Tuzak

  kadinerkekbedendogatoplum: hepsi ve hicbir sey - Nazli Okten

 

Giderek daha da seyirlik hale gelen bir toplumda mankenlik, sunuculuk, sarkicilik ozellikle de kadinlar icin giderek daha cok gipta edilen ve kabul goren meslekler arasinda yerlerini aliyorlar. Bir piyasa degeri olarak bedenlerinden yararlanmayi pekala beceren bu kadinlar elbette bircok toplumsal fenomen gibi yalnizca tek tarafli degiller. Bir yandan piyasa, meta gibi kavramlarin insani duzeydeki olumsuz cagrisimlari surerken ote yandan kadinin toplumsal alandaki gorunurlugunun artisi acisindan cagrisimlari var. Govdelerini gururla muzigin ritmine birakan bu kadinlar, kendilerini hayranlikla izleyen gozlerin sahipleri uzerinde biraktiklari etkinin keyfini surerken bu durumun geciciliginin bilinciyle giderek daha aceleci ve acgozlu bir birikimin pesinde kosuyorlar. Bambaska bir yanda ama ayni zamanda Musluman kadinlar, hayatin daha cok alaninda istedikleri gibi- ve ayni zamanda bazi Musluman erkeklerin onlari gormeyi istedikleri gibi- varolmak icin daha cok one cikiyorlar. Kadinin toplumsal alanda daha cok hak sahibi olmasini istediklerini soyleyenlerden bazilari onlari "boyle gorunecekseniz hic gorunmeyin" diyerek iteliyor. Kadinin zamani geldiginde gorunmez olmasini isteyenlerin bazilari o gunun gelmesi icin bu kadinlari destekliyor. Herkesin kafasi karisiyor: bireysel secim mi, icsellestirilmis toplumsal dayatma mi?

Kafamizi daha da karistirmak icin 1998 Turkiye'sinin iki gozde kadinina bakalim. Sibel Can ve Seda Sayan. Bu kadinlarin, kadinliklariyla gurur duyan bir gogus germeden cok bir fallus dikligiyle gerinen bedenleri, bir yandan kadinin bedeniyle iliskisine mesru bir gorunurluk ve guc kazandirirken (aslinda erkegin kadinin bedeniyle iliskisine) ote yandan hizmet ettikleri eril cinsel ekonomiyi pekistirip parlaklastirarak gonullu cinsel nesne olarak kadininin bir kez daha asagilanmasinin yolunu aciyorlar. Bourdieu sinifsal bakis acisini derinlestirip inceltirken Marx'dan devraldigi sermaye kavramini Weber'den mulhem statu kavramiyla cilalamak icin cesitlendirir. Sermaye yalnizca dogrudan para ya da uretim araciyla sinirli sayilamaz. Toplumsal iliskiler aginin, kulturel birikimin, dile hakimiyetin ve hatta bedenin de sermaye oldugu kosullar ve durumlar vardir. Bu sonuncusu erkekler icin genelde sporcu olmakla kadinlar icin ise daha cok fiziksel guzelligin sagladigi avantajlarin kullanildigi meslek gruplariyla belirginlesir. Hosteslik, mankenlik yapmak, guzellik yarismalarina katilmak, "iyi" bir evlilik yaparak sinif atlamak genelde kadinlara ozgu sermaye kullanim yollaridir. 90larin Turkiyesinde giderek daha cok genc kentli kadin bu yollara basvururken, kadinligini yok sayip esitlenen "faziletli Cumhuriyet kizlari"nin yerini, tuttugunu koparan ve sahip oldugu avantajlardan sonuna dek yararlanan carpici genc hanimlar aliyor.

Sibel Can ve Seda Sayan gibilerin fallik bedenleri (ikisinin de anne olmasi tesaduf degildir), once korselere sikistirilip boylece dunya uzerinde daha az yer kaplamasi, fazla isgalci ve guclu gozukmemesi saglanan, 70lerde sutyenlerini yakarak bedenlerine ozgurluk isteyen, simdi ise anoreksik ozlemleriyle hicbir dis sinirlamaya gerek kalmadan bedenlerini iceriden sinirlayip gogussuz ve kalcasiz olmaya yonelen batili kadinlara karsin Turkiyeli kadinlarin bir yandan gururla tasiyip bir yandan sonuna kadar somurdukleri sermayeleri gibi.(1) Elbette batinin kulturel saatini saniyesiyle takip eden sosyokulturel kesimler icin bu kadinlar arzulanir hedeflerden cok avam eglenceler. ustelik bireylesmesini tamamlamis erkegin anne-kadina ihtiyac duymadigi, "incelmis" bir zevkin taskinliklari kaldirmadigi varsayilir. Bu, klasik cizgisel evrimci gelisme modelinin one surecegi gibi sadece bir evre mi -yani Turkiye batinin evriminin hep bir geri asamasinda mi- yoksa kulturel surekliligi varsayan bir modelin one surecegi gibi ana tanrica kultunun direndigi topraklarda kadin bedeninin zaferi mi zaman gosterecek.

Modanin dayattigi, oglan cocugu bedenindeki kadin imgesine inat kivancla devinen bu bedenler, cinselliginden kurtulup androjenlesmek isteyen bir kusagin ayak sesleri altinda Turkiye'nin sinifsal-tarihsel donusumune de taniklik ediyorlar. Sinifsal hareketliligin ve akiskanligin yogun oldugu ve siniflarasi duvarlarin cimentosunun henuz katilasip kurumadigi, zenginle seckinin bir ve ayni olmadigi bir ulkede estetik begenilerin tahakkumuyle gercek kulturel tahakkum arasindaki mesafeyi gosteriyorlar. ote yandan baslarinda geleneksel olanin disinda bir ortu tasiyan kadinlar, bedenlerinin bastan cikarici olmasini engellemek icin, saygideger birer Musluman olmak icin, ya da buna mecbur olduklari icin -ve bazen de hepsi birden- sarip sarmalaniyorlar. Bedenlerinden fiziksel bir sermaye olarak -bu noktada fahiselik anlaminda degil- yararlanan kadinlarla ortak bir bakis acisi icinde, bedenlerini bastan cikarici tehlikeli silahlar olarak kabul ediyorlar. Sibel Can bir soylesisinde "cok temizimdir" diyor, milyonlarca erkek bakisinin kendisini kirlettigini dusunenlere cevap verircesine ve dolayisiyla kendisi de bunu dusunurcesine. Bedenimizin kendimizden baskasina ait oldugunu ve onun mulkiyetinde oldugunu dusundukce onun korunup temiz ve saf saklanmasi gereken bir malzeme olarak gormekten kurtulamayiz.

Bedenimizle iliskimiz konusundaki tartismalar buyuk olcude kadin-beden uzerinden geciyor.. Cunku fark ve esitlik, doga ve kultur ikilikleri oncelikle kadinlarin tartismaya actigi bir alan oldu. Kadinlar, kendilerini ezilmeye mahkum eden dogalarindan uzaklastikca, cocuk dogurmanin, uremenin, soyu surdurmenin olanaklarini gosteren yuvarlakliklarindan uzaklastikca mi ozgurleseceklerdi yoksa aksine bu farkliliklari sahiplenip besledikce mi? Bedenlerinden kurtularak mi ozgurleseceklerdi, kendilerini o saydikca mi? Ama belki de Irigaray'in soyledigi gibi, ikiliklerden birini secmek tuzaklardan biri(2). Belki de bu iki secim, tum kadinlari belirleyen butunluklu bir secim degil tek bir kadinin her seferinde yapacagi secimdir. Ne de olsa bireylesmenin yasamsal secimleri giderek daha belirledigi varsayilan bir dunyada yasiyoruz (Ama bu, bireylesmenin en yuksek duzeyde oldugu toplumsal kesimlerde bile insanlarin kendilerini guvende hissettikleri kabileler secmelerine engel olmuyor; aradaki fark bu kabilelerin icine dogulmus degil secilmis kabileler olmasi). Kadinlik adi verilen bir ortak durumu paylasmak istemeyenler kendilerini bununla tanimlamak istemeyenler var ise (anoreksia nevrosanin en belirgin sonuclarindan biri artik adet gormemek) onlara doganin kendilerine bictigi rolden baskasini yasamak isteyenler olarak saygi duyulabilir ama bunu hakim kulturu kadin bedenine uyguladigi kontrolun bir uzantisi olarak dusundugumuzde bireysel secimlerin otesinde baska bir gerceklikle karsilasiriz. Toplumsal olani her degerlendirisimizde ayni ikilikle karsilasmiyor muyuz? Bireysel secime karsi toplumsal belirlenim. Ikiliklerin tuzagina dusmeden olup biteni nasil anlayabiliriz?

Neden insanlari giderek daha cok bedenleri uzerinden dusunuyoruz? Bu konudaki bilinc duzeyinde bir gelisme oldugu icin mi? Bir de bu acidan bakalim. Zayiflama ve forma girme cilginliginin neredeyse tum sinifsal ve kulturel katmanlara yayildigi bir zamanda (ancak zayiflama konusunda kadinlar oncelikli cunku daha once dedigimiz gibi fazla yer kaplamaya haklari yok) insanlarin bedenleri uzerindeki kontrolleri ve benlik sevgileri artacak diye sevinilebilir; ya da bu turden bir kontrolun gerektirdigi disiplin teknikleri benlik uzerinde giderek daha buyuk bir baski yapacak diye uzunulebilir. Sisman ve/ve ya sekilsiz olan iradeden, oz-saygidan, kisisel proje ve kararliliktan yoksundur; kendi filminin basrol oyuncusu, arzulanir kisisi olmayi becerememistir o halde baskalarinin saygisini da haketmez. Cunku artik sorumlu oldugumuz tek sey bedenimizdir ve kontrol altinda tutabildigimiz tek sey de budur. Hayatimizin geri kalani elimizden kayabilir, cevre felaketleri her gun yeni hastaliklara yol acabilir, politikacilarin aldigi kararlar, savaslar, sistemin kendini ayakta tutma cabalari dunyanin her yerinde insanlarin hayatlarini mahvetmeye devam edebilir ama biz diyet ve spor yaparak ya da meditasyon ve yoga yaparak omrumuzu uzatir benligimize mutluluk ve guc kazandirirz. Insan turu olarak sureklilik, bizden sonraki kusaklarin devamliligi gibi kaygilarimiz kalmadigi icin de kendi yasamimizi birkac yil daha uzatmak icin deli gibi cabalariz. Kazandigimiz bu zamanla ne yapacagimizi bilmeden. Bu satirlarin yazarinin amaci ahlakcilik degil ama absurdun dibini kazimak... Neden?

Psikanaliz ve psikoterapi kuskusuz yarali bilinclerimizi sagaltmakta cok yol katettiler ama giderek tum yasantimizi ve deneyimlerimizi salt darbelerden, travmalardan ibaret saymak, varsaydigimiz bir ozu mudafaa etmek icin giderek daha kalin duvarlar ormek ve otekini hep olasi dusman ve yaralayici saymak, baskalarindan giderek daha az, daha az ogrenmek bireysel yasantimizi toplumsal yasantinin deneylerinden giderek daha bagimsiz saymak sahte bir birey kultunun unsurlari olarak gorulemez mi? Biz, kendimiz, benligimiz, kisiligimiz giderek daha onemliyiz. Bireysel acilim, baskilara direnis gibi terimlerle dusunuldugunde olumlu gorulen bu gelismelerin tuzagi, kendi bireyimizin duvarlari icine hapsolma degil mi?

Turkiye'de neden polisiye roman yazilmadigina dair tartismalarda bazilari Turkiye'de insanlarin bireysel olarak plan yapip degil, ofkelerine ya da duygularina yenilerek adam (neden kadin degil ayrica sorulabilir) oldurduklerine, bu nedenle de bu turde dogru durust (adam gibi!) roman yazilmadigina hayiflaniyorlardi. Birey olmayan yerde polisiye roman da yazilamayacagina gore neredeyse bu roman turu gelissin diye katil adayi bireyler yetissin diye bekleyecektik. Batililasma konusunda yasadigimiz yabancilasmaya bir ornek bu. onumuzde bir model var ve kimileri onu izleyerek kimileri de onu reddederek varolabilecegimizi soyluyorlar ve yine ikiliklerle karsi karsiyayiz. ucuncu bir yol onerenler de ne ve nasil oldugunu kimsenin tam olarak aciklamadigi belirsiz bir sentez oneriyorlar. Ve aslinda yine tek, bir ve turdes bir toplum varmiscasina herkes icin ortak bir model dayatiyorlar. Cunku hepsinin de "kendimiz" olmaktan anladiklari saf bir oze sahip olmak oldugundan ya o ozu ariyor, ya reddediyor ya da yaratmaya calisiyorlar.

Birey olmak, kadin olmak, Musluman olmak, bir bedene sahip olmak, 90larda Turkiye'de yasamak. Karmakarisik seyler soyledigimi biliyorum ama olsun. Akilci mezartaslari dikmektense sacmanin besiklerini sallamak yegdir. Ruyalardaki gibi, cocuklugumuzdaki gibi, bir seye hem bir sey hem de bir baska sey olabilme hakki vermek yaraticiligimizi kuru ikiliklerden daha cok beslemez mi? Kesinliklerin imparatorlugundan yeterince zulum gormedik mi? Belirsizliklerin kaygan zemininde hizli yol almak belki de o denli korkulacak bir sey de degil. Cunku dunya bas dondurucu ve hicbir sey yalitilmis bir dogruluga ya da yanlisliga sahip degil. Bu basdondurucu hiz karsisinda pes edip agzimiz acik izlemek ya da tamamen sirtimizi donmek istemiyorsak (ki bu da bir secimdir)yapabileceklerimizin basinda anlamaya calismak geliyor. Cunku anlamadan ne varolabilir ne de mucadele edebiliriz.

(1) Siz de bu kadinlari su ya da bu nedenle itici buluyor olsaniz da soyle dusunun, erkeklerin dolmusta, otobuste nasil oturduklarina , kabadayilarin, yani erkekligi meslek edinmislerin yururken bacaklarini nasil acip kollarini nasil salladiklarina bakin, sokaklarda erkeklerle gozgoze gelecek sekilde basini dik tutan kadinlarin azligina, utactan kizariveren yanaklarina bakin. Bir de sahnedeki bu kadinlarin duruslarina. Cinselligi somurdukleri icin durumu daha da vahimlestirdiklerini, kadini iyiden iyiye cinsel nesne olarak sunup, onu bu role iyice hapsedip somuruyu pekistirdikleri dogrudur. Genis kitleler tarafindan sevilip kabul gormelerinde Turkiye'de Bulent Ersoy ya da Zeki Muren bastaci edilirken escinsel ve travestilerin gordugu eziyetteki ikiyuzlulugu gorebilirsiniz. Yani onlarin basarmisligi nedeniyle duyulan hosgoru asla siradan bir kadina gosterilmeyecektir. Ama aci veren bu ikiyuzlulukte bir yandan da kendi sinirlarina sigamayan bir toplumun sancilari yok mu? Hayatin sundugu basdondurucu siddet karsisinda bayagiliklarla kusatildigimizi dusunup soylu acilara mi garkolmakla cilgin kalabaligin ardina takilmak gibi bir ikilikten secim yapmak zorunda degiliz her ikisini ve hicbirini iceren kendi yolumuzu bulabiliriz

(2)"Isik saciyoruz, biz. Ne bir ne de iki. Saymayi hic bilmedim. Onlarin hesaplarina gore ikiyiz. Sahiden iki mi? Bu seni guldurmuyor mu? Tuhaf bir iki. Yine de bir degil. Bir, hic degil. Biri onlara birakalim. Birin ayricaligini, tahakkumunu, tekbenciligini: gunesinkini de. Ve onlarin, otekinin birin imgesi oldugu ciftlerinin o tuhaf dagilimlarini da. Sadece imge. O halde otekine dogru gitmek serabin cekiminden gelir. (Zor zar) canli ayna. Donmus [Glace; ayna kelimesi Fransizcada ayni zamanda buz anlamina da gelir). Sagir. Artik aslina sadik degil. Hayatimizin hareketinin sona erdigi rahatsiz edici taklit, dublorluk [dublure; ayni zaman da ikiye katlama anlamina gelir]isi. Yeniden uretmeye mahkum. Asirlardan beri oldugumuz ayni sey: otekiler." Luce Irigaray, Ce sexe qui n'en est pas un, s.206-207. Les Editions de Minuit, Paris, 1977. Dudaklarimizin konustugu yer anlamina gelen bir baslikla yayinlanan bu bolumde Irigaray dudaklarimiz kelimesini cok anlamli olarak kullaniyor. Hem genelde agiza hem de kadin cinsel organina gondermede bulunuyor. Cunku baska bir yerde de erkek cinsel organinin tekligine karsin kadinin cogullugunu vurguluyor.

"Nasil soylemeli? Hemen kadin oldugumuzu. Onlar tarafindan kadin yapilmadigimizi, onlar tarafindan bu sekilde adlandirilip kutsal ve kutsallik disi kilinmadigimizi. Onlar bir sey yapmasa da bunun zaten oldugunu. Ve onlarin tarihlerinin bizim suruldugumuz yer oldugunu. ozel bir topragimiz oldugundan degil; ama vatanlar, aileleri, yuvalari, soylemleri bizi hareket edemeyecegimiz alanlara hapsediyor. Yasamaya devam edemeyecegimiz. Mulkiyetleri bizim surgunumuz. Citleri askimizin olumu. Kelimeleri dudaklarimizin tikaci.

Bolunmelerinden, kareliliklerinden, ayrimlarindan, karsitliklarindan cikmak icin nasil konusmali: bakire/bozulmus, saf/iffetsiz, masum/gozu acilmis... Bu terimlerin zincirlerinden nasil kurtulmali, kategorilerinden nasil cikmali, isimlerinden nasil siyrilmali. Onlarin kavramlarindan nasil canli cikmali?"

Luce Irigaray, Ce sexe qui n'en est pas un, s.211. Les Editions de Minuit, Paris, 1977. Ceviren Nazli Okten.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1