"Atatürk
el yazılarında,
'
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla,
utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis
olunmuştur.'
demektedir. İslam'da bütün dinler kapsamındadır ve aynı yaklaşım burada da
geçerlidir"
Atatürk'ün
Emriyle 1931 - 1949 Yılları Arasında Liselerde Okutulan
Tarih Kitabına Konulan Bölümler
Syf. 84 'den başlayarak ifadeleri tek tek inceleyelim.
KABE VE SAİR MABETLER VE KAHİNLER
Arabistan'ın muhtelif yerlerinde insan heykellerinden ve nebat resim ve
suretlerinden ibaret ağaçtan ve taştan putların muhafazasına mahsup yerler
vardı. Muhammed'in neş'et etmiş olduğu Mekke'de ki Kabe
denilen mabet bu yerlerin en büyüklerinden idi. Her mabet kahinler
tarafından idare olunurdu. Kahinler nezirleri sadakaları kabul ve ayinler icra
ederlerdi.Güya gayıptan haber verirler, rüyaları tabir ederlerdi.
Syf. 85
Kabe, mikap yani
tavla zarı şeklinde demektir. Filhakika, kabe zar şeklinde, insan boyunda dört
duvardan ibaretti, duvarlar harçsız adi taştan yapılmıştı. Binanın çatısı da
yoktu, dört köşesinde dört taş vardı. Bunların en meşhuru Haceriesvet
denilen bir karataştı. Kabe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı
bilinmiyor. Arap ananesi, kabenin inşasını İbrahim peygambere atfetmektedir.
Bu mukaddes karataş ananesi aynen Frikler'de de vardı. Friklerin mukaddes
sayarak ihtiram ve ibadet ettikleri karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde
kadim Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kutsiyeti ananesi bu şehrin
Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti.
Demek ki, Kabe'nin bir
köşesindeki karataşın kutsiyet almasından, ziyaret tavaf edilmesinden çok evvel
Friklerde karataşın mabet ve ziyaretgah esası olması adeti teessüs eylemiş
bulunuyordu. Kabe
bidayette mahalli bir mabet iken Mekke ahalisi burasını bir milli mabet
derecesine yükseltmişlerdi. Mekkeliler Arapları kendi mabetlerine celbedebilmek
için Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde mabut tanınan 360 putu Kabe'de
yerleştirmişlerdi. Kabe'nin kutsiyetini Yahudi ananelerine de raptetmişlerdi. Bu
uydurmalara göre İbrahim karısı Hacer ile oğlu İsmail'i buraya getirmişti.
Zemzem'de onlar için fışkırmıştı. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kabe'yi bina
etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan
Haceriesvedi getirmişti, bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden
dolayı kararmıştı.
Bunların hepsi, bittabi sonradan uydurulmuş masallardır.
Kureyşliler,
Kabenin teşkilatınada ehemmiyet vermişlerdi, ayrı ayrı dini vazifeler ihdas
etmişlerdi. Kabe kapıcılığı ve hacılara su temin etmek ve fakir hacılara
meccanen yemek tevzi eylemek gibi Arapları celbedecek işleri görmeğe mahsus bir
takım memuriyetler ihadas edilmişti. Bu itina neticesinde Kabe bütün
Arabistan'ın dini ve milli bir merkezi oldu. Bundan başka Mekke'de bir panayır
tesis edildi. Ticaret Kureyşliler elinde olduğundan bu panayırdan çok istifade
ederlerdi. Panayırda şiir ve hitabet müsabakaları açmak sureti ile de Mekke ve
havalisinin ehemmiyeti büyütülmüştü. Ticaretlerinin inkişafı ve Kabeyi ziyaret
etmek üzere hacıların gelmesi için emniyet ve asayişin temini lazım olduğundan
Mekke'nin etrafında
Syf. 86 muharebelerin men'i maksadı ile birtakım kaideler konmuştu. Bunların herbirine dini şekiller verilmişti. Kabe'nin İbrahim tarafından bina edilmiş olduğu söylenerek dört ay etrafında muharebe etmek men olunmuştu. Bu tedbirlerin herbiri Mekke ve Kabe'nin ehemmiyet ve şerefini arttırmıştı. Arabistan'da az çok Hristiyanlar da bulunduğundan, diğer putlar arasına elinde çocuğu İsa olduğu halde Meryem'in de resmi konulmuştu. İşte bu şeriat içinde Kabe Kureyşliler için iktisadi ve ticari menfaatler teminine yarayan bir vasıta oldu.
Syf. 90
1- Medineniler ile Mekkeliler arasında
derin bir düşmanlık ta vardı. Medinelileri
Muhammed'in davetine icabet etmeye sevk eden başlıca sebepler işte bunlardır.
Bu anlatım, öncelikli olarak, Medinelilerin
İslam'ı kabul etmelerinin, doğrudan İslam'la bağlantılı olmadığını belirtiyor.
Ayrıca, bilindiği gibi, bütün Müslümanlar, peygamberlerinden bahsederken isminin
başında mutlaka yücelik ifadesi olarak Hz. sıfatını kullanırlar.
2- Muhammet te Mekke'den kalkıp Medine'ye kaçtı. Buna Hicret denildi.
Hiçbir İslami anlatımda rastlanmayacağı gibi, bir Müslüman tarafından
yazılmış hiçbir tarih kitabında, Muhammed'in, Mekke'den Medine'ye kaçışı için,
kaçtı ifadesi kesinlikle kullanılmamıştır.
3- Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.
İslam inanışına göre Kuran, Muhammed'in koyduğu esaslar değil, Allah'ın
koyduğu hükümlerdir. Muhammed ise, bu esasları vahiy yolu ile alan
peygamberdir.
4- Bu esasları ihtiva eden cümlelere ayet, ayetlerden
mürekkep parçalara da sure derler. İslam an'anesinde bu ayetlerin Muhammed'e
Cebrail adında bir melek vasıtası ile Allah tarafından vahiy, yani ilham
edildiği kabul olunur.
Buradaki ifade de görüldüğü
gibi,
ayetlerin Allah tarafından geldiği değil,
Allah tarafından geldiğinin İslam an'anesi tarafından kabul edildiği
belirtilmektedir. Böyle bir ifadeden, ancak Kuran, Allah'tan gelen bir vahiy
olmasa da, İslam gürüşünün şekli budur anlamını çıkarmak mümkündür. Kuran'ın,
Allah tarafından gelen bir vahiy olduğuna inanan bir Müslüman'ın, insanı
düşünmeye zorlayarak, kafasında böylesine soru işaretleri bırakan bir anlatımda
bulunması mümkünmüdür ?
5- Muhammet birdenbire Allah'ın Resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır. O,
Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu
anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve
yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.
Vahiy insanda fikir olarak doğmaz ve bir insan hiç bir şekilde vahiy almaya
karar veremez. Bir insanın kendisinde vahiy fikrinin doğması, ancak çevresine
böyle bir telkinde bulunarak insanlar üzerinde etki sağlamaya çalışması fikrine
kapılması şeklinde açıklanabilir. Burada da Muhammed'in aynı kavram içinde
bulunduğu çok açık bir şekilde belirtilmektedir. Tenha yerlere çekilerek,
yıllarca tefekkürden kastedilen Hira dağında geçirdiği zamandır.
6- Vahiy, ilham fikri Muhammetten evvel de Araplarca meçhul değildi.
Yani, Muhammed'in vahiy fikrine kapılması için, kendiliğinden böyle bir
fikri bulması da gerekmiyordu. Kendisinden önce de aynı konuma gelmiş kişilerden
vahiy konusunu bilmekteydi.
7- Bütün iptidai kavimler gibi, Araplar da, şairlerin akıl erdiremedikleri
kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı.
Burada da, Muhammed'in, Arapların bu tür inançlarını, kendi vahiy inançları
doğrultusunda kullanmaya çalıştığı anlatılmak istenmiştir.
Syf.91
8- Bu kuvvetler Araplar için
cinlerdi. Cinler güya, kahinlere gayıptan haber vermek kudretini ilham
ederlerdi. Bu nevi itikatlar Arabistan da herzaman o kadar canlı ve derin
olmuştur ki, Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştır.
Muhammed dahi cinlerin vücuduna
samimi olarak inanmıştır ifadesi, Muhmmed hakkındaki düşünceyi bir defa daha
açık olarak vurgulamaktadır.
9- Araplar şairleri bir kahin gibi telakki ederlerdi. Muhammed'in Musa, İsa,
dinlerine dair öğrendikleri de, kendisinde bu itikadı kuvvetlendirmiştir. Bu
peygamberler de melekler vasıtası ile ilham aldıklarını söylemişlerdi.
Atatürk el yazılarında, ' Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin
cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen
adamlar tarafından tesis olunmuştur.' demektedir. İslam'da bütün dinler
kapsamındadır ve aynı yaklaşım burada da geçerlidir.
10- Muhammet başlangıçta herhalde şedit bir heyecana maruz oldu.
Muhammed'in peygamberliğine kendisinin de inandığını ancak, bunun bir
heyecana kapılarak oluştuğunu düşünmektedir.
11- Hakikatte
peygamberin ilk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kati surette malum
değildir.
Burada da, ayetlerin Muhammed tarafından söylendiği belirtilmekte.
12- Muhammet uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri luzum ve
ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.
Ayetlerin Muhammed'in düşüncelerinin bir mahsulü olduğunu belirten bir açık
ifade daha.
13- Bununla beraber kendisini tahrik eden
kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğuna samimi surette kani idi.
Muhammedi harekete getiren ilk amil bu samimi heyecanlar olmuştur.
İfadelerden anlaşılacağı gibi, Muhammed'i harekete getiren, gerçekte
Cebrail'i görmüş olması değil, bir kuvvet tarafınan tahrik edildiğini sanarak,
kendi peygamberliğine inanması ve harekete geçmesidir.
Syf. 92
14- Muhammet davet ettiği dinin, kendinden evvel, Musa, İsa ve sair peygamberler
tarafından davet edilen İbrahim ve Tevhid dini olduğunu söylemiştir.
Bu söylem, Kuran'da ayet olarak yer almaktadır ve dolayısı ile Allah'ın
söylemidir. Ancak, burada da, Muhammed'in söylemi olarak geçmektedir.
Syf. 93
15- Caminin kıblesi Kudüs idi sonraları
Mekke'ye döndürüldü. Burada, Allah'ın yanılmaz iradesine dikkat
çekilmektedir. Kıble, madem ki Kabe olacaktı ki, önceleri öyledir. Sonradan
Kudüs'e çevrilmiştir. Öyleyse neden daha sonra tekrar Mekke'ye çevrilerek ikide
bir fikir değiştiren bir irade ortaya çıkmıştır.
Bakınız,
Kıble'nin
Değiştirilmesi
Syf. 94
16- Muhammet Medinede
yerleştikten ve az çok teşkilat yaptıktan sonra
Mekke ile Suriye arasında gelip giden tüccar kervanlarına
tecavüzlere başlamıştı. Suriyeye ticaret içingitmiş bir kervan hepsi
Kureyş kabilesine mensup 70 kadar suvari ile Mekke'ye dönüyordu. Bunların
başında Ebu Süfyan vardı. Sahil yolu ile yürüyorlardı. Muhammet bunu haber aldı.
Kervanın yanında nekadar servet olduğunu ve kuvvetlerinin
azlığını da öğrenmişti. Muhammet Müslümanları topladı. Onlara vaziyeti
anlattı ve bu kervanı vurmak üzere Medine'den hareket olundu.
Yukarıdaki ifadeler, açıkça bir soyguncu çetesinin yaptıklarını
alatmaktadır. Bu soygunlar İslam adına yapılan talanlardır. Soyguncu çetesinin
başındaki de İslam peygamberi Muhammed'dir. Konu için bakınız
Seriyye.
Atatürk'ün bu gerçekleri Tarih
kitabına koymasındaki en büyük amaç, Türk Gençliğine İslam'ı bütün yönüyle
göstermek istemesiydi hiç kuşkusuz.
Syf. 95
17- Medineye dönüldüğü zaman Müslümanlar arasında ganimetlerin taksimi yüzünden
ihtilaf çıktı. Muhammet bu ihtilafı teskin için Ganaim denilen ayetleri tebliğ
etti.
Dikkat edilecek olursa burada da, ayetleri tebliğ eden Allah değil, gene
Muhammed'dir. Ganimetlerin dağılımı konusu ile ilgili olarak bakınız
Ganimet ve
Ganaim Ayetleri
Syf. 119
18- Kuran ayetlerini bir
cilt halinde toplayarak, Kuran denilen kitabı ilk
vücuda getiren Ebubekirdir.
Atatürk'ün, çok kitap okuyan ve kitaba karşı saygılı olan bir şahsiyet
olduğu bilinir. Burada, Kuran denilen kitap ifadesi ile, Kuran'a ne kadar saygı
gösterildiği meydandadır.