TAKRÎZ
«El'İnsanü'l'-Kâmil fî
Ma'rifeti'l'Evahir-i ve'l-Evâil» adlı bu kitap Abdü'l-Kerîm ibni
İbrâhimü'l-Cîlî'nin İslâm tasavvuf âleminde değeri nisbetinde şöhret
kazanmamış olan bir eseridir.
Şarkî Hint adalarında büyük te'siri
olduğu İslam Ansiklopedisinde zikrolunmakla beraber bu te'sir, geniş İslam dünyası
için kâfi sayılamaz.
Bu çok değerli eserin müellifi Bağdad
civarında Cîl kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi (Hicrî 767-1356/66
miladî) olarak tesbit edilmişse de tarih-i vefatı kat'î olarak bilinmemektedir.
Vahdet-i vücud felsefesi, düşünen her
insan için uzviyyetinin çizdiği bir yoldur. Çünki tefekkür bünyesi, dünyanın her
neresinde olursa olsun türlü şekiller altında bu istikameti takip edecek bir
yaradılışına sahiptir.
Hakikat'in zaman ve mekanı yoktur. Nasıl
ki insan, her yerde insandır ve ilâhî irşada mazhardır. Bu, (Nûr-u Muhammedî) dir
ki ilk yaratılandır; ve bu (Nûr-u Muhammedî) geniş görüşle yaradılış kanunudur.
İslamî îtikad, Hazret-i Âdem'den beri gelen Peygamberleri, Nebîleri hakikat
mürşidleri olarak kabûl eder. Bu irşâdı yalnız Kur'ân-ı Kerîm de ismi
geçen peygamberlere hasretmez.
Bu vahdet-i vücud; esasî, umumî bir
tefekkür sistemidir. Muhtelif devirlerde muhitlerde o devrin ve muhitin idrak ve an'ane
ve hususiyetleri içinden süzülerek renk ve şekil değiştirdiği, bazan kendini
inkâr ettiği ve aksi dâvaya yol açar göründüğü halde hakikî yapısından bir
şey kaybetmez. Dikkatli bir göz bütün bu şekiller altında onun cevherinin pırıl
pırıl parladığını görür.
Herhangi bir hakikat, muhakkak tarihî ve
kronolojik bir meratip silsilesi ile tek bir menbaa irca edilemez. İnsan nefes alır,
gıda alır, yürür konuşur. Çünki bu, onun bünyesi îcabıdır. Bu îcabları
biryerden öğrenmiş değildir. Bir çocuk, ihtiyacının karşılanması için ağlar,
bağırır. Bu yegâne müessir hareketi bir kimseden görüp onu taklit etmiş değildir.
Bunun gibi tasavvufun esası olan vahdet-i
vücudu da herhangi bir menbaa sürüklemek ilmî bir görüş değildir. Elbette
insanlar, cem'iyyet içinde yaşadıkları için birbirlerinden müteessir olurlar.
birbirlerinin düşüncelerini kabûl veya reddederler.
Tefekkürün yüksek bir seviyesinin
mahsülü olan vahdet-i vücüdda her dimağa nasib olacak bir sentez (terkib) değildir.
Bunun içindir ki bir mutasavvıfın diğer bir mutasavvıftan müteessir oldugu kolay
kolay söylenemez. Çünki herhangi bir mefhumun insan ruhundaki şekillenişi tamamen
hususîdir. Aynı kelimelerle ifade edilen her mefhumun insan ruhundaki akisleri bazan
tamamen başka başka olabilir.
Tasavvuf, tefekkür içinde eriyen iç
duygu aleminin bir akışı ve bir yürüyüşüdür. Eskiler buna ahval-i vicdaniyye
(Vicdanî haller) derler. İç alemi, her ferdde ayrı bir dünyadır Ve bu dünyaya nüfuz
edilmez. Bunu ifadesi dil ile olursa da bu vasıtanın hele bu mevzuda kifayetsizliği
âşikârdır.
Bunun içindir ki onu izhar etmek
istiyenler daima mecazî ifadelere müracaat zaruretinde kalırlar. Bütün bunlar
düşünüldükten sonra tasavvuf erbabının birbirleri ile alâka ve münasebetleri hakkmda
ulu-orta hüküm verilemez. Nitekim El-İnsanü'l-Kâmil müellifi
Abdü'lkerîmü'l-Cîli'nin Şeyh'i Ekberden müteessir ve onun peyrevi olduğu hükmü de
kat'î olamaz. Çünki bazı fikirler, insanları kolay sürüklerler. O fikirlerin
mahiyeti, neticeleri bazı ruhlara çok uygun gelir. Bu yüksek seviyedeki tasavvuf
îmanı bir ruhî istidat ve kabiliyete bağlıdır. Bu
istidadın biraz da fitrî oluşu
kisbî ve ilmî hazırlığa ihtiyaç göstermemesinden anlaşılır. Bunun bir hususî ruh
bünyesi olduğu muhakkaktır. Bu ruhun aşka istidadıdır.
Fuzulî:
İlim kisbiyle pâye-i rıf'at,
Ârızûyi muhal imiş ancak.
Aşk imiş her ne var âlemde,
İlm bir kıyl ü kaal imiş ancak.
derken pâye-i rıf'at Hazret-i İsânın
tecerrüd mertebesini kastediyor. Oraya ancak aşk ile ulaşılabileceğini anlatıyor.
Yaradılışı veya dilden dile intikali
milâdddan beş bin sene evveline kadar götürülebilen (Vida) lar hintlilerin mukaddes
kitabıdır. Hintliler bunun semavî bir kitap olduguna inanırlar, hatta bazıları
lâfızlarını dahi lâhutî lâfizlar sayarlar. (Vida) ilim mânâsınadır. Fakat bu
ilim, irfan ile müşterektir. Şimdi bu kitaptan birkaç parça nakledecegim.
—Hazır olan fakat bize görünmeyen Brahma nedir?
— Sizde teneffüs eden, sizin nefesiniz
onda olan, her şeyde mevcut olandır. Sizin nefes alışlarınızda, nefes
verişlerinizde ve her şeyde mevcud olandır.
— Bu bir şey'i kendisi ile îzah
etmektir. Böyle îzah olmaz, Hazır olan ve size görünen ve bütün varlıkların
nefesi olan şey'i îzah ediniz.
— 0 varlıkların tamamı olan sizin nefesinizdir.
— Her şeyde mevcut olan o şey hangisidir.
— Siz görmekliği göreni göremezsiniz.
İşitmekliği işiteni işitemezsiniz. Tasavvur etmekliği tasavvur edeni siz tasavvur
edemezsiniz. İdrâki idrak edeni siz idrak edemezsiniz. O her şeyde mevcud olan sizin
nefsinizdir...
Şimdi şu ufak îzahı siz
El-İnsanül'Kamil'deki (Allah) bahsi ile karşılaştırınız. Kanaatimce Hazret-i
Mevlana gerek Mesnevîsinde, gerek Dîvan'-ı Kebîrinde bu esas üzerinde kendi
şahsiyetinin en bariz orijinalitesi ile yürümüştür.
Hicrî 470-561 seneleri
(1077/8-1166
miladî) arasında yaşamış büyük mutasavvıf Gavs-ı A'zam Abdülkadir-i Geylanî,
Risale-i Gavsiyyesinde en yüksek makam-ı manevî olan Gavsiyyet mertebesinden şöyle
söylüyor:
«Cenâb-ı Hak bana buyurdu ki;
Ben ne güzel tâlibim, insan ne güzel matlûbdur. İnsan,
ne güzel binicidir. Bütün mükevvenat onun ne güzel bineğidir. İnsan, benim
sırrımdır. Ben onun sırrıyım. Eğer insan, benim nazarımdaki yüksek mertebesini
bilseydi bugün mülk, ancak benimdir, derdi.»
Şimdi asırlar aşıp geçen asrın
büyük
mütefekkir ve şâiri ikbâl Lâhûrî'ye (1873 -1938) gelelim.
İkbal (bütün mevcudat, onun nâzının
şehididir) diyerek bir mısrada bütün bir yaradılışı îzah ediyor. Gene aynı
mütefekkir:
«Allah bizi kaybetmiş, o bizi
arıyor. O da
bizim gibi muhtaç ve arzuya esirdir.» sözleriyle vücud-u mutlak ile insan arasındaki
münasebeti en yüksek vecid mertebesinden ilan ediyor. Görülüyor ki, dehâlar bir
noktada birleşiyor. Herkesin maksûdu (gayesi) bir amma, rivâyet muhtelif.
Vahdet-i vücud, İslamî sâhaya girince
birçok hususiyetlerle beraber tefekkürün geniş sahasiyle şerîatin sıkı
kanunları
arasında şâyât-ı hayret bir teâvün getirmiştir.
Şer'î esaslara istinat etmeyen geniş
tefekkür, ferd için olduğu kadar cem'iyyet için de arzu edilir bir şey değildir.
Kur'ân-ı Azîmüşşanda da beşerî bir zaruret olan hudutsuz tefekkür ve ruhî
hamlelere o kadar belîğ ve muvazeneli pencereler açılmıştır ki derin bir görüş
oralardan sonsuz ufuklara kanatlanır, fakat bu pervaz, mânevî zevk alemindedir. Maddi
hayata tecavüz etmez.
İnsanın fizikî bünyesiyle cem'iyyet
hayatının îcabları daima şerîat hudutları içinde kalır.
El-İnsanü'l'Kâmil de bu muvazene, gayet
esaslı bir şekilde ele alınmıştır. Aynı zamanda değerli bir şâir olan müellif,
aşkın derin ve kemâle müteveccih vecidlerini ilâhî bir sarhoşluk içinde terennüm
eder, fakat hiç bir zaman ipin ucunu elden kaçırmaz.
El-'İnsanü'l-Kâmil'in ihtiva ettiği
mevzular, bu tefekkür ve ruh sisteminin en yüksek mes'eleleridir.
Tefekkür, mutlak ve âfâki
olmadığı gibi
ruh hâletleri de tamamen enfüsîdir. Tasavvufun bir takım müşterek kelimeleri vardır.
Her ilim dalında ıstılah tâbir olunan bu müşterek kelimeler bulunmaktadır. Müsbet
ilmin ıstılahları âfâkîdir. Tasavvufa ait eserler okunurken bilhassa çok dikkatli olmak
lâzımdır Çünkî her ıstılahın bir çok cepheleri vardır.
Ufak bir hata, insanı büyük dalâletlere
sevkedebilir. Böyle eserler okunurken insanı haktan uzaklaştıran (nefs) in en ufak
müdahalesinin önüne geçmelidir.
İnsan adeta kıldan ince, kılıçtan
keskin bir köprüden seçtiğini bilmelidir. Muhtelif dillerde bu yolda yazılmış
eserlerin de mütalâasında çok dikkatli bulunmalıdır.
El-'İnsanü'l-Kâmil'deki ıstılahlar da
böyledir. Değerli mütercimi, azamî dikkatini sarfetmiş olmakla beraber böyle muazzam
bir eserin tercümesinin hiç de kolay olmadığını düşünmek lazımdır.
Bu eser, evvelce büyük âlim ve
mutasavvıf Abdülâziz Mecdî efendi tarafından da tercüme edilmiştir. Şimdiye kadar
neşredilmemiş bulunan El-İnsanü'l-Kâmil tercümesi, bu elinizdeki eserle neşir
sahasına intikal etmiş, bu sûretle irfan hayatımızda mühim bir boşluğu
doldurmuştur.
Muhterem mütercim ve nâşirini canü
yürekten tebrik ve irfana susamışlar için bir zevk ve şevk pınarı olmasını
Cenab-ı Hak 'tan temenni ederim.
Prof. Dr. Ali Nihat TARLAN
ESER HAKKINDA
Türk irfan alemine en faydalı eserleri
kazandırmayı düstür edinen yayınevimiz KİTSAN neşriyat şu anda elinizde bulunan
«El'İnsanü'l Kamil Fî Ma'rifeti'l-Evâiri ve'l-Evâil» adlı İslâm Tasavvuf
âleminin en büyük ilim sahiplerinden olan "Abdü'l -Kerîm ibni İbrâhimü'l
Cîlî'nin en meşhur olan eserinin tercümesini siz okurlarının hizmetine Tasavvuf serisi
içersinde sunmaktan sonsuz mutluluk duymakta ve Cenab-ı Hakk'a şükür de aciziyet
içersinde bulunmaktadır...
Zira; asırların yıpratamadığı ve zaman
potasında gittikçe büyüyen devleşen Tasavvuf erbabının vazgeçilmez olarak
nitelendirilen bu eseri «İNSAN'I KÂMIL» yayınlamak HÂL İLMİNE hizmet etmektir...
Hâl İlmine geçmek için idrak'e erişmek
gereklidir. Bu ise TEVHÎD İLMÎ hakkında bilgi sahibi olmakla, ögrenmekle ve de en
önemlisi sevmekle mümkündür... Çünkü, sevgi bilmeyi zorunlu kılmaktadır...
İnsanoğlu bilmediği şeyi sevemez... Bilinmez daima korku verir... Bilmemek korkmayı
dâvet eder, sevmeyi değil...
Zira, bilinmez karanlıktır.. insan
karanlıkta korkuyorsa bunun sebebi; karanlık değildir...karanlığın göze perde
olmasıdır...
İşte bu sebepledir ki; Mümin kimse
Cenab'ı Hakkı tanımak...bilmek...görmek ister ve bu ulvî istek nihayet
karşılıksız kalmaz ALLAH (c.c.) tanıdıkça sever... idrak eder...
Nihayet öyle bir hâle gelir ki
(Deylemi'den rivayeten) Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
«Kulum bana nafile ibadetleri yapmak
suretiyle durmadan yakınlaşır. O kadar ki, onu severim, onu sevdiğim zaman da onun
işiten kulağı ve gören gözü olurum.»
İşte bu Hak olan ilim; talepkar ve
nasipkar olana verilir... Talepkar olanlar da büyük veliyullahların aşıklara ışık
tutan eserlerinden adeta bir rehber olarak faydalanmışlardır.... İşte Cenab'ı
Hakkın yayınevimize yayınlamayı nasip ettiği bu eserde Ceylî hazretlerinin mürşide
ışık tutmak için kaleme almış olduğu eseridir...
Eser aslına sadık kalınmak sûretiyle Seyyid
Hüseyin Fevzi Paşanın tercümesi esas ahnarak hazırlatılmıştır. Tekrar gözden
geçirilen ve yeniden düzenlenmesi, dizilmesi yapılan eserin mümkün mertebe kusursuz
olmasına gayret gösterilmiştir...
Ancak, elde bulunmayan nedenlerle
hatalarımız olabilir... Çünkü, Arapça kelimelerin Türkçemiz de maalesef
tam
karşılığını ifade edebilecek kelimeler yeterince bulunamadığından
okuyucunun aklının karışmaması için mümkün mertebe yalın ifadeler
kullanılmış ve bazı
bölümlerde noktalanmaylan okuyucunun orada kendisinin idrak nisbetince konuyu
yorumlaması cihetine gidilmiştir...
Niyetimiz sahihtir... Kusursuzluk Cenab-ı
Hakk'a mahsustur... Şayet eliniz de bulunan eserde bir yalnışlık görürseniz bunu iyi
niyyetimize bağışlayın... Asla bilerek yalnışlık yapmak istememekteyiz...
ALLAH (c.c.) cümlemizi bu ilimden
nasipkar olan kullarından eylesin...
Yayınevimize de bu tür eserlerin
yaymlanmasım nasib etsin..
Bu tür kitapların müelleflerinden de
Cenab-ı Hak razı olsun... AMİN
KİTSAN