Sonsuz

  Haz Ani ve Kotu Sonsuzluk - Cemal Ener

 

Haz ani

Amerikali yonetmen George Roy Hill'in 1969 yilinda cektigi ve Western klasikleri arasinda kendine hakli bir yer edinmis olan Butch Cassidy and the Sundance Kid iki soyguncunun oykusunu anlatir. Film, Turkiye'de yillar once Sonsuz Olum basligiyla girmisti vizyona. Genel olarak filmlerin ozgun basliklarini degistirmek gibi bir aliskanligi (ki sozgelimi Almanya'da oldukca yaygindir) hic onaylamadigim halde, filmin basligina yapilan mudahaleyi, bu ornekte isabetli bulurum. Birincisi, mutlak bir son cagristiran olum olgusuna sonsuzluk gibi bir sifat kazandirmak, verimli dusuncelere kapi acabilecek, baslibasina yaratici bir bulustur. Ama bunun da otesinde filmi, en azindan filmin son sekansini mukemmel bir bicimde ozetleyen, hatta bu son sekansi dilin araclariyla yeniden kurgulayan bir basliktir Sonsuz Olum.

Filmin kahramanlari Butch Cassidy (Paul Newman) ve Sundance Kid (Robert Redford) Amerika'da mimlendikleri ve her yerde arandiklarini ogrendikten sonra, daha rahat "calisabilmek" amaciyla, kendilerini kimsenin tanimadigini ve bankalarinin yeterince iyi korunmadigini dusundukleri Bolivya'ya giderler. Ama kacmaya calistiklari son, onlari Bolivya'da da yakalar. Basarisiz bir soygun girisiminin ardindan, kucuk bir kasabada kistirilirlar. Kendilerini guc bela attiklari bir binada silahlarini doldururlarken, Bolivya'dan sonra hangi ulkeye gideceklerini tartisirlar sakalasarak. Her ikisi de yarali ve kapana kistirilmis bir durumda olduklari halde, bu son konusmada neredeyse sen bir tavirla, yeni bir baslangictan soz acilmasi son derecede onemlidir. Bu sirada catisma yerine varan koca bir ordu birligi, iki soyguncunun saklandigi binanin cevresinde mevzilenir. Cassidy ve Sundance son bir "yarma" harekatina girismek uzere binadan firladiklari anda, goruntu donar ve zaman durur. Ðki soyguncunun bu son goruntusu yavasca sararak eski bir fotograf imgesine donusurken, distan da, verilen komutlarla disiplinli bir bicimde ateslenen, onlarca silahin patlamasi duyulur. Yonetmen George Roy Hill, gerek sinematografik anlatim, gerekse dramatik etki bakimindan son derecede basarili buldugum bu sahnede, kahramanlarini sozgelimi kanlar icinde yere yigilirken gosterme yoluna gitmemekle, fiziksel olumun ardinda gizlenen metafizik bir sorunu anistirmak ister gibidir sanki. Deyim yerindeyse, bu "metafizik olum", belirli bir zaman kavrayisina da uygun olarak -ki bu noktaya daha sonra donecegim- bir tur zamansizlik ya da sonrasizlik durumudur. Mutlaklastirilmis anin sanati diye tanimlanabilecek fotograf imgesi de, boyle bir sonrasizlik durumunu, dogal olarak devinime dayali sinemadan daha iyi yansitacaktir.

Simdiye kadar soylediklerim, bu sahnenin yalnizca gorsel boyutuyla ilgiliydi. Ancak isitsel boyutun bu sahneye katkisi da en az goruntu kadar onemlidir. Sanki hic bitmeyecekmis, sonsuza dek surecekmis gibi, durmadan tekrarlanan o "Ates!" komutu ve her defasinda o komutu izleyen silahlarin dayanilmaz gurultusu: Ðsitsel duzlemdeki bu tekrar, donmus karenin dinginligiyle mutlak, ama butunleyici bir karsitlik icindedir. Durmus zaman ve sonsuzca tekrarlanan an. Ðste bu noktada, filmin Turkce basliginin bir paradokstan cok ("olum nasil sonsuz olabilir?"), bir totolojiyi dile getirdigini sezer insan ("olum sonsuzluktur zaten!").

Zaman dusuncesinin kabaca iki farkli bicimde kavramsallastirildigi bilinir: Cizgisel zaman ve cevrimsel (ya da dongusel) zaman. "Zaman bir art arda gelistir ya da en azindan bir art arda gelisi kapsar; cizgisel dusunce cercevesinde art arda gelis her iki yone dogru sonsuza dek uzayip gider." (D. W. Dauer, Nietzsche ve Zaman Kavrami, Cogito, sayi 11, Istanbul 1997; s.84) Dauer'in cizgisel zaman kavrayisina yonelik bu soyut tanimi, bu kavrayisin bazi tezahurleri icin tam olarak gecerli sayilmaz. Sozgelimi cizgisel bir zaman kavrayisina sahip hiristiyanlik dusuncesi icinde, boyle bir "sonsuza dek uzayip gidisten" soz etmek guctur. Zamanin bir basi (Yaradilis) ve bir sonu (Kiyamet) vardir. Yaradilis'tan once, Kiyamet'ten sonra Tanri vardir ve Tanri sonsuzdur tabii. Ama tam da oncesiz ve sonrasiz oldugu icin, Tanri'ya ozgu bir "zaman kipi"nden soz etmek olanaksizdir. Yani hiristiyan dusuncesinde sonsuzluk -Dauer'in de belirttigi gibi- zamanin degil, ote-dunya biliminin konusudur.

Buna karsilik cevrimsel zaman anlayisi, her sonu ayni zamanda yeni bir dongunun baslangic ani olarak kabul ettigi icin, bir tur sonsuzluk fikrini icerir. Bu cevrimsel zaman anlayisinin felsefedeki en unlu temsilcilerinden biri de Nietzsche'dir. Nietzsche'nin yine kendisi kadar unlu "Sonrasiz Donus" (Die ewige Wiederkunft) kavrami pek cok filozof ve felsefe uzmanini ugrastirmis; pek cok yorum ve incelemelere konu olmustur. Bu incelemelerden biri de Cogito'nun 11. sayisinda yayinlanan, D. W. Dauer'in "Nietzsche ve Zaman Kavrami" baslikli makalesi. (Bu arada eglenceli bir rastlantiya da dikkat cekmeden gecemeyecegim: Nietzsche'de zaman kavramini inceleyen yazarin soyadi, Almancada "muddet, sure, devam" anlamlarini tasiyor.) Dauer'e gore, Nietzsche'nin "Sonrasiz Donus" (Cogito'nun cevirisinde "Sonrasiz Geri Donus") dusuncesi onemli bir mantiksal celiski barindiriyor:

"Nietzsche'nin cevrimsel zaman anlayisina gore, ayni durum, her sey tipatip ayni durumda geri gelerek, sonsuza dek gerceklesmeli ya da geri donmeli. Ayninin sonsuz sayida yinelenisini gogusleyebilmemizi ister bizden. Ne var ki, bir durumdaki karsilasmanin yinelenen bir karsilasma oldugunu gorebilmek icin, son karsilasmada bunun ayni karsilasma olmadigini bildirebilecek farkli bir sey olmasi gerekir; kucuk, ama her seyin tipatip ayni oldugu kosulunu cigneyen bir fark bu. Yinelenisten soz edildiginde, ayni durumun gecmisteki olaylarinin da animsanmasi gerekir. Ama, biri kalkip da, bir onceki animsanmis olandan fazla bir olay animsarsa, kisinin zihinsel durumu bir onceki kezle tipatip ayni olamaz artik. Baska deyisle, her sey tipatip ayniysa dunyadaki hicbir anlik da bunun bir yineleme oldugunu fark etmeyecektir. Ancak tek bir zaman cemberine olanak vardir. Yinelemeden soz edebilen kisi zaman cevriminin disinda olmalidir. Nietzsche boyle biri mi? Tanri mi?" (D. W. Dauer, a.g.e., s. 87)

Nietzsche'yi, "oldugunu" ilan ettigi Tanri'nin yerini almakla, yani zamanin disinda varolan, Arsimed'ci bir noktadan konusmakla elestirirken, ilk bakista hakli gibi gorunuyor Dauer. Ancak buradaki sorun, yazarin Nietzsche dusuncesinde hicbir gizli tanrisal dunyanin kabul edilmedigini vurgulayarak, "Sonrasiz Donus" kavramini dogrudan dogruya fizik dunyaya ait olgularla ilintilendirmesi. Nietzsche'nin "maddeciligi", "Sonrasiz Donus" kavramiyla vurgulanmak istenen seyin, surekli basa alinan bir film gibi yinelenen fizik dunya oldugunu gostermez. Bu noktada Nietzsche'den hem etkilenmis, hem de onun felsefesine onemli yorumlar getirmis bir baska dusunure, Gilles Deleuze'e donmekte yarar var:

"Eger bu bir dairesel devinimse; yani her seyin bir geriye donusuyse, ayni olanin geriye donusu ve ayni olana bir donus ise, o zaman "Sonrasiz Donus" fikrinde bunca sasirtici olan ne var, diye de soruluyor: Ama burada soz konusu olan, tam da bu degil. Nietzsche'nin sirri, "Sonrasiz Donus"un ayiklayici (selektif) olmasidir. Hem de iki kez ayiklayici. Once dusunce olarak. Cunku bize, ahlaktan tumuyle kurtarilmis istemin ozerkligine iliskin bir yasa verir: Ðstedigim sey ne olursa olsun (tembelligim, sefahat duskunlugum, korkakligim, kotu aliskanliklarim ya da erdemim), sonsuz donusunu istercesine istemek "zorundayim" onu. Kendini "yarim istemelerin" dunyasi disinda bulmak; yani istedigimiz her seyi, yalnizca bir sart altinda soylemek: bir kez, yalnizca tek bir kez. Kendi sonsuz donuslerini isteyen korkaklik ve tembellik bile, korkaklik ve tembellikten farkli bir sey olurdu: Etkinlesir ve olumlamanin gucune donusurdu. - "Sonrasiz Donus" yalnizca ayiklayici dusunce degil, ayiklayici varliktir da ayni zamanda. Yalnizca olumlama doner geriye; yalnizca olumlanabilen sey doner; yalnizca haz doner geriye." (Gilles Deleuze, Nietzsche, ein Lesebuch, Berlin 1979, s. 39-40)

Deleuze'un Nietzsche'ye yaklasiminda kavramsal bir karsitlik, kilit rol oynuyor: Aktif (etkin) ve reaktif (tepkisel) guclerin karsitligi bu. Nietzsche'nin hayati boyunca hiristiyan dusuncesi ve ozellikle de hiristiyan ahlakini ezeli bir dusman gibi gordugu ve eserlerini de buyuk olcude bu ahlaka karsi bir tur savas gibi gelistirdigi dusunulurse, bu yaklasimin ne denli yerinde oldugu anlasilir. Nietzsche icin, hiristiyan ahlaki reaktif bir nitelik tasir. Hiristiyanligin zaferi, kendi gucunun eseri degil, karsitlarini zayif dusurmedeki basarisinin sonucudur. Gercekten de hiristiyan ahlaki, icsel denetimi saglamak uzere cok incelmis bir aygit gelistirmistir: Vicdan azabi, sucluluk duygusu gibi araclarla bir nefs terbiyesi vermeyi ve gunah korkusunu, eylem oncesi bir asamaya tasiyarak denetimin icsellestirilmesini amaclar. Sonuc, yalnizca eyledikleriyle degil, aklindan gecirdikleriyle de (hatta ozellikle aklindan gecirdikleriyle) gunah isleyebilecegini "bilen" insandaki enerjilerin tepkiselleserek, bir anlamda notralize edilmesidir. Bu yuzden hiristiyan dusuncesi, Nietzche'nin tabiriyle, bir agirliktir. Ve "Sonrasiz Donus" buna verilmis bir cevaptir.

Nietzsche'nin boyle bir cevap icin, ilk bakista tam da kadercilige kapi aciyormus gibi gorunen sonrasiz dongu dusuncesine sarilmasi sasirtici olabilir. Ama Nietzsche'nin "Sonrasiz Donus"u, bu zaman kavrayisinin geleneksel turevlerinden cok onemli bir noktada ayrilir: Ðstemin roludur bu. Ðlk agizda bir acmaz gibi gorunen sorunun, Nietzsche de farkindaydi. Bizzat istemin de zamana tutsak oldugundan; zamanin geriye dondurulmezligi karsisinda gucsuz kalisindan soz etmesi bundandir.

"Boyle idi": Budur istemin dis gicirtisinin ve en cekilmez derdinin adi. Olmus seylere karsi gucsuz olan istem, butun gecmis seyleri ofkeyle seyreder...(Nietzsche, Boyle Konustu Zerdust, Ðkinci Bolum, "Kurtulusa Dair"; bk. Dauer, a.g.e, s.88)

Zamanin degistirilemez gecmis kipi karsisinda, deyim yerindeyse edimin sifir noktasindan, kaynagindan kopan istemin, bu tutsakliktan, edilgenlikten cikmasi eylemin sahibi olmasi gerekir:

"Her "boyle idi" kirintidir, bilmecedir, korkunc bir rastlantidir, -yaratici istem soyle deyinceye dek: "Ama boyle istedim ben -Yaratici istem ona soyle deyinceye dek: Ama boyle istiyorum ben! Boyle isteyecegim ben!" (Nietzsche, Boyle Konustu Zerdust, Ðkinci Bolum, bk. Dauer, a.g.e., s. 88)

Ðste Nietzsche'ye ozgu sonrasiz dongu dusuncesinde yeni olan budur: Ðstem, olmus olani simdi ve burada ve sonsuza dek yinelenmesini istercesine olumlarken ("boyle istedim; boyle istiyorum; boyle isteyecegim!") ani mutlaklastirarak, bir anlamda zamani ortadan kaldirir. Nietzsche'nin "Sonsuz Donus" dusuncesine yaklasmasinda "simdi" ya da an kavraminin oynadigi olaganustu onemli rolu, Dauer de altini cizerek vurguluyor. Bir yanda geriye (gecmise) diger yandaysa ileriye (gelecege) dogru sonsuza dek uzayan iki yolun kafa kafaya geldigi "gecidin adidir, an". Bu anlamda an ve zaman kavramlari arasinda paradoksal bir iliski vardir. An ya da simdi, zaman cizgisi uzerindeki sonsuz sayidaki noktalardan her biridir; yani zaman en kucuk kurucu birimidir: "Butun gecmis anlar simdi'ydi, butun gelecek anlar da simdi olacak."; Dauer'in dedigi gibi, "simdi zamanin tumunu kucaklar" ve bundan oturu de zamansiz, sonrasizdir bir bakima.

Borges'in, zaman ve an kavramlari arasindaki bu tuhaf iliski acisindan da okunabilecek bir oykusu var. Yazar, "Kum Kitabi" baslikli oykusune soyle giriyor:

"Cizgi sonsuz sayida noktadan olusmustur; duzlem sonsuz sayida cizgiden; oylum sonsuz sayida duzlemden; yuksek oylum ise sonsuz sayida oylumdan... Kesinlikle hayir; bu, more geometrico degil, oykumu anlatmaya en iyi baslama yolu." (Borges, Kum Kitabi, Ðstanbul 1989, s. 92)

Eski kitaplar satan bir gezgin saticinin, oykunun kahramanina getirdigi olanaksiz bir kitap kurgulanir bu oykude: sonsuz bir kitap. Kitaptaki herhangi bir sayfayi, yalnizca bir kez acabilirsiniz; sayfalar, gelisiguzel numaralandirilmis gibidir, ornegin 40514. sayfayi 999. sayfa izler; ilk ve son sayfalari bulmak olanaksizdir, cunku "kapakla basparmagim arasinda her zaman birkac yaprak kaliyordu". Anlatici, elindeki cok degerli birkac elyazmasi Ðncil'i gozden cikararak bu olaganustu kitaba sahip olmayi basarir. Mutluluk icinde gecirdigi ilk aylarda kitabin ardinda gizli bir duzen arar; onu kodlamaya calisir. Kucuk resimlerin kac sayfada bir tekrarlandigini saptamak ister; alfabetik listeler cikarir. Ancak tum bu cabalarin beyhude oldugunu anladiginda, "kitabin bir karabasan nesnesi, gercegi lekeyen ve bozan, utanmaz bir sey oldugunu" hisseder. O andan itibaren kitaptan kurtulmak disinda bir sey dusunemez olur. Once yakmak isterse de, boyle sonsuz bir kitabin yaratacagi atesin de sonsuz olmasindan ve dunyayi dumaniyla bogmasindan korkar. Sonunda kitabi, Ulusal Kutuphane'nin bodrumundaki arsivin kuytu bir kosesine birakarak kacar.

Borges'in bu kitabi, bana Gilles Deleuze"un, Nietzsche metinlerinde disariyla, dissal olanla kurulan iliski hakkinda soylediklerini cagristiriyor:

"Felsefenin tarzini olusturan sey, bir disari'yla kurulan iliskinin, bir iceri'nin, bir icselligin dolayimindan gecirilerek zayiflatilmasidir. Nietzsche ise, bunun tersine, dusunceyi ve yaziyi disariyla dolayimsiz bir iliski uzerine kurar. Soz konusu olan, cok guzel bir resim ya da cok guzel bir cizim midir? Bir cercevesi vardir. Bir aforizma da cercevelenmistir tabii. Ama belirli bir anda, hareketin ya da cercevelenmis cizginin baska bir yere dogru aktigini; cercevenin sinirlari icinde baslamadigini bildigimiz ya da sezdigimiz o anda guzellesen sey, cercevenin icinde midir? Hareket cercevenin yukarilarinda ya da kenarinda bir yerlerde baslamistir ve cizgi cercevenin icinden gecip gider." (G.Deleuze, a.g.e., s.112)

Felsefenin geleneksel soylemlerinin yerine, siiri, aforizmayi, hatta oykuyu gecirirken, Nietzsche'nin hedefledigi de boyle acik metinler kurmak olmaliydi. Ama Borges'in oykusundeki anlaticinin basina gelenlerden de anlasilacagi gibi, zamanin cercevesinden, yani kum kitabinin icinden gecip giden o sonsuz sayfalari okumak; hatta onlara yalnizca bakmak her "yigidin" harci degil. Ama Nietzsche de yigitlerden, kahramanlik kultlerinden nefret ediyordu zaten.

Ve kotu sonsuzluk

Zamanin sonu, anin sonsuzlugu gibi meselelerle cebelleserek su yukaridaki yaziyi yazmaya calistigim, 24 Ekim 1997 cuma gunu, Radikal gazetesinin besinci sayfasinda Murat Belge'nin bir yazisi yayinlandi. Kaderin garip cilvesi mi demeli? Belge de bir baska ana deginiyordu kosesinde:

"James Joyce'un kendi romancilik tekniginde 'epifan' diye anlattigi sekilde sanki her sey loslasir ve isik bir tek nesneyi ya da kisiyi aydinlatir. Bu oyle bir andir ki, isigin altindaki o nesne ya da kisi hakkinda artik herhangi birinin bir aciklama yapmasi gerekmez. Ðmge kendi kendini anlatmaktadir ve boylece kendini de asan bir simgeye donusmektedir.

Yagmurdereli de tam boyle. Goturulusunun TV goruntusunu ben gormedim. Baskalarinin soylediklerinden, polisin de bu tarihi anda kendine dusen rolu basariyla uygulayarak imgenin anlamini keskinlestirdigi sonucunu cikariyorum. Ama ille de o goruntuyu izlemek gerekmiyor. Statik bir fotograf da yeterince konusuyor, anlatiyor."

Yoruma gerek var mi? Iste bu da Turkiye'de yasadigimiz sonsuzluk.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1