GÖZDEN ÖZE
Muhterem kişi;
Bil ki, bu satırlar menfaat duygularından sıyrılmış bir âlemde, huzur ve saadet
içinde, sadece «Hakikât» tâlibi değerli kişilerin bazı gerçekleri idrak
etmelerine vesile olmak için yazılmıştır.
Kitapçığımıza başlarken, sadece şu sözümüzle yetineceğiz:
Onlar ki Gerçeği idrak edemezler, elbette sizi anlıyamazlar; sizi inkâr veya tenkid
ederler. Gerçeği idrak etmiş olanlar kimseyi tenkid etmedikleri gibi, kimseyi dahi
kusurlu görmezler!.
Yol boyunca birçok merhaleler katedip, çeşitli makamlardan geçecek, sabrımız
nisbetinde gerçeğe ereceğiz
Kişi arzularını terkettiği zaman Hükmün âlemine; gelenlere razı olduğu zaman
da rızaya ermiş kul mertebesine yükselir...
Çünkü, Emr âleminde ne yemek, ne içmek, ne uyumak; yani kısacası, istekle, madde
ile alâkası olan hiçbir şey yoktur.
Ve TEK’in hükmünce, Efendimizin bizzat tatbik buyurduğu ve
bize de bildirdiği şöyle bir sözü vardır:
«Herkese hitabınız, aklı ölçüsünde olsun!..»
İşte bu sebeble gerek devr-i risâlette ve gerekse daha sonraki devirlerde yaşamış
olan «Bilenler» ve «İdrak ehli», daima birçok önemli hususları mecaz
yollu işaretlerle ile ifade etmişler, zevk ehli olarak yaşamışlardır.
Hiçbir zaman gerçekleri izah ve açıklama yoluna gitmemiş, kendilerine devrolunan
bilgileri, “sırları” açıklamaksızın, bir sonraki ehil kişiye
devretmişlerdir.
Bu yapacağımız yolculuk süresince, nasib olduğu kadar gerçekleri açıp izah
etmeye gayret edecek; gerçeği, elden geldiğince idrakınıza takdime çalışacağız.
Seslenişe kulak verenlere, son defa şöylece hitab edelim, mevzua girmeden evvel:
- Oku ve idraka çalış!.
- Mutlaka söylemek istiyorsan bir şeyler, önce kendini tanı!...
Bu babda bazı yanlış anlamalara meydan vermemek maksadıyla şunu da ilâve edelim
ki, gerçeği bilen kişi için, yaradılmışlar arasında katiyyen tefrik yoktu... her
varolan özel bir değerdir.
Muhterem kişi,
Bil ki, değerli veya değersiz ayırımı, tabirleri yaradılanlar arasında ve onlara
göredir.
Yaradanın indindeyse sadece yarattıkları vardır!.
«Hayır» veya «şer» yaratılmşın indincedir!... Yaradanın indinde,
hepsi birdir!..
İnsan, indini; yani, bana göre, bence, bana kalırsa gibi başlıklar altındaki
izafi şahsî görüş ve düşünüşlerini terkedip, aslına yönelişi; ve kendini
Allah indinde eritişi kadar tekâmül eder!..
Bu sebeplerden dolayıdır ki, kâmil kişi mahlûkatta kusur veya hata görmez ve
aramaz!.
Herkes, düşünebildiği, idrak edebildiği nisbette fiillerde bulunur; ve sonucunda
da hak ettiği ile karşılaşır.
Biliyoruz ki, bu satırlarımız kimseyi huy ve sabit fikirlerinden fıtratları
dolayısıyladır ki çevirmeyecek; fakat buna mukabil gerçeği idrak için, yitiğini
arayan anlayış ehlinin, kaderlerindeki takdir edilmiş, aslî varoluş noktalarına
dönmelerine bir vesile olacaktır.
Mevzûa, Efendimizin şu sözüyle girelim:
«Allah’ım, verdiğine hiçbir mâni yoktur; senin engel olduğuna da kimse bir şey
veremez; senin kazânı(hükmünü) da kimse reddedemez!. Şüphesiz ki, her şeye
kadirsin ve dilediğini yaparsın! .»
Muhterem kişi,
Bil ki, mükemmel olarak yaradılmamış tek bir mahlûk yoktur!... Var diyenler,
sadece kendi sınırlı anlayışlarını sergilemektedirler.
Yaratılmışın mükemmelliği şu sebebtendir:
Yaradılmış olanın güzelliği, mükemmeliyeti, yaratılış gayesine hizmetinden
ötürüdür!.
İnsanlar, nefislerine hoş gelen şeyler için güzel; hoş gelmeyen şeyler için de
çirkin veya fena tabirlerini kullanırlar. Sonra da kendi akıllarınca mantık
yürütüp,
«efendim Allah güzeli de yarattı, çirkini de. Ta ki insanlar bundan ibret alıp,
şükredenlerden veya sabredenlerden olsunlar diye..» derler.
Böyle düşünenler de zaviyelerince haklıdırlar, doğrudurlar. Çünkü bakış
açıları, düşünüş seviyeleri onu gerektirmektedir.
Biz, şurası muhakkaktır ki, diyeceğiz, Yaradan, her şeyi güzel ve kemâl üzere
yaratmıştır.1
Ancak şu var ki, onlara bakanlar, gözlerindeki rengârenk camlı gözlükleri
çıkarmak zahmetine katlanıp, gerçeği çıplak gözle görmek lütfundan bulunsunlar.
O zaman her şeyi daha iyi bir şekilde idrak edeceklerdir.
Muhterem kişi,
Bil ki, yolumuz tefrik yolu değil, MUTLAK BİRLİK yoludur.
Bu yolda, kesinlikle ayırım yapmak yoktur!.
Bil ki, gerçeği idrak etmeye çalışan bir kişi, asla yaradılmışlar arasında
tefrik yapamaz!..
Olgun kişi de, mevcûdatı Hak’kın gözüyle seyredip, yaradılmışlar arasında
fark gözetmeyendir.
Sana verilen emir, emanetlere hıyanet etmeyip, onlara hakkettikleri en iyi muamelede
bulunman hakkındadır. Öyle ise, onların arasında nasıl fark gözetip, onları, bu
şudur, bu böyledir diye hüküm verip damgalıyarak, aralarında ayırım yaparsın.
Senin vazifen, sana verilen emre riayet edip her birine azamî derecede rıfk ve hilim
ile yardımda bulunmandır.
Eğer onların arasında, Yaradanın indinde bir fark varsa, şüphesiz ki hüküm de O’na
aittir. Bize düşen, haddimizi aşmamaktır, yalnızca!.
Yaradılmışlar arasında fark görmeyi kaldırdıktan sonra yapılacak ikinci iş,
verenin huzurunda verilenlere vasıta olmaktır.
- Her ahval ve şartta, mutlaka, veren olmaya çalış!... Fakat hiçbir zaman
karşılığını beklemeksizin yap bu işi. Hattâ karşılığını düşünmemeye dahi
gayret et. Ve hattâ, Yaradanından bile bekleme bu karşılığı!..
Sadece, hayatının her anında iyiliklere vasıta olmaya çalış, karşılık
beklemeksizin ve düşünmeksizin.
Yaradılmışlara senin aracılığın ile bir zarar gelmemesi için, elinden
geldiğince gayret sarfet.
Daima yaradılmışların varoluş gayesini düşün; acaba, onlara ne şekilde bir
iyiliğin erişmesine vesile olabilirim, diye... Ve bir sinek veya yaprağı dahi kendi
nefsine tercih edecek hale gelmeye çalış.
Elindeki bir dilim kuru ekmekte gözü olan tok kişiye, istediğinde, günlerce
açlıktan sonra bile olsa o bir dilimi verebilecek kadar feragat sahibi olabilmeye gayret
et... Ki bu zâhirdedir... Dünyalıktır!.
Bütün ibadetlerinin ecir ve sevabını da, onlara ihtiyacı olanlara, kendine hiç
pay ayırmayacak şekilde vermeye çalış. Bu da ukbâ ile ilgili feragatındır!..
Yaptıklarının karşılıklarından sıyrılışındır... Değil ki muhtaca yardım
etmek!..
Daima çalış... Ama bu çalışman nefsin için değil, hepsi yaradanın birer
emaneti olan mahlûkata yardım ve iyiliklerin onlara ulaşmasına vesile olmak için
olsun.
Bil ki, insanlar dostu, menfaati, ihtiyaçları için isterler... Öyle ise kendine
öyle bir dost seç ki, artık o, hiçbir yaradılmışa muhtaç olmayacak kudrete
sahip olsun!.
Yaradılan ne vardır ki birbirine muhtaç olmasın?.. Ama onları Yaratan!..işte, O’nu
“dost” seç kendine!.
Yönelişin O’na olsun... Ve ihtiyaçlarını da, eğer bîhaber, ise O’na
arzet.!
Düşün, düşün ve gene düşün; düşündüğünün gerçeğine eremesen bile,
hiç olmaz düşünenler arasına girersin.
Eğer, vuku bulan hadiselerin hikmetini sezemiyorsan, hemen itiraz etmekten kaçın
ve o işin sonunu beklemeye çalış!. Şüphesiz ki işin hikmetini sezinlemek o zaman
daha kolaylaşır. Böylece, sen de cahilane isyanlardan korunmuş olursun.
Ne bir kusur iºle; ne de af dilemek mecburiyetinde kal!.. Hatta, kimsede kusur
görmemeye gayret et.
Senin, bizzat arzularınla gelişen hırsın, senin şeytanın olmuştur!.. Arzuları
kalmamış bir kişinin, ihtirasları da olmadığı için, şeytanı da müslüman
olur!..
İşte bu hale gelmiş bir er kişi olduğun zaman, bütün menfaat duygularından da
sıyrılmış olacağından; ne sen bir yaradılmış olanı kırarsın, ne de onların
sana bir zararı dokunabilir.
Yaradılmışlar çoğunlukla, kendilerine bir iyiliğin ulaşmasına vesile olanları
sever ve hakikatten uzak iseler, verileni verenden bilirler!... Sen bil ki , veren
verdirten hep O’dur!.
Bu sebep iledir ki, ne bir şeyinle öğün, ne de bir şeyine güven!. Güvendiğin,
inancın bile olmasın; değil ki malın mülkün, evlâd veya ahbabın!.. Başına
gelebilecek en küçük bir musîbet ile o çok güvendiğin inancın, kızgın güneş
altındaki damlanın buharlaşması gibi gider de senden habersiz, sen hâlâ inancım var
sanıp durursun.
Efendimiz buyurur ki:
«Kendisinden başka hak ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz cennet
ehlinin âmeliyle âmel etmekte devam eder.
Nihayet kendisi ile Cennet arasında bir zira’dan başka mesafe kalmaz!
Bu sırada yazı o kişinin önüne geçer!.. Bu defa o kişi cehennem ehlinin
âmeliyle âmel etmeye devam eder.
Ve yine sizden biriniz Cehennem ehlinin âmeliyle âmel eder, nihayet kendisiyle
cehennem arasında ancak bir zirâ mesafe kalır. Bu sırada yazı önüne geçer!..
Bu defa da o kimse cennet ehlinin âmeliyle âmel eder ve cennete girer!..»
İşte bu sebepledir ki, ne bir şeyinle öğün ve ne de bir şeyine güven bu kısa
süreli yaşantı devresinde.
Yaradanından sık sık af dile, istiğfar et. Ama, sözümüzü iyi anla!..
Sadece, bir papağan gibi, hep “Estağfirullah” veya “tövbe ya
Rabbî” de, demiyorum!..
Gerçek tövbe, yaptığın işin hakikaten hatalı olduğunu idrak edip, bundan
pişmanlık duyduğun zaman edilmiştir.
Bunun içindir ki, Efendimiz:
«Tövbe nedamettir» buyurmuştur.
Eğer işlediğin kusur, bir yaradılmışa zarar vermek suretiyle olmuş ise, bu
takdirde onun o zararını dahi telâfi edip, gönlünü almaya çalış... Ta ki,
helâllık alabilesin.
Bir yardımda bulunmak suretiyle bir yaradılmışın sevinmesine vesile olman,
şüphesiz ki her şeyden üstündür.
Gece yarısı, bir hastaya, bir saat yardım için yanında bulunman, senin binlerce
gecelik yararlı ibadetin kadar hayırlıdır... Çünkü, yararlı ibadet, vaktini boşa
geçirmenden hayırlıdır.
Boş vaktini bir muhtaca hasredip, onun o ihtiyacının zail olmasına çalışman
suretiyle değerlendirmen ise farzdır.
Bundan dolayıdır ki, daima Yaradanın huzurunda, yaradılmışların gerçeğe
yönelen hizmetinde olmaya çalış.
Hakikata ermişlerin indinde kişinin değeri, yaradanına yönelişi ve yakınlığı
kadardır... Öyle ise yönelişin gerçeğe, aslına, Rabbine olsun.
Görünüş, şekil, yaş veya madde değil, idrak ve bilmektir önemli ve değerli
olan. Öyle ise düşün, geçen zaman hangi gerçeği idrak etmeme vesile oldu diye. Ve
cevabının üstünde dur
* * *
3.500.000 TL
9.Baskı
,
88
Sayfa
|
|
|