Tuzak

  Korebe - Murat Gulsoy

 

Bugun size, yillar once, universiteye adimimi attigim yillarda basimdan gecmis bir hik�yeyi anlatacagim. Her ne kadar bellek dedigimiz olagandisi hazine bazi ayrintilari daha demin yasanmis gibi taptaze sakladigi izlenimi verse de gercegin binbir yuzunden baska bir sey degildir animsadiklarimiz. Bu nedenle, anlatacagim olayda adi gecen kisilere haksizlik etmemek icin bir cok ayrintiyi degistirerek aktaracagim.

19.. yilinin hayli sert gecen kis aylarindan birinde B.. universitesindeki yurt penceresinin camindaki buharlari eski gazete kagitlari ile silerek disariyi seyretmeye calisan ve pazartesi gunku lineer cebir sinavinin yapilip yapilamayacagina kafa yoran; kar bu siddetle devam ederse kesinlikle yapilamayacagina hukmeden; verdigi bu tatli hukmun keyfiyle cay ocagina yonelen genc halimi bir an icin gozunuzun onune getirin. uzerimde lacivert bir esofman alti ve yun bir hirka, ayaklarimda sadece yurt sinirlari icinde terlik niyetine giydigim yazlik ayakkabilar ve simdilerde yeniden moda olan kalin kemik cerceveli gozlukler o anki resmimi tamamlayan ayrintilar... Bir de soguk koridorlar ve odalarin devasa kapilari ve o kapilarin ardindan gelen sesler. Surekli yasanan, eglenilen, hayaller kurulan bir genc erkekler evi. Ter ve toz kokusunun, tiras sabunu ve tutun kokusuna karistigi, zamanin sasirtici bir hizla aktigi tuhaf bir mek�n.

Cay ocaginda Metin ile karsilasmam, daha dogrusu Metin'in bu karsilasma sirasinda benimle konusmasi, o gunu ve o gunun gecesini belirleyecek olan olaydi. Metin EAK'nin onde gelen isimlerindendi. EAK, ya da Edebiyat Arastirmalari Kolu, iki yil once Metinler tarafindan kurulmus ve benim gibi tiplerin girip calismak, kendilerini gelistirmek icin can attiklari bir cekim merkezi haline gelmisti. Dergiler cikariyorlar, kantinin girisindeki panoyu bir duvar gazetesi olarak duzenliyorlar, ayrica sair ve yazarlari okula konusmaci olarak cagiriyorlardi. Yillardir okudugum yazarlari okulun koridorlarindagormek, onlarin konusmalarini dinlemek, onlara arsizca sorular soran ogrencilerin meden� cesaret dedikleri seye gipta ve tiksinti ile bakmak disinda bir sey yapamayan istiridye sessizligindeki halimle nasil olup da dergilerinde yayimlanmak uzere siir ve yazi isteyen ilanlarini okur okumaz yatagimin basucunda duran dolabimin en gizli kosesindeki defterimi cikarttigimi, odada herkes uyuduktan sonra masa lambasinin sevkatine siginip yazmis oldugum en guzel siiri onlara gondermek icin temize cektigimi h�l� anlayamam. Gerci o dizeleri temize cekerken hep Serap'in yuzu bana rehberlik etmisti, bunu artik saklamamin bir anlami yok, fakat yine de hayatimda o gune kadar boylesine cesur davranmamistim.

Serap... Eflatun atkisinin icinde, huzunlu bir hayalet; bir eski zaman prensesi... Yalniz ve dusunceli haliyle okulun neresinde karsima ciksa herseyi unutup onun soludugu havanin etkisi ile sarhos olan zavalli ben icin EAK'nin yine cekirdekteki isimlerinden Vedat ile birlikte olmasi ne buyuk bir ikilemdi! Cunku Serap ne kadar ulasilmaz bir yari tanriysa sevgilisi Vedat da o kadar etkileyici bir idoldu benim icin. EAK'nin en etkin adamlarindan, siir ve edebiyat uzerine girdigi tartismalardan her zaman galip cikan, yayimlatmayi dusundugu ciddi bir romani oldugu kulaktan kulaga fisildanan, her seyi bilen adam. Sonradan bana rehberlik edecek, manevi bir agabey olacak olan kisi. Birlikte sabahlara kadar olmayacak romanlar, hik�yeler tasarlayacagimiz adam. Ve sonradan ayri dunyalarin icinde biribirimizi kaybedisimiz... O da ayri bir hik�ye.

Iste onlarin dunyasina, o karli cumartesi gunu girmeyi basarmistim. Metin beni cay ocaginda eski bir dost gibi gulumseyerek selamlamis, hemen yanima gelerek yazmis oldugum siirin herkes tarafindan cok begenildigini, digerlerinin de beni bir an once tanimak istediklerini, bu aksam Vedatlarda toplanip sarap ve sucuk gecesi yapacaklarini, istersem onlara katilabilecegimi, gelirken kendi sarabimi da getirmem gerektigini soylemisti. Ona nasil cevap verdigimi hatirlamiyorum ama merdivenlerden cikisimi, odaya girip kimseye bir sey soylemememe ragmen yuzumun pancar rengini alisindan arkadaslarin cay ocagi yerine disari ciktigima hukmedislerini, onlari savusturacak bir seyler soyleyip yataga oturusumu, ayakkabilarima bakarak artik coktan sogumus olan cayi yudumlayisimi cok iyi hatirliyorum. Tanrim, ne tatli heyecanlarmis! Bir daha asla yasanamayan, masum ihtiraslar... Gozumun onunde EAK'nin dergi sayfalarinda siirim, o sayfaya golgesi dusen Serap'in hayaleti, okudugu misralarin sairini merak edisi, tanismamiz, ilk kez gozgoze gelisimiz, durmadan akip giden imk�nsiz hayaller. Sanki bu kabul beni o sarsak ogrenciligimden cikarmis, buyuk sairlerin ve yazarlarin ait oldugu Olimpos'un eteklerinde mutevaz� bir saraya yerlestirmisti.

Aksam Metin'le birlikte gittik Vedatlara. Midemde surekli bir kasilma, govdemi koyacak biryer bulamamanin sikintisi, biri bir sey sorar ya da soyler korkusuyla coktan kizillasmis yanaklarimla ben oradaydim. Onlarin yaninda. Vedat, Serap ve EAK'nin etkinliklerinde uzaktan izlemis oldugum tum onemli sahislarin arasinda. Metin beni herkesle tek tek tanistirdi. Tanistirirken goz kirpip 'Zalimin Golgesi' demeyi ihmal etmiyor, beni bu noktaya getiren siirin adini agzindan dusurmuyordu. Bilincli olarak mi bilmiyorum ama Serap'la en son tanistirdi. Onunla ilgilenmiyormus gibi gorunmek icin o kadar yogun bir caba harcamistim ki uzaktan bakan biri Serap'i daha onceden tanidigimi ve nefret ettigimi dusunebilirdi. Bunu hissettigimde daha da gerildim. Tanistirma fasli bitince ancak biraz nefes alabildim. Benden yasca buyuk olmalarina ragmen esitimmis gibi davranan, nese icinde isleri paylasarak sucuk kizartip sarap icen bu grubun icinde olmaktan, orada olmaktan, Serap'a yakin olmaktan mutluydum. Ali adindaki gobekli ve yelekli cocuk muzik islerini uzerine almis, kendi capinda bir zaman icinde yolculuk yaptiriyor on on bes yil oncenin sarkilarini bir biri ardina pikaba koyuyor, daha sonra rakisindan yudumlar aliyordu. Kisa bir sure sonra mezun olup bu grubu bir daha aramamak uzere terkedecegini, bir ithalat ihracat firmasinda saclarini kisa surede dokup aksamlari evine donerken yorgun gozlerini kirmizi isiga dikerek kimsenin bilmeyecegi ve anlamayacagi yorgun hayallere dalan adamlardan birine donusecegini o gece hic birimiz bilmiyorduk tabii. Neyi biliyorduk ki! Zaman zaman birileri istek parcasini bir peceteye yazip ona ulastiriyor, o da bir tiyatrocu gibi abartili bir sesle parcayi ve isteyen kisinin adini anons ediyor, sonra da pikabin ignesini zarif bir hareketle karanlik carkifelegin cizgilerine birakiyordu. Ben ne yapiyordum? Ben bir kosede durmus durmadan sarap ve sigara tuketiyordum. Baska ne yapabilirdim ki...

Bir ara Vedat yanima gelip benimle bir kac satir konusma geregi duydu. Hangi bolumde ve kacinci sinifta oldugumu, hangi sehirden geldigimi sordu tok sesiyle. Her halde benim orada bulunmamdan cok haz etmiyordu. Ne de olsa bir yabanciydim, caylak da olsam bir kameraydim. Bunu cok daha sonra anlayacaktim, Vedat'in hakli paranoyalarla orulu dunyasina girdigimde...

Ictigim sarabin etkisi ile mahzunlasmis, kendimi o koltukta unutulmus bir canta gibi hissettigim siralarda gruptan birileri kar daha fazla bastirmadan evlerine donmek istediklerini soyleyip ayrilirken ben de cikmaya karar verdim. Fakat Metin 'Beraber doneriz, biraz daha kalalim' dediginde 'Olur' dedim, nasil olsa gidecegimiz yer ayniydi: Yurdun serin koridorlari...

Oysa hic bir sey gorundugu gibi degilmis, bunu birazdan anlayacaktim. Saat geceyarisini coktan gecmis, her tur karanlik isin donmesi icin uygun hale gelmisken ben herseyden habersiz, gidenlerden arta kalan sarap siselerinin diplerine teker teker bakarken kader aglarini ormeye baslamis meger... Iste sevgili okur, simdi bunca satiri okuduktan sonra hik�yenin kalbine gelmis bulunuyorsun. Buraya kadar katlandigin zahmetin neticesini birazdan alacaksin.

Metin'di galiba 'Madem sabahlayacagiz, oyun oynayalim!' diyerek ortaligi alevlendiren. Herkes bir seyler onermeye baslamisti ki Vedat 'Ruya Oyunu' dedi. Herkes once birbirine bakti ve sonra gozler bana cevrildi. Belli ki oyunu benim disimda herkes biliyordu. Serap nese ile kahve yapmaya kostu ve Ali bana oyunun kuralini anlatmaya basladi:

"Birisi ebe olarak secilir ve ortamdan disariya cikarilir. Geride kalanlardan birisi gordugu bir ruyayi anlatir ve herkes tum ayrintilarini ogrendikten sonra ebe iceriye alinir. Ebe herkese sorular sormaya baslar. Sadece EVET ya da HAYIR diye cevaplanabilecek sorular. Aldigi bilgilerle ruyanin hik�yesini olusturmaya calisir. Ve sonunda bu ruyayi gruba anlatir. Ha bir de ruyayi kimin gormus olabilecegini tahmin etmesi istenir."

Ses tonundan, davranislarindan benim ebe olacagim acikca anlasiliyordu. Hemen itiraz ettim: "Ama ben kimseyi dogru durust tanimiyorum ki... Kimin gordugunu nasil anlayabilirim ki?" Ali'nin cani sikilmisa benziyordu: "Olsun, daha iyi. Hem bu tur oyunlar insanlarin birbirlerini tanimalarina yardimci olur." Kabul ettim. Beni Vedat'in calisma odasi olarak kullandigi odaya aldilar. Biz seni cagiririz dediler. Cevreyi arastirmak icin bulunmaz bir firsatti. Hemen kitapliktaki kitaplarin sirtlarini okumaya basladim. Okudugum kitaplarla karsilastikca seviniyor, bilmediklerimi zihnime not etmeye calisiyordum. Herhangi birini raftan cekip bakmaya cesaretim yoktu. Bunun yerine aslinda hic yapilmamasi gereken bir sey yapip, calisma masasinda acik duran bir defterde yazilmis olan paragrafi okumaya basladim. Kafka'ya ait oldugunu cok sonralari ogrenecegim kisa bir metindi:

"Of!" dedi fare, "Dunya da gunden gune daraliyor. Ilkin bir genisti ki, korktum, kostum ileri, uzakta sagli sollu duvarlar gorur gormez dunyalar benim oldu. Ama bu uzun duvarlar da bir cabuk birbirlerine dogru ilerliyor ki, en son odadayim iste; orada, kosede de kapan duruyor, gide gide kisilacagim kapana."

Kedi: "Sen de oyleyse yonunu degistir", dedi ve fareyi yedi.

Hemen yaninda Serap'in biraz bulanik cikmis bir fotografi duruyordu. Icimden o resmi asirmak gecti birden. Saatin tiktaklari beni uyarmak istercesine yukseltmisti sesini. Fakat ne olursa olsun almak istiyordum. Bir daha boyle bir firsat dogmayacagini biliyordum sanki. Tam resmi elime almistim ki beni cagirmak uzere seslendiklerini duydum. Resmi yaramazlik yapan bir cocugun heyecaniyla yerine yerlestirdim. Arkami dondugumde Serap kapinin agzinda duruyordu. "Casusluk mu yapiyorsun?" dedi gulumseyerek. Acaba resmi yerine koymadan once dudaklarima goturup bastirdigimi gormus muydu? Bu dusunceyi daha korkuncu izledi: Acaba dudagimin izi fotografta kalmis miydi? Rezaleti kabullenerek, Vedat'in o resme buyultecle bakmayacagina dua ederek yanlarina gittim.

Herkes kendine rahat bir yer, erisebilecegi bir kulluk ve dolu bir kadeh ayarlamis, kahvelerini ise coktan bitirmis pur dikkat beni bekliyordu. Vedat agir hareketlerle piposunu dolduruyordu. Sogumus kahvemi bir yudumda ictim. Aklimi toparlamaya calistim. Soru sormam gerekiyordu. Kimseye dogrudan hitabetmeye cesaretim olmadigi icin ortaya sordum:

"Bu ruyada bir kadin var mi?"

Daha sorar sormaz pisman oldum. Aklima ilk gelen seyin bir kadin olmasi sanki yuzkizartici bir suctu. Ve Vedat'in net cevabi yuzumun kizarmasina yetti: Hayir! Birde bir diye dusundum. "Kac soru sorabilirim?" Ali diledigim kadar sorabilecegimi, istersem bir kagida notlar alabilecegimi, oyun uzun oldugu icin sorulmus seyleri unutma tehlikesi oldugunu soyledigi zaman aci gercegi farkettim. Cok icmis oldugum icin zihnimi toparlayamayacaktim ve herkesin canini sikacaktim. Susmamin insanlari daha da siktigini anlayip sormaya devam ettim.

Peki cocuk var mi? Evet. Bir adam? Hayir. Cocuk yalniz mi? Hayir. Baskalari var o halde. Baskalari da cocuk mu? Evet. En azindan ruyanin kahramanlarini bulmustum. Cocuklar. Simdi de bunlarin nerede olduklarini bulmaliydim: Bu cocuklar bir evde mi? Ev? Hayir. Okulda mi? Okul? Hayir. Ali'nin her seferinde soylediklerimi iyi duymamis gibi tekrarlamasi sinir bozucuydu. Mantikli sorularla bir yere varamayacagimi anlayip, aklima gelen herseyi sorup sonra topladigim bilgileri degerlendirmeyi dusundum: Otobusteler mi? Otobus? Hayir. Trendeler mi? Tren? Hayir. Neseliler mi? Nese? Evet. Oyun mu oynuyorlar? Oyun? Hayir. Hastanedeler mi? Evet. Demek hastanede cocuklar var. Peki hastanenin bahcesi var mi? Bahce? Evet, evet tabii. Bahcedeler mi? Evet. Ama oyun oynamiyorlar demistiniz. O halde hastalar mi? Hasta? Evet. Bir grup hasta cocuk, hastanenin bahcesindeler. Oyunoynamiyorlar ve hic buyuk kimse yok. Doktor yok mu mesela? Doktor? Hayir. Hemsire? Hayir. Belki de onlar hastanenin icindeler. Peki cocuklar ne yapiyor? Yalnizca Evet ya da Hayir diye cevap verebiliyoruz, unutma. Tamam, dogru, ne yapiyorlar acaba, kaciyorlar mi? Evet. Hastaneden kacan cocuklar. Ilginc. Kactiklari yer ailelerin yani mi? Aile? Evet, evet. Peki kosuyorlar mi? Hayir. Yuruyorlar mi? Hayir. Surunuyorlar mi? Hayir. Duruyorlar mi? Hayir. Emekliyorlar mi? Evet. Yerler cimen mi? Hayir. Beton mu? Hayir. Tas mi? Hayir. Kum mu? Hayir. Canlari aciyor mu? Aci? Evet. Dizleri mi kaniyor? Kanama? Evet. Kan var o halde bu ruyada? Hayir. Kan yok? Gozyasi? Evet.

Yorulmustum. Garip bir ruya oldugu kesindi. Ne kadar cok soru sorarsam o kadar cok bilgi ediniyordum. Digerlerinin keyfi yerindeydi. Muzip bir ifade maske gibi yapismisti yuzlerine. Hangisinin ruyasi oldugunu anlamam mumkun gozukmuyordu. Tek tek insanlarin ozellikleriyle ilgili sorular bulmaya calistim.

Ses var mi ruyada? Hayir. Pipo? Hayir. Gozluk? Evet. Meyve? Evet. Cocuklar mi yiyor meyveleri? Yemek? Evet. Gozlukleri de onlar mi takiyor? Evet. Ruyada bagiran var mi? Bagirmak? Hayir. Bu bir k�bus mu? Buna cevap veremeyiz, goren kisinin ne hissettigini de sen bulacaksin. Peki, elma miydi meyveler? Evet. Yesil mi? Hayir. Kirmizi mi? Evet. Yilan da var mi? Hayir. Kopek? Evet. Kedi? Evet. Baska hayvanlar var mi? Hayvan, hayir. Kopekler buyuk mu? Evet. Kediler kucuk mu? Evet. Onlar ne yapiyor acaba, onlar kosuyor mu? Hayir. Onlar da mi emekliyor? Evet. Bahcenin disinda yol mu var. Hayir. Deniz? Hayir. Irmak? Hayir. Dag? Evet. Yuksek bir dag mi? Evet. Gunes var mi? Hayir. Gece mi? Evet.

Aklim karmakarisik olmustu. Boyle garip bir ruya... Karsimda Vedat, Metin, Ali, Serap... Sorgulayici konumunda ben. Ama uzaktan bir fotografimiz cekilse sanik sandalyesinde oturan yine ben. Arada sirada Serap'la gozgoze geliyoruz. Ilgiyle bakiyor. Anlayamiyorum. Vedat arada sirada yerinden kalkip pikaba hic bilmedigim ama kulaga cok hos gelen jaz plaklari koyuyor. Daha sonralari yuzlerce kez gelecegim bu evin aklimin arsivlerinde derin cizgilerle kazinacak olan koselerine henuz yabanci olan gozlerimi bir ipucu bulmak umidiyle gelecekteki dostlarimin uzerinde gezdiriyorum. Tuhaf bir sey hayat. O anda birer yabanci olan bu insanlarin bir sure sonra ortak kaderi paylasacagim kimseler olacagini bilmeksizin, hangimizin digerinin cenazesinde bulunacagini aklimiza getirmeksizin oturmus bir oyun oynuyoruz. Hayati genis ve buyuk zannederken yaklastigimiz sonu farkedemiyoruz. Tabii simdiden o gune, daha dogrusu o geceye baktigimda goruyorum bunlari. O anda tek dusundugum oyunu layikiyla oynayip, insanlarin uzerinde iyi bir izlenim birakmakti. Aklimda kopekler kediler ve cocuklar emekleyerek tanimadigim bir dagin eteklerine ulasmaya calisiyor, genzim alisik olmadigim miktarda tuketmis oldugum sigaradan yaniyor, kalbim Serap'a bu kadar yakin olmaktan dolayi mutlu mutlu tikirdiyor, disarida kar tum yollari kapatiyordu.

Sormaya devam ettim. Aklima geleni sordum. Yuzlerce Evet-Hayir birikti onumde. Iki saatin sonunda ruyanin buyuk bir bolumunu buldugumu ima ettiklerinde h�l� kafamda mantikli bir kurgu yoktu. Gerci ruyanin mantikli bir kurgusu olabilir miydi? O yaslarda ruyalar uzerine fazla dusunmemis oldugum icin uzerinde durmadigim bu karanlik noktalari yillar boyunca Vedat'in tutunlerini icime cekerek tartisacaktim oysa ki...

Haydi anlat bakalim ruyayi dediler. Sonra da kimin ruyasi oldugunu soyle...

Boynumu bukup topladigim ayrintilardan bir ruya cizmeye calistim, bir cok ayrintiyi da ruyayi dinlenebilir kilmak icin kendim ekledim:

Bir hastane. Bembeyaz bir yer. Gece olmasina ragmen isil isil parildiyor. Yogun bir sessizlik var. Gecenin ilerlemis bir saati. Ay yok. Ya da kalin bulutlarin ardinda kaybolmus. Heryer oylesine karanlik ki hastanenin yanibasindaki koskoca dag bile dogru durust gorulmuyor. Hastanenin bir bahcesi var. Tuhaf bir zemini var. Yapay bir malzemedenyapilmis. uzerinde bir suru cocuk emekliyor. Doktor ve hemsireler uyurken hastaneden kacmislar. Cogu yeni dogmus ve hastanede birakilmis cocuklar. Fakat yine de gozlukleri var. Yol uzun surecegi icin yanlarina kirmizi elmalar almislar. Bazilari onlari kemiriyor. Karanlikta kirmizi kan gibi gorunuyor. Elmalar disinda her sey siyah beyaz. Cocuklarin aileleri dagin oteki tarafindaki sehirde yasiyorlar. Orasinin cok guzel bir yer oldugu hissi var. Hastane ise cok korkunc. Bir tarafi dag, bir tarafi derin bir ucurum. Ucurumun dibindeki lesleri yiyerek beslenmis bir suru kopek ve kedi var ortalikta. Cocuklarin hastaneden ciktiklarini gorunce sessizce peslerine dusuyorlar. Hepsi o tuhaf zemin uzerinde emekliyorlar. Fakat zemin yumusak olmadigi icin yavas yavas yaralanmaya basliyorlar. Kan akmiyor, onun yerine gozyasi geliyor yaralardan. Cunku bebekler sessiz olmak icin aglamamaya calisiyor, kendilerini sikiyorlar. Bu yuzden de iclerinde biriken gozyasi dizlerindeki yaralardan akip gidiyor. Arkalarindaki kopek ve kediler bu gozyaslarini yalayarak susuzluklarini dindiriyorlar. Ruyayi goren kisi kendini bu bebeklerden biri olarak goruyor. O da daga dogru emekliyor, fakat biliyor ki dagda onlari korkunc bir supriz bekliyor. Aslinda geri donmek istiyor ama geride de hayvanlar var. Sikinti ve korku icinde uyaniyor...

Anlatmayi bitirdigimde dogrulugunu olcmek amaciyla yuzlerindeki maskenin gerisinde neler olup bittigini anlamaya calisiyordum ki Vedat: "Biliyor musun bu kimin ruyasi?" diye sordu. Fakat soruyu oyle bir tonladi ki kimi soylesem yanilacagimi anladim. "Bilmiyorum" diye mirildandim.

"Bu senin ruyan."

Ne demek istedigini kavramak icin cabalarken gozumun onunden hastane, dag, emekleyen bebekler, arkalarindaki kopekler, dizlerden akan gozyaslari film seridi gibi akiyordu. Sonra acikladi Vedat:

"Biz bir ruya falan tutmadik. Seni ortada bir ruya olduguna inandirdik ve onu kurgulamani sagladik."

Kendimi aptal yerine konmus gibi hissetmistim. Oysa simdi (bu oyunu bir coklarina bizzat tezgahladiktan sonra) anliyorum ki akilli yerine konmusum. Psikanalitik bir boyutu olan bu oyunun sonunda oynayan kisinin bilincaltindan suzulup gelen bir kurgu, bir hik�ye ya da iyisi mi uyanikken gorulmus bir ruya cikiyor ortaya.

"Peki, sorulara nasil cevap verdiniz? Uydurdunuz mu?"

"Oyle de denilebilir. Fakat senden baska hic kimse kurguyu yonlendirmesin diye cevaplama isini basit bir kurala bagladik. Sordugun sorunun kilit kelimesinin son harfine baktik, eger a ile k arasindaki harflerle bitiyorsa evet dedik, l ile z arasindaki harflerle bitiyorsa hayir dedik. Boylece sen kendi sectigin kelimelerle, kendine bir ruya kurdun. "

"Peki verdiginiz cevaplar mantiksal olarak celisemez mi?"

"Bir de celismeme kurali var tabii. ornegin sen 'Kadin var mi?' diye sordun, n harfi ile bittigi icin hayir dedik; sonradan 'Hemsire var mi?' diye sordun e harfi ile bittigi icin evet dememiz gerekirken hayir dedik. Ayrica fiiller ve diger taki alan kelimeler icin kokunu bulma sorunumuz vardi; Ali o yuzden kilit kelimeyi yuksek sesle tekrar ediyordu, biz de o kelimenin son harfine konsantre oluyorduk..."

Acikcasi tuzaga dusmustum. Metin -ki daha sonradan ne muzip bir adam oldugunu anlayacaktim- cay alirken beni burnumdan yakalamis, EAK'ya gondermis oldugum aslinda vasatin cok cok altindaki siirim aklina gelmis, bu siir yardimiyla beni kolayca kandirabilecegini oracikta hesaplayip oltasini sallandirmis, ben de bu tuzaga kendi istegimle gule oynaya dusmustum. Gerci bu psikanalitik salon eglencesi hem benim icdunyam hakkinda onlara bir fikir vermis, bu sayede Vedat'in gozunde uzerinde 'calisilmaya' deger bir genc vasfi kazandirmisti bana hem de benim ulasmaya calistigim grubun kalbine kestirme bir yol bulmama yardimci olmustu. Belki kisa bir sure sonra siir yazmayi geri donmemecesine terketmemin altinda da bu oyun gecesi var ama hic pisman degilim. Cunku o siir sayesinde, gecici bir sure icin de olsa cok onemli dostlar kazandim. Bir daha yazdigim hic bir metin hayatimi oylesine degistirmedi.

Hik�yenin kahramanlari ile daha sonra yollarimiz ayrildi. Vedat ve Serap ile dostlugum uzun yillara yayildi gerci, mezun olmalarina ragmen EAK'da beni yalniz birakmadilar, yapmaya calistigimiz islerde hep disaridan destek oldular. Dostlugumuz suresince, Serap'i yakindan tanidikca baslangicta ona hissettiklerim gittikce sondu ve daha sonra buyuk bir bosluga donustu. Vedat'la ilerleyen dostlugumun suphesiz buyuk etkisi oldu bu sogumada. Fakat gerisinde oyle karanlik bir bosluk birakti ki kapisini acmaya korktugum bir kirkinci oda olarak gelecekteki sevgililerimle aramda bir ucurum oldu. Vedat ile yasadigimiz seruvenler ise baska hik�yelerin konusu olacak kadar zengin. Onun paranoyalari, yazip cekmecesinden asla cikaramadigi romanlari, ruyalari, hayalleri beni o hastanenin bahcesinden alip dagin ote yanina kac sefer gecirmistir... Simdilerde yurtdisinda yasiyorlar. Bir cocuklari var.

Iste boyle sevgili okur, yillar once dustugum bu tuzak simdi hos bir tebessumle hatirladigim bir kis gecesi olarak kaldi. Oyunun kuralini ogrendiniz, siz de dostlarinizla bu oyunu oynayip, kasvetli kis gecelerini veya sikici yaz gecelerini eglenceli kilabilirsiniz. Unutmayin bu oyun bir kisiyle ancak bir kez oynanabiliyor, ve yeni bir oyun icin yeni bir kurban bulmaniz gerekiyor. Ben cevremi tukettigim icin oyunun kuralini aciklamakta bir sakinca gormedim ama siz kimseye anlatmayin...

Not: Eger baska birisi sizi bu tuzaga dusurmeye calisirsa, sakin oyunu bildiginizi belli etmeyin; kurali bildiginiz icin olaganustu bir ruya yaratabilir, sizi tuzaga dusurmeye calisan insanlari siz faka bastirabilir, hayranliklarini kazanabilirsiniz. Benden soylemesi...

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1