Kendini Orhan Pamuk Sanan Adam - Murat Gülsoy

 

Sayin Orhan Pamuk,

Sizden önce özür dilemek istiyorum. Birazdan yazacaklarimin caninizi sikacagina adim gibi eminim, üstelik degerli vaktinizi bu mektubu okumaya harcamaniza sebep oldugum için edebiyat tarihçilerinden de ayrica özür dilemem gerektigini biliyorum. Fakat tanik oldugum olaylarin tarafinizdan bilinmeli diye düsünüyorum. Her ne kadar elçiye zeval olunmamasi gerektigi söylense de tüm yasaklarin varolan bir gerçeklige isaret ettigini düsünenlerden oldugum için, okka altina gitmek üzere olduguma da emin olarak yani her seyi göze alarak sözlerime baslamak istiyorum. Ayrica yapacagim hatalardan ötürü pesinen -bir kez daha- özür dilemek istiyorum. Sizin gibi bir yazara yazili olarak bir seyler anlatmaya çalisan siradan bir insanin heyecanini anlayisla karsilayacaginizi umuyorum.

Olaylar, ailemin her yaz düzenli olarak gittikleri bir tatil sitesinde cereyan etmektedir. Adi: Yeni Ay Tatil Sitesi. (Noktayi koydugum anda, bu ismin Yeni Hayat adli romaninizi çagristirdigini fark edip sasiriyorum. Fakat Yeni Ay'in, romaninizdan çok önce kurulmus bir site oldugunu düsünerek içimi rahatlatiyorum). Seksen tane bahçe içinde iki katli küçük yazlik evlerden olusmus bir sitedir Yeni Ay. Tekirdag yakinlarindaki bir sahil seridinde, sakinlerince meyva agaçlari, mimozalar ve çam agaçlariyla bezenmis hayal dolu tasarruflarin emeklilik piyangosu olarak varligini sürdüren bu siteye her Haziran ayinin son haftasi gider, bir haftami ailemle birlikte geçiririm. Bu yil da öyle yaptim.

Size bu mektubu yazmami gerektirecek olan olaylar oraya vardigim sabah sitenin küçük marketinde basladi diyebilirim. Bu marketleri bilirsiniz, sadece yaz aylarinda açik olan ve site halkinin neredeyse özel siparislerine göre mallarini seçmis oldugu için her biri digerinden bir parça farklilik gösteren, bakkaldan büyük, gerçek bir süper marketten küçük yerlerdir. Siz anlatiyor olsaydiniz kimbilir benim farkina bile varmadigim ne muhtesem ayrintilarla tasvir ederdiniz...

Sabah, gazete ve taze ekmek almak için markete inmistim. Kasada parayi ödemek üzere oyalanirken, aklimda hâlâ sehirde biraktigimi sandigim sorunlarin gri hayaletleri cirit atiyordu. Ögrencilik hayatimin küçük sorunlarindan bir hafta içinde kurtulmayi diliyordum tanridan. Sehirde çok uzak olan tanri bazen böyle bir tatil yöresinde, sivrisineklerle mücadele eden garip kuluna Ülker takimyildizindan veya samanyolunun derinliklerinden göz kirpar, bilirsiniz. "Orhan Pamuk'un gazetesi ile ekmegini götürdün mü?" Hemen kulak kesildim. Bizim sitede yasadiginizi bilmiyordum. Marketin sahibine sormak içimden geçti ama vaz geçtim. Küçük yerlerde birilerinden bir sey isterseniz karsiligini vermek zorunda kalirsiniz. Market sahibinin türlü imalar barindiran tonlamasina ragmen bana gönderdigi mesaji görmezden gelip Milliyet gazetesine sardigi ekmegi bisikletinin arkasindaki sepete özenle yerlestiren çocugu izlemek için marketten disariya seyirttim. Eve dogru giderken çocugun gittigi yöndeki evleri zihnimden geçirip hangisinde yasadiginizi çikarmaya çalistim.

Eve döndügümde annemin bir kaç arkadasinin denize gitmek üzere verandada beklestiklerini gördüm. Annem sitenin en geç hazirlanan kadini oldugu için bizim veranda bir otobüs duragi gibi kullanilir çogu zaman. Onlarin gözünde hâlâ bir çocuk oldugumdan yanagimdan makas almalarina mecburen izin verip, takilmalarina uygun cevaplar verip arka bahçeyi çapalayan babamin yanina gitmeye çalisirken dikkatimi çeken bir sey oldu. Plaj çantalarindan disari çikmaya çalisan kitaplar... Kendimi bildim bileli dedikodu ve magazin dergilerinden baska bir sey okumayan bu kadinlarin çantalarinda simdi Yeni Hayat, Kara Kitap, Beyaz Kale falan gözüküyordu. Sapsallastigimin farkina varan Melahat Teyze göz kirparak: "Bir kitap okuyorum yavrum, hayatim degisiyor..." dedi, hepsi bu espriye kahkahalarla destek çiktilar. "Ben de okudum ama bir sey degismedi" diyebildim ancak. (Bu noktada hemen affiniza siginiyorum. Sizi basit bir espri için harcamis oldugum hissine kapilmanizi istemem [Bir özür de düzeysiz üslubum için. Kendimi kaptirip 'harcamak' gibi bayagi bir fiil çekmis oldum.] Fakat insan bazen topluluk karsisinda çekingen davranip, çok sevdigi bir seyleri önemsemiyormus gibi yapabilir.) Anladigim kadariyla ben buralarda degilken bir seyler olmus, sitenin havasi degismisti.

Onlar gittikten sonra babamin uyanmasini beklemeye basladim. Sabah baliktan dönünce bir iki saat mutlaka uyur; bu uykunun kendisine iyi geldigini iddia eder. Kahvaltidan sonra uyumanin iyi bir sey olmadigini defalarca anlatmamiza ragmen bu huyundan maalesef vazgeçiremedik. Saglik konusunda bir doktoru uyarmanin tabii ki hiç bir faydasi yoktur. Onlar bildiklerini okurlar. Herneyse, babamin konuyla ilgisi yoktu. Sorularimi yarim yamalak cevaplayip kendisi beni soru yagmuruna tutmaya giristi. Finallerin nasil geçtigi, su parasini yatirip yatirmadigim, amcamlara ugrayip ugramadigim... Bir sürü ayrinti. Hâlâ hayatimi düzenlemekten aciz bir çocuk oldugumu vurgulayan emir kipinde sorular. Bunalip kendimi sahile attim.

Açikcasi aklimda siz vardiniz. Anladigim kadariyla sitemize tasinmis ve alisilmis atmosferi bir anda degistirivermistiniz. Kafam bu soruna takilmis oldugu için her yerde size dair bir ipucu ariyordum. Merak içindeydim, ne zaman denize inerdiniz, havlunuzu nereye sererdiniz, denizden çikinca sigara yakar miydiniz, yaniniza hangi kitaplari almistiniz, yoksa günes altinda uyur kalir miydiniz, bu yüzden yanip kavrulur muydunuz... Evet ben hepsini sirasiyla yapip iyice pistikten sonra eve döndüm ve günes çarpmis her insan gibi hava kararana kadar hasta yattim.

Aksam yemekten sonra annemle birlikte yürüyüse çiktik. Iste burasi çok ilginçti. Her zaman yaptigimiz gibi yedigimiz izgara etleri sindirmek için sahile dogru bir yürüyüs yapacagimizi saniyordum ki annemin yolda karsilastigimiz arkadaslari ile bir kafile olusturarak sitenin arka sokaklarina dogru kivrildik. Allahtan Melahat Teyze'nin kizi da bizimleydi de annem ve arkadaslari arasindaki tuhaf görüntüm biraz hafifliyordu. Benden bir kaç yas büyük olan Ayten'i aslinda pek fazla tanidigim söylenemez. Tatillerimiz bir kaç yilda bir kesistigi için her seferinde nereden baslayacagimizi bilemez fakat yine de bir sekilde ortak bir konu bulurduk. Bu sefer söze direk girdi: "Iyice sapittilar. Gece ayini gibi yürüyüs yapiyorlar. Evinin önüne kadar havadan sudan bahsederek yürüyorlar, sonra otuzdokuz numaranin kösesinde sesleri soluklari kesiliyor, sögüt agacinin gölgesinden çikip verandasinin önünden geçerken iyice sus pus oluyorlar. Sonra sanslari yaver giderse onu masasinin basinda yazarken görüyorlar, içleri rahat ediyor, ve görüs mesafesinden çikar çikmaz dedikoduya basliyorlar..." Melahat Teyze müdahale etmeseydi Ayten beni aydinlatmaya devam edecekti ama "Neden evde oturup televizyona bakmiyorsun!" seklinde sert bir çikisla karsilasan Ayten de sögüt agacinin gölgesine yaklasinca sus pus oluverdi. Cevval bir kiz olmasina karsin annesinin karsisinda hep süt dökmüs kedi gibi davranirdi. Benim için çok tuhaf bir deneyimdi. Bir hirsiz çetesi gibi evinize dogru yaklasiyorduk. Içi merakla dolu bir grup insan. Yaratici olmak böyle bir etki yaratiyor herhalde diye düsünürken verandadaki siluetiniz düsüncelerimi böldü. Birbirinin tipatip ayni, adeta ikizi olan seksen evden birinin verandasinda oturmus, yazan bir Orhan Pamuk. Bellegimdeki görüntüyle örtüsmeyen biraz sakil duran bir seyler var gibiydi, ama yine de sitemizin gizli heyecanina katildim.

Sonrasi, önümüzdeki günlerde duymaya alisacagim yorumlar, dedikodular... Akla hayale gelmeyecek çikarimlar. Bulundugumuz mesafeden anlasilmasi pek de mümkün olmayan ayrintilar üzerine 'derin' tahliller. Ayten'le sahile inip meseleyi derinlemesine tartismayi planliyordum ama 'sahilde basbasa gezinti' yanlis anlasilir kaygisiyla evin yolunu tuttum. Annemin agzini aramayi yegledim.

Annem çok mutluydu. Sevilen bir yazarin sitemizde onlardan biri gibi yasamasi, yeni romanini orada, onlarla ayni havayi soluyarak yaziyor olmasi sanki onlara da tarihi bir misyon veriyordu. En azindan onlar öyle hissediyordu. Hepsinin içinde küçük de olsa bir ümit vardi: o romani ellerine aldiklarinda kendilerini o romanin içinde görme ümidi. Bir romanin parçasi olma ümidi.

Ertesi gün sahilde Ayten'i buldum. Kulaginda walkman, gözünde günes gözlükleri, tüm dünyayla baglantisini kesmis gibiydi. Sag eliyle belli belirsiz tempo tutmasa yasadigina dair en ufak bir ipucu elde edemezdiniz. Bir süre ona ilismedim. Bir rüyanin içindeki insana gösterilmesi gereken azami saygiyi göstererek havlumu ona yakin bir yere koyarak kendimi serin sulara biraktim. Uzunca bir süre yüzdüm. Bu yil ilk kez denize giriyordum ve her yil oldugu gibi denizle hasret gidermem, çocukken bir parçasi oldugum denize saygi ve sevgilerimi sunmam gerekiyordu.

Denizden çiktigimda Ayten'in kendine gelmis oldugunu gördüm. Mahmur gözlerle beni inceleliyordu. "Sismanlamissin" dedi. Sen de, diyemedim. Utanç içinde gülümsedim. Sikintimi hissettiginden midir, "O denize hiç inmiyor" deyiverdi. O da en az benim kadar konuya girmeye hevesli görünüyordu. Bir çok sey anlatti. Elli dört numaranin sahibi olan Haydar Bey geçen yil vefat etmisti. Beklenen bir ölümdü. Hepimizi pusuda bekleyen kanser. Yine de sigaralarimizi yaktik. Sonra çocuklari, evi sezonluk kiraya vermislerdi. Ve Orhan Pamuk bu evi tutmustu. Ayten'e göre maksatli bir seçimdi yazarinki. Nasil ki Yeni Hayat'ta sehirlerarasi otobüs yolculuklarini, bayiler toplantisini seçmisti simdi de yazlik site meselesini desecekti. Ülkemiz orta sinifinin disinden tirnagindan biriktirerek edindikleri, bu, bahçeleri süs havuzlari veya kirik amforalar gibi türlü tuhafliklarla dolu küçük evlerden olusan siteler tüm kiyi seritlerimiz boyunca uzanip gidiyordu. Haftasonlari barbekülerden izgara et ve balik kokulari yükselen, iyi aile babalarinin esofmanlarini giyip büyük bir dalginlikla yediveren güllerini, maydanoz ve salataliklarini suladiklari sitelerde bambaska bir hayat vardi. Sehirden uzakta, yillarca hayali kurulduktan sonra gerçeklestirilmis bu müstakil evlerin verandalarinda birbirine benzeyen hayalkirikliklari, emeklilik yillari tükeniyordu... Yeni Ay sitesini de mutlaka ismi yüzünden seçmisti. Üstelik Istanbul'a yakindi ve saire. Fakat Ayten sinir oluyordu size. Nedenini bilmiyorum, belki site halkinin bu olagandisi ilgisi onu sinirlendiriyordu, belki de annesinin tavirlari. Melahat Teyze hayalkirikligina ugramis, küskün bir cumhuriyet kiziydi. Babasi erken öldügü için acimasiz dünyaya karsi yapayalniz kalmis bir kiz. Ayten ise bir türlü tutunamamisti. Annesine göre hep yanlis insanlarla birlikte, hep yanlis islere girmisti.

Meselenin iç yüzünü anlamis olmama ragmen yine de bu iste bir terslik oldugunu düsünüyordum. Yazlik bir sitede geçen bir roman yazdiginizi duymamistim. Tam tersine tarihi bir roman üzerinde çalistiginizi saniyordum. Fakat belki de Ayten'in söyledigi türden bir noktadan basliyordu yeni romaniniz. Bu evlerden birinde, sicak bir yazgünü, emekli bir ögretmenin basladigi bir tarih arastirmasi veya çözmeye çalistigi bir elyazmasi... Her neyse olay bu kadarla kalsa bir sorun olmayacakti tabii. Onsekiz numaranin oglu Mehmet kimsenin beklemedigi bir hamle yaparak yazdigi bazi hikayeleri okutmak için ellidört numaranin kapisini çaldigi gün Yeni Ay sitesindeki hayat degisim sürecine girmisti.

Böyle yerlerde zamanin akis hizi farklidir. Araya baskalari, baska isler girmediginden, günesin dogusu ile batisi arasinda bir çok sey olur, en azindan bir çok seyin lafi olur; haberler isik hizi ile yayilir. Yine öyle oldu. Ögleden sonra bir türlü uyku tutmadi. Herkes Mehmet'in davranisini tartisiyordu. Bazilari onun cesaretini takdir ediyor, yazdiklarini ciddiye aldigi için, onlara güvenip okutmaya kalkistigini, bu zamanda insanin mutlaka böyle atak davranmasi gerektigini savunuyordu. Içinde babamin da bulundugu bir takim ciddi insanlar ise tatilde kafasini dinlemek için böyle sakin bir siteyi seçmis olan bir yazari rahatsiz etmenin düsüncesizlik oldugunu iddia ediyordu. Sanirim o anda ben de babam gibi düsünüyordum. Öyle düsünmesem de bir çok genç gibi geceler boyunca çiziktirdigim romantik metinleri size göstermeye asla cesaret edemezdim.

Fakat gelismeler babami haksiz çikardi. Bir kaç gün sonra Mehmet'in her aksam ellidört numaranin yolunu tuttugu ve onun bu girisimlerinin karsiliksiz kalmadigi anlasildi. Böyle olunca Mehmet'in site içindeki popülerligi de zirveye oturdu denilebilir. Ortalikta hiç görünmeyen Orhan Pamuk'un sitemizdeki temsilcisi gibi gerine gerine dolastigi fisildanmaya basladi kulaktan kulaga. Onu baslangiçta elestirenler simdi açiktan açiga sinir olduklarini söylüyorlardi. Sisinmesine gerek yoktu. O hepimizin yazariydi. Olaylar böyle heyecanli bir mecraya girdigi için tatilimi uzatmaya karar verdigim günün aksaminda bahçemizdeki karabiber agacinin gölgesinde parçalanan dolunayin keyfini çikariyordum ki Ayten geldi. Bir gece önce Mehmet'le birlikte size gittigini söyledi. Heyecanliydi. Biraz da kafasi karismis gibiydi. "Çok tuhaf, insan kafasinda büyüttügü, yasattigi biriyle yüzyüze gelince bazen hayalkirikligina ugrayabiliyor," dedi. Neden böyle düsündügünü bir türlü anlatamadi. Sonra birden bire bu aksam onlara katilmami istediklerini söyledi. Mehmet de böyle istiyormus. Sasirdim. Önce gitmek istemedigimi söyledim. Ne gibi bir bahane ile kapisini çalacaktim ki... Fakat içimdeki meraka teslim oldum.

***

Ve gece indiginde site sakinlerinin sessiz bakislari altinda üç kisilik ekibimiz disaridan bakanlarin kibir sandiklari bizimse tedirginlik oldugunu açikca bildigimiz bir duyguyla ellidört numaranin yolunu tuttuk.

Daha içeri girer girmez sizin siz olmadiginizi anladim. Daha dogrusu kendini Orhan Pamuk diye tanitan bu adamin bir yalanci oldugunu anladim. Boyu gerçeginkinden oldukça kisa olan bu sahtekarin neden hiç ortalikta dolasmadigi da ortaya çikmis oluyordu böylece. Çok sinirlenmistim. Kendimi hiç bu kadar aptal yerine konmus gibi hissettigimi hatirlamiyorum. Adam gülümseyerek bizi izliyordu. Önünde gerçekten de kagitlar, yazi gereçleri ve kitaplar yayilmisti.

Hemen Mehmet'in verdigi dosya hakkinda konusmaya basladi. Mehmet ve Ayten endiseli gözlerle onu izliyordu. Agzindan çikan her sözcük altin degerindeydi sanki. Sanki Mehmet'e ya da verandada gergin bir sessizlik içine gömülmüs bizlere degil de baskalarina, boslukta bizim görmedigimiz hayallere hitabediyormus gibi boguk bir sesle kesik kesik konusuyordu:

"Okuyucunun zekasina göre degil kendi zekana göre yaz... Ilk cümleni bulmadan yazi masasina oturma... Az oku, ama severek oku, çok ama sikintiyla okuyandan daha okumus gözükürsün... Kolay yaz, kolay okunursun... Üç büyük tema, tabii ki ölüm, ask ve müziktir.. Ama beyinlerimiz sürekli hikaye arayan ve yutan birer obura benziyor... Bu hikaye düskünlügünden kurtulmaliyiz!.. O zaman özgürlesecegiz, dünyayi oldugu gibi görecegiz o zaman!.. Anliyor musun?.."

Mehmet ve Ayten'in her kelimeyi zihinlerine büyük bir dikkatle kaydettikleri saydamlasmis bakislarindan belli oluyordu. Simdi bunlari kelimesi kelimesine yazabildigime göre ben de bu taklit yazarin büyüsüne kendimi kaptirmis olmaliyim. Çünkü taklit de olsa karsimizda kendini, hayatini, belli ki yaziya adamis bir adam vardi. Kime sordugu belirsizlesen soru karanlik verandanin peltek havasina asili kalmisti. Birden bire nereden geldigi belli olmayan bir ilhamla kelimeler agzimdan çikiverdi:

"Hayir! Dünyayi açiklamak için gerekli onlar."

Bir rüyadan uyanir gibi silkinip sesin kaynagina döndü, karanlikta gözleri gözlerimi buldu. Yillardir huzur içinde yasayan sitemizi kimbilir ne tür amaçlarla seçmis olan bu garip adamin zihninden geçenleri okuyamasam da, tedirgin oldugunu hissedebiliyordum. Sonra bana dimdik bakarak acele ile devam etti:

"Anliyorum sizi, gençsiniz, huzurla yasayabilmek ve yasarken bir ucundan tutup dünyayi istediginiz yere çekivereceginize inanmak için, ahlak için, her seyi açiklayan bir hikaye gerekli size, yoksa bu yasta çildirir insan."

Sasirmistim. Konustugumuz her sey bir tür déjà vu duygusu yaratiyordu üzerimde. Yazdigi gibi konusan bir yazar diye geçirdim içimden. Sonra hemen toparlandim, o gerçek degildi. Ya da en azindan baska biriydi. Belki baska bir yazar. Ama kendini bizlere, siradan insanlara Orhan Pamuk diye yutturan bir adam. Belki bir deli. Insanin aklindan zoru olmasa böyle bir seye kalkisir miydi? Ben bunlari aklimdan geçirirken zavalli Mehmet söze girmeye çalismis, hikayelerini hangi olaylarin ve kitaplarin etkisi ile yazdigini anlatmaya baslamisti. Uzun ve tüm acemi yazarlara özgü sikintili ve ümitsiz cümleler ortaligi doldurmustu. Adam sessizce dinliyor ve bir yandan da beni süzüyordu. Aklim karismisti. Ne yapacagima karar veremiyordum. Bir an önce bu verandadan kurtulup gitmeliydim. Ertesi gün salim kafayla ne yapacagima karar verebilirdim. Mehmet'in söylediklerine destek çikan Ayten'in sözlerinden onun da yillardir yazdigini hayretle anlamam da bardagi tasiran son damla olmustu. Kendimi fazlalik gibi hissetmeye baslamistim. Mehmet ve Ayten'in beni çagirmalarinin nedenini anlamistim. Onlar da süphe içindeydiler. Çünkü aranizdaki fiziksel benzerlik alacakaranlikta bile bir yalani sürdürecek kadar güçlü degildi ve birinin daha, bu olaydan bir çikari olmayan birinin tanikligi gerekiyordu. Ben de görevimi yerine getirmistim. Agzimi açmadan konusulanlari dinledim. Sonra onlari basbasa birakip eve döndüm.

Eve yürürken her sey aptalca göründü gözüme. Benim bu islere burnumu sokmam hiç gerekmiyordu. Belki de basarisiz bir yazardi ve zaman içinde keçileri kaçirmis, kendini siz sanmaya baslamisti. Fakat eve vardigimda bizim verandada babam ve site yöneticisinin hararetle tartistiklarini görünce meselenin baska boyutlara tasindigini anladim. Konu tabii ki sizdiniz. Site yöneticisi sahildeki çardakta bir gece düzenlemek istiyordu. Herkesin davetli oldugu bir tanisma partisi. Babamsa bu partinin sadece Orhan Pamuk için verilmek istendigini, yillardir burada hiç kimsenin böyle bir partiye ihtiyaç duymadan yasayip gittigini, adami rahatsiz etmenin dogru olmadigini savunuyordu. Site yöneticisi yelkenleri suya indirmisti ve herkesin gerçekten de onunla tanismak istedigini, üstelik komsulari olarak böyle bir sey arzulamaya haklari oldugunu söylüyordu. "Adami yemeyecegiz ya!" dediginde sinirlerim bozuldu, gülmeye basladim. Her ikisi de dönüp öyle bir bakis firlattilar ki, münasebetsizligimi alip odama kaçtim.

Olaylar büyüyecekti. Bunu kestirebiliyordum. En azindan o kisinin bir sahtekar oldugu için topluluk içine çikmak istemeyecegini ve böyle bir partiye katilmayacagini, site sakinlerinin hayranliklarinin, reddedilmenin verdigi hayalkirikligi ile çarçabuk nefrete dönüsecegini tahmin ediyordum.

Ama hiç de öyle olmadi. Parti verildi ve benzeriniz de masanin bas kösesindeki yerini aldi. Site yöneticisi mutlu ve gururluydu. Herkes öyle memnundu ki herhangi bir süphesi olanlar bile bu müstesna gecenin keyfini çikarmayi yeglediklerinden benzeriniz site halki üzerindeki karizmasini pekistirdi. Babam karsi oldugu için geceye katilmamisti. Ben annemle birlikte gitmis, bütün gece onu izlemistim. Üstelik jest ve mimiklerinizi çok iyi taklit ediyordu. Sanki televizyonda yaptiginiz bir konusmayi izliyordum. Bir yerlerde söylediginiz seyleri yeri geldiginde sizin gibi telaffuz ediyor, açikcasi sizi iyi temsil ediyordu. Belki siz orada olsaydiniz site halki sizden çok sizin taklidinizi siz sanirdi. En iyi Sarlo yarismasinda Charlie Chaplin'in sonuncu olmasi gibi tuhaf bir sey olabilirdi.

Ve günler böyle geçip gitti, ben de tatilimin son aksamina vardim. Ertesi gün sehre dönecektim ve bu olayi dostlarima anlatip eglenecektim. Fakat içimdeki mizikçi rahat durmuyordu. Sanki onun maskesini düsürmek gibi bir misyonum olmaliydi. Herkesi kandiran, kendini hepimizden zeki zanneden bu adam bilmeliydi ki o kadar da aptal degildik. Üstelik günlerdir kitaplarinizi okuyordum. Birinin yerine geçme, bir baskasi olma, yazinin büyülü dünyasi, okuyucunun gizemi üzerine bir çok sey okumustum. Bu adam sanki o kitaplarin cümleleriyle konusuyordu.

Nereye gittigimi soran babama gülerek "Orhan Pamuk'la vedalasmaya..." deyip ellidört numaranin yolunu tuttum. Evin önüne vardigimda yazi masasinin basinda çalisan gölgesini gördügümde bir an tüylerim diken diken oldu. Kim oldugunu bilmedigim, belki de kizdirilinca tehlikeli olabilecek bir delinin üstüne üstüne gidiyordum.

Kiskirtici bir sekilde içeri girdim: "Bu gün ilk cümlenizi buldunuz herhalde... Kolay gelsin." Duygularini belli etmeyen bir ifade ile masasinin önündeki sezlongu isaret etti. Bu haliyle bir deliden çok hastasini kabul eden bir psikologa benziyordu. Uzanip çocuklugumu anlatmami beklemiyordu süphesiz. "Yarin sehre dönüyorum. Vedalasmaya geldim." Cevap vermedi. Belki de beni tedirgin etmeye çalisiyordu. Yilmadan devam ettim: "Sizin tatiliniz nasil geçiyor? Denizden pek istifade etmediniz, umarim dinlenebilmissinizdir..." Cevaplanmadiklari için her geçen saniye anlamlarini yitiren sözlerimi düsünüyordum ki mirildanir gibi bir seyler söylemeye basladi: "Bütün o igrenç gürültü dindigi zaman, bütün gün basimi sisiren plaj, motor, çocuk, sarki, radyo, sarhos, küfür, televizyon ve araba ugultusu dindigi zaman ve en son araba bahçe kapisinin önünden bagira çagira geçip gittigi zaman, ben yavasca yatagimdan kalkar, pancurlarimin arkasinda söyle bir durur disariya kulak veririm: Kimsecikler yoktur, hepsi yorulmus uyumustur. Yalnizca bir rüzgar, denizde bir kipirti, hisirdayan agaçlar, bazan onlar da olmayinca yakinda bir circirböcegi, saskin bir karga, belki de arsiz bir köpek..."

Afallamistim. Çünkü yalan söylüyordu. Sitenin içine araba girmesi mümkün olmadigi gibi, bulundugumuz yer denizden oldukça uzaktaydi. Sarhoslar, çocuklar, küfürler bu hastalikli zihnin yarattigi halüsinasyonlar olmaliydi. Bir seyler söylemeliydim: "Siz O degilsiniz!"

Rahatlamistim. Gerçegi yüzüne söyleyivermistim. Tepkisini merakla bekliyordum. Sadece tebessüm ediyordu. Üsteledim: "Kimsiniz?"

"Ben hem kendimim, hem de baskasi."

Hamle sirasi bana gelmisti. Bir yerde itiraf ettirmistim. Ama müphem, bulanik bir itirafti. Madem ki oyunu sonuna kadar götürmeyi planlamisti, ben de duramazdim: "Ne demek istediginizi anlamiyorum. Gördügüm su ki, tüm site halki sizi Orhan Pamuk saniyor. Kendinizi böyle tanitarak bu saf insanlari kandiriyorsunuz. Bunun ahlaki bir sey olmadigini düsünüyorum. Evet belki gerçek Orhan Pamuk'u utandiracak bir sey yapmadiniz, hatta onun daha fazla okunmasini sagladiniz, ama yine de bu davranisiniz dogru degil..."

"Yillardir kendimi disaridan görürken kendime çekidüzen veriyordum. Kendimi disaridan görürken, 'Yeterince benzemiyorum' diyordum, 'benzemek istedigim seye yeterince benzemiyorum.' Ya da 'Benziyorum, ama daha gayret etmeliyim' diyordum yillardir ve sonradan yeniden kendimi disaridan görerek 'Evet, benzemek istedigim seye benzedim sonunda!' diyordum mutlulukla, 'evet benzedim ve ben O oldum!'"

Artik sabrim tasmisti. Ne söylersem söyleyeyim, Kara Kitap'tan ya da Sessiz Ev'den veya bir baska kitabinizdan bir alinti ile cevap veriyordu. Sanirim tüm kitaplarinizi satir satir ezberlemis bir kaçikti. "Bakin o kitaplari ben de okudum. Benimle dalga mi geçtiginizi saniyorsunuz? Bana kendi cümlelerinizle cevap verin ya da susun!"

Uzunca bir süre susarak bana bakti. Öyle uzun sessiz kaldi ki kalkip gitmem gerektigini düsünmeye basladim. Içimi bir pismanlik bulutu sarmaya baslamisti. Zararsiz bir kaçikla ugrasarak nereye varmaya çalisiyordum ki? Kime ne faydasi olacakti? Aniden konusmaya basladi:

"Size gerçekten O oldugumu kanitlayabilirim."

Iste bu cevabi beklemiyordum. Her seyi bekliyordum ama kanit beklemiyordum. Masasinin altinda bir yerde duran büyük bir valizden bir takim defterler çikardi. Üzerinde kitaplarinizin isimleri vardi. Açip önüme koydugu sayfalarda elyazisi ile yazilmis kitaplarinizi gördüm. Hatta bazilarinin üzerinde ikinci versiyon, düzeltilmis versiyon gibi ibareler vardi.

"Bakin hayatimi bu kitaplari yazarak geçiriyorum. Yazdiklarimi yeniden okuyor sonra yeniden yaziyorum, düzeltiyorum, sonra tekrar okuyorum. Sizin gerçekte Orhan Pamuk sandiginiz yazar bir kelimeyi bir kez yaziyorsa ben on kez, yüz kez yaziyorum. O on sefer okuyor düzeltiyorsa ben yüz kez, bin kez okuyup düzeltiyorum. Bir mekani zihnimin içinde binlerce kez yeniden yeniden resmediyorum. Yazinin içindeki gizli baglantilari, sifreleri, harflerin matematiksel baglantilarini tekrar tekrar kurguluyorum. Bakin su elinizde tuttugunuz defterde, Kara Kitap'in mükemmel bir versiyonu var. Her bölümü, her paragrafi ondokuz ve katlarina göre düzenlenmis, uymayan cümleler degistirilmistir. Diger kitaplar da burada. Kim oldugumu soruyorsunuz. Sizin için ne önemi var? Adim Mehmet Yilmaz ya da Henry Dark olabilirdi. Ama asla Pierre Menard olmazdi. Yaptiklarimi anlamak için ne ömrünüz, ne sabriniz, ne de zekaniz yeterli... Simdi beni rahat birakin. Gidin buradan. Ayrica kendinizi sitedeki komsularinizdan daha zeki sanmayin."

Dayak yemis gibi çiktim evin bahçesinden. Arkama bile bakmadan sahile dogru yürüdüm. Günes batmis denizin üzerinde harika renkler birakmisti. Ileride Ayten ile Mehmet'i gördüm. Sirtlarini, gündüzden sicacik olmus kayalara yaslamis sarap içiyorlardi. Onlara olup bitenleri anlatip anlatmamakta kararsizdim. Bir an içimden Pierre Menard'i taniyip tanimadiklarini sormak geçti, ama vazgeçtim. Toplu halde görülen güzel bir rüyayi bozmus gibi hissediyordum. Yanlarina gittigimde Mehmet'in defterinden bir hikayeyi Ayten'e okuyordu. Hikaye bu tatil sitesinde geçiyordu. Siradan insanlarin hayatlarinin siteye tasinan bir yazarin yarattigi büyülü hava içersinde nasil degistigini anlatiyordu. Eskiden birbirlerinin uyduruk hayatlarini didikleyen tüm orta yasli insanlarin nasil birer romantik okura dönüstügünü, geceleri yataklarina girdiklerinde O'nun sitenin sokaklarinda gezinmesinden duyduklari huzuru, birinin onlari gözettigi, birinin onlari düsündügü hissiyle nasil mutlu olduklarini anlatiyordu hikaye. Bolca sizin etkinizde (artik sizin mi yerinize geçmis olan yerel Orhan Pamuk'un mu bilemiyorum) kalarak yazmisti Mehmet.

"O'na okuttun mu?"

"Hayir, henüz degil. Düzeltmeler yapip, temize çekecegim. Yarin ya da öbürgün veririm..."

Ayten de yazmis oldugu siirleri okudu. Biten siselerden zamanin çok ilerledigini fark ettigimizde takim yildizlarin tümü batmak üzereydi.

Ertesi gün, site halki aci bir haberle çalkalandi. Orhan Pamuk sabah erkenden gitmisti. Geride hiç bir iz birakmamisti. Parti gecesi çekilen fotograflarda bile açik seçik görülmedigi için site müdürü öfkeliydi. Masasinin gerisindeki duvar bulanik bir fotografla hep mahzun kalacakti. Otobüse bindigimde ardimda biraktigim hüzünlü site halki yüzünden vicdan azabi çekiyordum. Sehre varana dek olup bitenleri düsünüp durdum. Belki zararsiz bir deliydi. Belki de hakliydi. Bilemiyorum. Yazilan hikayeler, romanlar insanlara hosca vakit geçirmek ve onlari etkilemek, siradan hayatlara ilahi bir isik düsürmek içindir. Bir yerlerde yazmistiniz. Ve bu mükemmel okurunuz zaman içinde bu isiga baka baka gözleri kör olmus, belki de aklin sinirlarinda, yazinin varabilecegi en uç noktada size dönüsmüstü. Yazdiklariniz, okurunuzu (belki de ideal okurunuzu) degistirmis, onu size dönüstürmüstü. Hatta sizi bile astigini, sizden daha çok siz oldugunu düsünen bir baska Orhan Pamuk çikarmisti ortaya. Bu durumda sizin fiziksel varliginiz onun mükemmel varolusunun önünde ortadan kaldirilmasi gereken bir engele dönüsmüstü. Simdi daha iyi anliyorum sabah erkenden nereye dogru yola çiktigini. Size geliyor. Ve niyeti hiç de iyi olmayabilir. Belki de yaniliyorumdur. Ama siz siz olun bu günlerde kapiyi 'Kim o?' demeden açmayin. Umarim tatsiz bir seyler olmaz ve tek üzülen bizim site halki olur.

Bunlari yazmak istedim, çünkü olaylarin bu sekilde akmasinda biraz benim de payim oldugunu düsünüyorum. Vaktinizi aldigim için kusura bakmayin.

Saygilarimla

 

Not: Yaptigim hatadan dolayi su anda yasa bogulmus site halkini mutlu etmek istersiniz ümidiyle Yeni Ay sitesinin adresini zarfin arkasina yazdim. Ayrica yeni romaninizi da heyecanla bekliyoruz.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1