Baharat Duvari - Deniz Ekin Özsoysal

 

Bir süre önce, Dogu Akdeniz'in uç noktasinda bir kazi evinde tanistim onunla. Genç bir arkeologdu. Luwi dilinde adi Issa olan ve bugün höyük durumunda bulunan harabelerde yüzey arastirmasi yapiyorlardi. Dogu Akdeniz'in insani canindan bezdiren nemli yaz sycaginda dört saatten fazla çalisilamamasyna ragmen, bu genç adam, çalisma saatleri disinda bile dag tepe dolasiyor, herkes sicagin biraz olsun azalmasini beklerken, o, sanki günese meydan okuyordu. Önceleri bu bitmez tükenmez enerjisinin isine olan inancindan kaynaklandigini saniyordum. Hayranlik duymamak elde degildi. Buna karsin, onu böyle bir davranisa iten duygularin ardinda simgelestirdigi, yücelttigi bir anlamin gizlenmis olabilecegi düsüncesi de kafamin içinde dolanip duruyordu.

Bir gün bana, taslarin, "arzu"nun biçimlenmis halleri oldugunu söyledi. Ona göre taslar, doganin ve insanoglunun bilinçdisini yansitiyorlardi. Yeraltindan yerüstüne, deniz diplerinden daglara, karanliktan günisigina, yeryüzünün en eski dilini, bütün seslerini içlerinde gizliyorlar ve insanoglunun ilk barinaklarindan tapinaklarina degin arzularini biçimlendiren uç noktalarin sirlarini, bilinçdisinin olusum öyküsünü anlatiyorlardi. Tarihin bilinmeyen zamanlarina isik tuttuguna inandigimiz bütün bu antik taslar, bina kalintilari, mabedler, lahitler kültürel fantazilerin biçim kazanmis halleriydi. Bu fantazilerin hepsi de narsistik bir "ask" arayisinin ikincil iliskili gösterenleriydiler ve sembollerle beslenen yüceltmeler yaratarak "ask"in akiskanligini dondurmak mümkündü. Bin yillardir ask nesnesi degistirilip, farkli biçimlerde mutlaklastiriliyor ve yasama biçimleri buna göre kurgulaniyordu. Böylece bilinçdisinin arzulari, simgesel anlamlarla dizginlenip yönlendiriliyordu. Bu da geçmisten günümüze uygarlik diye sözünü ettigimiz seyin kosuluydu. Söylediklerine bakilirsa yapilan kazi çalismalari da aslinda insanligin bilinçdisina dogru bir yolculuktu. Bana bunlari anlatirken onu sessizce dinliyordum.

Bir ara sessizligimi bozup, onu günesin en kizgin oldugu saatlerde dag tepe dolastiran arzunun kaynaginin ne oldugunu, neyin pesinde oldugunu sordum. Bana "ölüm"ü aradigini söyledi. Bu yanit karsisindaki saskinligimi tahmin edebilirsiniz. Bunun bilinen anlamda bir ölüm olmayip, Eros'la Thanatos'u birlestiren, uygarlasma, insanlasma adina, kültürün ve soyun devami adina "yasaklanan ölümü", bilinçdisindaki "arzuyla birlesen ölümü" aradigini anlatti. Aslinda bu mitik ölüm, kültürün insanlara sundugu "ask"i dislayan, genç adamin "asklarin aski" diye tanimladigi bir seydi ve bunun "ask"in kimyasinda gizlendigine inaniyordu. Yaklasik 4000 yillik Ras Shamra tabletlerinde yazili mitlerden yola çikarak, tanri Baal'i yeraltinda geçirdigi yedi yildan sonra oradan kurtaran El'in, Baal'i Mot'la uzlastiran seyin aslinda bu kimyanin özü oldugunu, zaten bu mitin kökenlerinin tabletlerden çok daha eski zamanlara uzandigini, Issa bölgesinde bulacagi, adi "Baharat Duvari" olan dikitin bilinçdisimizdaki o uç noktayi açiga çikaracagini söyledi. Bu düsünceyi saplanti haline getirmis oldugunu söyleyebilirim. Eger onu elde ederse ask heyecanini, tutkusunu, enerjisini, ask nesnesi olmadan sonsuza dek hissedebilecek, kendisi ve bütün bir yasam onun için ask nesnesine dönüsecek ve bu hissi veren sey, kültürün dayatmalarindan, simgelerin baskisindan uzak, kendine özgü bir ask içinde devinen bir dünya yaratacakti. Yasaklanan ölümle yasaklanan askin birlestigi yerde korkumuzla, bastirilmis arzuyla yüzlesecek, yasami düsünmeyi degil görmeyi ögrenecektik. Inanmaz ve yadirgar bir ifadeyle ona bakmis olacagim ki, bunun bir düs olmadigini, ask ve ölümü birlestiren kimyanin özel bir baharat ve ot karisimindan elde edilebilecegini ve bunun reçetesinin de "Baharat Duvari"nin iç enerjisindeki seste ve üzerindeki izlerde somut olarak yansidigini, hatta bulundugunu söyledi. O kadar emin görünüyordu ki.

Oysa ben, onun sözlerinde sanki Orpheus'un herseyi dinginlestiren lirinden çikan armoniyi dinliyor, Eurydike'nin yeraltindan yeryüzüne ilerleyisini, Narsissus'un Ekho'yu küçümseyerek reddedisini, sudaki imgesinde eriyip bir çiçek olarak yasamaya devam edisini görüyor, o yasak cennet meyvesi kokusunun nemli, sicak bir esintinin içinden burnuma doldugunu, tadinin damagimi yakiyor oldugunu hissedebiliyordum. Kafamda uçusup duran görüntülerde bir yerlerde Budha'nin baygin bakislari, Mescalito arayan bir Yaqui samanina kaydi; baska bir yerde Vanderdecken'in yelkenlisi, sonsuz askyn pesinde okyanusun azgin dalgalari üzerinde bir görünüp bir kayboldu. Ve hepsi, henüz bulunamamis antik bir tasta mi biçimleniyordu?

"Peki, sözünü ettigin karisim tek ve degismez bir reçete mi?" diye sordum. Biraz kizgin, "Aklindan geçenleri tahmin edebiliyorum ama anlamiyorsun, bunun bir önemi yok," dedi. "Belki de bir satranç oyunundaki sonsuz hamle sayisina es karisimlar vardir o tasin üzerinde. Önemli olan karisimin senin damaginda byraktigi taddir. Iki ya da daha fazla kisinin ayni elmadan birer dilim yediklerini düsün, meyvenin gerçek tadi konusunda ortak bir sonuca varabileceklerini mi saniyorsun? O meyvenin kimyasal bilesenleri degismedigi halde, tadicilardan herbirinin aldigi tad ayridir. Ama tek ve degismez bir elma tadinin olduguna inandirilmisizdir. Oysa ben bilmek istiyorum, kendi yasak ölümümü kendi yasak askimla birlestiren tadi bulmak istiyorum Baharat Duvari'nda. Böylece kendi deneyimimi yasayacak ve insanligin binyillardir pesinde kostugu o tadin yasaklanan sirrina yaklasacagim, anlamaya çalisacagim. Düsünerek, okuyarak degil, sözcüklerin kurallarindan bagimsiz, yasaklanan sekliyle onu görerek, tadarak, hissederek bilmek istiyorum. Neden yasaklandigini deneyimlemek, siddetini yasamak istiyorum. Ölçütlerden, sartli sevgilerden, sartli ölümlerden uzak, o köke inmek, o uç noktadan kayip düsmek istiyorum. Beni anliyor musun?" Sesinin gittikçe hiddetlenen tonu, sözcüklerin imgeler, yanilsamalar yaratma gücüyle birlesiyordu kafamda ve önyargilarima, soru isaretlerime karsi direnmeye çabaliyordum. Sadece, onu anlamaya çalistigimi söyleyebildim.

Sanki ona inanmam o kadar önemliymis gibi, kendini alamaz bir halde anlatmaya devam etti. Bundan bes yil önce yaptigi bir arastirma üzerine yurtdisinda yayinlattigi bir makaleyi bana göstererek, o zaman da kimsenin kendisine inanmayip, onu bir bir düs gezgini olarak gördüklerini, ama bunun dogru olmadiginin elindeki makalede somutlandigini söyledi. Yaptigi arastirma sonucunda, Makendonyali Büyük Iskender ile Pers Kraly III. Dara arasinda geçen o ünlü savasin tam olarak nerede yapildigini bulmustu. Bunu, bölgenin eldeki haritalari disinda kendi çizdigi özel bir haritada da belirtiyordu. Oysa, o dönemde ok ve mizrak uçlarina varincaya degin herseyin savas sonrasinda çarpisma alanindan toplandigi ve dahasi, o zamandan bu yana bölgenin cografyasinda meydana gelen degisiklikler oldugu düsünüldügünde, bugün savasa dair herhangi somut bir iz bularak kesin yeri belirlemek hayal olarak nitelendirilmisti. Bu genç adam, savas alaninda toplanmadan kalmasi muhtemel tek seyin, çarpisma syrasinda at nallarindan düsen çiviler oldugundan yola çikmis, bir takim tarihsel metinlerden de yararlanarak ve yine dag tepe dolasarak, nihayet kurumus bir dere yataginin çevresinde binlerce yillik bu çivileri bulmustu. Iste simdi de Baharat Duvari'ni bulacakti ve yine kendi haritasini çizmekteydi. Bu duvara giden yollari bana göstermeyecekti. Sadece, taslarin dilini okumayi ögrenmem gerektigini söyledi.

Bu konusmayi izleyen bir kaç gün boyunca birbirimize görünmekten kaçindik. Zaten ben, Issa kalintilari arastirmalarinin sonuna kadar orada kalamadim. Asiri sicak ve nem yüzünden pek bir sey yiyemedigim ve sürekli su kaybettigim için vücudum zayif düsmüstü. Çalismayi yarida birakip evime dönmek zorunda kaldim. Bu arada, o genç adamin sözünü ettigi tabletler hakkinda bir arastirma yaptim ama Baharat Duvari'nin varligina dair herhangi bir makaleye ya da ipucuna rastlayamadim. Birilerine söylerim de, ondan önce bu konuda bir makale yayinlanir korkusuyla bana dogru bilgileri vermemis de olabilirdi. Belki de tüm anlattiklari onun düslerinin ürünüydü, bilemiyorum. Bundan hiçbir zaman emin olamadim zaten. Sonradan ögrendigime göre, bir Ingiliz teologla da baglantisi vardi. Yillardir, Adem ile Havva'nin yeryüzünde bulustuklari noktayi bulma hayaliyle bir takim arkeologlarla Ortadogu'da arastirmalar yapan ve kazi bölgelerini, tarihsel metinler ve kutsal kitaplarda yazilanlardan yola çikarak belirleyen bu kisinin genis arsivinden yararlaniyordu. Ortak çalismalarinda çikis noktalari gerçekten de Ras Shamra tabletleriydi. Düsler, Baal'in yasama dönüsünde, bir yerlerdeki yasak meyvalarin tadinda ya da baharat karisimlarinda birlesiyor muydu acaba? Belki de bilinçdisinin uç noktalari, konusulan dilin kurallari içinde bir yerlerde "söz"le baslayan bir sürecin kurgulanan anlam arsivlerinde biriktirilmis melez ürünleriydi.

Simdi sadece düsünüyorum, acaba kendi düslerimiz olarak ortaya koydugumuz seyler, insanligin binlerce yildir kurguladiklarindan farkli mi? Bilinçdisinin uç noktasinda, kisitlanmamis özgürlüge dogru, asklarin askina giden bir yol ya da bir tat var mi gerçekten? Narsissus'un Ekho'yu reddedisini, varolus deneyimimiz içinde nereye koyabiliriz? Yoksa bilinçdisinda bizi arzuya iten sey, varolus deneyimimizi biçimlendiren, dilin soyutlama gücünün, egretilemelerinin bir ürünü mü?

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1