.

İngilize göre Kıbrıs; İngiltere, Sultan Abdülhamidden âriyet suretiyle aldığı Kıbrısı, Asya ve Afrikadaki İmparatorluğunun dalyan bekçiliği kulubesi olarak, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar muhafaza etti ve bu savaşı kazanmasına rağmen İmparatorluğunu kaybedince artık bu yükü taşımaktan vazgeçti; orada bir iki noktayı elinde ve emrinde bulundurmakla yetindi. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Kıbrıs, ortada kaldı; ve (stratejik) bakımdan gözleri kendine dönük olup da el uzatmaktan çekinen büyük kuvvetlerin ses çıkaramayacağı bir kukla devlet haline getirilmekten başka bir tasviye şekline imkân bırakmadı.

Amerikaya göre Kıbrıs; İkinci Dünya Savaşı arkasından, onun, bayrağını dünya çapında bir hakimiyet sahasına dikme sevdasına düşmüş olması bakımından, birinci derecede kıymet sahibi bir kontrol, murakabe, müdahale ve gerektiğinde taarruz merkezidir; bütün yükü karşılıksız çekilecek bir (strateji) noktasıdır... Batılı diplolamatların Kıbrısı, "batırılamaz kocaman bir uçak gemisi" diye vasıflandırmaları yerindedir. Ve işte 6. filoyu; daima arkalarında gezen ve hep sayıları arttırılan Moskof deniz kuvvetlerinin Akdenizde mevcut hikmetleri de, bu noktaya, bu noktanın belirttiği mânâya bağlıdır.

Moskofa göre ise Kıbrıs; şimdilik (tez) ve (aksiyon) Amerikada, (antitez) ve (reaksiyon) kendisinde olarak tam tersidir. Moskofun, Kıbrıs etrafında her Amerikan adımını çelmelemek, işi çıkmaza sokmak ve o havzada bir kargaşalık zemini sürdürmekten gayrı hiçbir politikası olamaz; ve üçüncü dünya savaşını açmak kararını vermedikçe elinden hiçir şey gelemez. Kıbrısta hakimiyet kaydedecek bir Amerikalı eli, Sovyetlere göre, Bakü ve İran petrollerinden Arap yarımadasına ve Şimal Afrikasına kadar dünyanın şah damarı olan petrol sahasını, avucunda tutmak mânâsına gelir ve bu elin mutlaka bileğinden kavranması gerekir. Bu noktadan idrak edilmesi gerekir ki, KIBRIS’IN BÜTÜN EHEMMİYET VE KIYMETİ, AMERİKA İLE RUSYA ARASINDADIR.

-Ortadoğu açısından Kıbrısın ehemmiyeti?

- ARAPLAR ve İsraile göre Kıbrısı değerlendirirken bu soruya ister istemez geleceğiz. Kıbrısta fethedilemez bir kal’a halinde Amerikan üslenmesi İsraili mesut edeceği kadar, petrol havzasındaki Arap dünyasını berbat eder. Zira oradan desteklenecek ve İsrail topraklarından hız alarak gelişecek bir toslama, Irak, Hicaz ve Libya müsellesinin çerçevelediği büyük ve hayatî madde "petrol" sahasını her an kontrolü altına alabilecek bir harekete yolaçabilir. Hatta Kıbrısa istinatlı bir kontrol, herhangi büyük bir inkişaf ve ihtilât takdirinde İran ve Kafkas petrollerine kadar yalayıcı bir sınır çizebilir.

O HALDE İSRAİLE, KIBRISTA AMERİKAN ÜSLENMESİNİ ELİNDEN GELDİĞİNCE KOLAYLAŞTIRMAK, ARAPLARA DA ENGELLEMEK DÜŞER.

TÜRKE GÖRE KIBRIS; ESASTA BİR "LÜZUMSUZ" VE "DEĞERSİZ"İN, ARTIK KAT’İ BİR LÜZUM VE DEĞER HALİNE GETİRİLDİĞİ VE BİR HATANIN DOĞRU OLARAK YÜRÜTÜLDÜĞÜ NOKTA OLMUŞTUR. TERS VE YANLIŞ BİR PASIN GOLE ÇEVRİLMESİ GİBİ...

Yunan için de vaziyet, gerçekleşmez bir servet gayesinin sarhoşluğuyla ana sermayesini tehlikeye düşüren ve (elenizm) rüyasını kâbusa çeviren ve sonunda kendisini apışmış bırakan hayali bir hedef...

İngiliz için gidenin bir daha gelmiyeceği hakikatini ihtar edici ve buna rağmen biraz tutunmayı ve geleceği kollamayı tavsiye kılıcı bir bekleme iskelesi...

Amerika ve Rusya hesabına da karşılıklı (aktivite-harekiyet) yolları bakımından hayatî kıymet...

Neticede İsrail ve Araplar için, birinin Amerika, öbürünün de ister istemez Rusya taktiğine yardımcılığını gerektiren en nazik bir mevkii...

İşte, bize, Kıbrıs hareketi sırasında gayet sıcak ve fedakar bir yüz gösteren Arap dünyasını, kavimler arasındaki din birliği yanında, bu ölçüye bağlı görmek lâzımdır. Amerikanın Kıbrıs davasında oynayacağı son rol billurlaşıncaya kadar, İslam ve Arap âlemi Türkiyeye yardım çehresi göstermekle mükelleftir. Her halde, Yunan hegemonyası altnda bir Kıbrıs, bu idâre karşısına dikili bir Türk maniası Araplarca hoş görülemez. Böyle olursa, petrol idealinin tepesine br de haç bindirilmiş olur.

Amerikanın Kıbrısta üslenmesi, bugünden "oldu-bitti" ifade edici bir başlangıç olduğuna ve hatta Yunanlıdan fazla Türkü tercih ettiren bir mânâ belirttiğine göre de, kıskaca alınmış ve "ehven-i şer"ler peşinde hayat tedarikine zorlanmış ülkeler için, Kıbrısta köprübaşı kuran bir Türkiye daima tercih unsuru teşkil eder. Bizim için de bu, tercih unsuru olmak mevkii, bugünlük, nefs müdaafamızın en doğru, yahut mecburî stratejisini gösterir.

Yunanın Amerikaya omuz çevirme cilveleri yapmasındaki sebeb işte bu tercih noktasında düğümlenmekte ve neticede nasıl olsa bir teselli mükâfatı kazanacağını bilmekten gelen bir naz ifade etmektedir.

-Teşekkür ederiz Üstadım.

(1974)

 

(DostStrateji’nin Notu: Kıbrıs meselesi üzerine yapılan bu tetkik, makalenin içinde de geçtiği üzere, Filistin’de "Natavitas-Milad Kilisesi" baskını esnasında, yani Ağustos ayı sonunda kaleme alınmıştır. Sitemizdeki arıza sebebiyle şu ana kadar neşredilememiştir. 3 Kasım seçimleri neticesinde hükümeti kuran AKP’sinin Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin konuşma, toplantı ve "taslak"larının ortaya çıktığı, Kıbrıs’ın "yok pahasına!" gideceği bu gün, tek satır ekleme yapılmadan; giden Siyonist Üçlü Çete ile gelen AKP arasındaki "program benzerliğini" veya "niyet benzerliğini" dikkate alarak şimdi "Ziyaretçi Defteri" bölümünde neşrediyoruz. Hüküm itibariyle ısrarlıyız.

Bu arada; sitemizin "yenilenmiş hali" ile çok kısa bir süre içinde faaliyete başlayacağını da ilave etmek istiyoruz. 27 Kasım 2002.)

 

www.sinamiorhan.up.to

 

Hosted by www.Geocities.ws

1