Avadama II - Ahmet Karcililar

 

"Ve Rab Musa'ya dedi ki; simdi bu dagdan uçacaksin, dagin ateslerini geçecek, kavmine varacaksin. Ve bu çamura (kil) yazilmislari onlara diyeceksin. O zaman Musa söyleyip dedi; Rabbim uçmak için bana kanat vermedi. Rab kizdi. Ve arkasini döndü. Ve Rab Musa'ya dedi ki; sana uçmak için yaziyi verdim ve yaziyla uçabilirsin. Musa düsündü ve ne yapacagini anladi. Ve kendisine verilen emirlerin üstüne binip dagin ateslerini geçti."

Eski Ahit, Levililer, XXVIII, 41.

 

"Yasam öyle bir yerdir ki insani her türlü olasilik bekler; bir uçta karabasanlar vardir, bir uçta mucizeler. Insan bu iki ucun arasinda gider gelir. Kimi zaman olmayacagini düsündügünüz bir uç olay, bakmissiniz ki edebiyatla olur hale gelmis."

Montaigne, Denemeler.

 

Bir yazinin öngördügü kehanet gerçeklesebilir mi, hem de bastan sona kurgu olan bir yazinin kehaneti? Tümüyle uydurulmus bir öykü; bu öykünün temasinda yeralan olaylara benzer bir sekilde öykünün pesine takilmis birinde hayat bulabilir mi? Iste bu benim basima geldi. Öyle bir öykü okudum ki yasayan bir seydi; degisen, kendisini varsillayacak okurunu bekleyen, bulamadiginda yeni bir okur için yeniden sekillenen ve böylece gerçeklesmeyi bekleyen bir öyküydü. Onun bütün bu özelliklerini ilk okudugumda anlamamistim. Onun gerçek oldusunu düsünüyor ve baska birinde sekillendigini saniyordum. Öykünün kendini gerçeklestirmek için beni bekledigini bilmiyordum.

Onu okudugumda henüz Iletisim Fakültesinin son sinifindaydim. Ikinci dönem baslamisti ve okul bitirme ödevlerinin konulari dagitiliyordu. Bütün ödevler belgesel üstüneydi; herkes kendisine verilen konuyla ilgili bir belgesel çekecekti. süphesiz arastirma olanaklari kisitli bir üniversitede, tarama çalismalari disinda -üstelik ödevdi bu, bir arastirma degildi- bir konu beklemiyorduk. Öyle de oldu, bana "Üniversitelerimizde Tezler ve Arastirmalar" konusu düstü. Bu konuda tarama çalismasi yapacak ve ilginç bir arastirma buldugumda belgeselini çekecektim. Ödevin siradan olmamasi için ilginç tez ve arastirmalar bulmak zorunda oldugumu düsünüyordum.

Bu amaçla Üniversite Kütüphanesindeki tezleri okumaya basladim. Bir yandan hocalarla konusuyor, belgesel konusu olabilecek -daha dogrusu bir öyküsü olan- arastirma bilip bilmediklerini soruyordum. Bir çogu kendi arastirmalarini salik verdiler. Içlerinde belgesel olabilecek öyküye sahip tek tük arastirmalar vardi -hatta birinde karar kilmistim bile- ama tarama çalismasi yaptigim bir gün, ögle tatili sirasinda ona rastladim.

Ögle tatilinde Süreli Yayinlar bölümü disinda kütüphane kapaniyordu. Ayaküstü bir seyler atistirip Süreli Yayinlar bölümüne gittim, gazete ve dergi karistirarak kütüphanenin açilis saatini beklemeye basladim. Müzedeki Hayalet adli bir dergiyi karistirirken (Pek bilinmeyen ama iddiali bir dergidir; her sayisinda hayalet baska bir müzede ortaya çikar. Kimi zaman antik çaglar müzesinde, kimi zaman etnografya müzesinde görünür. Derginin her sayisinin bir konusu vardir ve konuyu hayaletin göründügü müzenin içerigi belirler.) Avadama1 adli bir yazi okudum. Yazi benim belgeselime konu olabilecek bir olay içeriyordu. O sayida hayalet Mitolojik Elyazmalari Müzesindeydi, müzeye uygun olarak yazi konusu da mitolojik bir elyazmasi üstüneydi. Aslinda sahte olan bir elyazmasi üstüne...

Kamer Lal Hatirci adinda, aslen Misir kökenli bir edebiyat fakültesi asistani yazmis oldugu edebi bir metni, geçmis çaglardan günümüze kalan bir elyazmasi oldugunu iddia ederek doktora tezinin konusu haline getiriyor. Elyazmasi bilinmeyen uygarliklarin iliskilerini ve Islam dini disindaki ögretileri anlatan bir belge gibi görünüyor. Hatirci elyazmasini Amasya Kütüphanesinde buldugunu, aslinin saray arsivinde kayitli oldugunu ve bu yüzden demokratik bir rejimi olmayan Osmanlinin, demokratik oldugunu iddia eden Türkiye'ye göre daha laik davranislari oldugunu öne sürüyor. Kurul tezin edebiyattan çok siyaset bilimini ilgilendirdigini, bu nedenle reddedildigini açykliyor. Bu açiklama sonucunda, teze destek vermeye karar veren ve o dönemde tarih kürsüsü baskani olan Müzedeki Hayalet yazariyla kurul arasinda bir savas basliyor. Savas gazete ve dergilerde yayinlanan karsilikli suçlama yazilariyla sürüyor; Tamer Hacikillar kurulu yobazlik ve edebiyattan anlamazlikla suçlarken, kurul tez konusu elyazmasinin sahte oldugunu iddia ediyor. Yazi, akademik kariyerini tümden yitirecegini düsünen Hatirci'nin Tamer Hacikillar'la kurul arasinda, çok öncelere dayanan bir çekisme oldugunu farketmesi ve kurul tarafinda yer almasiyla son buluyor. Elyazmasi oldugunu iddia ettigi metni kendisinin yazdigini kurula fisildiyor. Bir yil sonra yalnizca bu metni tez olarak sundugunda kabul edilmesi karsiliginda elyazmasinin bir kurgu oldugunu gösteren delilleri ve ipuçlarini kurula veriyor. Tamer Hacikillar kurula karsi giristigi savasi yitiriyor ve kürsü baskanligindan istifa ediyor.

Yaziyi çok begendim ve bu tezi belgesel konusu yapmaya karar verdim. Ögle sonrasi programimi degistirip eve döndüm, aceleyle dergiye telefon ettim. Sürekli aramama ragmen üç gün boyunca herhangi bir yetkiliye ulasamadim. Karsima sürekli bir telesekreter çikiyordu ve bu laf dinlemez sekreterin "Sinyal sesinden sonra not birakmanin tahmin edilemeyecek kadar çok yarari vardir." tavsiyesinden baska bir yarari yoktu. Derginin gerçek bir hayalet oldugunu düsünmeye basladigim üçüncü günün sonunda bir yetkiliye ulastim ve yazarla görüsmek istedigimi bildirdim. Yetkili notumu yazara iletecegini ve yazarin uygun görmesi durumunda arayacagini söyledi. Çok degil iki saat sonra telefonum çaldi, arayan Tamer Hacikillar'di.

Ona ödevimden sözettim ve yazisinda anlattigi olayi ödev konusu yapmak istedigimi söyledim. Kahire'de oldugunu ve Iskenderiye Kütüphanesinde arastirma yaptigini söyledi. Arastirmasinin ne zaman bitecegini ve dönüs tarihini bilmiyordu. Yazisinin sonunda söyledigi gibi yasamini Avadama'yi bulmaya -onun gerçek bir elyazmasi ve mitolojik bir metin olduguna inaniyordu- ve Hatirci'nin doktorasini iptal ettirmeye adamisti. Elyazmasini ariyordu ve Hatirci'nin Misir kökenli oldugu düsünülürse en dogru kaynak Iskenderiye Kütüphanesiydi. Kendisiyle bu yakinlarda görüsmem olanakli degildi ama alçakligin evrensel tarihinin bas kisisi olan Hatirci'yla görüsebilirdim. Bana onun telefon numarasini ve sürekli kaldigi pansiyonun adresini verdi. Çok uzaklarda olsa da düsmanini adim adim izliyordu.

Ertesi gün ders sonunda Hatirci'yi aradim. Pansiyondaydi. Ona Müzedeki Hayalet adli dergide yayinlanan ve kendisinden sözeden Avadama'yi okuyup okumadigini sordum. Okumustu. Sonra kendimi tanittim ve ödevimden sözedip kendisiyle görüsmek istedigimi söyledim. Bir hafta sonrasi için sürekli gittigini söyledigi bir kafede bulusmak üzere sözlestik. Kafeye çekim yapacak ve sesleri kaydedecek iki arkadasla birlikte gittim, herseyin en bastan kayitli olmasini istiyordum. Bunu beklemiyordu ama çekim yapilmasina izin verdi. Güzel bir söylesi oldu.

Otuziki yasindaydi, okudugum yazinin anlattigi olaylardan bu yana akademik kariyerinde ilerlemeler olmustu, artik bir doçentti. Ilk söyleside Avadama'dan ziyade onu tanimaya yönelik sorular sordum. Iki kitabi vardi, (ne yazik ki yaninda getirmemisti, daha sonra birer nüsha verecegini söyledi) bunlardan biri olan "Melankolinin Manifestosu" adinin çagristirdigi gibi psikolojik bir kitap degildi. Dil ve kurgu kimi zaman oyunlar ve bilmeceler pesinde kosuyor, olmayan kitaplara ve yazarlara göndermeler yapiyor -kitap bu haliyle oldukça eglenceliydi- kimi zaman felsefe problemlerini, karakterlerin düsünsel çikmazlarini tartisiyordu -bu haliyle de derin bir hüzne kapiliyordu- ama hiç bir zaman melankoli üstüne açiklamalar yapmiyordu, melankolik olan kitabin kendisiydi. Diger kitabi, görünen öykü olarak esasli bir bilimkurgu sunan ve bunun altinda politik bir kurguyu gizem gibi saklayan ama asil öyküsünü -bir polisiyeyi- çogu sayfanin üçte birini kaplayan dipnotlarla, parantezlerle ya da epigraflarin yaptigi göndermelerle anlatan Dipnotlar Kitabi'ydi. Anlattigina göre oldukça iyi kurguya ve temaya sahip olan bu kitaplarin literatürde adlarinin pek geçmemesini, edebi tartismalarda yer almamasini saskinlikla karsiladim. Kendisi hakkinda ek bir iki bilgiden sonra kaldigi pansiyonda ve sürekli çalistigi Devlet Kütüphanesinde yapilacak çekim tarihlerini belirleyip ikimizin de diger islerini engellemeyecek bir program yaptik. Kütüphanede çekim yapabilmek için gerekli izinleri aldim. Hersey çok iyi gidiyordu.

Sonraki ilk çekimler pansiyondaki odasinda oldu. Her odada iki kisinin kalabilecegi sekilde, ögrenciler için düzenlenmis pansiyonun genis odalarindan birinde tek basina yasiyordu. Tek kisilik bir yatagi, dolabi, büyük bir çalisma masasi ve kütüphanesi vardi. Söylesi bu kez Avadama üstüne yogunlasti. Henüz üniversite ögrencisiyken aklina kutsal bir kitap yazma düsüncesi gelmisti. Kurgusal bir kutsal kitabin muhatabi da kuskusuz kurgusal bir uygarlik olmaliydi; bu tavir hem edebi açidan dogruydu, hem de tepkilerin önlenmesi açisindan gerekliydi. Kurgusal bir uygarlik, birlikteliginde yeni fiziki kurallar üretmesine, baska bir teknoloji planlamasina ve alisik olmadigimiz sosyal iliskiler kurgulamasina neden olmustu. Bizim evrenimize göre saçma ama kendi içinde tutarli bir evren yaratmisti. Ancak kitabinin bizim dünyamizla da iliskileri olsun istiyordu, bunun için bilinen kitaplara, taninmis yazarlara, ünlü resimlere ve filmlere, adlarini açiklamadan göndermeler yapmayi uygun görmüstü. Dünyamizla kurdugu bu baglanti bir alt izlek olarak iyi okura kendini gösterecek ve okurun kendi evrenini sorgulamasini saglayacakti. Okurun kendisine varligi ve yasam felsefesiyle ilgili sorular sormasini istiyordu. Sonunda elinde düsündüklerini yapabildigi bir kitap vardi, hatta ayni amaçlar dogrultusunda fazlasini bile yapan bir kitapti bu; neredeyse okura göre biçimleniyor, kendini degistiriyor, yazarinin düsünmedigi göndermeleri ve açimlamalari yaparak yeni izlekler yaratiyordu. (Kitabindan öyle bir övgüyle sözediyordu ki onu biraz zorlasam kitabi hakkinda gerçek bir kutsal kitap betimlemesi yapacagindan emindim.) Bittiginde -bitmesi yillarini almisti- onu doktora tezi olarak sunmaya karar vermisti ama kurulun metnin edebi degerini anlamayacagindan korkmustu. Bu yüzden kurulun metne gereken degeri vermesini saglayacak en iyi yöntemi kullanmaya karar vermisti, onu kurula bir bilinmeyen olarak sunacakti. Kaynagini ve kimligini bilemedigimiz bir elyazmasi olarak...

Sonraki günlerde kütüphanede, her aksam bir saatligine ugradigi kafede ve pansiyonda baska çekimler yaptik. Konu pek degismedi. Çekimler bittiginde bir senaryo olusturdum, metni yazdim ve tiyatro bölümündeki arkadaslardan birine seslendirmesi için ricada bulundum. Müzik bölümündeki bir arkadastan konuya uygun bir beste seçmesini istedim. Tüm çekimleri izleyip, enstrümanlari piyano, keman ve fagottan olusan orijinal bir beste yapti. Kurgu ve montajdan sonra elimizde profesyonel bir çalisma vardi. Entelektüel bir suç -Avadama'yi kurula gerçek bir elyazmasi gibi sunmasini suç olarak görebilir miydik bilmiyorum, edebi bir oyun olarak ta görülebilir- olarak niteledigim ilk tez sunusunu, ertesi yil ilk tezin arastirma konusuyla tekrar basvurdugunda doktora tezinin kabul edilmesini ve bana göre edebi birer saheser olan diger iki kitabini konu alan belgeselimin iyi bir ödev oldugunu düsünüyordum.

Ancak ödevim geçer not alamadi ve Bilimsel Arastirma adli dersi tekrar almak ve bir yil daha okulu uzatmak zorunda kaldim. Ödev sonuçlari bildirisinde teknik olarak (görüntü, ses, isik, kurgu, montaj) iyi bir ödev oldugu söyleniyordu ama bütün bunlar birer araçti; ögrenmemiz gereken asil disiplin arastirmanin nasil yapilacagiydi. Kürsü baskani bu konuda zayif oldugumu düsünüyordu. Bildiride baska bir açiklama yoktu. Geçer not alan diger ödevlere baktigimda çildiracak gibi oluyordum; en basit konulardan olusan ve bilinen malzemeleri isleyen ödevler geçmisti. Nerede hata yaptigimi bilemiyordum. Hayal kirikligi ve üzüntü içinde kürsü baskanindan görüsme talep ettim.

Görüsme sirasinda, belgeselde sözünü ettigim üniversitede Kamer Lal Hatirci adinda bir doçent olmadigi gibi bu isimde bir asistan hatta ögrenci bile olmadigini ögrendim. Baskan ve diger hocalar ödevimi gördüklerinde ilk bunu arastirmislardi. Belgeselde sözü geçen Melankolinin Manifestosu ve Evrensel Paranoya adli kitaplar Kamellia Richart ve Maria Lila Krecht adli iki farkli yazara aitti. Belgesel bastan sona yalan üzerine kurulmustu ve bu halde ona geçer not verilemezdi. Baskan bu özensizligime bir anlam veremedigini söylüyordu; oysa ona göre, toplumsal yapimiz geregi her zaman daha avantajli olan erkek ögrencilerden bile daha iyi bir programci ve arastirmaciydim, ta ki bu içerdigi hiç bir konu dogru olmayan ödevi verene dek...

Aglayarak baskanin odasindan çiktim, saniyorum okur saskinligimi ve utancimi tahmin edebilir. Eve döndügümde ödevimin bendeki nüshasini videoya koyup sesini tümüyle kisarak tekrar izledim. Hatirci'nin kisa kesilmis saçlarina, yuvarlak çerçeveli gözlüklerine, daima önemli seyler anlatan agzinin anlamsiz bir biçimde açilip kapanmasina, beni hiç bir zaman bir disi olarak görmeyen, yalnizca anlattigi mistik, edebi ya da felsefi konularin anlamiyla bakan küçük gözlerine, kimi zaman gülümsese de yüzünden asla silemedigi hüznüne baktim. Utancim ve gözyaslarim dinmiyordu, dile getirmemis olsam da bu lanet adama asik bile olmustum ben.

Ertesi gün Hatirci'nin çalistigini iddia ettigi üniversiteye gittim. Daha önce, yani arastirmanin baslangicinda yapmam gereken fakat böyle bir sonucu olasi görmedigimden yapmadigim kontrolleri yaptim. Baskanin dedigi dogruydu. Kamer Lal Hatirci adiyla ulasabilecegimiz hiç kimse yoktu. Pansiyonun o odasinda artik kimse kalmiyordu, ayni adla kayit yaptiran kisi bir süre önce oradan ayrilmisti. Müzedeki Hayalet adli dergiye gittigimde daha önce görüstügüm yetkiliden öyküyü gönderen Tamer Hacikillar'in baska bir sehirde yasadigini ve ellerinde yalniz telefon numarasi oldugunu ögrendim. Yetkili asiri duygusalligim nedeniyle bana telefon numarasini vermek zorunda kaldi. Bu numarayi aradigimda karsima ilgisiz bir yer çikti, oradaki kisilerin de, ne Tamer Hacikillar ne de Kamer Lal Hatirci hakkinda bilgileri yoktu.

Hatirci sandigim kisinin aslinda Hatirci olmadigini okulu bitirdikten iki yil sonra ögrendim. Çalistigim televizyona kültür-sanat agirlikli bir magazin programi yapiyordum. Tiyatro festivali çekimi için gittigimiz Ege sehirlerinden birinde, amatör bir tiyatroda çalisirken buldum onu. Gözlerimdeki nefreti ve intikam hirsiini gördügünden olsa gerek kendisiyle ilgili gerçegi hemen açikladi. Ona göre benimle geçirdigi saatler, yüksek paralar karsiliginda kabul ettigi bir oyundu, bana Kamer Lal Hatirci'yi oynamisti. Kendisine para veren kisiyi tanimiyordu. O zamanlar ögrenciydi ve simdi oldugu gibi parasizdi, bu yüzden isi kabul etmek zorunda kalmisti. O adam bir gün, içinde oynayacagi karakter ve replikler bulunan bir tomar kagitla çikip gelmisti, üstelik oyunun bir hafta sonra baslayacagini söylemisti. Ayni gün onun istedigi gibi saçlarini kestirmis, gözlügünü degistirmis, pansiyona tasinmis ve oyuna hazirlanmaya baslamisti. Ona, halen sakladigi, içinde karakteri tanitan bölümler ve replikler olan sararmis kagitlari evinden getirene dek inanmadim. Kagitlari ondan aldim. Ayrilirken kartimi verdim, kendisini tutan kisiye rastlarsa bana haber vermesini istedim. Bunun için bana söz verdi.

Bu konuda edinebildigim tek bilgi Tamer Hacikillar'dan aldigim bir mektup araciligiyla oldu. Çok uzak bir sehirden -Kahire'den degil- postaya verilmisti. Mektupta; gerçekligine inandigim Avadama'nin bastan sona bir öykü oldugunu, yazarinin zihninde kurgulanmaktan öte bir gerçekligi olmadigini, kendisini varedebilmek için beni kullandigini ve kehanetini gerçeklestirdigini söylüyordu. Yasadiklarim Avadama'nin öngördükleriyle esdegerdi ve ben bütün bu olanlari yorumlamak için çok gençtim. Kimi zaman aklim; bu öykü nedeniyle yasadiklarimin, öykünün yazilmasindan çok önceleri gerçeklestigini ya da ben bunlari yasayacak oldugum için o öykünün yazilmis oldugunu düsünecek kadar karisti. Neyse ki tam bu düsünsel çikmazlarin ortasinda bulundugum sirada hayatimin erkegiyle tanistim ve evlendim. Evliligin üstümdeki olumlu etkisiyle bu saçma düsüncelerden kurtulup gerçegi görebildigimi saniyorum.

Bütünüyle rastlantisal bir sekilde Kamer Lal Hatirci ve Tamer Hacikillar adlarinin birbirinin anagrami oldugunu farkettim, her iki ad da ayni ugursuz onbes harften üretilmisti. Birden yasadigim herseyi bütün açikligiyla görme olanagi buldum. Aslinda öykünün iki degil bir kahramani vardi ve o kahraman öykünün yazariydi; kurgu bir öyküyü gerçek sanarak pesine düstügümü ögrenince bana küçük bir oyun oynamaya karar vermisti. Bu iki adla onu bulamamiistim ama ne yapacagimi biliyordum.

Bu harflerden olusabilecek bütün ad ve soyadlari bir kagida yazdim. O kagidi bir muska gibi yanimda tasiyorum. Adi ve soyadi bu listedeki adlarla uyusan biriyle karsilastigimda yitirdigim bir yilin hesabini sorma firsati bulacagim.

1 Avadama: Tamer Hacikillar, Müzedeki Hayalet, Sayi: 40, ss.60

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1